Diğer

13 Aralık 2023

Zaten öyle miydi, yoksa son seçimden az önce ve sonra mı küçülmeye başladı?

İlk gördüğüm anı gayet iyi hatırlıyorum: Yıl 2015 ya da 2016'nın ilk ayları. Seçimler yaklaşıyor, Hollande'ın seçilemeyeceği açık. Macron, kendi hareketini kurmaya girişmiş ama yine de bakan. Ekonomi ve Sanayi bakanı. Herkes, eğer adaysa, istifa etmesi gerektiğini söylüyor.

Benim gördüğüm sahne: Macron, bir gezide. Gezi, Vendée bölgesine. Vendée yıllardır aşırı sağın hakimiyetinde. Hatta, ünlü de bir vekili var: Philippe de Villiers. Aşırı sağ, ama Le Pen'e uzak bir aşırı sağ. Aşırı katolik, aşırı kralcı, aşırı muhafazakâr. Macron ise sosyalist bir kabinede bakan, oraya da sosyal-demokrat olduğuna inanıldığı için gelmiş, sanki. Macron'la de Villiers, bir çiftlik gezisinde, koyunlar, inekler, domuzlar. Her şey rüstik. Derin Fransa. Derken, televizyoncunun biri soruyor: Sosyalist bir kabinede neo-liberal işler yapıyorsunuz, bu ne iş? Cevap çok açık: "Ben sosyalist değilim ki." Hem aşırı sağcı de Villiers ile gezide, hem hâlâ bakan, hem de adaylığa hazırlanıyor ve sosyalist bir hükümette sosyalist olmayan bir bakan. Ortadayım demek ister gibi. Tony Blair'i hatırlatıyor o ara biraz: Beyaz gömlek, kıvrık kollar, genç ve dinamik, iyi hatip. Üçüncü yol. O aralar Avrupa böyle beyaz gömlekli sol soslu genç liderlerden geçilmiyor. Manuel Valls var, Başbakan Hollande kabinesinde, ki sonra o da itiraf edecek: Meğer o da sosyalist değilmiş (Valls'in serüveni daha da tuhaf gelişecek, İspanya'ya yerleşip, siyasi hayatını orada geçirmek isteyecek, olmayacak). Sonra, Renzi var İtalya'da, o da beyaz gömlekli, kıvrık kollu – Berlusconi'ye rakip. Cem Özdemir var, Yeşiller'den... Ortalık genç aday adaylarından geçilmiyor.

Hatırlıyorum, biraz hayal kırıklığı benim için, biraz da tanımış ve hiç sevmemiş olduğum de Villiers ile arkadaşlığı (daha sonra, 2021 yılında, de Villiers de saf değiştirecek, Macron'u çapsız ilan edecek). Hâlâ bakanken sosyalist değilim deyişi. Ama o kadar destekleniyor ki gençlik, o kadar olur. 2016'da Macron, kendi siyasi hareketini kurmaya başlıyor, gökten genç bir tanrı düşmüş gibi, ya da o zamanki deyimle Jüpiter yükseliyor.

Birçok açıdan ilginç ama: Bir kere, küçük boylu ama yakışıklı. Genç, 39 yaşında (cumhurbaşkanı olacak). Egosu büyük: Siyasi hareketinin adını En Marche (Yürüyen, yürüyüş halinde, gelen vd. gibi çevrilebilir) koyuyor, tabii, "geliyor gelecek olan" hareketinin kısaltmasına baktığımızda EM'i bulacağız (Emmanuel Macron). Daha sonra hareket LREM olacak ("geliyor Cumhuriyet"). Bir anlamda, kendisini Cumhuriyet'le özdeşleştirecek.

