Diğer

T24 Haftalık Yazarı

21 Nisan 2024

Bayram tatilinin son günlerinde çok sevdiğimiz arkadaşları ziyarete Alaçatı'ya gittik. Burası özellikle yaz sezonu dışında ruhumu besleyen, beni mutlu eden bir yer. Dokusuyla, aralarında kaybolabildiğim dar sokaklarıyla, eski köy evleriyle, aslına uygun yapılmaya çalışılan yapılarıyla, lezzetli ve özgün restoranlarıyla, zevkli dükkanlarıyla, cumartesi günleri kurulan renkli ve zengin pazarıyla

Sokaklarında yürürken her mevsim başka sürprizlerle karşılaşıyorum çünkü her mevsim doğanın döngüleri Alaçatı'ya yeni gözlerle bakmama vesile oluyor. Şu anda her yerde olduğu gibi Alaçatı'da da bahar fışkırıyor. Köyün ana dokusunu oluşturan taş binaları saran taze yeşil sarmaşıklar, mis kokulu yaseminler, mor salkımlar nasıl da renk katmış, güzelleştirmiş ortalığı. Bu mevsimde her yer ve her şey bir başka güzel görünüyor Alaçatı'da. Arada bu güzelliğe yakışmayan manzaralar var mı? Maalesef var. Etraftaki bunca özene, bunca güzelliğe rağmen bazılarının nasıl da eli varıp bu çirkinlikleri inşa edebiliyor anlaşılır gibi değil.

Çeşme Bodrum'a göre çok daha küçük bir yarımada. Hâlâ bir yerden bir yere kısa sürede yürüyerek ulaştığımda şaşırıyorum. Bu gidişimde ilk defa Alaçatı'dan Ilıca'ya kadar yürüdüm. Ilıca'nın sahilinde maalesef çok çirkin, yüksek binalar var. Fakat arka sokaklarda güzel, eski ve özgün dokulu mahalleler hâlâ yaşıyor. Bazı köy evleri özgün doku korunarak çok güzel renove edilmiş. Yıldız Burnu'nda sahilde bulunan, asırlık ağaçların gölgesindeki, ağırlıklı olarak Levantenlere ait olan eski evlerin de hayranıyım.

Yıldız Burnu'nda sahil boyunca çok keyifli kafeler bulunuyor. Yürüyüşümüzü bitirdiğimizde henüz açılmamışlardı. Biz de kahvaltımızı Ilıca sahilindeki, Çeşme Belediyesine ait olan ÇeşTur'da yaptık. Denize nazır konumu, lezzetli yumurtaları, kahvaltısı, kullandığı zeytinyağının kalitesi ve makul fiyatlarıyla bizi gayet mutlu etti. Tek eleştirim servisi hakkında olabilir. Biraz aksayabiliyor ama personel çok güler yüzlü ve siparişlere yetişebilmek için ellerinden geleni yaptıklarını görüyorsunuz. Belki bazı Bodrum Belediye kafelerinde olduğu gibi self servis hizmeti vermek çözebilir bu sıkıntıyı. Çeşme, ziyaretçilerine yeme içme alanında birçok alternatif sunuyor ama ÇeşTur'u da es geçmeyin derim. Hem tat hem de görünüm açısından birbirine benzemeye çalışan birçok mekana göre çok daha gerçek ve özgün bir ruhu olduğunu düşünüyorum böyle kahvelerin.

Bayram tatili dolayısıyla sokakların çok kalabalık olması sebebiyle tercihimiz ağırlıklı olarak ev buluşmaları oldu. İyi yemeğe meraklı ve kendi elinden de çok iyi yemekler gelen arkadaşımız Mahmut Erdilek, bir öğlen mantı yapıp yemeyi önerdi. Mahmut'un kendi elleriyle, özenle hazırladığı mantı içini de alıp çok sevdiğimiz arkadaşlarımız Şirin Payzın ve Turgay Gümüş'ün Ovacık'ta kurdukları şahane dünyalarında bir öğle yemeği buluşması yaptık. Şirin geçtiğimiz günlerde yolda yürürken talihsiz bir kaza geçirip kalça kemiğini kırmıştı. Şu anda durumu çok şükür gayet iyi. Koltuk değnekleriyle tüm güzelliğiyle, bir ceylan gibi sekerek bize keyifle ev sahipliği yaptı.

Hep bir elden hamurumuzu açtık ve mantımızı hazırladık. Bir yandan sohbet, bir yandan kahkaha, bir yandan "seninki değil benim yaptığım mantı daha güzel" diye birbirimize takılarak dört tepsi mantı hazırladık. Artan malzemeyi de çiğ böreğe dönüştürmeye karar verdik.

