Diğer

T24 Haftalık Yazarı

05 Kasım 2023

225 yıl öncesinde yabancı gazetelerde çıkan haberler Balkanlardaki gelişmeleri gözler önüne seriyor, -neredeyse- gelecek yıllarda Osmanlı'nın içine çekileceği kargaşayı, yaşanacak toprak kayıplarını, isyanları ve adım adım yaklaşan savaşları eski sayfaları içinde saklıyor.

Osmanlı'nın Rusya ile çekişmesi asırlar boyunca sürmüş, Rus gemilerinin boğazlardan geçişi, gıda temini, Balkan ve Kafkas halklarının bu baskıdan etkilenmesi gazete sayfalarına çok uzun yıllar boyunca yansımış.

22 Kasım 1797 tarihinde Amerika'da çıkan "The New Hampshire" Gazetesi Arnavutluk ve Makedonya gibi Osmanlının sınır eyaletlerini oluşturan bölgelerde isyan tehlikesi olduğunu yazmış ve Osmanlı sultanının ayaklanmaları bastırmak için üst düzey yardımcılarıyla sık sık toplantılar yaptığını belirtmiş.

Haberde Üsküdar Paşası olarak anılan kişinin çok uzunca bir süredir isyan tertiplediği ve antik Yunan kültürünün de içinde bulunduğu Türk topraklarını Osmanlı'dan kopartmak için planlama yaptığını yazılmış.

Üsküdar Paşalığı sözü 1757 ila 1831 yılları arasında bugünkü Arnavutluk Cumhuriyetinin en eski yerleşim merkezlerinden biri olan "İşkodra" için kullanılıyormuş. Burası aynı zamanda Osmanlıcada İskenderiye-i Arnavut olarak da biliniyormuş.

Arnavutluk bölgesinin çok büyük bir kısmını Üsküdar Paşalığı idaresine bırakan Sultan II. Mahmud, Rusya ile olan çatışma olasılığına karşı Üsküdar Paşası Mustafa Buşati'den asker toplamasını istemiş; Buşati'nin bu emri dinlememesi üzerine üstüne ordu göndermiş.

Mehmed Reşid Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun 1831'de İşkodra'daki Rozafa kalesini kuşatması ve kâfir olmakla suçladıkları isyancıların lideri Mustafa Buşati'yi teslim almalarıyla Üsküdar Paşalığı sona ermiş; statüsü tarihe karışmış.

21 Kasım 1804 tarihli "The National Intelligencer and Washington Advertiser" Gazetesinde, Osmanlı Sultanı'nın Rus savaş gemilerinin boğazlardan geçişine izin vermesiyle yapılan anlaşmaları ihlal ettiğini yazılmış. Daha önce de Venedik Bölgesinin bazı kısımlarına başarıyla asker göndermiş olan Rusya'nın bu defa Mora Yarım Adasında askeri hareketliliklere sebep olduğu, Rusya'nın kademe kademe kazandığı üstünlüklerle tüm ticareti ele geçirmesi bölge ülkelerini endişelendiriyormuş. Rusya'nın güçlenen hâkimiyeti öyle bir hale gelmiş ki, yakın yıllara kadar Türk bayrağı ile dolaşan ticaret gemileri anca Rus bayrağı çekerek yolculuk yapabiliyormuş.

Denizlerdeki durum böyleyken Eflak ve Boğdan Bölgelerindeki gelişmeler de kaygı verici olmaya devam ediyormuş. Bu iki özerk bölgenin prenslerinin sıkı işbirliğiyle uzunca bir süredir birlikte hareket etmeleri Doğu Avrupa'da etkili olmuş, Polonya'nın bölünmesi sonrasında da Osmanlının sınırı burada da Rusya ile çakışmış.

