Diğer

25 Kasım 2023

Doğu Afrika ülkesi Ruanda'da yaşayan Callitxe Nzamwita'nın (71) ciddi bir sorunu var: Kadınlardan korkuyor! Hayır, bu korku biz sıradan erkeklerin "hayatının kadınından korkması" gibi normal bir durum değil. Bu hastalığa "jinofobi" adı veriliyormuş ki ben de ilk kez duydum. Kadın görünce panikatak geçirme, aşırı terleme, kalp atışının hızlanması, nefes darlığı gibi belirtileri var. Nzamwita yanlışlıkla da olsa bir kadın ile karşılaşmamak için evini 4.5 metre yüksekliğinde çitlerle çevirmiş.

Hayatı boyunca bir kadın ile birlikte olmamış, tek başına yaşayan nemrut bir ihtiyara dönüşmüş.
Komşu kadınlar haline acıyıp yemek filan bırakıyorlarmış ama Nzamwita bahçe kapısında bir kadın gördüğünde eline ne geçerse fırlatıp evine saklanıyormuş. Bu hastalık bir "sosyal fobi" türü. Kalabalık yerlere girmekten korkmak gibi, açık havada kalmaktan korkmak gibi. Öz güven eksikliğinden kaynaklanıyor. Hata yapmaktan korkmak, aşırı çekingen kişilik, kendini yetersiz hissetmek gibi nedenlerle insan böyle bir sosyal fobi sahibi olabiliyormuş. Ve insanlarla ilgili her şey gibi bunun da bin tane nedeni olabilirmiş. Aşırı baskıcı ebeveynlerden tutun da çevresel ve fizyolojik nedenlere kadar... Doğrusunu isterseniz Nzamwita'nın sorununun nedenlerini öğrenmek için kaynak ararken bir kafa karışıklığı da yaşadım. Ruandalı garip adam ile bizim sosyal medya imamlarının aynı hastalıktan mustarip olduklarını zannettim.

Öyle değilmiş. Jinefobinin, kadın düşmanlığı anlamına gelen ve kendisini kadınlara karşı nefret, saygısızlık ve aşırı ön yargı ile gösteren "misojeni" ile karıştırılmaması gerekiyor, aklınızda bulunsun.
Rahmetli anneannem sağ olsaydı, jinofobikler için "zararları kendilerine" deyip geçerdi. Ama kadın düşmanlarının zararı toplumdaki bütün kadınlara ki acı sonuçlarını hemen her gün görebiliyoruz.
Ve doğal olarak misojeni de her kötülük gibi kendi karşıtını üretiyor.

Pauline Harmange 28 yaşında, "Erkeklerden Nefret Ediyorum" adıyla Türkçede de yayımlanan bir kitabın yazarı. İsminden de anlayabileceğimiz gibi bir kadın yazar. Cinsiyetini de belirttim çünkü bazen erkeklerden nefret etmek için kadın olmak da gerekmiyor, en azından ben böyle düşünüyorum diyeyim.
Harmange'nin çok genç sayılabilecek bir yaşta adını dünyaya duyurabilmesini sağlayan kitabının ilk baskısı sadece 400 adet yapılmış. Ancak kitabın bir anda dünyanın önemli yayınevlerini peşinden koşturmasının nedeni bu provokatif ismi.

Kitabın ilk baskısının ardından Harmange'ye karşı başlatılan sosyal medya linci ve her devlette en az bir tane bulunabilecek Devlet Bahçeli benzeri bir adamın ceza tehdidi, dikkatleri bu kitabın üzerine çekti.
Bir genç yazarın ilk eseri olarak unutulup gidecek kitap, sosyal medya psikopatları sayesinde adını iyice duyurdu. Harmange'ye hakaret ve destek için atılan sosyal medya mesajlarının sayısı, kitabın ilk baskısı olan 400'ün katbekat üzerindeydi.

Yani kitabı okuyup ne anlattığını bilenlerden çok daha fazla sayıda insan kitap için yorum yaptı.
Hayır, olay Türkiye'de geçmedi, Fransa'da cereyan etti ve çağımızda bu çok makbul bir tutum.
Biliyorsunuz sosyal medyada makbul olan şey özellikle de bilmediğiniz konular için, tanımadığınız insanlara hakaret etmektir. Hakaret edileni çok olanın, destekçisi de haliyle çok oluyor.

Harmange'nin bu kitabı yazmasının nedeni, dış görünüşleri itibarıyla insana benzeyen ancak bildiğimiz hayvanlar aleminde de karşılığının bulunabilmesi mümkün olmayan birçok yaratık ile karşılaşmış olması.

