Diğer

07 Ocak 2024

Tayyip Erdoğan Türkiye'yi bir Cumhuriyet olarak kurulduğundan beri yaşadığı rejimden çıkarmak istiyor. "İstemek"ten öte, bunu yapmaya kararlı olduğu görülüyor. O rejimden çıkıp nereye girecek Türkiye? Orası pek belli değil. Daha doğrusu adının ne olacağı önemli değil. Önemli olan -şimdilik- bulunduğu yerden çıkması. Adı ne olacaksa olsun, "İslami" bir çağrışımı olması yeterli. Süreçleri izlerken benim çıkardığım eğilim, Erdoğan açsından, bu "İslami çağrışımdan" çok, yeni rejimin Tayyip Erdoğan için "biçilmiş kaftan" dedikleri türden, tam ona uygun olması. Onun iradesini durduracak, yavaşlatacak, değiştirecek başka bir iradeye yer verilmemeli. İsterseniz "Harun Reşid" adını verin. Ayrıca o kadar doğrucu olmanız da gerekmiyor.

Bu kadar değiştirmeye kararlı olunca bunu yapacak araçları, usulleri var olan rejimin içinde bulmak mümkün değil. "İçinde bulmak" bir yana, istenen yere ulaşmak için olan araçları, usulleri pek de hukuki olmayan bir biçimde eğip bükmem gerekecektir -diye düşünüyordum ben. Tayyip Erdoğan ve bu yolu onunla birlikte yürümeye kararlı olan kesim sürecin bir aşamasında kural bozmak zorunda kalırlar, diyordum. Ve bu "kural bozma" durumu, yapılmak istenen işin mahiyeti düşünülecek olduğunda, fiilen bir "suç" olabilir tahmininde bunuyordum. Doğru düşünmüşüm. Oraya geldik. Ama "oraya", beni tahmin edemediğim kadar sert ve radikal bir şekilde geldik. Bozmak gereğini duyacakları şeyin doğrudan doğruya "anayasanın kendisi" olmasını beklemiyordum. Tayyip Erdoğan büyük oynadı.

Olan işin mahiyeti üstüne kemküm etmenin bir gereği ya da anlamı yok. Zaten herkes adını koyarak konuşuyor. "Darbe" diyorlar. Evet. Öyle. Erdoğan ve çevresi bilerek ve isteyerek anayasayı çiğniyorlar.

Bunu yapmak "cesaret ister", değil mi?

Ama belki de istemez. Yani, elinin altında, başlattığın sürecin arkasını getirmene yetecek fiziksel güç varsa, sen de o fiziksel gücün orada olduğunu biliyorsan, bu artık cesaret filan istemez.

Şu geldiğimiz noktada iktidar Anayasa Mahkemesi gibi Yargıtay'ın da son derece saygıdeğer ve onsuz edilmez bir hukuk kurumu olduğunu, eldeki anayasanın bu iki merci arasında bir görüş ayrılığı çıkması ihtimalini yeterince düşünmediğini, dolayısıyla çıkarsa ne yapılması gerektiğini hiç düşünmediğini öne sürecektir. "Anayasayı değiştirelim" önerisiyle işe girişme çağrısı yapacaktır. Dediğim gibi, yaptığı hukuk-dışı dayatmayı kabul etmek zorunda kalacak bir muhalefetle karşılaşıyorsa bu yoldan yürüyecektir. İktidarın yukarıda bir muhtemel örneğini verdiğim bir "akıl yürütmesi" konuyu tekrardan Anayasa için çekmez. Toplumdaki herkes Anayasa'nın şu maddesinden, bu maddesinden hoşnutsuz olabilir, değişmesini isteyebilir. Ama kendi belirtilmiş prosedürleri içinde Anayasa değişmemişse, herkes orada yazılı olduğu gibi davranmak zorundadır. Böyle bir şey olmadı. Anayasa Mahkemesinin bu koşullarda son sözü söyleme yetkisine sahip olduğu gereken sarahet çerçevesinde dile getirmeye devam ediyor. Şimdiye kadar onlarca, hatta yüzlerce kere tekrarlandı, okundu. Bunu bir kere daha alıntılamanın bir anlamı yok. Söylendiği gibi şimdiye kadar izlediğimiz tartışma "hukuki" bir tartışma değildi. "Hukuki" tartışma başlamadan bitmişti, çünkü zaten tartışacak bir şey yoktu.

Bütün bunları Tayyip Erdoğan da biliyor. Bilmediğini düşünebilir miyiz? Öyleyse niçin böyle davranmakta ısrar ediyor? Sanırım, sahip olmak istediği yetkiyi, henüz o yetki elinde olmayıp verilmesi konuşulurken, bundan böyle o yetki şimdiden elindeymiş gibi davranmak istiyor. Tayyip Erdoğan yetki seviyor, yetki kullanmayı seviyor.

