Diğer

T24 Haftalık Yazarı

24 Kasım 2023

On binlerce yıl önce avcı-toplayıcı olarak hayatını sürdüren atalarımız günlük hayatta yaşanılanları taklit ederek beceriler kazanmaya çalışmışlar, gördüklerini deneyerek doğal yollardan öğrenmişler.

Dönemi anlatan antropolojik çalışmalarda yazıldığına göre yoğun bir iş ortamı olmayan, gıda bulunca karnını doyuran avcı- toplayıcı gruplar çalışma sırasında öğreniyorlarmış; içgüdü bu dönem insanları için çok önemliymiş. Günlük hayatın tamamı heyecan, oyun, tecrübe aktarımı, dinlence ve keşif olarak yaşanıyormuş.

Bu dönem insanları yer yer günlük yaşamda öğrendiklerini gelecek nesillere aktarmak amacıyla çizmişler, gözlemlerini mağara duvarlarına yansıtmışlar.

Mağara devri insanlarının çizimde kullandığı “tebeşir” on binlerce yıl sonra Batı Dillerine Latince kireçtaşı anlamına gelen “calx” kelimesinden türeyerek geçmiş ve günümüze dek gelmiş. Yumuşak beyaz gözenekli tortul kayalardan elde edilen, doğanın ölü organik iskeletlerin ve kabukluların biriktiği yerlerde oluşturduğu “tebeşir”, kara tahta ile birlikte binlerce yıl sonra eğitimin simgesi olmuş.

Asırlar boyunca özellikle eskiz çıkartmak için aranan tebeşiri canlı renkler elde etmek için farklı pigmentlerle karıştıran sanatçılar kendi tebeşirlerini üretmeyi denemişler; eklenen karbon koyu tonlar oluştururken demir oksitler canlı bir kırmızılık vermiş. Hatta 13. yüzyıl sonrasında gomalakla karıştırılan tebeşir tozu cila ve ahşabı koruyucu olarak da kullanılmış.

Yerleşik hayata geçilmesi ve tarımın icadı ile başlayan süreç insanların yaşama biçimlerinde büyük değişikliklere yol açmış; ektikleri bitki ve evcilleştirdikleri hayvanlar hakkında bilgi sahibi olma zorunluluğu ortaya çıkmış. Göçebe yaşamda oynayarak, deneyerek, yaşayarak günlük hayatı, gerekenleri ve erdemleri öğrenen çocuklar tarıma geçilmesiyle birlikte zorla çalıştırılan işçilere dönüşmüş; bireysel irade yerini baskıya bırakmış.

Tarım sayesinde ihtiyacından fazla yiyecek üretebilen, ürettiklerini depolayan, takasla ihtiyaçlarını karşılayan insan yerleşik hayatın kalıcı konutlarında daha fazla çocuk sahibi olabilmiş, tekrarlanan iş döngüsü içinde el becerisi öğrenimi öne çıkmış.

Toprak sahipliği biriktirmek, depolamak, mülk edinmek gibi olgularla statü farklılıkları yaratmış, toprak sahibi olmayanlar, toprak sahibi olanlara bağımlı hale gelmiş. Toprak sahipleri başkalarını çalıştırarak kendi zenginliklerini artırabileceklerini keşfettiklerinde eğitimin amacı üretim yapacak çalışanların becerilerini arttırmak olarak görülmüş.

Bu yaşam biçiminde güce, mülkiyete bağımlılık biçimleri gelişmiş, kölelerin, çocukların, alt tabakadan olanların öğrenmesi gereken temel dersler üretim faaliyetleri dışında itaat, iradelerinin bastırılması ve efendilere saygı gösterme üzerine olmuş.

Bir yandan da bu süreçte soyluların, kralların, imparatorların bireysel kararlarıyla egolarına yenik düşerek çıkardıkları savaşlara katılan yoksullar ölmemek için öldürmeyi öğrenmeye başlamışlar.

Antik dünyada, tarımı öğrendikten sonra yazıyı da icat eden toplumların eğitmenleri genellikle erkekler olmuş, okuyup yazabilen rahip ve soylular arasından seçilmiş.

