Diğer

29 Aralık 2023

İktidar partisi AKP geldiğinden beri, önce üniversitelerimize, aynı süreçte de silahlı kuvvetlerimize sözlü ve işlevsel sataşmalara başladı. Günümüze kadar inişli çıkışlı devam ediyor. 15 Temmuz'da "istediklerini tam alamamış ya da ne istediklerini bilememiş" olmalılar ki, bir grup vatandaş olarak nüfusa kayıtlı, ülkede ihtilal yapmağa kalktı.

Ancak o kadar cahildiler ki bir Temmuz akşamüstü, nerede ise güpegündüz ülkenin en kalabalık şehrinin tam orta yerinde 3, 5 tank ile ihtilal olamayacağını bilemediler.

Meclis, basketbol tabiri ile "sorumluluk alarak" karşı çıktı, ihtilal bastırıldı. Böyle bir organizasyonu önce iktidar partisi, onlar kanalı ile de devlet içinde yuvalanmış bir grubun yaptığı kesinleşti.

Ancak bunlar kimlerdir? Yani 15 Temmuz'un, moda tabiri ile "FETÖ'cülerin" Meclis'teki temsilcileri kimlerdir? Bilemedik. İktidar örtbas etti. Faturayı, ne olduğunu anlayamadan boğazları kesilen genç erler ödedi.

Üniversite rektörlerine olmadık hakaretler edildi, hapse atıldılar... Bugünkülerin hepsi, iktidar ataması. Üniversitelerimiz eskiden ilk 100'e girerken, bugün ilk 1000 içinde geziniyor. Dünyanın yuvarlak olduğuna dair şüpheleri olan mezunlar var.

Profesör yapılmış bir meczubun "Cahil ve tahsilsiz birinin ferasetine güveniyorum" deyip YÖK üyesi yapıldığını hatırlıyorum.

Bülent Arı olarak nüfus kayıtlı, "Ülkeyi ayakta tutanlar, okumamış cahil kesimdir" diyor. "En tehlikeli olanlar üniversite mensuplarıdır. Zihinleri bulanık. En açık zihinli olanlar hiç okumamış olanlardır." diyor. Bilgiyi bir nevi akıl kirleticisi, bulandırıcısı olarak görüyor.

Geldiğimiz bugünlerde ise artık görüntü değişti. Aldıkları riskler fazlalaştı. Ülkeyi sanki planlı, ancak daha agresif, farklı işlerin yapılacağı günlere hazırlıyorlar. Bunları yapanlar partinin ağır topları değil, daha "harcanabilir" olanlar. Çünkü yapılan ve söylenenler saçma ve zırva.

Yazımda en son olanlardan bahsedeceğim.

Daha önce oyladığımız Tek Adam rejimi takdiminde, mantıklı bir izahat ile bakanların artık her zaman "seçilmiş, milleti temsil yetkisi verilmiş siyasetçi" değil, konunun uzmanı kişiler arasından seçilip tayin edilebileceği söylenmişti. İlk bakışta anlaşılır geliyor. Siyasetçi her şeyi bilmeyebilir. Ancak milleti temsil eder. Kanun yapar.

Ancak bu durum, bakan titri taşıyanların aslında, "işe alınan memurlar, tayin edilenler" olarak resmi bir "güçlerinin" olmadığı anlamına gelecekti. Bugüne kadar bakan olarak gündem yaratanlar, sağa sola kızıp bağırıp çağıranlar genellikle "seçilmiş siyasi" tayinlerdi. Memur bakanlar genellikle daha halim selim davranıyorlardı.

Derken "Yusuf Tekin" nam nüfus kayıtlı memur, Millî Eğitim Bakanlığına atandı. Bütçe görüşmeleri sırasında TBMM'de bir milletvekiline "seni memnun etmek zorunda değiliz!" dedi.

