Diğer

27 Kasım 2023

AKP iktidarıyla birlikte, etik davranışın dışına çıkan yığınla durumla karşılaşmaya alıştık. Bunların bir kısmı yalnız “etik dışı” değil, aynı zamanda “yasa dışı.” Böyle olması önemli, ama etiği zorlayan durumlar kadar önemli görünmüyor bana. Görünmemesi şundan: böyle işler yapmaya teşne insanlar, her zaman ve her yerde vardır. İnsan toplumunda “suç” suçsuzluktan daha sık görmeye alıştığımız bir şey. Üstelik, bazı (“açıkgöz” diyelim) insanlar geçinmek ya da zengin olmak için suç temelinde bir hayat tarzı kurmayı seçebiliyor, seçiyor.

Okuyoruz, bir yerden işitiyoruz: birini öldürmüş adamın biri. Şaşırtıcı bir yanı yok çünkü ha bire oluyor. Ama bu adam öldürdüğü adamın kafasını kesmiş, buzdolabına koymuş... Şimdi, böyle bir davranışa da “etik dışı” demek herhalde saçma olur: “etik” değil, her türlü “insanlık” dışı demek, söylenebileceklerin en hafifi. Düşünemiyorum: hangi aletle? Nasıl? Kestiği kafayı nasıl tutuyor, nasıl buzdolabına götürüyor? Bunları yapan bir kişi nasıl olunur?

Böyle bir eylemle hiç ilgisi yok, diyebiliriz: paralarla oynayan, böyle tuhaf gösteriler yapan insanlar türedi! Şimdilerde bunları tutuklar oldular. Oynadıkları o paraları “kazanmak” için suçlar işlemişlerse, tamam, tabii tutuklanacaklar ama böyle bir eylem yoksa yaptıkları şaklabanlıklar için “tutuklama” bence yanlış! Bazı davranışlar “yasa dışı” olmaksızın “etik dışı” olabilir. Bence bunun “müeyyide”si yoktur, olmaz. Örneğin o “trol orduları…” Birilerine iftira atmak için kafa patlatan, çünkü bunun için maaş alan adamlar. Bunlar bazı insanlara ağırlığı bir şekilde hesaplanabilecek zarar verdikleri için yasanın nesnesi olmalılar. Ama biri saçına dolar bağlayıp dans ediyor diye tutuklanır mı, emin değilim.

Yazının başında “AKP iktidarıyla birlikte” dedim. Böyle demekle o iktidarla bu türden davranışlar arasında bir doğrudan neden-sonuç ilişkisi kurmuyorum tabii. Şunu söylüyorum: Bunlarla ilgisi olmayan nedenlerle AKP siyasi çizgisi şimdi yüzüncü yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet’le, onun yasalarıyla, teamülleriyle, felsefesiyle, değerleriyle barışık değil. Belirli bir sıra içinde bunların yerine başkalarını getirmeye çalışıyor ve yavaş yavaş getiriyor da. Bu gidişat, bu toplumda şimdiye kadar geçerli olmuş kuralları geçerli olmaktan büyük ölçüde çıkarıyor. Bu, hani yatarken “İyi geceler” mi demek doğrudur, “hayırlı geceler” mi gibi bir tartışmaya bile yol açabiliyor. “Teşekkür ederim” demek mi gerekir, “Allah razı olsun” mu demeli? Böyle bir ortamda neyin “etik” olduğu, neyin olmadığı ister istemez yerinden oynar.

Öte yandan, şunu da söyleyelim: Bu yeni (yirmi küsur yıllık) sarsıntılı döneme girmeden önce Cumhuriyet’in Batılılaşmacı laik seçkinleri laik bir etik sistemi kurabilmiş, topluma sunabilmiş, topluma benimsetmeyi başarabilmişler miydi? Böyle olduğunu hiç sanmıyorum. Öteden beri oynak bir zeminde hareket ediyorduk. Ölçüler oturmamıştı ve oturmamış olmasına alışmıştık.

Bu yeni dönemde, ekonominin kötü yönetilmesi gibi durumların getirdiği bunalımlı süreçler, sözgelişi, “döviz gelsin de nasıl gelirse gelsin” gibi tavırları belirleyici hale taşıdı. Bunun sonucu çeşitli mafyalar buraya taşındı… Bunları biliyoruz, her gün tartışıyoruz. Böyle bir ortam da elbette sağlam etik değerlerin yerleşmesi için elverişli ortam değildir.