Fransa ilginç bir yerdir, Türkiye ile çok fazla benzerlikler taşır. Tarihten gelen bir durum sanırım –bir kez bürokrasi iki ülkede de canavar gibidir. İki ülkenin solu da ağır milliyetçidir. Cumhuriyetçilik demokratlığın önünde bir değerdir. Cumhuriyet'in değerleri vardır, hepsi demokratik olmasa da, ve ulvîdir bu değerler –başta da laiklik. Tabii bu değerleri sol da sağ da sever. Hele laiklik, bir tür kalkan görevi yapar, kamusal alana devlet müdahalesini meşrulaştırmak için. Macron'un 2017'de başlayan başkanlık serüveni aslında, tam bir Fransız orta yol siyasetinin öne çıkışıdır. Kimi eski ve köklü sorunlara hep radikal çözümler önerme, kamusal tepkiler üzerine de hep geri basma. Macron, başlarda, hakiki bir reformcu olarak görülmüştü. Sadece Fransa'nın değil, Avrupa'nın genel sağa kayma eğilimi onu da, reformlarını vurdu: Fransa'nın kanayan yarası emeklilik sisteminde yapmaya çalıştığı yenilik ve değişimler, büyük tepki çekti ve Sarı Yelekliler hareketi yayıldıkça yayıldı. Aslında, Sarı Yelekliler hareketine biraz yakından bakılsa, yabancı karşıtlığı (düşmanlığı) ve sağ muhafazakarlığın galebe çaldığı görülecekti, ama nedense, Sarı Yelekliler dünyada sol direnişçi sayıldı. Aslında tuhaf bir şey yok: Fransa'nın geleneği bu. Her şey biraz kazınınca altından tuhaf başkalıklar fırtlıyor. Avrupa anayasasının oylandığı günlerde, ülkenin en köklü komünist sendikalarından FO'nun (Force Ouvrière – Emek Gücü) başkanının yine bir açık oturumda söyledikleri akıl alır gibi değildi: Bu anayasaya oy verelim de Polonyalı muslukçular gelip Fransızların işini kapsın, olacak iş değil, demişti: Hayretle yanımdakine bakıp, bu komünist sendikacının hayatında hiç Marx okuyup okumadığını sormuştum: Bütün dünyanın proleterleri birleşin, ama Fransa'da birleşmeyin!

Tekrar bakalım Macron'un hayatına, bu kez yazar Emmanuel Carrère'in merceğinden: 2014 yılında, Macron'u genel kamuoyu neredeyse hiç tanımaz. Yükselişine paralel, hayatına dair bilgiler de yığılmaya başlar. Eşi Brigitte'in kendinden yirmi dört yaş büyük oluşu, lisede hocası oluşu, lise öğrencisi Macron'un aşkıyla mutlaka bir gün evleneceğim deyip büyük bir sebat örneği ortaya koyuşu, ilginç ve sevimli anekdotlardı. Aşkı uğruna dağları delen Ferhad!

Bu genç, hırslı teknokratın, herkese duymak istediklerini söyleyen adamın, aynı zamanda büyük bir aşk hikâyesinin kahramanı olduğu gerçeğinden kaçış yok, diyor Carrère ve haklı. Bu hikâye Fransızların, özellikle de Fransız kadınların en çok sevdiği şey. Bu, bir erkeğin karısından 24 yaş büyük olmasının herkes tarafından normal karşılandığı, ancak bunun tersinin geçerli olmadığı yüzyıllar süren ataerkillikten bir tür intikam. Ve bu gelenek ihlalini en uç noktaya taşıyarak, kendisinden 24 yaş büyük olan kadın son derece rahat görünüyor: Brigitte Auzière sağlam, taşralı, üst-orta sınıf bir geçmişe sahip, bir bankacı (yatırım bankacısı değil) ile evli ve üç çocuk annesi. Fransızca öğretmenidir ve Amiens'te Cizvitler tarafından yönetilen bir Katolik okulu olan Lycée la Providence'a yeni atanmıştır. Öğretmenler odasında tüm konuşmalar, bilgisi ve zekâsıyla herkesin gözlerini kamaştıran bir öğrenciye odaklanır: Genç Macron. 15 yaşında, o da köklü, üst orta sınıf bir aileden geliyor ve ebeveynlerinin ikisi de doktor. Yakışıklı, hoş tavırlı ve uzun saçlıdır ve büyüklerinin yanında sınıf arkadaşlarından daha rahattır.