Yazının icadı sonrasında Babil ve Sümer medeniyetlerinde tecrübelerle kazanılmış değerler geleceğe aktarılmak üzere çivi yazısıyla kayda alınmış, ıslak zeminde yazılanlar tekrar kullanılmak üzere silinebilir veya kalıcı bir belge oluşturmak için fırınlanabilir durumdaymış

Kayıt altına alınacak bilgiler, bugünkü kurşun kalemin öncüsü sayılabilecek sivri uçlu bir nesne ile kil tablet üzerine yazılmış ve pişirilerek sabitlenmiş. 1933 yılında Mezopotamya'daki Mari Kraliyet Sarayında bulunan M.Ö. 1800’lü yıllara tarihlenen 20.000 civarındaki çivi yazılı tabletin neredeyse tamamının dini, idari ve politik konularda olduğu görülmüş. Anlaşılmış ki, yazılı eğitimin amacı bu yıllarda günlük işleyişle birlikte dini kuralları düzenlemekmiş.

Mezopotamya’da, Anadolu’da ve Eski Mısır’da çocuklar, gençler ve yaşlılar olmak üzere toplumun neredeyse çok büyük bir kısmı gün boyu çalışırken sayıları çok az da olsa toplu eğitimden geçme fırsatı bulanlar sert ve baskıcı uygulamalara maruz kalmışlar. Denilen o ki, Anadolu’da bu türdeki öğretim yazının icadından başlayan bir süreç içinde MÖ 5.-4. yüzyıla kadar devam etmiş.

Eski Mısır'daki çocukların çoğu okula gitmiyormuş, erkek çocuklar çiftçiliği veya farklı zanaatları babalarından öğrenirken kız çocukları dikiş dikmeyi, yemek yapmayı ve diğer becerileri annelerinden öğreniyorlarmış.

Zengin ailelerin erkek çocukları için okuma-yazma eğitimi almak ve matematik öğrenmek ayrıcalıklı bir olanakmış, bu yolla eğitim verilenler ticaret yoluyla farklı medeniyetlerden gelen parşömenleri kopyalayarak gelecek kuşaklara aktarılmak üzere kayda geçiriyorlarmış. Eski Mısır’da bazı soylu ailelerin kızlarına da evde okuma yazma öğretilmiş, kopyalayarak ve ezberleyerek öğrenenler için uygulanan disiplin çok katıymış.

Antik Yunan’da geçerli olan “Lycurgus” kanunu uyarınca erkek-kadın tüm gençlerin eğitiminin tek amacı, devleti koruyacak güçlü bir ordunun işleyişine ve kurulmasına katkı vermelerinin sağlanmasıymış; bu nedenle eğitim öncelikle askeriymiş. Antik Yunan okullarında disiplin çok sertmiş; fiziksel olarak yorucu ve çoğu zaman acımasızmış. Çocuklara matematiğin yanı sıra şiir ve müzik dersleri de verilmiş, beden eğitiminin çok önemli olduğuna inanılmış.

Antik Yunan'da zengin–soylu–toprak sahibi ailelerin erkek çocukları yedi yaşında ailelerinden alınarak kışlalarda yaşamaya gönderiliyorlarmış, yerleşik olarak belirlenen okul mekânına gidiş – dönüşlerinde köleler eşlik ediyormuş. Zor yaşam şartlarında cesur askerlere dönüşmeleri için ağır muamelelere maruz bırakılan çocuklara kasıtlı olarak yiyecek sıkıntısı çektiriliyor, giz saklamak ve kurnazlık öğretiliyor, basit suçların bile karşılığı kırbaçlanmak oluyormuş.

Bu dönemde kızlar dikiş ve dokuma gibi becerileri annelerinden kazanırlarken çoğuna evde okuma -yazma öğrenme olanağı verilmiş, topluma sağlıklı asker yetiştirecek anne olabilmeleri için atletizm ve dans öğretilmiş.

