Diğer

09 Aralık 2023

Euronews'un Türkçe sitesinde okuduğum habere bayıldım: Fransa'da horozların "vakitsiz ötme" hakkını koruyan bir yasa kabul edilmiş. Bu vesile ile tüm Fransız horozlarını kutluyorum.

Yasanın adı "kırsal alan sesleri ve kokuları yasası"ymış. Yasa niye mi çıkarılmış? Mahkemeler çok sayıda şikâyetten bıkmış usanmış. Başvuruların içeriği, kırsal bölgelere yeni taşınan insanların, yakınlarındaki horozların ötüşünden, köpeklerin havlamasından, tarım makinelerinin gürültüsünden veya gübre kokusundan rahatsız olmasıymış.

Sonunda Fransız parlamentosu duruma el koymuş ve çıkardığı yasayla çiçeği burnunda kırsal bölge sakinlerinin, çiftçilere karşı zırt pırt dava açmasını önlemek için adım atmış. Çıkarılan yasayı Devlet Başkanı Macron da onaylamış.

Yasaya göre, yeni komşu kendisinden önce yürütülen bir faaliyetten dolayı rahatsız olursa şikâyette bulunamayacakmış.

Ses, gürültü ve koku gerekçesiyle açılan bu türden davalarla yaklaşık 500 çiftçinin başı beladaymış. Davacılar ise, anladığım kadarıyla "biz buraya sakin bir hayat için geldik, horozun ötmesini anlarız ama aklına her estiğinde, bu arada sabahın köründe öterse, biz de Fransız hukukundan yardım isteriz" diyormuş.

Haberde şöyle bir "seksi" cümle de var:

"2019 yılında, Yeni Aquitaine bölgesindeki Saint-Pierre-d'Oleron adasında yaşayan horoz Maurice'in susturulması için açılan davayı sahibinin kazanmasının ardından 'zamansız' ötmeye devam etmesine izin verilmişti."

Haber beni önce güldürdü, sonra kederlendirdi. Birkaç dakika içinde kendimi Fransız horozlarıyla kıyaslarken buldum. Dahası onları kıskanmaya başladığımı fark ettim.

Anlatayım. Biliyorsunuz, atasözüne göre, "erken öten horozun başını keserler".

Şimdi bunun sıkıcı bir açıklamasını yapacağım, sıkı durun:

"Her söz vaktinde ve yerinde söylenmelidir. Bir sözün zamanı gelmeden söylenmesi, büyük zararlara yol açabilir. Bunun için uygun olmayan zamanda aklına geleni söyleyen kişi cezalandırılır."

Eskiden beri bu atasözüyle aram iyi değil.

Çok uzak geçmişte, ben komünistken yazdığım bir yazı parti gazetesine kabul edilmemişti. Nazik açıklaması şuydu:

"Çok önemli ve çok doğru şeyler yazmışsın, yoldaş. Ama bu yazdıkların ortalığı karıştırabilir. Şimdilik erteleyelim."

Bu ve benzeri sorunları çok yaşadım. Bir tanesini sizinle biraz daha ayrıntılı paylaşmak istiyorum.

Yıllar önce bir toplantıya katılmak üzere Moskova'ya gitmiştim. Tarih 24 Kasım 2015'ti. Korkunç bir haber aldık: TSK bir Rus jetini düşürmüştü.

Bir süre olayın şokunu atlatmaya ve bilgi almaya çalıştım. O arada bir zamanlar muhabiri olduğum NTV ile CNN Türk aradı. Aynı gün içinde ikisine de canlı olarak bağlandım ve bu olayın "Türkiye açısından büyük bir hata olduğunu" söyledim.

Sanırım iki gün kadar sonra NTV'den eski bir arkadaşım aradı:

"Abi, galiba bundan sonra seninle bağlantı yapamayacağız."

Ona "canınız sağ olsun" dedim ama benim canım sıkılmıştı. Ne yani, dünyanın koskoca nükleer gücü Rusya'nın uçağını düşürerek fiilen ülkeyi savaşın eşiğine sürüklemek hata değil miydi?

Üstelik ben hiçbir zaman AKP'ye oy vermemiş olsam da kendimi "muhalif gazeteci" olarak değil "gazeteci" olarak görüyordum ve hâlâ da aynı şekilde düşünüyorum. Ama gerçeği yansıtan gazetecilerin yazdıkları iktidarın hoşuna gitmeyince bu tür damgaları o bol keseden bize hediye ediyor.

O tarihten sonra yalnızca bu iki kanal değil, daha önce zaman zaman Rusya uzmanı olarak beni programlarına davet eden TRT, Habertürk, 24 TV, A Haber falan (ya, ne günlermiş, değil mi?) beni "defterden sildiler". Doğrusu bu "kara liste" uygulamasında merkezî disiplin ve uyumun mükemmel olduğunu söylemek zorundayım.

Kremlin kısa bir süre seçenekleri düşündü ve Allah'tan savaş yoluna girmedi. Ancak aldığı önlemlerle Türkiye ekonomisine ciddi darbe vurdu. Bu arada birçok sıradan Türkiye ve Rusya vatandaşı zarar gördü.

2016 yazında Ankara önce mektup yazarak Moskova'dan özür diledi ("Efendim, mektuptaki ifade şöyleymiş, böyleymiş, aslında tam olarak özür dilenmemiş veya dilenen özür öldürülen pilotun ailesineymiş" falan diyenlere kulak asmayın siz.). Sonra da Başbakan Erdoğan'ın Petersburg'a Başkan Putin'le görüşmeye gitmesiyle birlikte barışma süreci ilerledi.