Madame Auzière bir tiyatro dersi vermektedir. Macron derse kaydolur ve ona sırılsıklam aşık olur. Onun kalbini kazanması iki yılını alır. "17 yaşındayken ciddi değilsindir", Rimbaud'nun bir dizesindeki gibi ama tersi: Brigitte'e göre o, "17 yaşındayken çok ciddiydi." Güzel öğretmenine aşık olan ve ona aşkını ateşli bir şekilde ilan eden bir lise öğrencisi o kadar da nadir değildir. Daha nadir olan ise, 22 yıl sonra lise öğrencisi ve eski öğretmeninin hâlâ birlikte olması ve lise öğrencisinin Fransa'nın cumhurbaşkanı olmasıdır.

Carrère'e göre, kamuoyunun tanımadığı bu genç, öte yandan siyaset, finans ve medyanın neredeyse ensest bir şekilde iç içe geçtiği küçük bir Paris çevresi tarafından çok iyi tanınıyordur. 30 yaşında, Rothschild & Co.'da bir yatırım bankacısıdır, 34 yaşında dönemin cumhurbaşkanı François Hollande'ın kabinesine genel sekreter yardımcısı olarak katılır. Hem de bankacı olarak kazandığının onda birine...

Nisan 2016'da, seçimlerden tam bir yıl önce, genç ve gösterişli ekonomi bakanı, memleketi Amiens'de az sayıda kişinin doldurduğu bir salonda kendi partisini kurduğunu açıklar: En Marche! - Ünlem işaretiyle. Yorumcuların EM harflerinin aynı zamanda hırsları ve inançları hakkında çok az şey bilinen bu genç adamın adı olduğunu anlamaları biraz zaman alacaktır. Bir ay sonra istifasını kafası karışık Hollande'a verir ve hükümetten ayrılır. Zekası ve karizması genel olarak kabul görse bile, bu noktada hiç kimse onun cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanacağına ihtimal vermemektedir. Ya da neredeyse hiç kimse.

Macron, Carrère'e göre İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan bu yana Fransız kamu hayatını yapılandıran partilerin klinik olarak öldüğünü ve Fransızlara yeni bir şey sunmanın zamanının geldiğini anlayan bir adam. Macron'a göre gördüğümüz şey, eski ile yeni, boş vermişlik ile açıklık, rutin ile cüretkarlık, muhafazakârlık ile ilerleme arasında bir çatışma ve Macron'un ilerlemeyi, açıklığı, cüretkârlığı ve yeniyi temsil ettiğini söylemeye gerek yok. Ne sağda ne de solda olduğunu söylüyor - gerçi bunu söylemek genellikle sağda olduğunuz anlamına gelir. O halde aynı anda hem sağda hem de solda olduğunu söylemek daha doğru olmaz mı?, diye de ekliyordu Carrère.

2017, seçimler: Sosyalist Parti, sevimli ama hafif bir aday olan Benoît Hamon'u aday olarak seçer. Muhafazakârların adayı François Fillon, bir dizi skandal ve yalanla kampının sahip olabileceği tüm umutları mahveder. Geriye Marine Le Pen kalmıştır ki o da Macron ile teke tek münazara sırasında ne kadar mezhepçi ve yönetmeye uygun olmadığını göstererek kendini yakacaktır. Yol açık. Macron 39 yaşında Fransa tarihinin en genç devlet başkanı ve uluslararası bir yıldız olacak. Ülkenin tüm siyasi sınıfı şaşkına dönmüştür. Şaşkına dönen eski cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin rahatsız edici bir alçakgönüllülükle yorum yaptığı söylenir: "Bu benim, ama daha iyisi".