Muhtemelen tarihin yazdığı en ünlü öğretmenlerden olan Sokrates, bugün eğitim hayatının vazgeçilmezi olan tebeşirden, kalemden, silgiden, kitaptan, karatahtadan yoksun bir eğitim yapmak zorunda kalsa da gençleri yoldan çıkardığı suçlamasıyla MÖ 399 yılında ölüme mahkûm edilmiş. Ne dersiniz; kendi eğitim yöntemini zeytinlikler arasında, doğanın içinde devam ettirmeye çalışan Sokrates, günümüz olanaklarına sahip olsaydı belki de öğretmenlik kariyerini bir fincan baldıran otu içerek sonlandırmak istemezdi

Dünyada üniversite düzeyinde olan ilk kurumlardan biri olan Akademi, düşünce tarihinde önemli bir yeri olan Platon tarafından MÖ 387 yılında kurulmuş; inişli çıkışlı bir şekilde MS 6. yüzyıla kadar süren bu işleyiş kapatılmış. Platon'dan bu yana “eğitim” toplumun, kültürün ve bireylerin değişiminin nedeni veya zemini olarak kabul edilmiş.

Bugün “lise” olarak bildiğimiz “Lyceum” yapısını Peripatos adıyla kuran Aristoteles'in amacı hakikat arayışıyla daha doğru bir yaşamı öğrenmek olmuş. Bu dönemle ilgili olarak yapılan bazı yorumlarda uygulanan eğitim felsefesindeki amacı insanları bilgi ve erdem eşliğinde bilgeliğe ulaştıracak felsefe sevgisini kazandırma olarak görmüşler, bazı görüşler de yapılan eğitim çalışmalarını daha iyi bir yaşamı kazanma yolu olarak tanımlamışlar.

Geç Roma İmparatorluğu'nda ve Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde eğitim, Tanrı'nın sesi olarak görülmüş

Zengin Roma ailelerinde çocuklar evde özel öğretmenler tarafından eğitilirken halk tabakası çocukları okuma-yazma ve basit aritmetik işlemlerini öğrenmek için 7 yaşında Ludus adlı bir ön okula karışık olarak devam ediyorlarmış.

Öğretime devam eden erkeklere bugünkü ortaokul seviyesinde eğitim “geometri”, “tarih”, “edebiyat” ve topluluk önünde konuşma sanatı olarak da “hitabet” genellikle Yunan kölelerden oluşan ve sık sık şiddete başvuran öğretmenler tarafından veriliyormuş. Sivri uçlu çubuk kalemlerle balmumu tabletlerin üzerine ve bazen de papirüs bitkisinden yapılmış kâğıt formun üzerine yazılıyormuş.

Orta Çağ’da Avrupa’da halk tabakasından gelen pek çok kişi okuma yazma bilmese de orta ve üst sınıf çocukları eğitiliyormuş. Genellikle orta sınıftan gelme rahipler çocuklara okuma-yazma, Latince grameriyle dilbilgisi ve ilahiyat öğretiyorlarmış. Eğitim sırasında sopalarla, huş ağacı dallarıyla dövülen erkek çocuklar ölümlerinden sonra ruhları için dua edecek rahiplerin ücretini ödemek üzere vasiyetlerini hazırlıyor, kendilerinin olmadığı bir dünya için para bırakmaya çalışıyorlarmış.

11.yüzyılda Hindistan'da öğretmenlerin ders vermek üzere yanlarında karatahta benzeri eşyalarını taşıdıkları tarihsel kaynaklarda yer almış.

Latince “bütün, evren, dünya” anlamını taşıyan “Universitas” kelimesinden türeyen ilk üniversite bazı kaynaklarda 750 Yılında Bağdat'ta, bazı kaynaklarda 859 yılında Fas’ın Fez Kentinde, bazı kaynaklarda da 970 yılında Kahire'de kurulduğu geçse de sistematik programlı, müfredatlı eğitim veren ilk yüksek okul yapısı 1088 yılında İtalya’nın Bologna şehrinde oluşmuş.

1150'de Fransa'da Paris Üniversitesi’nin, kısa bir süre sonra da 1167'de İngiltere'deki Oxford Üniversitesinin ve sonrasında da Cambridge üniversitesinin temeli atılmış.

Bu imkândan faydalanabilen öğrencilere gramer, hitabet (retorik), mantık, astronomi, aritmetik, müzik ve geometriden oluşan yedi konu üzerinde dersler verilmiş. Bu başarılı süreç sayesinde 15. yüzyıla gelindiğinde İngiltere nüfusunun üçte biri okuma-yazma biliyormuş.