Hatırlatmak gerekirse Polonya Ayaklanması sırasında Hükümet Başkanı olan Prens Adam Czartoryski, sonrasında Polonyalı sürgünlerin siyasi lideri olarak İstanbul'a gelmiş ve kendi adını koyduğu Adampol'u yani bugün bizim bildiğimiz adıyla Polonezköy'ü kurmuş.

Fransa'nın başına geçen Napolyon Bonaparte'ın' geniş bir coğrafya içinde savaşlara girişerek Mısır'a asker göndermesi tüm dengeleri değiştirmiş. Sırp Ayaklanması, Rusya'nın Kırım ile Karadeniz'e sınır olan Türk bölgelerini işgal ederek Osmanlı topraklarında güneye doğru genişleme isteği ve Osmanlı'nın da taraf olduğu Polonya iç Savaşı gibi 2 asır öncesinin siyasal kargaşaları 19. yüzyıla çatışmalarla girilmesine yol açmış. Ne dersiniz, 200 yıl öncesinin gazete sayfalarına yansıyan başlıkları insanın aklına günümüzde yaşananları getirmiyor mu?

6 Kasım 1828 Tarihinde Amerika'da çıkan yerel The Litchfield County Post Gazetesi birkaç ay önce kaldırılan Yeniçeri Ocakları'nın siyasal kargaşası altındaki İstanbul'dan gönderilen haberleri basmış.

Gazetenin haberine göre 2. Mahmud'un attığı radikal adımlar sonrasında ortadan kaldırılan Yeniçeri Ocağı'nın tekrar canlanmasından halk korkuyormuş. Yabancı gözlemcilerin dediğine göre İstanbul'da dükkânların çoğu kapanmış, neredeyse tüm işler durmuş.

Osmanlı yönetiminin girişimleri sayesinde Fransız ve Avusturya gemileriyle İstanbul'a tahıl ve un sevkiyatları yapılmaya başlanmış ama şehir halkının aç kalma korkusu devam ediyormuş.

26 Eylül 1828 ‘de Osmanlı devletine harp ilan eden Rusya'ya karşı Hilafet Sancağını bayrak direğine çekerek kurduğu yeni ordusunun başına geçmeye hazır olan 2. Mahmud, ordunun konuşlandığı şehir dışındaki kampa yani bugünün Davutpaşa Semtindeki kışlaya gitmek istiyormuş.

2. Mahmud, Yeniçeri Ocağının yerine kurduğu Avrupaî eğitimli, modern kıyafetli "Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye" adındaki askeri birliğin başına Mısır'dan Davud Ağayı getirmiş.

Gazetenin çıktığı sırada Doğuda Kafkasya'dan Erzurum ve Bayburt'a, Batıda da Tuna boyu boyunca Edirne, Kırklareli, Lüleburgaz'a kadar ilerleyen Rus Ordusuna karşı savaşacak olan Sadrazam Davud Paşa'nın Edirne'ye gitmesini ertelenmiş. Gazetenin haber kaynaklarına göre sebebi Sultan'ın astrologlarının "Safer" Ayının ilk günlerini uğursuz olarak ilan etmesiymiş.

Diyanetin web sayfasında "Safer ayının uğursuz olduğu ve bu ayda bela ve musibetlerin çokça meydana geldiği şeklindeki anlayışın cahiliye dönemine ait olduğu ve dinimizde yeri olmadığı" yazılmış olsa da Sultan'ın bu yöndeki kararı yanındakilerce de onaylandığı için Rus Ordusuna hemen karşılık verilememiş.

Sonunda Davut Paşa 40 bin kişilik bir kuvvetle 20 Ağustos'ta Edirne'ye hareket etmiş, İstanbul Gazetelerinde Ruslara karşı yapılan savunmanın başarılı olduğu, hatta 2. Mahmud'un da cepheye gideceği yazıyormuş.