Çocukluk yıllarımda evde mantı açılırken, yere kurulup, önüme örtümü serip mutlulukla hem hamurla oynayıp hem de mantı yapmaya çalıştığım zamanlar geldi aklıma. Nasıl da nostaljik bir eylem değil mi mantı yapmak artık bir çoğumuz için? Benim elimin küçücükken sıklıkla değdiği mantı hamuruna kızımın eli neredeyse 15 yaşında değdi.

Tüketimin hızlandığı, kolaylaştığı, el emeğinin azaldığı, kadınların da iş hayatında daha aktif olmasıyla evlerde hizmetin daha çok satın alındığı bir devirde yaşıyoruz. Özellikle Z kuşağı ile başlayarak gençler böyle bir zamana doğdu. Daha çok paketli ürün, hızlı ve hazır yemek, topraktan kopuk, üretim süreçlerinden uzak bir yeme kültürüne maruz kalmış bir genç nesil var. Bu durum maalesef iyi sonuçlar doğurmuyor. Topraktan ve doğal üretim süreçlerinden uzaklaşıp hızlı tüketim yollarına yöneldikçe daha sağlıklı olan ve doğal süreçleri onurlandıran beslenme farkındalığımızdan kopuyoruz. Eğer mantıyı ellerimizle açmak yerine satın alsaydık yemeği pişirme ve masanın etrafına yerleşip yeme süremiz 1,5 saat olabilirdi. Ama biz bu farkındalığa sahip ve bizlere de bu güzel duyguyu hatırlatan arkadaşımız sayesinde bambaşka bir doyuma ulaştık. Yemeğimizi hep beraber dokunarak yaptık. Emek verdik, gülüştük, şakalaştık, çocukken yaptığımız mantı anılarımızı paylaştık. Ve keyifli bir sürecin sonunda hepimiz kalbimizden ellerimize sevgimizi, gülücüklerimizi, anılarımızı taşıyarak yaptığımız mantıyı afiyetle yedik. Sonunda da bir güzel şiştik mi şiştik!

Araştırmalar; bugün maalesef dünyada obezite problemi yaşayan insan sayısının açlık sıkıntısıyla boğuşan insan sayısının neredeyse 3 katı olduğunu gösteriyor. Büyük bir adaletsizlik ve farkındalıksızlık söz konusu. Dünyanın refah sayılan ülkelerinde üretim/tüketim süreçlerinin ve hayatın akışının hızlanması ile yeme farkındalığı git gide düşüyor. Topraktan koptukça üretilen her bir besinin ne emeklerle soframıza geldiğini unutuyoruz. Doğal döngülere yabancılaşıyoruz. Bir domatesin güneş, yağmur, bulutlar, yıldızlar, toprak, mevsimler, insan emeği gibi meşakkatli süreçlerden geçip soframıza geldiği gerçeğini es geçiyoruz. Bu hız içinde kendimizi dinleyemez oluyoruz. Bedenimizin bize verdiği mesajları algılayamıyoruz. Ve sonuç olarak dünyanın bir yerinde büyük tüketim, israf, obezite kaynaklı sağlık sorunları yaşanırken dünyanın diğer bir tarafında insanlar hâlâ açlıktan ve temiz su kaynaklarına erişememekten hastalanıp ölebiliyor.

Devletlerin ve büyük şirketlerin bu konuda almaları gereken çok büyük sorumluluklar var. Bireysel olarak her birimize de önemli bir görev düşüyor. Öncelikle her birimizin yediklerimize farkındalıkla yaklaşmamız gerekiyor. Yediğimiz canlı besinlerin topraktan sofraya yolculuklarını onurlandırarak, ihtiyacımız kadarını tüketmeliyiz. Paketli, hızlı tüketilen hazır yiyeceklerden olabildiğince uzak durmalı ve dışardan sipariş vermektense bedenimizin ihtiyacını karşılayacak şekilde evimizde kendi yemeğimizi hazırlamaya özen göstermeliyiz.

Lübnan asıllı felsefe yazarı, romancı, şair Halil Cibran "Ermiş" adlı kitabında yemeye dair şu sözleri söylüyor: "Dişlerinizle bir elmayı çiğnerken ona gönlünüzle deyin ki:

Tohumların benim bedenimde yaşayacak ve geleceğinin tomurcukları benim bedenimde çiçek açacak. Rayihan benim nefesim olacak, birlikte sevineceğiz tüm mevsimlerde."

