Diğer

04 Aralık 2023

“Değişim” deniyor, “yenilenme” deniyor. Halk Partisi içinde çeşitli çevrelerde bunlar sosyal-demokrat bir kimlik edinme anlamında söyleniyor, anlaşılıyor. “Sosyal-demokrat” olmak, evet, Halk Partisi için bir değişim ve yenilenme anlamına gelir çünkü Halk Partisi hiçbir zaman sosyal-demokrat olmadı. Buna en fazla yaklaştığı dönemlerde, örneğin Ecevit zamanında da sosyal-demokrat olmadı. Ancak şimdi durum daha karmaşık. Şimdi, yıllardan beri sosyal-demokrat olagelmiş partiler de değişme ihtiyacı duyuyorlar. Son otuz kırk yıl içinde dünya belki çoğumuzun teşhis edebildiğinden daha fazla değişime uğradı. Değişen bu dünyada “sol” ne demek? “Sosyal-demokrat” bu dünyada ne anlama geliyor? Ne anlama gelmeli?

Solun bütün çeşitleri, renkleri Marx’tan etkilenmiştir, kimi daha az kimi daha çok. Marx, dünyanın önüne sosyalizm ütopyasını koyarken bunu gerçekleştirecek somut, maddi gücün ne olabileceğini de düşünüyordu. Düşünmesi de gerekiyordu. Onun verdiği cevap bilindiği gibi, “işçi sınıfı” idi. Özel mülkiyeti o lağvedecek, böylece “sınıfsız toplum”u o kuracaktı. Bunu yapacak güce sahipti. Örgütlüydü, kolay örgütlenebilme imkanları vardı. Sayıca büyük bir çoğunluk meydana getiriyordu. Eksiği “beyin gücü” idi. Çünkü hayat koşulları onu fiziksel emek yönüne iteliyordu. Eğitimi yok denecek kadar azdı. Marx bunu da düşünerek sosyalizmin gerçekleşmesi için işçi sınıfının “felsefe” ile buluşması gerektiğini söylüyordu.

Bugün burada mıyız? Marx’ın sözünü ettiği ve dünyayı değiştirmesini beklediği işçi sınıfı var mı, varsa nerede?

Sosyalist düşünce ile sosyalist politik pratiğin her zaman güçlü olduğu Fransa’da geleneksel olarak sola, özellikle de komünizme oy veren işçi semtleri, mahalleleri vardır. Bir süreden beri bu bölgelerin oy kullanma alışkanlıkları radikal bir biçimde değişti. Solun bu kaleleri şimdi Marine Le Pen’e veriyor oylarını. Ne oldu, nasıl oldu? Çok iyi bilmiyoruz ne olduğunu, ama durum bu.

Bu dediğim yalnız Fransa’da mı oldu? Paris’in proleter varoşlarında mı oldu bu değişim? Hayır. Bütün dünyada oldu. Diyelim ki hain kapitalistler kendi hegemonyaları altında yaşayan işçi kitlelerini kandırmayı başardılar, onları “ehlileştirdiler”, devrimci potansiyellerini ellerinden aldılar. “Uyutulan kitleler” hikayesi. Ama yıllarca ve yıllarca, kendini “komünist” olarak tanımlayan toplumlarda oluşmuş proletarya ne yapıyor? Onlar bir komünist toplumda yaşadıkları için nasıl bir bilinç geliştirmişler?

Zengin ülkelerin işçi sınıfları bu ülkelere kapağı atmaya çalışan yoksul ülke göçmenlerini durdurmak üzere “gösteri, eylem” yapıyorlar. “Proletarya enternasyonalizmi”nin vardığı yer burası.

Normal hayat pratiklerine baktığımızda işçi sınıfının geleceğin dünyasının sinyallerini veren yaşama biçimleri ürettiğini görmüyoruz. “Radikal” denebilecek düşüncelerle herhangi bir alışveriş içine girdiklerini görmüyoruz.

