Diğer

24 Kasım 2023

Mayıs seçimlerinden sonra, o zamana kadar bir ortak çalışmayı kırıp dökmeden taşımayı başaran muhalefet partileri seçim sonuçları belli olduktan sonra dağıldılar. Sanırım seçim yaklaşırken onlar da “kazanacağız” inancına sarılmışlardı, ekonominin durumu gibi, bu inancın pekişmesine katkıda bulunan etkenler de vardı. Dolayısıyla sonuçlar bu cephede bir şok yarattı. Seçime az kala Meral Akşener’in başlattığı huzursuzluk da bir uzlaşmaya varamadı. Tersine, güçlendi, çünkü doğrulandı.

Şimdi, somut olayların ve gelişmenin Meral Akşener’i haklı çıkarmasına rağmen, seçim başarısızlığını en ağır biçimde yaşayan partinin İyi Parti olduğunu gözlemliyoruz. Çünkü ortaya çıkan manzara burada istifalara yol açtı ve bu istifa dalgasının kısa zamanda sona ermesi muhtemel görünmüyor. Bunun herhalde birden fazla nedeni var ama şu aşamada “ittifak” konusu özellikle belirleyici görünüyor. Parti içinde, Halk Partisi ile seçim ittifakını sürdürmekte olanların sayısı oldukça fazla gibi. Meral Akşener’in “özü başına” stratejisi herkesi ikna edemiyor belli ki. Böyle düşünenlerin doğruya daha yakın oldukları kanısındayım. Elbette İyi Parti’nin mevzii başarıları olabilir ama bunlar seçimin genel sonucunu belirlemeye yetmeyecektir.

Deva Partisi ya da Davutoğlu ile Saadet’in ittifakına da şans veremiyorum. Oyunu onlara vermeyi düşünecek seçmen kitlesinin öncelikle bakacağı, arayacağı şey “iktidar” olacaktır. O da Tayyip Erdoğan’ın elinde. İktidarı onun elinden çekip almak yalnız Erdoğan’a değil, bu ülkede İslamcı görüşün iktidar olmasına “ihanet” gibi görülebilir, gösterilebilir. Tabii iktidarın parçası gibi görünmenin maddi avantajları hesabın bir parçası olacaktır. İslamcı kesimin şu aşamada “bizi iktidara taşıyan adam”ı terkedeceğine ihtimal vermiyorum.

Bu “muhalif” İslamcı partiler genellikle “ilkesel” nedenlerle Tayyip Erdoğan’ın karşısına dikilme gereğini duydular. Şüphesiz, haklıydılar. Kişisel düzeyde, Reis nezdinde uğradıkları muamele olsan, genel planda Tayyip Erdoğan’ın çizdiği politik çizgiyi izlemek olsun, bunlara karşı durmaları gerekirdi. Gerekirdi ama, yelpazenin o yanında, politik kararlarını ilkesel seçmelere görenlerin sayısı çok değil. Olmadığını, karşımızda biçimlenen resimde de görüp anlayabiliriz. Hele “demokrasi” bu kesimin politik davranışlarını belirleyecek etkenler arasında en arkadan gelenlerden biri olacaktır.

İyi Parti ise MHP’den geliyor! Dolayısıyla asıl kozunu paylaşması gereken yer orası, yani MHP. Ama İyi Parti görece yeni kurulduğu sıralarda bir “liberal sağ” partinin durması beklenecek yerde durmaya niyetli olduğunu göstermeye çalışıyor gibi tavırlar alıyordu. Böyle bir eğilimin geldikleri yerin değerlerini reddetmek anlamına geleceği açıktı; yani bu durumdan hoşlanmayanlar olması normaldi. Hoşlanmayanlar, böyle olduğu için “Oyumu onlara vereceğim” diyenlerden kalabalıktı sanıyorum.

Liberalizm Türkiye’de kitlelerin sempatisini kazanmış bir ideoloji değildir. Bir “kazanım” değil bir “eksiklik” duygusu verir; hani “erkekliği eksik kalmış” gibi bir şey: bağırmayı gerektiren yerde mırıldanan, yumruk atılacak yerde el sıkmaya çalışan… Hele ekonomik değil de politik bağlamlarda kullanıldığında çok zaman “vatan hainliği” gibi algılanan, öyle muamele gören bir ideolojidir.

