Diğer

21 Mart 2024

Gazeteci Levent Gültekin, bir televizyon programında söylediği sözler nedeniyle Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği gerekçesiyle 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Ceza tehdidi nedeniyle sözlerini burada tekrar edemem ancak şunu söylemeliyim: Cumhurbaşkanı'nın siyasi karşıtları için her gün söylediği sözlerle Gültekin'in sözleri kıyaslandığında hâkimin bu kararı nasıl verebildiğini merak edersiniz.

Hükmün açıklanması geri bırakıldığı için Gültekin şimdilik hapis yatmayacak.

Başka herhangi bir nedenle yargılanır ve ceza alırsa, bu cezayı da çekmek üzere hapishaneye gidecek.

Yani hâkim, kararını Gültekin'in başının üzerinde sallanan bir Damokles Kılıcı haline getirmiş bulunuyor.

Böylece mahkeme bir taşla iki kuş vuruyor: Hem Gültekin'i mahkûm ediyor hem de Gültekin'in bundan sonra yazacaklarını, söyleyeceklerini ağır bir ceza tehdidi ile peşinen sınırlıyor.

Demokrasilerde rastlanmayacak bir suç bu.

Türkiye'de Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu, parlamenter sistem döneminde bir dereceye kadar anlaşılabilir bir suçtu.

Eski Anayasal düzenimizde Cumhurbaşkanı, devletin ve milletin birliğini temsil ediyordu ve böyle bir koruma kalkanı arkasında bulunması bir demokrasiye yakışmasa da anlaşılabilirdi.

Kaldı ki zaten o dönemde de Türkiye'nin tam bir demokrasi olduğundan söz edemiyorduk.

Oysa yeni Anayasal düzenimizde Cumhurbaşkanı bir siyasi partinin genel başkanı olarak icranın başı.

"Devletin ve milletin birliğini" değil, partisini temsil ediyor.

Bu özelliğiyle de her gün oy vererek seçtiğimiz birtakım insanlara, kendisine söylense üç gün ateşler içinde yatacağı sözleri söylemekten de geri durmuyor.

Zaten icranın başı olması sıfatıyla da her türlü eleştiriye açık olması gereken bir kamu görevlisi.

Kamu görevlilerinin ağır eleştiri sınırlarını aşacak eleştirilere bile tahammül etmesi gerektiğini vazeden AİHM ve AYM kararları ciltleri dolduracak kadar çok.

"O mahkemeleri takan mı kaldı" derseniz haklısınız ancak Cumhurbaşkanı'na karşı açılan hakaret davalarında bizzat kendi avukatlarının savunması da bu yönde ve hakimler bu nedenle Cumhurbaşkanı hakkında beraat kararlarını rahatça verebiliyor.

Çünkü "rejimin tabiatı" artık bu.

Bertelsman Vakfı'nın "gelişmekte olan ülkeleri" kapsayan bir araştırması geçenlerde yayımlandı.

Buna göre Türkiye'de, "ılımlı otokratik" bir sistemde yaşıyormuşuz.

Bu araştırma 20 yıldır yapılıyor ve Türkiye, Erdoğan döneminde demokrasiden düzenli olarak uzaklaşan bir ülke.

Türkiye, "ılımlı otokrat" sınıflandırması ile birçok Afrika ülkesi ile aynı klasmanda yer alıyor. Türkiye'nin notu 10 üzerinden 4,23. Mesela Hırvatistan'ın notu 8,55. Yemen ise 1,57 alabilmiş.

Yani kabaca Hırvatistan'ın yarısı kadar bile demokrat değiliz ama Yemen'in iki katı kadar demokratız.

Yemen'den daha demokrat olduğumuz için Levent Gültekin şimdilik hapse girmiyor ama her an girebilir de! Devlet Bahçeli'nin filan hayalleri gerçekleşirse Yemen gibi oluruz, o zaman zaten mahkemeye de gerek kalmadan muhalifleri temizlemek de mümkün olabilir.

Araştırma, demokrasisi geçtiğimiz yıllara göre gelişen ülkeler arasında Tayvan, Güney Kore, Costa Rica, Şili ve Uruguay'ı sayıyor.

Bu ülkelerin demokrasilerinin gelişmesinin nedeni ise hukuk devleti ilkesini güçlendirmeleri ve vatandaşlarına karar alma süreçlerine dahil olma olanağı sağlamaları.

Araştırmanın ortaya koyduğu bir çarpıcı gerçek de şu: Yanlış yönetim ve rüşvetin hakim olduğu ülkelerde diktatörlük eğilimleri yükseliyor!

