Diğer

02 Mart 2024

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile eşi Dilek Hanım geçenlerde bir Youtube kanalına konuk oldular.

Memleketimizde artık böyle bir gerçek var: Birçok Youtube kanalı, geleneksel televizyon kanallarından daha çok izleniyor. Onun için de bir kanala çıkmak için bin dereden su getirilse nazlanan politikacılar, çok izlenen Youtube kanallarına çıkmaya can atıyorlar.

İmamoğlu çiftinin katıldığı programın adı Katarsis.

Bu kelime ilk kez Aristotales’in Poetica isimli trajedisinde bireyin ruhunu kötülüklerden arındırma anlamında kullanılmış.

Programın sunucusu Gökhan Çınar, İmamoğlu çiftine "Kıskanç mısınız? Kıskandığınızda ne olur?” diye soruyor.

Ekrem İmamoğlu "Evi, ortamı darmadağınık ederim herhalde” diye yanıtlıyor.

Ben de öyle tahmin etmiştim zaten, kendisiyle bir kez bir yemekte karşılaştım, kolay parlayacak bir insan izlenimi uyandırmıştı bende.

Bu yönüyle de biraz Recep Tayyip Erdoğan’a benzetmiştim.

Kim bilir, belki de Karadenizli olduğu için böyle bir izlenim yaratmaya çalışıyor da olabilir.

Tanımadığım insanlarla ilgili böyle kesin kanaat ifade etmek istemem.

Ekrem Bey bu yanıtı verince, Dilek Hanım müdahale ediyor: "Onu yapan benim genelde. Kıskanmak bence sevginin doğasında var zaten. Tabii ki kıskanırım.”

Mesele de böylece kapanıyor, belli ki Ekrem Bey eşinin sözünün üzerine söz söylememesi gerektiğini öğrenecek kadar kadınları tanıyormuş! Bu yönünü takdir ettiğimi belirteyim.

Bu sohbet sosyal medyadan beklenmesi gerektiği gibi fırtınalar da estirmiş.

Memlekette o kadar çok işsiz var ki bütün gün ellerinde cep telefonu böyle anları bekliyorlar.

Maşallah herkesin bir fikri var, sonrası yaz Allah yaz!

Bu sosyal medyanın bu ülkede böyle etkin kullanılabiliyor olmasının bir nedeni de bence yüz yüze tartışmalarda insanlarımızın kolayca susma alışkanlıkları.

Mesela ben bir taksiye bineyim, inene kadar taksi şoförünü aynı konuda birbirinin tam zıttı üç ayrı fikre ikna edebilirim.

Bizim insanlarımız munistir, gereksiz tartışmayı sevmez, baktı karşıdaki lafından dönmüyor, o dönmüş gibi yapar. İçinden neler söylediklerini bilemeyiz tabii ama genel olarak insanlarımız "bulaşmayayım” diye düşünür.

Haksız da sayılmazlar çünkü bizim memlekette sudan tartışmaların bıçakla sonlandırılmasına çok rastlanıyor.

Onun için Türk milletinin sosyal medyada veryansın etmelerini normal buluyorum, ne yapsın insanlar, lafını içinde tuta tuta herkesin karnı şişiyor sonra.

Her neyse, lafı uzatmayayım, Dilek Hanım son derece haklı; kıskançlık sevginin doğasında olan bir şey.

Eşin/sevgilinin ilgi ve sevgisinin bir başkasına yönelme olasılığından duyulan endişe ya da korkudan kaynaklanır.

Dilek Hanım ve Ekrem Bey birbirlerini kıskanmıyor olsalardı iki olasılık vardı: Ya birbirlerini sevmiyorlardı ve "adam sen de ne yaparsa yapsın, bana bulaşmasın da” diye düşünüyorlardı ya da "normal insan” değillerdi.

Çünkü arkadaşlar, normal olarak birbirini seven insanlar, birbirlerini kıskanırlar.

Tabii eşeğin gözüne su kaçırmadan!

Kıskançlık duygusunun varlığı dozundaysa bir ilişkiyi canlı ve heyecanlı tutar ama doz aşımı da o ilişkinin giderek tükenişe yönelmesine neden olur.

Anlamsız ve temelsiz suçlamalara dönüşen kıskançlık gösterilerinin varabileceği yer ya aile mahkemesi olur ya da sıkıntılı bir ortamda yaşamaya katlanmak şeklinde ortaya çıkar.

İkisi de birbirini sevenlere önerebileceğim bir şey değil.

Aslına bakarsanız bizim memlekette kıskançlık oldukça geniş bir tanıma sahip.