Örneğin iki “Dünya Savaşı” arasında, faşizm ve Nazizm yükselirken, Türkiye’de intelicensiya da hemen “otoriter rejim” havasına girmişti. “Cumhuriyet” gazetesi Nazizm’e ilan-ı aşk ediyordu. Falih Rıfkı gibi bir yazar “Moskova-Roma” gibi kitaplarında liberal rejimlerin dünyada sonu geldiğini -sevinçle- ilan ediyor ve Mussolini’nin güçlü bir İtalya yaratmakta başarılarını öve öve bitiremiyordu. Hitler Tanrı’nın Almanya’ya bahşettiği bir nimetti.

Falih Rıfkı gibilerin bu anti-liberal tavrının bir nedeni “acelecilik” olabilir. Türkiye geç kalmıştı ve gecikmeden arayı kapatması gerekiyordu. Bunun öyle “liberal” denecek politikalarla yapılamayacağı açıktı. Bizim başımızda “dediği dedik” bir önder olmalıydı. Kimsenin gözünün yaşına bakmamalıydı vb. Böyle düşünceler, şüphesiz, o yıllarla, o dönemlerle sınırlı değil. Ayrıca, başka konularda boğaz boğaza gelen kişiler bu “otoriteryenizmin fazileti” konusunda muhabbetle kucaklaşabilir.

Onun için, MHP’den ayrılmış bir kadronun “liberal sağ” parti kurması herhalde beklenemezdi. Nitekim böyle bir gelişme olmadı. Öyle görünüyor ki Meral Akşener de partisini bu yöne doğru zorlamaktan vazgeçti. (Ya da zaten böyle bir niyeti yoktu.)

“Altılı Masa” gibi bir projenin bazı aydınlara bir başarı olarak değerlendirilmesine rağmen çoğunluğun gözünde güvenilir bir politika olmadığını söylemiştim. Şimdiki duruma bakınca, “Ben dememiş miydim?” diye gururlananlar bunlar. Evet, demiştiniz, haklı da çıktınız. Bir zaman önce Demokrat Parti-Adalet Partisi çizgisinin sonu geldi: bu çizgiden Anavatan Partisi’nin doğmasıyla. Ama o partinin bir “olabilirlik” olarak ufukta belirmesine de, “Milliyetçi Cephe”nin mimarı olarak Süleyman Demirel öncülük etmişti. Yani “liberal sağ” çizgi kendi eliyle ameliyatı gerçekleştirmişti. Bugün de bu koalisyonun bir versiyonu iktidarda.

“Altılı Masa” sürecinde varlığı yokluğu pek belli olmayan parti Demokrat Parti’ydi. Onun izlediği çizgi de Türkiye’de liberal siyasetin kaderi hakkında fikir verir (Tabii Demokrat Parti’nin kendisinin ne kadar “liberal” olduğunu gözlemleyecek zamanımız henüz olamadı.) Bu durum, bu toplumda dengeli bir “partiler siyaseti” yapılmasının ne kadar güç olduğunu ve niçin güçlü olduğunu da bir ölçüde gösteriyor. Sanırım başına “-pan” ekini koymak gereğini duyduğumuz (İslamcı ya da Turancı çizgiler) “sağ” siyaset akımları liberalizm gibi “sade suya tirit” ideolojilerden hazzetmiyor, şöyle kanlı canlı inanç sistemlerine eğilim duyuyorlar.

Yerel seçimlere doğru yol alırken, muhalefetin yapılanması epey dağınık görünüyor.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

“Anayasa” denilen metin, Tayyip Erdoğan’ın aklına gelen şeyi bir zorlukla karşılaşmadan yürürlüğe koymasını hazırlayan metin olmalı. Bu oluncaya kadar da Erdoğan’a rahat yok

.

"Cumhuriyet'e geçiş" olayının iyi mi, kötü mü olduğuna karar vermekte toplumun iki kesimi arasındaki uçurum hemen kendini belli ediyor; ama "önemli" bir olay olduğunu reddeden yok. Evet, en önemli olaylardan biri. Muhtemelen başta geliyor. Peki, bunu medeni bir biçimde, birbirimizin ağzını burnunu kırma ihtiyacı duymadan tartışmamız da mümkün değil mi?