Haber kasım ayında çıksa da Avusturya gözlemcisinin 26 Ağustos tarihinde postaya attığı mektubunda Türk ordusu düzensiz bir durumda gösterilmiş. Fakat bazı cepheleri terk etmek zorunda kalan Rusların çekilmek zorunda kaldığı, geride bıraktıkları kamplarda yüksek miktarda bisküvi, buğday, saman, çok sayıda gemi, alet - edevat ve büyükbaş hayvanın Türklerin eline geçtiğini de yazılmış.

1930 yılının 5 Kasım tarihli Serbest Cumhuriyet Gazetesi, ülkemizde olduğu kadar beynelmilel sanat dünyasında da iyi bilinen Vedat Örfi Bengü Beye büyükçe bir yer ayırmış, tam sekiz yıldır Amerika ve Avrupa sinemasında başrol oynayan tek vatandaşımızın Vedat Bey olduğunu yazmış. Sizlerle görselini paylaşacağım bu haberde Vedat Örfi Bey'le ilgili çok farklı bilgiler var ama ben sizlere farklı bir pencereden bakarak anlatacağım.

Sinemanın yeni yeni ayağa kalktığı 1920'li yıllarda böyle bir habere konu olan Vedat Bey'i hem gazete haberlerinden hem de tarihe mâl olmuş özel hayatından bahsederek sizlere tanıtmak istiyorum.

21 Aralık 1899'da doğan Vedat Örfi, 1906 doğumlu olan Piraye Hanım'la İstanbul işgal altındayken kaçıp gittikleri Bursa'daki halasının evinde konuk olduklarında karşılaşmış. Aralarında bir anda oluşan yakınlık Vedat Beyin Babası Mehmet Ali Paşa'nın İstanbul Erenköy'deki evini onlara tahsis etmesiyle ve özel girişimleriyle kısa bir süre içinde evliliğe dönüşmüş.

Bu aralar Vedat Örfi Bey, Cumhuriyet döneminin ilk sinema dergisi olma özelliği taşıyarak Aralık 1923 yılında yayın hayatına başlayan Sinema Postası / Le Courrier du Cinema ismiyle çıkan derginin başyazarlığını yapıyormuş. Bu derginin sahibi olan Hikmet Nazım Efendi aynı zamanda Kadıköy'deki Süreyya Sinemasının da müdürüymüş. Hatırlatmakta fayda var, Nazım Hikmet'in Babası olan Hikmet Nâzım Bey Osmanlı döneminde Matbuat Umum Müdürlüğü ve Hamburg Şehbenderliği de yapmış. Belki de Hikmet Nazım Efendi ile olan yazım ilişkisi Vedat Örfi'yi gelecekte bekleyen kader bağına hazırlıyormuş.

Piraye – Vedat çiftinin bu evlilikten 1926 yılında doğan ilk çocuğu Mehmet Fuat doğduğunda Vedat Örfi Bey Paris'teymiş. Piraye ikinci çocuğuna gebe kaldığında da Vedat Örfi Bey piyanist olarak alaturka konserler verme amacıyla Paris sahnelerindeymiş.

Amaç para kazanmak, çocuklarına iyi bir gelecek kazandırmak mı bilmiyorum ama eşine Paris'ten atılan mektuplar bir süre sonra Mısır'dan gelmeye başlamış, Vedat Bey sanat dünyasının büyülü atmosferinde sonu belirsiz bir yolda tek başına ilerliyormuş.

Mısır'da ülkenin ilk uzun metrajlı filmini çeken, "Mısır sinemasını kuran Türk" olarak anılan Vedat Örfi Bey'in yaptıkları bu yıllarda ülkemizde de takip ediliyor, Türk yönetmenler Mısır filmlerinin uyarlamalarını çekmeye çalışıyorlarmış.

Nazım Hikmet ile tanıştığında kocasından resmen boşanmamış olan Piraye Hanım, o yıllarda tam olarak ne olduğu bilinmese de "komünist" damgasını üstünde taşıyan biriyle olmaktan çekinmiş mi bilmiyorum ama ikinci kocasını yüreğiyle değil de aklıyla seçmesi konusunda çok telkin almış olmalı!