Sadece sevgililer arasında değil, birbirleriyle herhangi bir türden sevgi ilişkisi kurmamış, kurmasına da olanak olmayan insanlar arasındaki bazı duygular da bu kelime ile tanımlanmaya çalışılıyor.

Oysa kıskançlık için öncelikle sevgi ilişkisi gerekir. Cinsler arası olduğu kadar, kardeşler arasında, geniş tanımlı ailenin diğer üyeleri arasında da kıskançlıklardan söz edebiliriz çünkü bu ilişkilerde insanların birbirlerini sevmelerini bekleriz.

Mesela kardeş kardeşi kıskanabilir, özünde sevgi meselesi vardır. Onun şu ya da bu nedenle daha çok sevildiğine ilişkin inançtan da kaynaklanabilir, sahip olduğu bazı özelliklerin ya da "şeylerin” daha çok sevilmesine yol açtığına yönelik bir inançtan da.

Birbirlerini hiç tanımayan ya da az tanıyan insanların arasındaki kıskançlığa benzer duyguyu, "imrenme” kelimesi ile tanımlarız.

Cornel Tıp Fakültesi’nde psikoloji profesörü Robert Leahy ki kendisi aynı zamanda Amerikan Bilişsel Terapi Enstitüsü Müdürü de oluyor, birilerinin hayatına ya da sahip olduğu bir özelliğe/bir şeye imrenmenin çoğu kişide utanç ve suçluluk hissi yarattığına dikkat çekiyor.

"Merak etmeyin, çok normalsiniz, pop psikologlara aldırmayın” diyor. İmrenme duygusunun "insani” olduğuna dikkat çekip "kıskançlıkla karıştırmayın” diyor.

Kıskançlığın ilişkilere yönelik olarak algılanan tehditleri içerdiğine dikkat çekiyor.

"Karşılaştırma ve bunun sonucunda umutsuzluğa kapılma” diye tanımladığı imrenme duygusunun aslında "işe yarar” bir duygu da olabileceğini söylüyor.

Dr. Leahy’ye göre bir arkadaşınıza imrenmeniz ve bunu kıskançlık diye tanımlamanız da gayet normal.

Montclair State Üniversitesi’nden psikoloji profesörü Manuel Gonzalez "Böyle bir imrenme hissettiğinizde neye odaklandığınızı keşfetmeye çalışın” diye öneriyor.

Dr. Gonzalez "Bu bilgiyi kendi arzularınızı ve hedeflerinizi netleştirmek için kullanın” diyor.

Sonra kendinize şunu sorun: "Bu kişiye neden imreniyorum? Bu kişiyi rol model olarak nasıl kullanabilirim? Kendi durumumu değiştirebilecek ne öğrenebilirim?”

Böylece kendi hayatınızdaki iyi şeylere geliştireceğiniz minnettarlıkla sizi rahatsız eden bu duyguyu dengeleyebilirmişsiniz.

UC San Diego’da psikoloji profesörü olan Christine Harris "aynı anda her iki durumda da olmak zor olduğu için” kıskançlık duygusuna yenildiğinizde kendi hayatınızda takdir ettiğiniz, minnet duyduğunuz şeylerin bir listesini yapmanızı öneriyor.

"Kıskançlık sizi boşaltır, minnettarlık ise doldurur” diyor.

Daha önce sizi tanıştırdığım Dr. Leahy "Ancak imrenme sizi depresyona sokuyor, öfkelendiriyor, bunaltıyor veya insanlardan uzak durmaya yöneltiyorsa, o zaman danışmanlık almanızın faydası olacaktır” diyor.

Yazıdaki bu alıntıları Jancee Dunn’ın NY Times’da yayımlanan makalesinden aktardım; önce bunu belirteyim ki bir meslektaşımın emeğine saygısızlık etmiş olmayayım.

Dr. Leahy’nin biraz da küçümseyerek sözünü ettiği "pop psikologlar” kimlerdir, bunu bilmiyorum.

Ancak unutmayın ki bu imrenme/kıskançlık duygularının sahipleri kadar bir de hedefleri var.

Günün birinde o konuya da gireceğiz, ilginç bir-iki araştırma buldum.

O güne kadar size önerim bir nazar boncuğunu çantanıza ya da cebinize atıverin.

Ne işe yarar bilmiyorum ama rahmetli anneannem böyle söylerdi, belki bir işe yarıyordur!

Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı.

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Erdoğan, bir gerçeği söyledi: Bu siyasal düzende milli gelirden daha çok pay isteyen işçilere, emeklilere, köylülere daha fazla para yok. Ama müteahhitlere, yolsuzluk ekonomisinden beslenenlere para çok!