"Uyanın, uyanın sizin bildiğiniz o Türkiye bitti, bitti… Vedalaşın, Türkiye artık bambaşka bir ülke," diyor. Bakanlığının "bir grup Millet vekilinin" "tarikat" dediği kuruluşlar ile protokol yaptığını söylüyor.

Bunların 10 kadar olduğunu, ancak hangi tarikatlar olduğunu, Bakanlığın bunlar ile hangi konuda, hangi gaye ile ne gibi bir uygulama için protokol yaptığını söylemiyor, ve en önemlisi "Sizin tarikat dediğinize biz STK (Sivil Toplum Kuruluşu) diyoruz" diyor.

Bir Türkler, Osmanlı'nın özellikle (çağa uymak için mecbur kaldığı) meşrutiyet döneminden itibaren hiç bilmediğimiz kavram ve sıfatlar ile karşılaştık. STK da bunlardan biri.

İlk meşrutiyet 23 Aralık 1876 tarihinde ilan edilmişti. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu tarihinde ilk kez padişahın yetkileri sınırlanırken, halka seçme ve seçilme hakkı verilmişti. 1. Meşrutiyet aynı zamanda ülkenin demokratikleşme yolundaki ilk adımı kabul edilir.

Aynı yıl Kanuni Esasi de ilan edildi. Bir yıl sonra açılan Meclis-i Mebusan seçimleri gerçekleştirildi ve Osmanlı Devleti'nin mevcut sorunları tartışıldı. 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet ilan edildi ve Osmanlı Devleti parlamenter sisteme geçti.

Bir sürü beceriksiz ve nalıncı keseri davranışlar sonunda, savaş kaybedildi. Sultan (Vahdettin) kaçtı. 1920'de Meclisi Mebusan tasfiye edildi. Osmanlı Devleti tarihe terk edildi.

Atatürk ile sahici bir meclis ve Cumhuriyet bu defa meşrutiyetsiz olarak kuruldu.

(TDK‘ye göre meşrutiyet, "Koşullu Monarşi" demek. Yani monarklar (hükümdar, sultan, kral vs.) devam edebilmek için halkın önüne bir havuç koyuyorlar ancak yine bildiklerini okuyorlardı.)

Osmanlıdaki "koşul" Kanuni Esasi; yani Anayasa idi. Sultanlar ancak, Anayasa'da belirtilmiş yetkilerini, yine Anayasa'da belirtilmiş koşullarda kullanabileceklerdi. Kısmet olmadı.

İlk meşrutiyetten 60 yıl sonra, bu defa sultansız; yani tek adamsız bir Cumhuriyet kurulmuş oldu.

Bugün görünüş o ki, İktidar partisi ülkeyi 1800'lere geri götürüp, bir "seçime girmeyen tek adamlı Anayasa" yapıp onunla yönetmek istiyor.

Bunun için Milli Eğitim seviyesinde düşünülenlerden biri de tarikatların STK hüviyeti ile eğitim sistemine dahil edilmesi.

Bu yazdıklarımın hepsi bir "siyasi öngörü" olabilir. Her ne kadar 200 yıl kadar geride kalmış bir yönetim tarzı, üstelik dünya çapında işlememiş ve süratle değiştirilmiş bir tarz olsa da, yasak değil.

Türk vatandaşları makul bir temsil tarzı ve nispeti ile böyle bir Anayasa'yı oylayabilir ve kabul edebilir.

Ben böyle bir durumun, -eğer farkında olsalar- hiçbir vatandaşın, -özellikle de tek adamın- işine gelmeyeceğini zannederim.

Ülkemizde yapılan seçimlerin bir nevi "spor kulübü sempatizanı" tadında uygulandığı sır değil.

Zaten OECD ye göre, Türk vatandaşlarının yüzde 40 küsürü kendi dışında ne olup bittiğinin pek farkında değil.

Yukarıda belirttim: İktidar da, ülkeyi bu "cahil" gurubun (Benim değil Bülent Arı'nın fikri) kurtaracağını söylüyor ve yayıyor.