Piraye Hanım bir türlü yurda dönmeyen Vedat Bey'den 13 Eylül 1932 tarihinde ayrılmış ve çocuklarını alarak Kadıköy'de bir eve taşınmış. O artık 24 yaşında iki çocuk annesi bir dul kadınmış; aynı yıl Nazım Hikmet ile evlenmeye karar vermiş olsalar da bunun için 3 yıl daha beklemeleri gerekiyormuş.

Fransa'da 9, Mısır'da 12 filmin rejisörlüğünü yapan Vedat Örfi sonunda ülkeye dönmüş ve film senaryoları hazırlamaya başlamış. Bu arada Nazım Hikmet de babasının ilişkileri dolayısıyla tanıştığı Muhsin Ertuğrul sayesinde sinemaya, tiyatroya ilgi duymaya devam ediyormuş. Belli ki Vedat Örfi ile Nazım Hikmet dar bir çevrenin içinde yakın temasta birlikte çalışıyorlarmış.

Yazar Memed Fuat'ın babası olan Vedat Örfi Bey, çok sayıda filmin yönetmenliğini yapmış, tiyatro ağırlıklı yönetmenler içinde Türk sinemasına hizmet etmiş.

6 Kasım 1956 Tarihli Evening Star Gazetesi Türk primadonna olarak bilinen Leyla Gencer ile Nixon'un bir sohbetine yer vermiş.

Olay şöyle gelişmiş, Leyla Gencer konser vermek için Washington'a geldiğinde Türk Basın Ataşesi Altemur Kılıç Bey tarafından öğle yemeği yemeğine davet edilmiş ve tesadüfen aynı mekânda karnını doyuran geleceğin Amerikan Başkanı Nixon ile karşılaşmış.

NATO'nun ilk başkomutanı sıfatıyla 1952 yılında Türkiye'yi ziyaret eden Dwight David Eisenhower'in heyetinde olan Nixon, kendileri için şarkı söyleyen sanatçı Leyla Gencer'i tanımış ve ayağa kalkarak kendisine güzel şeyler söylemiş.

O gün Amerikan Başkanı'nın yardımcılarından biri olan Nixon, Leyla Gencer'in San Francisco operasında verdiği konserdeki başarısının farkındaymış, Gencer'in kendi eyaletinde bu çıkışını memnuniyetle karşılıyormuş. Amerikan devlet yönetiminin yaptıklarından haberi olduğunu fark eden Leyla Gencer gazetecilere verdiği röportajda bundan memnun olduğunu söylemiş, seçimlere tam bir gün kala Nixon'un opera hakkında konuşmasını ve kendisini övmesini çok büyük bir memnuniyet ve şaşkınlıkla karşıladığını söylemiş.

Tesadüfe bakın ki bu yazımda konusu geçen Polonya isyanı sonrasında İstanbul'a gelip aramıza – kültürümüze karışan Polonya kökenli vatandaşlarımızdan birisi de Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım'ın baba tarafından dedesi olup sonradan Müslüman olarak Mustafa Celaleddin Paşa adını alan devlet adamı Kont Konstantin Borzecki.

Diğeri de aristokrat bir aileden gelme Alexandra Angela Minakovska'nın kızı olarak 10 Ekim 1928'de Polonezköy'de dünyaya gelen Leyla Gencer.