Bu belli. Şu aşamada belli olmayan (yani bizler açısından pek belli olmayan) bu zorlamayı da istediği gibi yürürlüğe koyma yeteneğine sahip olup olmadığı.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

Siyasiler topluma kendilerinin yol gösterdiğini varsayarlar. Çok zaman gerçekten de böyledir. Ama toplumun siyasilerine yol göstereceği konjonktürler de olabilir. Örneğin şimdiki durum: "O da var, bu da var" diyor toplum, "Ve birbirlerinin düşmanı olmaları, birinin ötekini yok etmesi gerekmiyor"

Görebildiğim kadarıyla “yaprak dökümü” halinde istifa edenler, başlangıçtaki MHP’den ayrılma kadrolardan çok sonradan katılanlar. Yani benim “bir ılımlı sağ” beklentisiyle harekete katıldığını sandığım kadrolar

Anadolu burjuvazisiyle birlikte yıllardan beri büyük kentlere göçüp yerleşen yoksul kesimi de hesaba katmak gerekiyor. Bunlar da Tayyip Erdoğan’ın “yerli ve milli” sınıflamasına uyuyorlar. Böylece AKP kendi içinde paradoksal bir sınıfsal ittifak taşıyor: denebilir ki parayla en fazla tanışık kesimle en az tanışık kesimin ittifakı

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Erdoğan büyük oynadı: Bilerek ve isteyerek anayasayı çiğniyorlar - Murat Belge
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Erdoğan büyük oynadı: Bilerek ve isteyerek anayasayı çiğniyorlar

255 11
07.01.2024

Diğer

07 Ocak 2024

Tayyip Erdoğan Türkiye'yi bir Cumhuriyet olarak kurulduğundan beri yaşadığı rejimden çıkarmak istiyor. "İstemek"ten öte, bunu yapmaya kararlı olduğu görülüyor. O rejimden çıkıp nereye girecek Türkiye? Orası pek belli değil. Daha doğrusu adının ne olacağı önemli değil. Önemli olan -şimdilik- bulunduğu yerden çıkması. Adı ne olacaksa olsun, "İslami" bir çağrışımı olması yeterli. Süreçleri izlerken benim çıkardığım eğilim, Erdoğan açsından, bu "İslami çağrışımdan" çok, yeni rejimin Tayyip Erdoğan için "biçilmiş kaftan" dedikleri türden, tam ona uygun olması. Onun iradesini durduracak, yavaşlatacak, değiştirecek başka bir iradeye yer verilmemeli. İsterseniz "Harun Reşid" adını verin. Ayrıca o kadar doğrucu olmanız da gerekmiyor.

Bu kadar değiştirmeye kararlı olunca bunu yapacak araçları, usulleri var olan rejimin içinde bulmak mümkün değil. "İçinde bulmak" bir yana, istenen yere ulaşmak için olan araçları, usulleri pek de hukuki olmayan bir biçimde eğip bükmem gerekecektir -diye düşünüyordum ben. Tayyip Erdoğan ve bu yolu onunla birlikte yürümeye kararlı olan kesim sürecin bir aşamasında kural bozmak zorunda kalırlar, diyordum. Ve bu "kural bozma" durumu, yapılmak istenen işin mahiyeti düşünülecek olduğunda, fiilen bir "suç" olabilir tahmininde bunuyordum. Doğru düşünmüşüm. Oraya geldik. Ama "oraya", beni tahmin edemediğim kadar sert ve radikal bir şekilde geldik. Bozmak gereğini duyacakları şeyin doğrudan doğruya "anayasanın kendisi" olmasını beklemiyordum. Tayyip Erdoğan büyük oynadı.

Olan işin mahiyeti üstüne kemküm etmenin bir gereği ya da anlamı yok. Zaten herkes adını koyarak konuşuyor. "Darbe" diyorlar. Evet. Öyle. Erdoğan ve çevresi bilerek ve isteyerek anayasayı çiğniyorlar.

Bunu yapmak "cesaret ister", değil mi?

Ama belki de istemez. Yani, elinin altında, başlattığın sürecin arkasını getirmene yetecek fiziksel güç varsa, sen de o fiziksel gücün orada olduğunu biliyorsan, bu artık cesaret filan istemez.

Şu geldiğimiz noktada iktidar Anayasa Mahkemesi gibi Yargıtay'ın da son derece saygıdeğer ve onsuz edilmez bir hukuk kurumu olduğunu, eldeki anayasanın bu iki merci arasında bir görüş ayrılığı çıkması ihtimalini yeterince düşünmediğini, dolayısıyla çıkarsa ne yapılması gerektiğini hiç düşünmediğini öne sürecektir. "Anayasayı değiştirelim" önerisiyle işe girişme çağrısı yapacaktır. Dediğim gibi, yaptığı hukuk-dışı dayatmayı kabul etmek zorunda kalacak bir muhalefetle karşılaşıyorsa bu yoldan yürüyecektir. İktidarın yukarıda bir muhtemel örneğini verdiğim bir "akıl yürütmesi" konuyu tekrardan Anayasa için çekmez. Toplumdaki herkes Anayasa'nın şu maddesinden, bu maddesinden hoşnutsuz olabilir, değişmesini isteyebilir. Ama kendi belirtilmiş prosedürleri içinde Anayasa değişmemişse, herkes orada yazılı olduğu gibi davranmak zorundadır. Böyle bir şey olmadı. Anayasa Mahkemesinin bu koşullarda son sözü söyleme yetkisine sahip olduğu gereken sarahet çerçevesinde dile getirmeye devam........

© T24


Get it on Google Play