Birkaç ay boyunca Fransa kendini gerçekten iyi hisseder, ancak bu Beyaz Atlı Prens etkisi kısa sürede dağılır ve dağılış o dağılış... 2022'de Macron, ikinci turda yine kazanır, ama ne pahasına? Marine Le Pen oylarını tarihsel bir düzeye çıkarmayı başarmıştır. Macron, iyice Cumhuriyetçiliğe dönmüş, aşırı sağı püskürtmek ve çökertmek için, yine aşırı sağ argümanlarını kullanma, ve hatta bu söyleme bir miktar kibir ve sınıfsal küçümseme de katma. Oysa Balibar'la felsefe master tezi yazdığını söyleyen, Paul Ricoeur'ün ve Esprit dergisinin yakın çevresinde yer almış olan bu parlak gençten herkes bambaşka şeyler beklemişti. Ama Fransa böyledir, herkesi ortaya çeker.

Levent Yılmaz kimdir?

Levent Yılmaz, 1969’da Ankara’da doğdu. Tevfik Fikret Lisesi’ni bitirdi ve sonrasında bir yıl ABD’de kaldı (1987). 1993 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. 1988 yılında Gece Yayınları’nın kuruluşunda yer aldı, 1991 yılına kadar yayın yönetmenliğini yürüttü. Gergedan, Gösteri, Defter gibi dergilerde şiir, çeviri ve yazıları yayımlandı.

17. yüzyıl Avrupa tarihyazımı ve modernliğin doğuşu üzerine doktora çalışmasını 2002 yılında EHESS’te (Paris) tamamladı. Çalışmalarına 1996-99 yılları arasında Fondazione San Carlo’nun (Modena) davetlisi olarak İtalya’da devam etti.

Dost Kitabevi Yayınları’nın genel yayın danışmanlığını (bu süreçte Harry Potter’ı, Corto Maltese’yi ve Borges’in Babil Kitaplığı’nı Türkiye’de yayımladı) ve Fransa’da Actes Sud yayınlarında Türk Edebiyatı dizi yönetmenliğini yürüttü.

Le Temps Moderne. Variations sur les Anciens et les contemporains başlıklı Fransızca kaleme aldığı araştırma kitabı 2004 yılında Gallimard yayınevinden çıktı (Türkçesi, Modern Zamanın Tarihi / Batı’da Yeninin Değer Haline Gelişi, Metis, 2010).

Türkiye’de ve Fransa’da çeşitli yayınevlerinde yayın danışmanlığı (YKY, Epsilon, Kıraathane, OF), yayın yönetmenliği (Galaade, Helikopter, Les Novateur.e.s) yaptı. WordsWithoutBorders’ın kuruluşunda yer aldı.

2002 yılından sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Avrupa Kültür Tarihi üzerine dersler verdi. 2011 yılında profesörlüğe atandı. Ardından Koç Üniversitesi, EHESS, NYU ve Collège de France gibi kurumlarda dersler verdi. Bu alandaki İngilizce metinleri Storia della Storiografia, Intellectual News gibi dergilerde yayımlandı. 2009’da Santralistanbul’da açılan Yüksel Arslan Retrospektifi sergisini düzenledi ve kataloğunu yayıma hazırladı.

Ayrıca Yves Bonnefoy’nin Mitolojiler Sözlüğü’nün (2000) Türkçe baskısını yayıma hazırlayan Yılmaz’ın çeviri ve araştırma-inceleme kitaplarının yanı sıra Düşünen Söyleşiler (2005) adlı bir söyleşi kitabı, Giambattista Vico ve Yeni Bilim’in Temel Kavramları (2007) ve The Vico Road (2017) adlı derleme çalışmaları bulunuyor.