Ali Yerlikaya İçişleri Bakanı oldu. O zamandan beri polisin tutukladığı yerli ve yabancı çete üyelerinin sayısı tavan yaptı. İnsan şaşırıyor: “Burada bunca yasadışı adam vardı da serbest dolaşıyorlardı da neden hiçbirinin yolu polisinkiyle kesişmiyordu?” Doğal olarak bu şimdi yaygın bir biçimde tartışılan bir konu. Gene doğal olarak, önceki İçişleri Bakanı hakkında birtakım sorular sorulmasına yol açıyor. Süleyman Soylu da bazı asabi jestler yapıyor. Belki bunların da bir gereği ve bir sırası vardır.

AKP çizgisinde bir siyasi partinin iktidara gelmesi durumunda onun uygulamalarıyla toplumun azımsanmayacak bir bölümü (bu arada ben de) arasında köklü anlaşmazlıklar çıkacağı akla gelmeyecek bir şey değildi. Başlangıçta AKP ve Tayyip Erdoğan azla “dikine” bir tavır sergilemediler ama yerlerine yerleştikçe durum değişti. “Tek başına iktidar” konumunun verdiği imkanlarla bir “AKP zenginleri” sınıfı yaratma çabası kolayca tahmin edilebilecek bir şeydi, çünkü zaten Cumhuriyet tarihi boyunca bunun türlü biçimlerini görmüştük. Asıl itişmenin “laiklik” çevresinde olması da elbette beklenmedik bir şey değildi. Bunlar olmakta gecikmedi. İstanbul Sözleşmesi'nin gerçekleşmesine yardımcı olan Tayyip Erdoğan’ın değil de, bu bağlamda “sapık ideoloji” telinden çalan Tayyip Erdoğan’ın daha otantik bir siyasi kişi olduğu kanısındayım.

Bunlar bir yana, “etik” konusunda böyle bir yöne doğru gideceğimizi beklemiyordum. Evet, “dini bütün” iktidarımızın elbette bir “ahlak” anlayışı olacak ve bu anlayış din kurumunda temellenecekti. Ben kendi hesabıma ilahiyattan kaynaklanan ya da destek alan bir etik kavramına hiçbir yakınlık duymam. Spinoza gibi, etiğin tamamen “seküler” olmasına (ve zaten öyle olduğuna) inanırım. Bir toplumun “toplum” olarak yaşaması için ahlak başından beri onsuz edilmez bir kurum. Bağlayıcı olmasını sağlamak için ideolojide yerleşik “en yüce” değerden kaynaklandığı söylenmiş. Ta o zamanlardan başlayarak bugünlere böyle geliyor. Ama, tabii, sonuçta hangi toplumsal kesimin elinden çıktıysa onun damgasını da taşıyor.

Yaygın ve halen de genişleyen toplumsal yoksulluk bir yanda, servet merdiveninin tepedeki basamaklarına bir an önce ulaşmaya çabalayan bir kesim ve hepsinin üstünde değerler kargaşası. Gerilen ortam, gerilen ortamda bir kesimin özellikle büyütmeye çalıştığı ve körüklediği düşmanlık atmosferi…. Türkiye’nin yakın geleceği epey çatışmalı olacağının sinyallerini veriyor.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

İktidarı onun elinden çekip almak yalnız Erdoğan’a değil, bu ülkede İslamcı görüşün iktidar olmasına “ihanet” gibi görülebilir, gösterilebilir

“Anayasa” denilen metin, Tayyip Erdoğan’ın aklına gelen şeyi bir zorlukla karşılaşmadan yürürlüğe koymasını hazırlayan metin olmalı. Bu oluncaya kadar da Erdoğan’a rahat yok

.