Avrupa’yı karanlıktan uyandıran bu dönem içinde erkek çocuklar genellikle “küçük okul” adı verilen bir tür anaokuluna gitmişler, zenginlerin kurduğu gramer okullarına başlama yaşı 7 olarak belirlenmiş. Eğitim yazın sabah 6'da, kışın ise sabah 7'de başlıyor; öğle yemeği arası saat 11.00 -13.00 arasında uygulanıyormuş. Haftanın 6 günü devam eden bu eğitimi genelde bilgili oldukları içeriği nasıl öğretecekleri konusunda resmi bir eğitim almasa da "öğretmen olunmaz, öğretmen doğulur" inancı çerçevesinde din adamları veriyormuş. Denilen o ki, "öğretme sanatı-bilimi" olan pedagojinin teorik saygınlık kazanması için uzun yılların geçmesi gerekiyormuş.

17. yüzyıl Avrupa eğitiminde de genç kızlara genellikle kadınlar tarafından yönetilen yatılı kadın okulları açılmış; okuma-yazma dışında kızlara müzik ve iğne işi gibi dersler verilmiş.

Bu yılların Amerika'sında, eğitim fırsatları bölgeye, ırka, cinsiyete ve sosyal sınıfa bağlı olarak büyük farklılıklar gösteriyormuş.

İngiltere’de 18. yüzyılda kadınların yönettiği okullar karma eğitim veriyormuş, çok sayıda kasabada hayırseverler okul kurmuş. Bu dönemde tek tip kıyafetle okula gitmek uygulanmış, çocuk üniformalarının rengi nedeniyle yerleşkeler “mavi ceketli okullar” olarak anılmış. Kurallara uymayanların, düzene muhalif olanların ve İngiltere Kilisesi'ne mensup olmayan Protestanların devlet okullarına gitmesine izin verilmiyormuş.

Eğitimde not verme uygulaması ilk kez 1792 yılında Cambridge Üniversitesinde kimya dersleri veren William Farish tarafından düşünülmüş.

İlk kara tahta 1801 yılında, James Pillans tarafından İskoçya'daki bir okulun duvarına monte edilmiş. Bazı kaynaklarda 1809 yılı olarak yazılan bu uygulamayla öğretmenlerin bir kerede tüm öğrencilere bilgi sunmasının yolu açılmış.

İngiltere’de başlayan ve kısa zamanda Avrupa Ülkelerine yayılarak Amerika’ya sıçrayan sanayi devrimi sırasında eğitim yöntemleri hem erkek hem de kız çocukları için büyük ölçüde değişmiş, uygulamalar gelişmiş. Üst sınıf ailelerin çocukları özel mürebbiyeler tarafından eğitilmeye devam ederken kentlere göç ederek sanayi çarklarına katılan ailelerin çocuklarına çözüm bulunması gerekmiş.

19. yüzyılın başlarında çok küçük çocuklar için kurulan kadın okulları bir çeşit çocuk bakım hizmeti vermeye başlamış, fabrikalarda çalışan ebeveynlerin gözlerinin arkada kalmaması sağlanmaya çalışılmış.

1800'lü yılların başlarında vizyoner öğretmenler engelli insanlara eğitim vermeyi araştırmışlar; Thomas Galludet sağırları ve işitme engellileri eğitmek için bir yöntem geliştirirken Dr. Samuel Howe, görme engelli kişilerin parmaklarıyla "okumasına" yardımcı olacak sistem üzerine odaklanmış.

19. yüzyılda Friedrich Froebel (1782-1852) ve Maria Montessori (1870-1952) bebeklerin eğitiminde ilerici yöntemler icat etmiş. Joseph Lancaster (1778-1838) işçi sınıfını çocuklarını eğitmek için yeni bir yöntem bulmuş; en yetenekli öğrenciler gözetmen olarak görevlendiriliyor ve diğer öğrencilerden sorumlu oluyormuş.

ABD'de 1841 yılında üç kadın Oberlin Koleji'nden lisans diploması almış.

1846'da California'da ilkokul açan Olive M. Isbell, öğrencilerin ellerine alfabe ve kalem tutuşturmuş.

Viktorya dönemindeki devlet okullarında erkek çocuklara Latince gibi klasikler öğretiliyor olsa da -genel kanıya göre- bilim ve teknik konular ihmal edilmiş. Devlet okulları spor ve çeşitli oyunlar yoluyla sağlam yapılı–karakterli bireyler yetiştirmeye önem veriyormuş.