Şunu her zaman hatırlamak lazım ki; sağlıklı beslenme alışkanlıkları yeni nesillere aktarabileceğimiz en değerli miraslardan biri. Çünkü sağlık olmayınca diğer hiçbir mirasın anlamı kalmıyor. Ancak bedenen, zihnen ve ruhen (ki hepsi birbirini etkiliyor ve iç içe) sağlıklı olursak anlamlı bir hayat yaşayabiliyoruz. Daha sağlıklı ve farkındalıklı yeni nesiller ve bir dünya için hepimizin bu konuda daha bilinçli davranmamız gerekiyor.

Emek emek ellerimizle yaptığımız mantıları yedikten sonra hamura çok da alışkın olmayan midem bir güzel şişti. Akşamüstü güneşinin vurduğu koltukta bir tatlı rehavete kapılmışken Turgay'ın "Hadi bağı gezelim!" teklifiyle harekete geçtim. Yazları yaylada böyle yemeklerin üstüne büyüklerim "ya kırk adım atacaksın, ya yan gelip yatacaksın" derlerdi. Yemeğin üzerine uzanmaktansa hem bedenime hem de ruhum için daha iyi bir şey yaptım ve bağdaki yürüyüşe katıldım.

Turgay ve Şirin Ovacık Çeşme'de bulunan bağı 2007 yılında kurmuşlar. Burası hem beyaz hem kırmızı hem de beyaz şarap elde edilen üzümlerin yetiştiği çok bakımlı ve özenli bir bağ. Turgay; içinde evin, bağın, şarap üretim tesisinin, ofisin, bir restoranın ve depoların bulunduğu araziyi lego gibi zamanla kurduklarını anlattı. İlk sahibi oldukları toprağı hayatın karşılarına çıkarması sonucu almışlar. Aldıklarında üzerinde yalnızca zeytin ağaçları bulunan hayli bakımsız bir araziden toprağa koydukları emek ve sevgiyle yemyeşil bir vaha ve lezzetli şaraplar ürettikleri bir bağ ortaya çıkarmışlar. Zaman içinde komşu arazinin satılmasıyla onu da topraklarına eklemişler ve bağ bugünkü halini almış. Ürünleri organik sertifikalı olan bağın ilk şarabı 2016'da üretilmiş. Şu anda 4500 şişe şarap üretiliyormuş ve üretimin yüzde 30'u Amerika'ya ihraç ediliyormuş. Bağın kendi üretimini karşılayacak boyutlarda tasarlanmış olan üretim tesisini gezerken Turgay bir yandan da şarap yapım süreçlerini keyifle ve anlayabileceğimiz bir dilde bizimle paylaştı. Fermantasyon sürecinde bakterilerin oynadığı rolden, her şarapta bir önologun (şarabın yapımından sorumlu uzman kişi) imzasının oluşuna ve bilimin, teknolojinin kadim bir bilgi olan şarap yapımında nasıl da önemli bir rol oynadığına kadar uzanan keyifli sohbet eşliğinde tesisi gezdik. Şarap yapımının kimyayı sanata dönüştüren bir yolculuk olduğundan bahsettik.

Üzüm kadim topraklarda doğmuş çok kadim bir meyve. Tarih öncesi çağlardan beri yetiştirilen üzüm, insanlık tarihinde değerli bir yere sahip. Üzüm, şu anda yaşamakta olduğumuz topraklarda izleri bulunan Antik Yunan mitolojisinde ve Türk halk kültüründe gerçek ve sembolik birçok anlamla yüklü bir meyve Zaten dünyada şarabın ilk izlerine de insanlık tarihinin beşiği, kadim toprakların yuvası Asya'da rastlanıyor. Dünyada şarabın ilk üretildiği yer Gürcistan ve dünyanın bilinen en eski şaraphanesi de Ermenistan'da bir mağara.

Doğadaki her bir canlı hayranlık uyandırıcı bir zekâya sahip. Üzümün de sahip olduğu zekâya Turgay'ın anlattığı deneyimler üzerinden bir kere daha hayran oldum. Bağda asmaların gövdelerinin ve köklerinin kendi aralarında sahip oldukları dil hakkında bilgiler edinmek benim için çok yeni ve çarpıcıydı. Üzümün tarihler boyunca yaşanan iklim değişikliklerine karşı gösterdiği dayanıklılığı ve geliştirdiği direnci hatırlamak etkileyiciydi. Bir kere daha doğanın yaşamımızda olan her şey için en değerli ilham kaynağı olduğuna ikna oldum.