İşte Bakan'ın tarikatlara STK (Uluslararası jargonda Non Governmental Organisation) deyip eğitim hayatımıza sokması pek faydalı olmayacak.

1945'te Birleşmiş Milletler de kurulan Dini STK'lar Komitesi, farklı bakış açılarına sahip olan ve barış, anlayış ve karşılıklı saygı arayışına adanmış dini, manevi ve etik sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan bir koalisyondur.

Usule uymak istenirse, bizim "NGO"ların bu kuruluşa kayıt olmaları gerek. Ama mesela BM'nin her türlü eşitlik, [kadın/erkek, etnik, üye cinsi (Şıh, Şeyh, Pir vs demeğe kalkarsanız, kapıya koyarlar)] vs. üyelik, çalışmalarını doğası gereği dini, manevi veya etik olarak tanımlayan ve Birleşmiş Milletlere akredite olan herhangi bir kuruluşun temsilcilerine açık. Yıllık üyelik ücreti, maliyetlerin karşılanmasına yardımcı olur.

Dini STK'lar Komitesi, eylül ve haziran ayları arasında her ay Birleşmiş Milletler Plaza'da toplanır. Düzenli toplantılar, dini STK'lar arasında ağ oluşturmayı teşvik eder ve Birleşmiş Milletler gündem maddelerinin dini boyutunu vurgulayan panel tartışmaları sunar. Komite, zaman zaman çeşitli BM etkinlikleri ve kampanyalarıyla ilgili çok dinli dua hizmetlerine ev sahipliği yapmaktadır.

Ancak bu STK'lardan beklenen çeşitli hayır işlerinde çalışmak ile sınırlıdır. (Bizim cami yaptırma cemiyetleri gibi.) Hiç kimsenin aklına bunları "ülkenin milli eğitimine sokmak gelmez; gelmemiştir.

Çok basit bir sebebi var: Dünya dinleri sadece "inanarak" var olurlar.

Yani hiçbir dini menkıbe, din kitabında geçen olay, bilimsel olarak veya tarihsel açıdan izah edilemez.

Kiliseler milyarlarca dolar harcayıp Nuh'un gemisini aradılar ama hâlâ bulunmadı. İsa'nın gözünü açtığı körler hakkında tamamlayıcı tarihsel bir bilgi yok. Musa Hıra dağından inerken yanında bir doküman yoktu.

Bence dinler çok faydalı ahlak membalarıdır. Zor dönemlerimizde bize destek olurlar. Gelenekler yaratmışlardır. Hepsi İnsanlık için iyilik ve kardeşlik ister. Dinde zorlama yoktur. İnanan inanır, inanmayan inanmaz.

Ancak, eğitim içinde bilim tam tersi bir olgudur. İspat edilmemiş hiçbir olgu, eğitimde kullanılamaz. Ben Milli Eğitim Bakanlığını epeyce aradım. Bu STK'ları nerede nasıl kullanılacağını öğrenmek istedim. Kimse bilgi vermedi.

Bakan'a sizin huzurunuzda tekrar soruyorum.

"BU 10 STK MİLLİ EĞİTİMİMİZE NE YAPARAK, NASIL YAPARAK, NEDEN, YARDIMCI OLACAKLAR?"

Niye üstünde bu kadar duruyorum? Çünkü dinimiz için korkuyorum.

Öğrencilerin, tamamen bilimsel ve bilgisel konu ve ögeler ile hazırlanan ve global eğitim ile paralel olan müfredatımız yüzünden dinimizi sorgulamaya başlayıp inançları zayıflamasın diye endişe ediyorum.

.

.