18. yüzyıl başlarında Osmanlıda devlet olgusunda başlayan değişimlerle sanayi devrimi çağına girmeye hazırlanan o günün toplumlarına yakınlaşmalar konusunda çaba gösterilmiş, yönetim anlayışı, bireylerin varlığını görmezden gelme tavrını yavaş yavaş bırakmaya başlamış. Bireylerin yok sayılmaması durumu belirli koşullarla her bir yurttaşın yeniden biçimlendirilmesi üzerinden şekillenmiş. Yani yavaş yavaş sivil toplum örgütleri gibi, yardım kuruluşları gibi oluşumlar akıllara girmiş, Osmanlıda geleneksel olarak temeli teşkil eden aile yapısına, aile içinde eğitim verme eylemine yıllar içindeki tecrübeyle gelişen ve sistematik hale dönüştürülen okul, hastane, hapishane vb. devlet kurumları eklenmesi gündeme gelmiş. Bunda bireylerin güncel eylemlerinden çok gelecekteki eylemlerinin potansiyeli karşısında gelişen denetleyici devlet refleksi etkili olmuş.

Tanzimat Dönemi, Osmanlı toplumunda Batı merkezli modernleşme kuramları yerleşik olarak olmasa da toplumsal hareketleri ve yenilikleri tartışabilmek için de farklı yaklaşımların ihtiyaç olduğunu belli etmiş. Tanzimat döneminde Avrupa’nın baskısı altında olmuş olsa da askeri alanda ve eğitim düzleminde yapılan değişikliklere Osmanlı yönetiminin kaygısız kalamadığını gözlenmiş.

Tanzimat’ın ilanına kadar yalnızca sıbyan mekteplerinde eğitim alabilen kızlar, Tanzimat sonrası gelişen dönüşüm süreciyle birlikte farklı kurumlarda eğitim alma şansını bir ölçüde yakalayabilmiş olsalar da kız çocuklarının ihmal edildiği süreç yaşanmış.

Osmanlı Devleti’nde medrese dışında Batı tarzında modern eğitim veren bir kurum açılması fikri ilk kez 1845 yılında Sultan Abdülmecid zamanında ortaya çıkmış; bir yıl içinde Darülfünun kurma teşebbüsleri başlamış. Kelime manası olarak “fen ilimleri evi” anlamına gelen Darülfünun, başlangıç safhasında modern tahsil görmüş ve Osmanlı bürokrasisinde görev yapacak memurlar yetiştirmeyi amaçlıyormuş.

İlk kız Rüşdiyesi Ocak 1859 Yılının Ocak Ayında İstanbul'da açılmış. Dârü'l-Muallimât ismiyle 1870 yılında Osmanlı Devleti'nde, ilk ve orta öğretim kız okullarına öğretmen yetiştirmek için açılan kız öğretmen okulu Fransa ile eş zamanlı açılmış.

Darülfünun ile birlikte mimarlık, mühendislik eğitimleri almak üzere Avrupa Ülkelerine gönderilen gençler olmuş.

1800'lerin ortalarına okulların ücretsiz olması, vergilerle desteklenmesi, öğretmenlerin eğitilmesi ve çocukların okula gitmesinin zorunlu olması konusunda prensip birliğine varılmış.

İngiltere Devleti 1870 yılına kadar eğitimin sorumluluğunu üstlenmemiş, çıkarılan “Forsters Eğitim Yasası” tüm çocuklara okul sağlanması gerektiğini öngörse de anca 1880 yılında 5-10 yaş arası çocuklar için okula gitmek zorunlu hale getirilmiş. 1880 yılı aynı zamanda İngiltere’de ilk kez kadınlara diploma verildiği tarih olarak da kayıtlara geçmiş.

Okul ücretlerinin kaldırıldığı 1891 yılına kadar yoksul çocuklar dışında okullar orta sınıf için ücretliymiş, 1893'te okulu bırakmanın asgari yaşı 11'e çıkarılmış; 1899 yılında 12 yaşına çekilmiş.