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Etik - Murat Belge
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Etik

61 0
27.11.2023

Diğer

27 Kasım 2023

AKP iktidarıyla birlikte, etik davranışın dışına çıkan yığınla durumla karşılaşmaya alıştık. Bunların bir kısmı yalnız “etik dışı” değil, aynı zamanda “yasa dışı.” Böyle olması önemli, ama etiği zorlayan durumlar kadar önemli görünmüyor bana. Görünmemesi şundan: böyle işler yapmaya teşne insanlar, her zaman ve her yerde vardır. İnsan toplumunda “suç” suçsuzluktan daha sık görmeye alıştığımız bir şey. Üstelik, bazı (“açıkgöz” diyelim) insanlar geçinmek ya da zengin olmak için suç temelinde bir hayat tarzı kurmayı seçebiliyor, seçiyor.

Okuyoruz, bir yerden işitiyoruz: birini öldürmüş adamın biri. Şaşırtıcı bir yanı yok çünkü ha bire oluyor. Ama bu adam öldürdüğü adamın kafasını kesmiş, buzdolabına koymuş... Şimdi, böyle bir davranışa da “etik dışı” demek herhalde saçma olur: “etik” değil, her türlü “insanlık” dışı demek, söylenebileceklerin en hafifi. Düşünemiyorum: hangi aletle? Nasıl? Kestiği kafayı nasıl tutuyor, nasıl buzdolabına götürüyor? Bunları yapan bir kişi nasıl olunur?

Böyle bir eylemle hiç ilgisi yok, diyebiliriz: paralarla oynayan, böyle tuhaf gösteriler yapan insanlar türedi! Şimdilerde bunları tutuklar oldular. Oynadıkları o paraları “kazanmak” için suçlar işlemişlerse, tamam, tabii tutuklanacaklar ama böyle bir eylem yoksa yaptıkları şaklabanlıklar için “tutuklama” bence yanlış! Bazı davranışlar “yasa dışı” olmaksızın “etik dışı” olabilir. Bence bunun “müeyyide”si yoktur, olmaz. Örneğin o “trol orduları…” Birilerine iftira atmak için kafa patlatan, çünkü bunun için maaş alan adamlar. Bunlar bazı insanlara ağırlığı bir şekilde hesaplanabilecek zarar verdikleri için yasanın nesnesi olmalılar. Ama biri saçına dolar bağlayıp dans ediyor diye tutuklanır mı, emin değilim.

Yazının başında “AKP iktidarıyla birlikte” dedim. Böyle demekle o iktidarla bu türden davranışlar arasında bir doğrudan neden-sonuç ilişkisi kurmuyorum tabii. Şunu söylüyorum: Bunlarla ilgisi olmayan nedenlerle AKP siyasi çizgisi şimdi yüzüncü yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet’le, onun yasalarıyla, teamülleriyle, felsefesiyle, değerleriyle barışık değil. Belirli bir sıra içinde bunların yerine başkalarını getirmeye çalışıyor ve yavaş yavaş getiriyor da. Bu gidişat, bu toplumda şimdiye kadar geçerli olmuş kuralları geçerli olmaktan büyük ölçüde çıkarıyor. Bu, hani yatarken “İyi geceler” mi demek doğrudur, “hayırlı geceler” mi gibi bir tartışmaya bile yol açabiliyor. “Teşekkür ederim” demek mi gerekir, “Allah razı olsun” mu demeli? Böyle bir ortamda neyin “etik” olduğu, neyin olmadığı ister istemez yerinden oynar.

Öte yandan, şunu da söyleyelim: Bu yeni (yirmi küsur yıllık) sarsıntılı döneme girmeden önce Cumhuriyet’in Batılılaşmacı laik seçkinleri laik bir etik sistemi kurabilmiş, topluma sunabilmiş, topluma benimsetmeyi başarabilmişler miydi? Böyle olduğunu hiç sanmıyorum. Öteden beri oynak bir zeminde hareket ediyorduk. Ölçüler oturmamıştı ve oturmamış olmasına alışmıştık.

Bu yeni dönemde, ekonominin kötü yönetilmesi gibi durumların getirdiği bunalımlı süreçler, sözgelişi, “döviz gelsin de nasıl gelirse gelsin” gibi tavırları belirleyici hale taşıdı. Bunun sonucu çeşitli mafyalar buraya taşındı… Bunları biliyoruz, her gün tartışıyoruz. Böyle bir ortam da elbette sağlam etik değerlerin yerleşmesi için elverişli ortam değildir.

Ali Yerlikaya İçişleri Bakanı oldu. O zamandan beri polisin tutukladığı yerli ve yabancı çete........

© T24


Get it on Google Play