23 Mart 2003 tarihinden beri Türkiye’yi Erdoğan tek başına yönetiyor. Ve aradan geçen 21 yıldan sonra kendi ifadesiyle “dengeleri yerine oturtamamış” durumda

Bu paketi Adalet Bakanı bile doğru dürüst sahiplenmedi desem yeridir. Bundan önceki yargı paketlerine göre daha sessiz, sedasız gündeme geldi

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Kıskanıyorum o halde normalim! - Mehmet Y. Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kıskanıyorum o halde normalim!

211 1
02.03.2024

Diğer

02 Mart 2024

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile eşi Dilek Hanım geçenlerde bir Youtube kanalına konuk oldular.

Memleketimizde artık böyle bir gerçek var: Birçok Youtube kanalı, geleneksel televizyon kanallarından daha çok izleniyor. Onun için de bir kanala çıkmak için bin dereden su getirilse nazlanan politikacılar, çok izlenen Youtube kanallarına çıkmaya can atıyorlar.

İmamoğlu çiftinin katıldığı programın adı Katarsis.

Bu kelime ilk kez Aristotales’in Poetica isimli trajedisinde bireyin ruhunu kötülüklerden arındırma anlamında kullanılmış.

Programın sunucusu Gökhan Çınar, İmamoğlu çiftine "Kıskanç mısınız? Kıskandığınızda ne olur?” diye soruyor.

Ekrem İmamoğlu "Evi, ortamı darmadağınık ederim herhalde” diye yanıtlıyor.

Ben de öyle tahmin etmiştim zaten, kendisiyle bir kez bir yemekte karşılaştım, kolay parlayacak bir insan izlenimi uyandırmıştı bende.

Bu yönüyle de biraz Recep Tayyip Erdoğan’a benzetmiştim.

Kim bilir, belki de Karadenizli olduğu için böyle bir izlenim yaratmaya çalışıyor da olabilir.

Tanımadığım insanlarla ilgili böyle kesin kanaat ifade etmek istemem.

Ekrem Bey bu yanıtı verince, Dilek Hanım müdahale ediyor: "Onu yapan benim genelde. Kıskanmak bence sevginin doğasında var zaten. Tabii ki kıskanırım.”

Mesele de böylece kapanıyor, belli ki Ekrem Bey eşinin sözünün üzerine söz söylememesi gerektiğini öğrenecek kadar kadınları tanıyormuş! Bu yönünü takdir ettiğimi belirteyim.

Bu sohbet sosyal medyadan beklenmesi gerektiği gibi fırtınalar da estirmiş.

Memlekette o kadar çok işsiz var ki bütün gün ellerinde cep telefonu böyle anları bekliyorlar.

Maşallah herkesin bir fikri var, sonrası yaz Allah yaz!

Bu sosyal medyanın bu ülkede böyle etkin kullanılabiliyor olmasının bir nedeni de bence yüz yüze tartışmalarda insanlarımızın kolayca susma alışkanlıkları.

Mesela ben bir taksiye bineyim, inene kadar taksi şoförünü aynı konuda birbirinin tam zıttı üç ayrı fikre ikna edebilirim.

Bizim insanlarımız munistir, gereksiz tartışmayı sevmez, baktı karşıdaki lafından dönmüyor, o dönmüş gibi yapar. İçinden neler söylediklerini bilemeyiz tabii ama genel olarak insanlarımız "bulaşmayayım” diye düşünür.

Haksız da sayılmazlar çünkü bizim memlekette sudan tartışmaların bıçakla sonlandırılmasına çok rastlanıyor.

Onun için Türk milletinin sosyal medyada veryansın etmelerini normal buluyorum, ne yapsın insanlar, lafını içinde tuta tuta herkesin karnı şişiyor sonra.

Her neyse, lafı uzatmayayım, Dilek Hanım son derece haklı; kıskançlık sevginin doğasında olan bir şey.

Eşin/sevgilinin ilgi ve sevgisinin bir başkasına yönelme olasılığından duyulan endişe ya da korkudan kaynaklanır.

Dilek Hanım ve Ekrem Bey birbirlerini kıskanmıyor olsalardı iki olasılık vardı: Ya birbirlerini sevmiyorlardı ve "adam sen de ne yaparsa yapsın, bana bulaşmasın da” diye düşünüyorlardı ya da "normal insan” değillerdi.

Çünkü arkadaşlar, normal olarak birbirini seven insanlar, birbirlerini kıskanırlar.

Tabii eşeğin gözüne su kaçırmadan!

Kıskançlık duygusunun varlığı dozundaysa bir ilişkiyi canlı ve heyecanlı tutar ama doz aşımı da o ilişkinin giderek tükenişe yönelmesine neden........

© T24


Get it on Google Play