1900'lü yılların ilk yarısında savaşların kargaşası içinde eğitime kısıntılı devam edilmiş

Yirminci yüzyıl boyunca eğitimde çocuk merkezli öğrenme ve yalnızca elit kesimin çocuklarına değil halkın çocuklarına da hizmet edecek şekilde eşitlik ilkesi ön plana çıkarılmış; öğrencinin başarısı iyi öğretimin ölçüsü olarak görülmüş.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları eğitimi –neredeyse- tüm coğrafyalarda kısıtlamış; ırk ayrımına dayalı ayrıcalıkların yaşanması çok yerde devam etmiş.

Eğitim tarihi araştırılmaya, yeni bulgularla desteklenmeye devam etse “eğitim” konusu hemen hemen her ülkede tartışılmaya devam ediyor. Yapay zekâ ve teknolojideki ilerlemelerin insanca bir yaşama geçilmesinde ne derece etkili olacağı hala bilinmese de yapay zekânın yönlendirdiği bilgi çağında insanların bilgiye erişim, onunla ilişki içinde olma ve bilgiyle etkileşim kurma yolunun eşiğinde olduğu bir gerçek.

“Öğretmen” ile “eğitim esnafı” olarak hayatını idame ettirmenin birbirine karıştığı günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki doğru dürüst bilimsel çalışması olmayan rektörler bile pozisyonları doldururken eğitim sıralarında oturanlar yarınlardan endişe ederek süreci tamamlamaya çalışıyor.

Öğretim–eğitim tarihinin sonraki süreci uzmanlarına bırakarak hepimizin yaşadığı ve bildiği “eğitim” konusunu burada sonlandırmak istiyorum. Egemen güçler iktidarlarının ideolojik aygıtı olmayarak, bilimsel gerçeklerin peşinde öğrencilerine “neden ve nasıl” sorularını sordurmaya çalışan tüm öğretmenlerin bu özel gününü kutluyorum, öğretmenlerimize saygılarımı hürmetlerimi sunuyorum.

Güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

https://www.sciencedirect.com/topics/social-sciences/history-of-education

https://suny-buffalostate-edu

https://www.studenti.it/storia-istruzione-come-nata-scuola.html

https://localhistories-org

https://www.psychologytoday.com/intl/blog/freedom-learn/200808/brief-history-education

https://www.orcam.com/en-us/blog/celebrating-international-day-of-education-the-history-and-why-its-important

http://thisischalk.weebly.com/history-of-chalk.html

https://globalcenters.columbia.edu/news/darulfunun-osmanlida-ilk-modern-universite-nasil-kuruldu

https://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/143/1.htm

https://www.historyforkids.net/egyptian-school.html

https://www.studentsofhistory.com/education-in-the-middle-ages

https://basicroleplaying.org/topic/8373-teaching/

İrfan Yalın kimdir?

Koleksiyoncu İrfan Yalın 1962 yılında İstanbul'da doğdu. 9 Eylül Üniversitesi, Aydın Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu mezunu. Objelerin – belgelerin peşinde "Popüler Tarih ve Kültür Yaşanmışlıkları araştırmacısı.

Bizimev TV'de yayınlanan "Koleksiyoncu" programı sunucusu - yapımcısı. Asya ve Afrika ülkelerinden tek tek topladığı el sanatlarını sergilediği Kadıköy'deki "Artemis"in kurucusu.

Koleksiyonculuğun özendirilmesi adına amatörce çalışan, sergi, sempozyum, sunu ve derleme çalışmaları içinde kültürel değerlere gönül bağımlısı…

5000 yıla yakın bir zamandır bilinen "düğme" çok uzun yıllar boyunca birleştirmek için değil, süs olarak kullanılmış

Gazete koleksiyonlarında dünü ararken bugünü bulmak, yarını da yaşananlara bakarak tahmin etmek mümkün

İnsanın çividen chip'e erişim süreci, aynı zamanda bilimsel bilginin peşinden koşarak evrilme yolculuğu gibi…

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Koleksiyoncunun kaleminden; Öğretmenler Günü'nde “Eğitimin Kültür Tarihi” - İrfan Yalın
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Koleksiyoncunun kaleminden; Öğretmenler Günü'nde “Eğitimin Kültür Tarihi”

12 6
24.11.2023

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

24 Kasım 2023

On binlerce yıl önce avcı-toplayıcı olarak hayatını sürdüren atalarımız günlük hayatta yaşanılanları taklit ederek beceriler kazanmaya çalışmışlar, gördüklerini deneyerek doğal yollardan öğrenmişler.