Belki Nazım Hikmet'in yaşamı çok kişi tarafından araştırılmıştır ama düşünsenize gerek Vedat Örfi gerekse de Leyla Gencer'in yaşam öyküleri hakkında dış basında kim bilir daha neler bulunabilir? Her iki konu da bilinmeyen yönleriyle araştırmalara konu olacak, belge – bilgi – obje- gazete haberi toplanarak koleksiyonu yapılacak bir değer sarmalını içinde barındırıyor, diye düşünüyorum.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

https://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn83025588/1797-11-22/ed-1/seq-1/ocr/

https://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn83045242/1804-11-21/ed-1/seq-2/#date1=1770&sort=relevance&rows=20&words=empire+Ottoman&searchType=basic&sequence=0&index=0&state=&date2=1825&proxtext=ottoman+empire&y=10&x=13&dateFilterType=yearRange&page=4

https://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn82014309/1828-11-06/ed-1/seq-2/ocr/

https://www.gastearsivi.com/gazete/serbes_cumhuriyet/1930-11-05/3

https://chroniclingamerica.loc.gov/lccn/sn83045462/1956-11-06/ed-1/seq-30/#date1=1955&sort=relevance&rows=20&words=Turkish&searchType=basic&sequence=0&index=0&state=&date2=1963&proxtext=turkish&y=4&x=5&dateFilterType=yearRange&page=3

https://leylagencer.blogspot.com/

https://www.mynet.com/nazim-hikmet-ve-piraye-nin-gunumuzun-asiklarina-ilham-olacak-muhtesem-hikayesi-190101253040

https://iyikigormusum.com/leyla-gencer-kimdir-690

İrfan Yalın kimdir?

Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı.

Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu.

Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı…

İnsanın çividen chip'e erişim süreci, aynı zamanda bilimsel bilginin peşinden koşarak evrilme yolculuğu gibi…

Fermuarın tasarım süreci, uçağın ve bilgisayarın icadından daha uzun sürmüş

Geçmişin yaşanmışlık izleri eski gazete sayfalarından günümüze ışık tutuyor

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Koleksiyoncunun kaleminden: Eski gazetelerdeki kasım ayı gündemleri - İrfan Yalın
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Koleksiyoncunun kaleminden: Eski gazetelerdeki kasım ayı gündemleri

8 0
05.11.2023

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

05 Kasım 2023

225 yıl öncesinde yabancı gazetelerde çıkan haberler Balkanlardaki gelişmeleri gözler önüne seriyor, -neredeyse- gelecek yıllarda Osmanlı'nın içine çekileceği kargaşayı, yaşanacak toprak kayıplarını, isyanları ve adım adım yaklaşan savaşları eski sayfaları içinde saklıyor.

Osmanlı'nın Rusya ile çekişmesi asırlar boyunca sürmüş, Rus gemilerinin boğazlardan geçişi, gıda temini, Balkan ve Kafkas halklarının bu baskıdan etkilenmesi gazete sayfalarına çok uzun yıllar boyunca yansımış.

22 Kasım 1797 tarihinde Amerika'da çıkan "The New Hampshire" Gazetesi Arnavutluk ve Makedonya gibi Osmanlının sınır eyaletlerini oluşturan bölgelerde isyan tehlikesi olduğunu yazmış ve Osmanlı sultanının ayaklanmaları bastırmak için üst düzey yardımcılarıyla sık sık toplantılar yaptığını belirtmiş.

Haberde Üsküdar Paşası olarak anılan kişinin çok uzunca bir süredir isyan tertiplediği ve antik Yunan kültürünün de içinde bulunduğu Türk topraklarını Osmanlı'dan kopartmak için planlama yaptığını yazılmış.

Üsküdar Paşalığı sözü 1757 ila 1831 yılları arasında bugünkü Arnavutluk Cumhuriyetinin en eski yerleşim merkezlerinden biri olan "İşkodra" için kullanılıyormuş. Burası aynı zamanda Osmanlıcada İskenderiye-i Arnavut olarak da biliniyormuş.

Arnavutluk bölgesinin çok büyük bir kısmını Üsküdar Paşalığı idaresine bırakan Sultan II. Mahmud, Rusya ile olan çatışma olasılığına karşı Üsküdar Paşası Mustafa Buşati'den asker toplamasını istemiş; Buşati'nin bu emri dinlememesi üzerine üstüne ordu göndermiş.