Ee, o zaman benim 24 Kasım 2015'te dediğim doğru değil miydi? İktidar da aylar sonra aynı fikre geldiğini göstermedi mi?

Ah, evet, yine "horozlar"ı unutmuştum, şu "erken öten horozlar"ı…

"Erken öttüğüm" için 8 yıl önce adımı yazdıkları "kara liste" bugün de geçerli ki, aynı kanallar beni şimdi de "görüşüne başvurulacak Rusya uzmanı" olarak görmüyorlar.

Doğrusunu isterseniz ben de o kanallara çıkamıyorum diye yıllardır uykusuz geceler geçirdiğimi söyleyemem. Malum fıkradaki Laz gibi: "Onlar beni tanımıyorsa ben onları hiç tanımıyorum."

Aslında uzun süredir de bu konu aklıma bile gelmiyordu. Dün Euronews'un erken öten Fransız horozlarının haklarının garanti altına alındığını okuduğum haberi beni geçmişe götürdü.

Horoz dediğin öter kardeşim, birilerine göre zamanıdır ya da değildir diye düşünmez.

Gazeteci ve bölge uzmanı da ne görüyorsa onu yazar ya da söyler.

Bu işlerin zamanı, sırası falan yoktur.

Horoz düşmanı atalarımıza gelince. Ben o ataları her türden iktidarların şefkatli kollarına bırakıp öteki atalarımızı tercih ediyorum. Hani şu "mızrak çuvala sığmaz" diyenleri…

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

Kim bilir kaç gösteri ve filmde “milletin sinir uçlarıyla oynayan” subliminal mesajlar vererek milyonlarca saf ve temiz seyirciyi yoldan çıkarmaya çalıştı

Acaba insan, "benim kentim" derken o kentle ilgili hak mı iddia eder, yoksa ona teslim olmuşluğunu mu vurgular?

Rusya’nın en önemli sorunların biri demografik kriz. BM'ye göre, 146 milyonluk ülke nüfusu 100 yıl içinde 112 milyona düşebilir

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Vakitsiz öten Türk gazeteciler ve Fransız horozlar - Hakan Aksay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Vakitsiz öten Türk gazeteciler ve Fransız horozlar

26 17
09.12.2023

Diğer

09 Aralık 2023

Euronews'un Türkçe sitesinde okuduğum habere bayıldım: Fransa'da horozların "vakitsiz ötme" hakkını koruyan bir yasa kabul edilmiş. Bu vesile ile tüm Fransız horozlarını kutluyorum.

Yasanın adı "kırsal alan sesleri ve kokuları yasası"ymış. Yasa niye mi çıkarılmış? Mahkemeler çok sayıda şikâyetten bıkmış usanmış. Başvuruların içeriği, kırsal bölgelere yeni taşınan insanların, yakınlarındaki horozların ötüşünden, köpeklerin havlamasından, tarım makinelerinin gürültüsünden veya gübre kokusundan rahatsız olmasıymış.

Sonunda Fransız parlamentosu duruma el koymuş ve çıkardığı yasayla çiçeği burnunda kırsal bölge sakinlerinin, çiftçilere karşı zırt pırt dava açmasını önlemek için adım atmış. Çıkarılan yasayı Devlet Başkanı Macron da onaylamış.

Yasaya göre, yeni komşu kendisinden önce yürütülen bir faaliyetten dolayı rahatsız olursa şikâyette bulunamayacakmış.

Ses, gürültü ve koku gerekçesiyle açılan bu türden davalarla yaklaşık 500 çiftçinin başı beladaymış. Davacılar ise, anladığım kadarıyla "biz buraya sakin bir hayat için geldik, horozun ötmesini anlarız ama aklına her estiğinde, bu arada sabahın köründe öterse, biz de Fransız hukukundan yardım isteriz" diyormuş.

Haberde şöyle bir "seksi" cümle de var:

"2019 yılında, Yeni Aquitaine bölgesindeki Saint-Pierre-d'Oleron adasında yaşayan horoz Maurice'in susturulması için açılan davayı sahibinin kazanmasının ardından 'zamansız' ötmeye devam etmesine izin verilmişti."

Haber beni önce güldürdü, sonra kederlendirdi. Birkaç dakika içinde kendimi Fransız horozlarıyla kıyaslarken buldum. Dahası onları kıskanmaya başladığımı fark ettim.

Anlatayım. Biliyorsunuz, atasözüne göre, "erken öten horozun başını keserler".

Şimdi bunun sıkıcı bir açıklamasını yapacağım, sıkı durun:

"Her söz vaktinde ve yerinde söylenmelidir. Bir sözün zamanı gelmeden söylenmesi, büyük zararlara yol açabilir. Bunun için uygun olmayan zamanda aklına geleni söyleyen kişi cezalandırılır."

Eskiden beri bu atasözüyle aram iyi değil.

Çok uzak geçmişte, ben komünistken yazdığım bir yazı parti gazetesine kabul edilmemişti. Nazik açıklaması şuydu:

"Çok önemli ve çok doğru şeyler yazmışsın, yoldaş. Ama bu yazdıkların ortalığı karıştırabilir. Şimdilik erteleyelim."

Bu ve benzeri sorunları çok yaşadım. Bir tanesini........

© T24


Get it on Google Play