Dönemi anlatan antropolojik çalışmalarda yazıldığına göre yoğun bir iş ortamı olmayan, gıda bulunca karnını doyuran avcı- toplayıcı gruplar çalışma sırasında öğreniyorlarmış; içgüdü bu dönem insanları için çok önemliymiş. Günlük hayatın tamamı heyecan, oyun, tecrübe aktarımı, dinlence ve keşif olarak yaşanıyormuş.

Bu dönem insanları yer yer günlük yaşamda öğrendiklerini gelecek nesillere aktarmak amacıyla çizmişler, gözlemlerini mağara duvarlarına yansıtmışlar.

Mağara devri insanlarının çizimde kullandığı “tebeşir” on binlerce yıl sonra Batı Dillerine Latince kireçtaşı anlamına gelen “calx” kelimesinden türeyerek geçmiş ve günümüze dek gelmiş. Yumuşak beyaz gözenekli tortul kayalardan elde edilen, doğanın ölü organik iskeletlerin ve kabukluların biriktiği yerlerde oluşturduğu “tebeşir”, kara tahta ile birlikte binlerce yıl sonra eğitimin simgesi olmuş.

Asırlar boyunca özellikle eskiz çıkartmak için aranan tebeşiri canlı renkler elde etmek için farklı pigmentlerle karıştıran sanatçılar kendi tebeşirlerini üretmeyi denemişler; eklenen karbon koyu tonlar oluştururken demir oksitler canlı bir kırmızılık vermiş. Hatta 13. yüzyıl sonrasında gomalakla karıştırılan tebeşir tozu cila ve ahşabı koruyucu olarak da kullanılmış.

Yerleşik hayata geçilmesi ve tarımın icadı ile başlayan süreç insanların yaşama biçimlerinde büyük değişikliklere yol açmış; ektikleri bitki ve evcilleştirdikleri hayvanlar hakkında bilgi sahibi olma zorunluluğu ortaya çıkmış. Göçebe yaşamda oynayarak, deneyerek, yaşayarak günlük hayatı, gerekenleri ve erdemleri öğrenen çocuklar tarıma geçilmesiyle birlikte zorla çalıştırılan işçilere dönüşmüş; bireysel irade yerini baskıya bırakmış.

Tarım sayesinde ihtiyacından fazla yiyecek üretebilen, ürettiklerini depolayan, takasla ihtiyaçlarını karşılayan insan yerleşik hayatın kalıcı konutlarında daha fazla çocuk sahibi olabilmiş, tekrarlanan iş döngüsü içinde el becerisi öğrenimi öne çıkmış.

Toprak sahipliği biriktirmek, depolamak, mülk edinmek gibi olgularla statü farklılıkları yaratmış, toprak sahibi olmayanlar, toprak sahibi olanlara bağımlı hale gelmiş. Toprak sahipleri başkalarını çalıştırarak kendi zenginliklerini artırabileceklerini keşfettiklerinde eğitimin amacı üretim yapacak çalışanların becerilerini arttırmak olarak görülmüş.

Bu yaşam biçiminde güce, mülkiyete bağımlılık biçimleri gelişmiş, kölelerin, çocukların, alt tabakadan olanların öğrenmesi gereken temel dersler üretim faaliyetleri dışında itaat, iradelerinin bastırılması ve efendilere saygı gösterme üzerine olmuş.

Bir yandan da bu süreçte soyluların, kralların, imparatorların bireysel kararlarıyla egolarına yenik düşerek çıkardıkları savaşlara katılan yoksullar ölmemek için öldürmeyi öğrenmeye başlamışlar.

Antik dünyada, tarımı öğrendikten sonra yazıyı da icat eden toplumların eğitmenleri genellikle erkekler olmuş, okuyup yazabilen rahip ve soylular arasından seçilmiş.