Harmange tecavüz mağdurlarına destek olan bir dernekte gönüllü olarak çalışmış. Ne tür vakalar gördüğünü, nasıl acıları paylaştığını tahmin etmek ve gözümüzde canlandırmak istemeyiz diye düşünüyorum.

Yazar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine bağlı cinsel şiddetin "yapısal" bir durum olduğunu düşünüyor ve buna tepkisini psikolojideki "misandry" kavramı ile ortaya koyuyor. Misandry, tıpta "insanlardan nefret etme, insan düşmanlığı" olarak tanımlanıyor. Ancak feminist jargonda "erkeklerden nefret etme" karşılığı olarak kullanılıyor. Bunu da "erkeklerden korkmak" anlamındaki "androfobi" ile de karıştırmıyoruz.

Feminist öfkeyi üzerime çekmek elbette istemem ancak genellemelerden de nefret ederim. Toplumsal cinsiyet farklılığına dayalı bir zemin üzerinde duran bugünkü dünya düzeni, erkek kötülüğünü cezalandırmakta çoğu zaman isteksiz davranıyor olsa da biyolojik olarak erkek olan bütün insanları da aynı sepetin içine atamayacağımızı düşünüyorum. Rahmetli anneannemin zamanında isabetle söylediği gibi: İyisi de var, kötüsü de var!

Toplumsal olarak eziliyor olmaları, cani ruhlu kadınları "iyi insan" yapmıyor olmalı; onları suça sürükleyen şey, toplumsal eşitsizlik düzeni olsa da.

İngiltere'deki Rosling Araştırma Merkezi'nde, bir koç tarafından döllenmemiş yumurtalar kullanılarak doğurtulan beş "babasız kuzudan" ikisinin hayatta kaldığının açıklanmasının üzerinden çeyrek yüzyıl geçti.

O günlerdeki heyecanlı tartışmaları hatırlıyor musunuz, bilmem. Aynı işlemin insan embriyosu ve yumurtası kullanılarak yapılabileceğinin açıklanmasının yarattığı tartışmalar.

Hatta embriyo üzerinde gen çalışması yapılarak, genetik açıdan daha mükemmel bebeklerin dünyaya getirilmesinin mümkün olabileceği konuşuluyordu. "Ari ırk" yaratma yolunda Hitler mezarından sevinçle havaya fırlayabilirdi. Bazı feministlerin de gözleri parlamıştı doğal olarak: Kadınların artık erkeklere çocuk doğurmak için bile ihtiyaç duymayacağı günlerin geldiğine yönelik tartışmalardan söz ediyorum.

Çok şükür ki bu bilimsel çalışma olduğu yerde kaldı. Ancak bu bilimsel çabaların, günün birinde Kazuo Ishiguro'nun distopik romanı "Beni Asla Bırakma"sındaki gibi sonuçlanmayacağını da bilmiyoruz tabii.
Evia (Eğriboz) Adası'nda yaşayan ozan Hesiodos, erkeklere zararlı oldukları için kadınların ayrıca vergilendirilmesini önermişti. Az gittik, uz gittik aradan geçen 2 bin 750 yıldan sonra "misandry" kuşağına denk geldik.

Kim haklı? Bu dünyada birbirlerini buldukları için sonsuz bir mutlulukla ödüllendirilen kadın ve erkeklere yer yok mu? Birbirleriyle ilişkilerine bir şeyleri paylaşmak, ortak gelecek kurmak, sevmek - sevilmek olarak bakanlar? Kuşkusuz ki varlar ve onlar için kadın - erkek arasındaki "bireysel ilişki", aynı zamanda bir eşitlik meselesi de!

Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Hollywood'da 160'tan fazla filmde rol alan Oscar'lı Michael Caine, "uzun yaşamının sırrını" soran gazeteciyi şöyle yanıtlamış: "Abur cubur yemeyin. Spor ayakkabı giyin; ki düşüp bir yerinizi kırmayın. Genç bir kadınla birlikte olun"

10 Kasım'ı bir ağlama ve ağıt yakma günü olmaktan çıkaralı çok oldu. İyi de oldu diye düşünüyorum. Yalancı gözyaşları döküp matem şarkıları dinlemek yerine, Atatürk'ü yaptıklarıyla, tarih içindeki konumunu tartışarak anıyoruz artık...