Çeviri, deneme, araştırma-inceleme ve söyleşilerinin yanı sıra şiir kitapları da bulunan Yılmaz’ın ilk şiir kitabı 1988’de Gece Şiirleri adı ile yayımlandı. İlk kitabını 1991’de Hayâl ile Fırtına, 1993’te Kayıp Ruhlar İsimsiz Adalar, 1997’de Kaplan Zamanı ve Geçiş izledi. Bu üç kitapta yer alan şiirlerini 2000’de Sonülke’de bir araya getirdi. Ardından 2009’da Afrika’yı, 2017’de ise Ada ile Brunik adlı şiir kitaplarını yayımladı. Şiirlerinden İngilizceye yapılan çeviriler ise Grand Street, Raritan gibi dergilerde yayımlandı. 2000’e kadarki tüm şiirlerini bir araya getiren Sonülke’denbir seçki Ünal Aytür’ün çevirisiyle 2006 yılında Saturn. Selected Poems adıyla The Sheep Meadow Press tarafından yayımlandı.

İdeoloji sossuz bir isim düşünülemez. O yüzden Modi'yi Modi yapan isimlere bakmalı

İlyin faşizmi dünyanın gelecekteki siyasi düzeni olarak görmüştü. 1920'lerin ikinci yarısında sürgündeyken, İtalyanların faşizme Ruslardan önce ulaşmış olmasından duyduğu rahatsızlığı açık açık ifade ediyordu

Babasının ve aile geleneklerinin izinde, ama takiyyeci bir devlet başkanıyla karşı karşıyayız. Ve en korkuncu, elinde ölümcül güç kullanma imkanları var. Ve kullanıyor, babasının izinde...

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Macron'dan Micron'a - Levent Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Macron'dan Micron'a

14 0
13.12.2023

Diğer

13 Aralık 2023

Zaten öyle miydi, yoksa son seçimden az önce ve sonra mı küçülmeye başladı?

İlk gördüğüm anı gayet iyi hatırlıyorum: Yıl 2015 ya da 2016'nın ilk ayları. Seçimler yaklaşıyor, Hollande'ın seçilemeyeceği açık. Macron, kendi hareketini kurmaya girişmiş ama yine de bakan. Ekonomi ve Sanayi bakanı. Herkes, eğer adaysa, istifa etmesi gerektiğini söylüyor.

Benim gördüğüm sahne: Macron, bir gezide. Gezi, Vendée bölgesine. Vendée yıllardır aşırı sağın hakimiyetinde. Hatta, ünlü de bir vekili var: Philippe de Villiers. Aşırı sağ, ama Le Pen'e uzak bir aşırı sağ. Aşırı katolik, aşırı kralcı, aşırı muhafazakâr. Macron ise sosyalist bir kabinede bakan, oraya da sosyal-demokrat olduğuna inanıldığı için gelmiş, sanki. Macron'la de Villiers, bir çiftlik gezisinde, koyunlar, inekler, domuzlar. Her şey rüstik. Derin Fransa. Derken, televizyoncunun biri soruyor: Sosyalist bir kabinede neo-liberal işler yapıyorsunuz, bu ne iş? Cevap çok açık: "Ben sosyalist değilim ki." Hem aşırı sağcı de Villiers ile gezide, hem hâlâ bakan, hem de adaylığa hazırlanıyor ve sosyalist bir hükümette sosyalist olmayan bir bakan. Ortadayım demek ister gibi. Tony Blair'i hatırlatıyor o ara biraz: Beyaz gömlek, kıvrık kollar, genç ve dinamik, iyi hatip. Üçüncü yol. O aralar Avrupa böyle beyaz gömlekli sol soslu genç liderlerden geçilmiyor. Manuel Valls var, Başbakan Hollande kabinesinde, ki sonra o da itiraf edecek: Meğer o da sosyalist değilmiş (Valls'in serüveni daha da tuhaf gelişecek, İspanya'ya yerleşip, siyasi hayatını orada geçirmek isteyecek, olmayacak). Sonra, Renzi var İtalya'da, o da beyaz gömlekli, kıvrık kollu – Berlusconi'ye rakip. Cem Özdemir var, Yeşiller'den... Ortalık genç aday adaylarından geçilmiyor.