Bizim memlekette –gerçi buna "maşallah" demek gerekir mi bilmiyorum ama– yanlış yönetim ve yolsuzluklar konusundaki ilerlememiz başkalarına parmak ısırtacak kadar başarılı.

Onun sonucu da zaten işte bu oluyor: Ilımlı otokrasi!

Eğer bir ülkede basın özgür değilse, idareden hesap sormak mümkün olmuyorsa, kamu yönetimi şeffaf değilse, hukuk devleti değil keyfi bir yönetim varsa bunun kaçınılmaz sonucu yolsuzlukların artmasıdır.

Yolsuzluk yapanı, hatalı yöneticileri eleştiremezsiniz, eleştirirseniz başınıza her şey gelir.

Yakın bir gelecekte "ılımlı otokrasiyi" bile arar hale geleceğimizi de şimdiden söyleyebilirim.

Bunun işaretlerini her gün alıyoruz.

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Trabzon'da alttan alta kaynayan bir şeyler dönüyor olması büyük olasılık. Bu Trabzonspor, Fenerbahçe, Galatasaray meselesi değil, çok daha derinde bir "Trabzon meselesi" gibi duruyor

Kim bilir, belki de Dışişleri şu günlerde daha çok Gazze'ye yoğunlaştığı için T.C. vatandaşlarının sınırlarda neler çektiğiyle ilgilenecek zaman bulamıyordur

Bahçeli belli ki Türkiye’de yeni yüzyılın kurtarıcı liderinin kendisi olamayacağını idrak etmiş

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - "Ilımlı otokraside" yaşamanın doğal sonucu - Mehmet Y. Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

"Ilımlı otokraside" yaşamanın doğal sonucu

180 8
21.03.2024

Diğer

21 Mart 2024

Gazeteci Levent Gültekin, bir televizyon programında söylediği sözler nedeniyle Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiği gerekçesiyle 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Ceza tehdidi nedeniyle sözlerini burada tekrar edemem ancak şunu söylemeliyim: Cumhurbaşkanı'nın siyasi karşıtları için her gün söylediği sözlerle Gültekin'in sözleri kıyaslandığında hâkimin bu kararı nasıl verebildiğini merak edersiniz.

Hükmün açıklanması geri bırakıldığı için Gültekin şimdilik hapis yatmayacak.

Başka herhangi bir nedenle yargılanır ve ceza alırsa, bu cezayı da çekmek üzere hapishaneye gidecek.

Yani hâkim, kararını Gültekin'in başının üzerinde sallanan bir Damokles Kılıcı haline getirmiş bulunuyor.

Böylece mahkeme bir taşla iki kuş vuruyor: Hem Gültekin'i mahkûm ediyor hem de Gültekin'in bundan sonra yazacaklarını, söyleyeceklerini ağır bir ceza tehdidi ile peşinen sınırlıyor.

Demokrasilerde rastlanmayacak bir suç bu.

Türkiye'de Cumhurbaşkanı'na hakaret suçu, parlamenter sistem döneminde bir dereceye kadar anlaşılabilir bir suçtu.

Eski Anayasal düzenimizde Cumhurbaşkanı, devletin ve milletin birliğini temsil ediyordu ve böyle bir koruma kalkanı arkasında bulunması bir demokrasiye yakışmasa da anlaşılabilirdi.

Kaldı ki zaten o dönemde de Türkiye'nin tam bir demokrasi olduğundan söz edemiyorduk.

Oysa yeni Anayasal düzenimizde Cumhurbaşkanı bir siyasi partinin genel başkanı olarak icranın başı.

"Devletin ve milletin birliğini" değil, partisini temsil ediyor.

Bu özelliğiyle de her gün oy vererek seçtiğimiz birtakım insanlara, kendisine söylense üç gün ateşler içinde yatacağı sözleri söylemekten de geri durmuyor.

Zaten icranın başı olması sıfatıyla da her türlü eleştiriye açık olması gereken bir kamu görevlisi.

Kamu görevlilerinin ağır eleştiri sınırlarını aşacak eleştirilere bile tahammül etmesi gerektiğini vazeden AİHM ve AYM kararları ciltleri dolduracak kadar çok.

"O mahkemeleri takan mı kaldı" derseniz haklısınız ancak Cumhurbaşkanı'na karşı açılan hakaret davalarında bizzat kendi avukatlarının savunması da bu yönde ve hakimler bu nedenle Cumhurbaşkanı hakkında beraat kararlarını rahatça verebiliyor.

Çünkü "rejimin tabiatı" artık bu.

Bertelsman Vakfı'nın "gelişmekte olan ülkeleri" kapsayan bir araştırması geçenlerde........

© T24


Get it on Google Play