Torunlarımızın çocuklarının ikinci yüzyılı kutlayabilmelerini istiyorsak, ideolojik saplantılarımızdan, sorunlarımızı daha da içinden çıkılmaz hale getiren ezberlerden uzak durmalıyız. Güneydoğu komşularımızın hali bize ders olmalı

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Korkmayın birbirinizi sevebilirsiniz! - Mehmet Y. Yılmaz Hafta Sonu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Korkmayın birbirinizi sevebilirsiniz!

25 1
25.11.2023

Diğer

25 Kasım 2023

Doğu Afrika ülkesi Ruanda'da yaşayan Callitxe Nzamwita'nın (71) ciddi bir sorunu var: Kadınlardan korkuyor! Hayır, bu korku biz sıradan erkeklerin "hayatının kadınından korkması" gibi normal bir durum değil. Bu hastalığa "jinofobi" adı veriliyormuş ki ben de ilk kez duydum. Kadın görünce panikatak geçirme, aşırı terleme, kalp atışının hızlanması, nefes darlığı gibi belirtileri var. Nzamwita yanlışlıkla da olsa bir kadın ile karşılaşmamak için evini 4.5 metre yüksekliğinde çitlerle çevirmiş.

Hayatı boyunca bir kadın ile birlikte olmamış, tek başına yaşayan nemrut bir ihtiyara dönüşmüş.
Komşu kadınlar haline acıyıp yemek filan bırakıyorlarmış ama Nzamwita bahçe kapısında bir kadın gördüğünde eline ne geçerse fırlatıp evine saklanıyormuş. Bu hastalık bir "sosyal fobi" türü. Kalabalık yerlere girmekten korkmak gibi, açık havada kalmaktan korkmak gibi. Öz güven eksikliğinden kaynaklanıyor. Hata yapmaktan korkmak, aşırı çekingen kişilik, kendini yetersiz hissetmek gibi nedenlerle insan böyle bir sosyal fobi sahibi olabiliyormuş. Ve insanlarla ilgili her şey gibi bunun da bin tane nedeni olabilirmiş. Aşırı baskıcı ebeveynlerden tutun da çevresel ve fizyolojik nedenlere kadar... Doğrusunu isterseniz Nzamwita'nın sorununun nedenlerini öğrenmek için kaynak ararken bir kafa karışıklığı da yaşadım. Ruandalı garip adam ile bizim sosyal medya imamlarının aynı hastalıktan mustarip olduklarını zannettim.

Öyle değilmiş. Jinefobinin, kadın düşmanlığı anlamına gelen ve kendisini kadınlara karşı nefret, saygısızlık ve aşırı ön yargı ile gösteren "misojeni" ile karıştırılmaması gerekiyor, aklınızda bulunsun.
Rahmetli anneannem sağ olsaydı, jinofobikler için "zararları kendilerine" deyip geçerdi. Ama kadın düşmanlarının zararı toplumdaki bütün kadınlara ki acı sonuçlarını hemen her gün görebiliyoruz.
Ve doğal olarak misojeni de her kötülük gibi kendi karşıtını üretiyor.

Pauline Harmange 28 yaşında, "Erkeklerden Nefret Ediyorum" adıyla Türkçede de yayımlanan bir kitabın yazarı. İsminden de anlayabileceğimiz gibi bir kadın yazar. Cinsiyetini de belirttim çünkü bazen erkeklerden nefret etmek için kadın olmak da gerekmiyor, en azından ben böyle düşünüyorum diyeyim.
Harmange'nin çok genç sayılabilecek bir yaşta adını dünyaya duyurabilmesini sağlayan kitabının ilk baskısı sadece 400 adet yapılmış. Ancak kitabın bir anda dünyanın önemli yayınevlerini peşinden koşturmasının nedeni bu provokatif ismi.

Kitabın ilk baskısının ardından Harmange'ye karşı başlatılan sosyal medya linci ve her devlette en az bir tane bulunabilecek Devlet Bahçeli benzeri bir adamın ceza tehdidi, dikkatleri bu kitabın üzerine çekti.
Bir genç yazarın ilk eseri olarak unutulup gidecek kitap, sosyal medya psikopatları sayesinde adını iyice duyurdu. Harmange'ye hakaret ve destek için atılan sosyal medya mesajlarının sayısı, kitabın ilk baskısı olan 400'ün katbekat üzerindeydi.

Yani kitabı okuyup ne anlattığını bilenlerden çok daha fazla sayıda insan kitap için yorum yaptı.
Hayır, olay Türkiye'de geçmedi, Fransa'da cereyan etti ve çağımızda bu çok makbul bir tutum.
Biliyorsunuz sosyal medyada makbul........

© T24


Get it on Google Play