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Seçim sonrası muhalefet partileri - Murat Belge
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Seçim sonrası muhalefet partileri

45 19
24.11.2023

Diğer

24 Kasım 2023

Mayıs seçimlerinden sonra, o zamana kadar bir ortak çalışmayı kırıp dökmeden taşımayı başaran muhalefet partileri seçim sonuçları belli olduktan sonra dağıldılar. Sanırım seçim yaklaşırken onlar da “kazanacağız” inancına sarılmışlardı, ekonominin durumu gibi, bu inancın pekişmesine katkıda bulunan etkenler de vardı. Dolayısıyla sonuçlar bu cephede bir şok yarattı. Seçime az kala Meral Akşener’in başlattığı huzursuzluk da bir uzlaşmaya varamadı. Tersine, güçlendi, çünkü doğrulandı.

Şimdi, somut olayların ve gelişmenin Meral Akşener’i haklı çıkarmasına rağmen, seçim başarısızlığını en ağır biçimde yaşayan partinin İyi Parti olduğunu gözlemliyoruz. Çünkü ortaya çıkan manzara burada istifalara yol açtı ve bu istifa dalgasının kısa zamanda sona ermesi muhtemel görünmüyor. Bunun herhalde birden fazla nedeni var ama şu aşamada “ittifak” konusu özellikle belirleyici görünüyor. Parti içinde, Halk Partisi ile seçim ittifakını sürdürmekte olanların sayısı oldukça fazla gibi. Meral Akşener’in “özü başına” stratejisi herkesi ikna edemiyor belli ki. Böyle düşünenlerin doğruya daha yakın oldukları kanısındayım. Elbette İyi Parti’nin mevzii başarıları olabilir ama bunlar seçimin genel sonucunu belirlemeye yetmeyecektir.

Deva Partisi ya da Davutoğlu ile Saadet’in ittifakına da şans veremiyorum. Oyunu onlara vermeyi düşünecek seçmen kitlesinin öncelikle bakacağı, arayacağı şey “iktidar” olacaktır. O da Tayyip Erdoğan’ın elinde. İktidarı onun elinden çekip almak yalnız Erdoğan’a değil, bu ülkede İslamcı görüşün iktidar olmasına “ihanet” gibi görülebilir, gösterilebilir. Tabii iktidarın parçası gibi görünmenin maddi avantajları hesabın bir parçası olacaktır. İslamcı kesimin şu aşamada “bizi iktidara taşıyan adam”ı terkedeceğine ihtimal vermiyorum.

Bu “muhalif” İslamcı partiler genellikle “ilkesel” nedenlerle Tayyip Erdoğan’ın karşısına dikilme gereğini duydular. Şüphesiz, haklıydılar. Kişisel düzeyde, Reis nezdinde uğradıkları muamele olsan, genel planda Tayyip Erdoğan’ın çizdiği politik çizgiyi izlemek olsun, bunlara karşı durmaları gerekirdi. Gerekirdi ama, yelpazenin o yanında, politik kararlarını ilkesel seçmelere görenlerin sayısı çok değil. Olmadığını, karşımızda biçimlenen resimde de görüp anlayabiliriz. Hele “demokrasi” bu kesimin politik davranışlarını belirleyecek etkenler arasında en arkadan gelenlerden biri olacaktır.

İyi Parti ise MHP’den geliyor! Dolayısıyla asıl kozunu paylaşması gereken yer orası, yani MHP. Ama İyi Parti görece yeni kurulduğu sıralarda bir “liberal sağ” partinin durması beklenecek yerde durmaya niyetli olduğunu göstermeye çalışıyor gibi tavırlar alıyordu. Böyle bir eğilimin geldikleri yerin değerlerini reddetmek anlamına geleceği açıktı; yani bu durumdan hoşlanmayanlar olması normaldi. Hoşlanmayanlar, böyle olduğu için “Oyumu onlara vereceğim” diyenlerden kalabalıktı sanıyorum.

Liberalizm Türkiye’de kitlelerin sempatisini kazanmış bir ideoloji değildir. Bir “kazanım” değil bir “eksiklik” duygusu verir; hani “erkekliği eksik kalmış” gibi bir şey: bağırmayı gerektiren yerde mırıldanan, yumruk atılacak yerde el sıkmaya çalışan… Hele ekonomik değil de politik bağlamlarda kullanıldığında çok zaman “vatan hainliği” gibi algılanan, öyle muamele gören bir ideolojidir.

Örneğin iki “Dünya Savaşı” arasında, faşizm ve Nazizm yükselirken, Türkiye’de intelicensiya da hemen “otoriter rejim” havasına girmişti. “Cumhuriyet” gazetesi Nazizm’e ilan-ı aşk ediyordu. Falih Rıfkı gibi bir yazar “Moskova-Roma” gibi........

© T24


Get it on Google Play