Mehmed Reşid Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun 1831'de İşkodra'daki Rozafa kalesini kuşatması ve kâfir olmakla suçladıkları isyancıların lideri Mustafa Buşati'yi teslim almalarıyla Üsküdar Paşalığı sona ermiş; statüsü tarihe karışmış.

21 Kasım 1804 tarihli "The National Intelligencer and Washington Advertiser" Gazetesinde, Osmanlı Sultanı'nın Rus savaş gemilerinin boğazlardan geçişine izin vermesiyle yapılan anlaşmaları ihlal ettiğini yazılmış. Daha önce de Venedik Bölgesinin bazı kısımlarına başarıyla asker göndermiş olan Rusya'nın bu defa Mora Yarım Adasında askeri hareketliliklere sebep olduğu, Rusya'nın kademe kademe kazandığı üstünlüklerle tüm ticareti ele geçirmesi bölge ülkelerini endişelendiriyormuş. Rusya'nın güçlenen hâkimiyeti öyle bir hale gelmiş ki, yakın yıllara kadar Türk bayrağı ile dolaşan ticaret gemileri anca Rus bayrağı çekerek yolculuk yapabiliyormuş.

Denizlerdeki durum böyleyken Eflak ve Boğdan Bölgelerindeki gelişmeler de kaygı verici olmaya devam ediyormuş. Bu iki özerk bölgenin prenslerinin sıkı işbirliğiyle uzunca bir süredir birlikte hareket etmeleri Doğu Avrupa'da etkili olmuş, Polonya'nın bölünmesi sonrasında da Osmanlının sınırı burada da Rusya ile çakışmış.

Hatırlatmak gerekirse Polonya Ayaklanması sırasında Hükümet Başkanı olan Prens Adam Czartoryski, sonrasında Polonyalı sürgünlerin siyasi lideri olarak İstanbul'a gelmiş ve kendi adını koyduğu Adampol'u yani bugün bizim bildiğimiz adıyla Polonezköy'ü kurmuş.

Fransa'nın başına geçen Napolyon Bonaparte'ın' geniş bir coğrafya içinde savaşlara girişerek Mısır'a asker göndermesi tüm dengeleri değiştirmiş. Sırp Ayaklanması, Rusya'nın Kırım ile Karadeniz'e sınır olan Türk bölgelerini işgal ederek Osmanlı topraklarında güneye doğru genişleme isteği ve Osmanlı'nın da taraf olduğu Polonya iç Savaşı gibi 2 asır öncesinin siyasal kargaşaları 19. yüzyıla çatışmalarla girilmesine yol açmış. Ne dersiniz, 200 yıl öncesinin gazete sayfalarına yansıyan başlıkları insanın aklına günümüzde yaşananları getirmiyor mu?

6 Kasım 1828 Tarihinde Amerika'da çıkan yerel The Litchfield County Post Gazetesi birkaç ay önce kaldırılan Yeniçeri Ocakları'nın siyasal kargaşası altındaki İstanbul'dan gönderilen haberleri basmış.

Gazetenin haberine göre 2. Mahmud'un attığı radikal adımlar sonrasında ortadan kaldırılan Yeniçeri Ocağı'nın tekrar canlanmasından halk korkuyormuş. Yabancı gözlemcilerin dediğine göre İstanbul'da dükkânların çoğu kapanmış, neredeyse tüm işler durmuş.

Osmanlı yönetiminin girişimleri sayesinde Fransız ve Avusturya gemileriyle İstanbul'a tahıl ve un sevkiyatları yapılmaya başlanmış ama şehir halkının aç kalma korkusu devam ediyormuş.

26 Eylül 1828 ‘de Osmanlı devletine harp ilan eden Rusya'ya karşı Hilafet Sancağını bayrak direğine çekerek kurduğu yeni ordusunun başına geçmeye hazır olan 2. Mahmud, ordunun........

© T24


Get it on Google Play