Markanın hikâyesiyle ilgi olarak da en etkilendiğim nokta ise sosyal bir projeye yaslanıyor olması. Bu sosyal proje sayesinde marka hem bu sektöre ilgi duyan genç kızları meslek sahibi yapıyor hem de sektöre kalifiye eleman yetiştiriyor. Proje, her sene üniversite mezunu, ihtiyaç sahibi, konuya ilgi duyan bir genç kıza bir buçuk senelik önoloji, bağcılık, veya bağ yönetimi eğitimi alması için burs veriyor. Başvuru için gençlerin yabancı dil bilmesi ön koşulmuş.

Bir diğer tatlı ayrıntı da bağdan elde edilen üzümlerle yapılan şarapların adlarını Turgay'ın hayatına dokunan değerli kadınlardan alması.

Bağın içinde şahane gün batımı manzaralı bir de restoran bulunuyor. Lezzet severlere bir de şahane haberi var bağın. Çeşme'nin en iyi restoranlarından Agrilla bu sezon bağda bulunan restoranda servis veriyor. Şef Melih Tekşen belli periyodlarla değişecek eşleştirme menüleri hazırlamış. Ben henüz tatmadım ama menüyü gördüm. Misafirlere alternatif seçenekler sunan giriş, ana yemek ve tatlıdan oluşan kulağa çok gelen, net bir eşleştirme menüsü. Bağlara yaslı restoranda iki adet, duruma göre paylaşımlı kullanılabilecek sade, uzun masa bulunuyor. Burası sakin bir atmosfer tercih edenlere kokuların, tatların, şahane gün batımlarının ve bağların ön planda olduğu büyülü bir deneyim sunuyor. Restoran rezervasyonla misafir kabul ediyor.

Bağ da bir de satış ofisi var. Yemekten sonra beğendiğiniz şarabı kendinize veya sevdiklerinize hediye etmek üzere buradan satın alabilirsiniz.

Şahane bir panoramaya sahip, denizde esen hafif rüzgarların hakim olduğu, Çeşme'nin en eski yerleşimlerinden biri olan Ovacık'ı henüz görmediyseniz belki bu yazı üzerine bir fırsatını yaratır gidersiniz.

İlksen Utlu kimdir?

Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.

10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.

Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.

Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.

Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.

Her şeyin birbirine daha da çok benzediği bu zaman diliminde, "özgünlük" her zaman sıradanın içinden sıyrılıp parlamaya ve kazanmaya devam edecek

Baharın gelişiyle tomurcukların patlayıp birbirinden güzel çiçeklere dönüşmesi içimizi tarif edilemez bir umut ve coşkuyla dolduruyor. Bu bahar sadece doğa değil memleketine gönül vermiş, ülkemizin parlak kadınları bir başka güzel çiçeklendi ve hepimize umut oldu

Dışarda/içerde dingin ve sessiz zamanlarda kendimizle bağlantıya geçip iç sesimize kulak vermemiz nispeten kolay. Fakat hem içimizde hem de dışımızda kaosun, gürültünün, patırtının hakim olduğu zamanlarda bunu nasıl başaracağız?

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Yediğimizi içtiğimizi onurlandırmak - İlksen Utlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yediğimizi içtiğimizi onurlandırmak

8 0
21.04.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

21 Nisan 2024

Bayram tatilinin son günlerinde çok sevdiğimiz arkadaşları ziyarete Alaçatı'ya gittik. Burası özellikle yaz sezonu dışında ruhumu besleyen, beni mutlu eden bir yer. Dokusuyla, aralarında kaybolabildiğim dar sokaklarıyla, eski köy evleriyle, aslına uygun yapılmaya çalışılan yapılarıyla, lezzetli ve özgün restoranlarıyla, zevkli dükkanlarıyla, cumartesi günleri kurulan renkli ve zengin pazarıyla

Sokaklarında yürürken her mevsim başka sürprizlerle karşılaşıyorum çünkü her mevsim doğanın döngüleri Alaçatı'ya yeni gözlerle bakmama vesile oluyor. Şu anda her yerde olduğu gibi Alaçatı'da da bahar fışkırıyor. Köyün ana dokusunu oluşturan taş binaları saran taze yeşil sarmaşıklar, mis kokulu yaseminler, mor salkımlar nasıl da renk katmış, güzelleştirmiş ortalığı. Bu mevsimde her yer ve her şey bir başka güzel görünüyor Alaçatı'da. Arada bu güzelliğe yakışmayan manzaralar var mı? Maalesef var. Etraftaki bunca özene, bunca güzelliğe rağmen bazılarının nasıl da eli varıp bu çirkinlikleri inşa edebiliyor anlaşılır gibi değil.