TOGG'a milli otomobil demek, ciddi bir bilgisizliktir

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - İslami sivil toplum kuruluşları - İskender Aruoba
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İslami sivil toplum kuruluşları

16 0
29.12.2023

Diğer

29 Aralık 2023

İktidar partisi AKP geldiğinden beri, önce üniversitelerimize, aynı süreçte de silahlı kuvvetlerimize sözlü ve işlevsel sataşmalara başladı. Günümüze kadar inişli çıkışlı devam ediyor. 15 Temmuz'da "istediklerini tam alamamış ya da ne istediklerini bilememiş" olmalılar ki, bir grup vatandaş olarak nüfusa kayıtlı, ülkede ihtilal yapmağa kalktı.

Ancak o kadar cahildiler ki bir Temmuz akşamüstü, nerede ise güpegündüz ülkenin en kalabalık şehrinin tam orta yerinde 3, 5 tank ile ihtilal olamayacağını bilemediler.

Meclis, basketbol tabiri ile "sorumluluk alarak" karşı çıktı, ihtilal bastırıldı. Böyle bir organizasyonu önce iktidar partisi, onlar kanalı ile de devlet içinde yuvalanmış bir grubun yaptığı kesinleşti.

Ancak bunlar kimlerdir? Yani 15 Temmuz'un, moda tabiri ile "FETÖ'cülerin" Meclis'teki temsilcileri kimlerdir? Bilemedik. İktidar örtbas etti. Faturayı, ne olduğunu anlayamadan boğazları kesilen genç erler ödedi.

Üniversite rektörlerine olmadık hakaretler edildi, hapse atıldılar... Bugünkülerin hepsi, iktidar ataması. Üniversitelerimiz eskiden ilk 100'e girerken, bugün ilk 1000 içinde geziniyor. Dünyanın yuvarlak olduğuna dair şüpheleri olan mezunlar var.

Profesör yapılmış bir meczubun "Cahil ve tahsilsiz birinin ferasetine güveniyorum" deyip YÖK üyesi yapıldığını hatırlıyorum.

Bülent Arı olarak nüfus kayıtlı, "Ülkeyi ayakta tutanlar, okumamış cahil kesimdir" diyor. "En tehlikeli olanlar üniversite mensuplarıdır. Zihinleri bulanık. En açık zihinli olanlar hiç okumamış olanlardır." diyor. Bilgiyi bir nevi akıl kirleticisi, bulandırıcısı olarak görüyor.

Geldiğimiz bugünlerde ise artık görüntü değişti. Aldıkları riskler fazlalaştı. Ülkeyi sanki planlı, ancak daha agresif, farklı işlerin yapılacağı günlere hazırlıyorlar. Bunları yapanlar partinin ağır topları değil, daha "harcanabilir" olanlar. Çünkü yapılan ve söylenenler saçma ve zırva.

Yazımda en son olanlardan bahsedeceğim.

Daha önce oyladığımız Tek Adam rejimi takdiminde, mantıklı bir izahat ile bakanların artık her zaman "seçilmiş, milleti temsil yetkisi verilmiş siyasetçi" değil, konunun uzmanı kişiler arasından seçilip tayin edilebileceği söylenmişti. İlk bakışta anlaşılır geliyor. Siyasetçi her şeyi bilmeyebilir. Ancak milleti temsil eder. Kanun yapar.

Ancak bu durum, bakan titri taşıyanların aslında, "işe alınan memurlar, tayin edilenler" olarak resmi bir "güçlerinin" olmadığı anlamına gelecekti. Bugüne kadar bakan olarak gündem yaratanlar, sağa sola kızıp bağırıp çağıranlar genellikle "seçilmiş siyasi" tayinlerdi. Memur bakanlar genellikle daha halim selim davranıyorlardı.

Derken "Yusuf Tekin" nam nüfus kayıtlı memur, Millî Eğitim Bakanlığına atandı. Bütçe görüşmeleri sırasında TBMM'de bir milletvekiline "seni memnun etmek zorunda değiliz!" dedi.

"Uyanın, uyanın........

© T24


Get it on Google Play