Yazının icadı sonrasında Babil ve Sümer medeniyetlerinde tecrübelerle kazanılmış değerler geleceğe aktarılmak üzere çivi yazısıyla kayda alınmış, ıslak zeminde yazılanlar tekrar kullanılmak üzere silinebilir veya kalıcı bir belge oluşturmak için fırınlanabilir durumdaymış

Kayıt altına alınacak bilgiler, bugünkü kurşun kalemin öncüsü sayılabilecek sivri uçlu bir nesne ile kil tablet üzerine yazılmış ve pişirilerek sabitlenmiş. 1933 yılında Mezopotamya'daki Mari Kraliyet Sarayında bulunan M.Ö. 1800’lü yıllara tarihlenen 20.000 civarındaki çivi yazılı tabletin neredeyse tamamının dini, idari ve politik konularda olduğu görülmüş. Anlaşılmış ki, yazılı eğitimin amacı bu yıllarda günlük işleyişle birlikte dini kuralları düzenlemekmiş.

Mezopotamya’da, Anadolu’da ve Eski Mısır’da çocuklar, gençler ve yaşlılar olmak üzere toplumun neredeyse çok büyük bir kısmı gün boyu çalışırken sayıları çok az da olsa toplu eğitimden geçme fırsatı bulanlar sert ve baskıcı uygulamalara maruz kalmışlar. Denilen o ki, Anadolu’da bu türdeki öğretim yazının icadından başlayan bir süreç içinde MÖ 5.-4. yüzyıla kadar devam etmiş.

Eski Mısır'daki çocukların çoğu okula gitmiyormuş, erkek çocuklar çiftçiliği veya farklı zanaatları babalarından öğrenirken kız çocukları dikiş dikmeyi, yemek yapmayı ve diğer becerileri annelerinden öğreniyorlarmış.

Zengin ailelerin erkek çocukları için okuma-yazma eğitimi almak ve matematik öğrenmek ayrıcalıklı bir olanakmış, bu yolla eğitim verilenler ticaret yoluyla farklı medeniyetlerden gelen parşömenleri kopyalayarak gelecek kuşaklara aktarılmak üzere kayda geçiriyorlarmış. Eski Mısır’da bazı soylu ailelerin kızlarına da evde okuma yazma öğretilmiş, kopyalayarak ve ezberleyerek öğrenenler için uygulanan disiplin çok katıymış.

Antik Yunan’da geçerli olan “Lycurgus” kanunu uyarınca erkek-kadın tüm gençlerin eğitiminin tek amacı, devleti koruyacak güçlü bir ordunun işleyişine ve kurulmasına katkı vermelerinin sağlanmasıymış; bu nedenle eğitim öncelikle askeriymiş. Antik Yunan okullarında disiplin çok sertmiş; fiziksel olarak yorucu ve çoğu zaman acımasızmış. Çocuklara matematiğin yanı sıra şiir ve müzik dersleri de verilmiş, beden eğitiminin çok önemli olduğuna inanılmış.

Antik Yunan'da zengin–soylu–toprak sahibi ailelerin erkek çocukları yedi yaşında ailelerinden alınarak kışlalarda yaşamaya gönderiliyorlarmış, yerleşik olarak belirlenen okul mekânına gidiş – dönüşlerinde köleler eşlik ediyormuş. Zor yaşam şartlarında cesur askerlere dönüşmeleri için ağır muamelelere maruz bırakılan çocuklara kasıtlı olarak yiyecek sıkıntısı çektiriliyor, giz saklamak ve kurnazlık öğretiliyor, basit suçların bile karşılığı kırbaçlanmak oluyormuş.

Bu dönemde kızlar dikiş ve dokuma gibi becerileri annelerinden kazanırlarken çoğuna evde okuma -yazma öğrenme olanağı verilmiş, topluma sağlıklı asker yetiştirecek anne olabilmeleri için atletizm ve dans öğretilmiş.

Muhtemelen tarihin yazdığı en ünlü öğretmenlerden olan Sokrates, bugün eğitim hayatının vazgeçilmezi olan tebeşirden, kalemden, silgiden, kitaptan, karatahtadan yoksun bir eğitim yapmak zorunda kalsa da gençleri yoldan çıkardığı suçlamasıyla MÖ 399 yılında ölüme mahkûm edilmiş. Ne dersiniz; kendi eğitim yöntemini zeytinlikler arasında, doğanın içinde devam ettirmeye çalışan Sokrates, günümüz........

© T24


Get it on Google Play