Çeşme Bodrum'a göre çok daha küçük bir yarımada. Hâlâ bir yerden bir yere kısa sürede yürüyerek ulaştığımda şaşırıyorum. Bu gidişimde ilk defa Alaçatı'dan Ilıca'ya kadar yürüdüm. Ilıca'nın sahilinde maalesef çok çirkin, yüksek binalar var. Fakat arka sokaklarda güzel, eski ve özgün dokulu mahalleler hâlâ yaşıyor. Bazı köy evleri özgün doku korunarak çok güzel renove edilmiş. Yıldız Burnu'nda sahilde bulunan, asırlık ağaçların gölgesindeki, ağırlıklı olarak Levantenlere ait olan eski evlerin de hayranıyım.

Yıldız Burnu'nda sahil boyunca çok keyifli kafeler bulunuyor. Yürüyüşümüzü bitirdiğimizde henüz açılmamışlardı. Biz de kahvaltımızı Ilıca sahilindeki, Çeşme Belediyesine ait olan ÇeşTur'da yaptık. Denize nazır konumu, lezzetli yumurtaları, kahvaltısı, kullandığı zeytinyağının kalitesi ve makul fiyatlarıyla bizi gayet mutlu etti. Tek eleştirim servisi hakkında olabilir. Biraz aksayabiliyor ama personel çok güler yüzlü ve siparişlere yetişebilmek için ellerinden geleni yaptıklarını görüyorsunuz. Belki bazı Bodrum Belediye kafelerinde olduğu gibi self servis hizmeti vermek çözebilir bu sıkıntıyı. Çeşme, ziyaretçilerine yeme içme alanında birçok alternatif sunuyor ama ÇeşTur'u da es geçmeyin derim. Hem tat hem de görünüm açısından birbirine benzemeye çalışan birçok mekana göre çok daha gerçek ve özgün bir ruhu olduğunu düşünüyorum böyle kahvelerin.

Bayram tatili dolayısıyla sokakların çok kalabalık olması sebebiyle tercihimiz ağırlıklı olarak ev buluşmaları oldu. İyi yemeğe meraklı ve kendi elinden de çok iyi yemekler gelen arkadaşımız Mahmut Erdilek, bir öğlen mantı yapıp yemeyi önerdi. Mahmut'un kendi elleriyle, özenle hazırladığı mantı içini de alıp çok sevdiğimiz arkadaşlarımız Şirin Payzın ve Turgay Gümüş'ün Ovacık'ta kurdukları şahane dünyalarında bir öğle yemeği buluşması yaptık. Şirin geçtiğimiz günlerde yolda yürürken talihsiz bir kaza geçirip kalça kemiğini kırmıştı. Şu anda durumu çok şükür gayet iyi. Koltuk değnekleriyle tüm güzelliğiyle, bir ceylan gibi sekerek bize keyifle ev sahipliği yaptı.

Hep bir elden hamurumuzu açtık ve mantımızı hazırladık. Bir yandan sohbet, bir yandan kahkaha, bir yandan "seninki değil benim yaptığım mantı daha güzel" diye birbirimize takılarak dört tepsi mantı hazırladık. Artan malzemeyi de çiğ böreğe dönüştürmeye karar verdik.

Çocukluk yıllarımda evde mantı açılırken, yere kurulup, önüme örtümü serip mutlulukla hem hamurla oynayıp hem de mantı yapmaya çalıştığım zamanlar geldi aklıma. Nasıl da nostaljik bir eylem değil mi mantı yapmak artık bir çoğumuz için? Benim elimin küçücükken sıklıkla değdiği mantı hamuruna kızımın eli neredeyse 15 yaşında değdi.

Tüketimin hızlandığı, kolaylaştığı, el emeğinin azaldığı, kadınların da iş hayatında daha aktif olmasıyla evlerde hizmetin daha çok satın alındığı bir devirde yaşıyoruz. Özellikle Z kuşağı ile başlayarak gençler böyle bir zamana doğdu. Daha çok paketli ürün, hızlı ve hazır yemek, topraktan kopuk, üretim süreçlerinden uzak bir yeme kültürüne maruz kalmış bir genç nesil var. Bu durum maalesef iyi sonuçlar doğurmuyor. Topraktan ve doğal üretim süreçlerinden uzaklaşıp hızlı tüketim yollarına yöneldikçe daha sağlıklı olan ve doğal süreçleri onurlandıran beslenme farkındalığımızdan kopuyoruz. Eğer mantıyı ellerimizle açmak yerine satın alsaydık yemeği pişirme ve........

© T24


Get it on Google Play