Hatırlıyorum, biraz hayal kırıklığı benim için, biraz da tanımış ve hiç sevmemiş olduğum de Villiers ile arkadaşlığı (daha sonra, 2021 yılında, de Villiers de saf değiştirecek, Macron'u çapsız ilan edecek). Hâlâ bakanken sosyalist değilim deyişi. Ama o kadar destekleniyor ki gençlik, o kadar olur. 2016'da Macron, kendi siyasi hareketini kurmaya başlıyor, gökten genç bir tanrı düşmüş gibi, ya da o zamanki deyimle Jüpiter yükseliyor.

Birçok açıdan ilginç ama: Bir kere, küçük boylu ama yakışıklı. Genç, 39 yaşında (cumhurbaşkanı olacak). Egosu büyük: Siyasi hareketinin adını En Marche (Yürüyen, yürüyüş halinde, gelen vd. gibi çevrilebilir) koyuyor, tabii, "geliyor gelecek olan" hareketinin kısaltmasına baktığımızda EM'i bulacağız (Emmanuel Macron). Daha sonra hareket LREM olacak ("geliyor Cumhuriyet"). Bir anlamda, kendisini Cumhuriyet'le özdeşleştirecek.

Fransa ilginç bir yerdir, Türkiye ile çok fazla benzerlikler taşır. Tarihten gelen bir durum sanırım –bir kez bürokrasi iki ülkede de canavar gibidir. İki ülkenin solu da ağır milliyetçidir. Cumhuriyetçilik demokratlığın önünde bir değerdir. Cumhuriyet'in değerleri vardır, hepsi demokratik olmasa da, ve ulvîdir bu değerler –başta da laiklik. Tabii bu değerleri sol da sağ da sever. Hele laiklik, bir tür kalkan görevi yapar, kamusal alana devlet müdahalesini meşrulaştırmak için. Macron'un 2017'de başlayan başkanlık serüveni aslında, tam bir Fransız orta yol siyasetinin öne çıkışıdır. Kimi eski ve köklü sorunlara hep radikal çözümler önerme, kamusal tepkiler üzerine de hep geri basma. Macron, başlarda, hakiki bir reformcu olarak görülmüştü. Sadece Fransa'nın değil, Avrupa'nın genel sağa kayma eğilimi onu da, reformlarını vurdu: Fransa'nın kanayan yarası emeklilik sisteminde yapmaya çalıştığı yenilik ve değişimler, büyük tepki çekti ve Sarı Yelekliler hareketi yayıldıkça yayıldı. Aslında, Sarı Yelekliler hareketine biraz yakından bakılsa, yabancı karşıtlığı (düşmanlığı) ve sağ muhafazakarlığın galebe çaldığı görülecekti, ama nedense, Sarı Yelekliler dünyada sol direnişçi sayıldı. Aslında tuhaf bir şey yok: Fransa'nın geleneği bu. Her şey biraz kazınınca altından tuhaf başkalıklar fırtlıyor. Avrupa anayasasının oylandığı günlerde, ülkenin en köklü komünist sendikalarından FO'nun (Force Ouvrière – Emek Gücü) başkanının yine bir açık oturumda söyledikleri akıl alır gibi değildi: Bu anayasaya oy verelim de Polonyalı muslukçular gelip Fransızların işini kapsın, olacak iş değil, demişti: Hayretle yanımdakine bakıp, bu komünist sendikacının hayatında hiç Marx okuyup okumadığını sormuştum: Bütün dünyanın proleterleri........

© T24


Get it on Google Play