Bunlar, şüphesiz, değişebilir şeyler. Ama değişmeyi sağlayacak sürecin başı demek olan, “ne olduğunu anlama ve adını koyma” aşamasına bile geldiğimiz söylenemez. Marx’ın Engels ile birlikte “Manifesto”yu yazdıkları günlerde gördüğü işçi sınıfının bugün de varolduğu, aynı potansiyellerle varolduğu inancına ilişmeden yaşıyoruz. Dolayısıyla o günkü beklentilerimizin hiçbiri olmuyor, gerçekleşmiyor.

Dünya elbette değişecek, hem de çok radikal biçimlerde de değişebilecek. Ama dünyada bir “sağ” ve bir “sol” olacak. Kazandığı çıkarlara sıkı sıkı sarılıp muhafazakarlaşan kesimler hep olacak; “Bu işler böyle gitmiyor, değişim gerek” diyenler de hep olacak. Bu çerçevede, neyin değişmesini talep etmek “sol” bir taleptir? Ben kendi hesabıma bu alanda bir önermede bulunabilecek bir donanıma sahip değilim. Kendimce birtakım “ihtiyat payları” koyarak şöyle bir şeyler söyleyeyim: sosyalizmi hep özel mülkiyetin ortadan kaldırılması olayının çevresinde düşündük. Uzun vadeli bir hedef olarak bunun geçerliliği devam ediyor olabilir-muhtemelen ediyordur. Ama bu demokratik bir toplum için verilmesi gerekli mücadelenin ihmal edilmesi anlamına gelmemeli.

Geliyordu. Örneğin Türkiye’de “feminizm” ancak 12 Eylül’ü izleyen dönemde konuşulan, tartışılan bir konu haline geldi. Tartışılırken, “sol”u temsil etme iddiasıyla davranan belirli kişiler bu tartışmanın “davayı zayıflattığını” ileri sürdüler. Bütün enerjimizi özel mülkiyetin lağvedilmesi mücadelesinde yoğunlaştırmalıydık. Kapitalizme vurulacak “bitirici” darbe burada mümkündü; bu darbe vurulduktan sonra geri kalan bütün sorunlar çözülürdü. Şimdi bunu yapacak yerde yok kadın-erkek eşitliği, yok ev-içi emeği gibi işlerle uğraşmak sosyalist mücadeleyi sulandırırdı vb.

Oysa, hayır. Feminizmin hedefleri için, ırkçılığa, nükleer silah yarışına karşı, doğanın doğallığını korumaktan yana mücadele atmak, sosyalizm için mücadele etmekten farklı bir şey değildir. Bunlar, sosyalizm mücadelesinin “asli” ögeleridir. Demokrasi için, bütün kurumlarıyla ve bütün toplumsal alanlarda yaşatılacak bir demokrasi sosyalizmden farklı bir şey değildir.

Deyip, şimdilik bitireyim. Ama bu sorunsal çevresinde kafa yormaya devam edeceğim.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

İstanbul Sözleşmesi'nin gerçekleşmesine yardımcı olan Tayyip Erdoğan’ın değil de, bu bağlamda “sapık ideoloji” telinden çalan Tayyip Erdoğan’ın daha otantik bir siyasi kişi olduğu kanısındayım

İktidarı onun elinden çekip almak yalnız Erdoğan’a değil, bu ülkede İslamcı görüşün iktidar olmasına “ihanet” gibi görülebilir, gösterilebilir

“Anayasa” denilen metin, Tayyip Erdoğan’ın aklına gelen şeyi bir zorlukla karşılaşmadan yürürlüğe koymasını hazırlayan metin olmalı. Bu oluncaya kadar da Erdoğan’a rahat yok

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Sosyal-demokrat - Murat Belge
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sosyal-demokrat

57 18
04.12.2023

Diğer

04 Aralık 2023

“Değişim” deniyor, “yenilenme” deniyor. Halk Partisi içinde çeşitli çevrelerde bunlar sosyal-demokrat bir kimlik edinme anlamında söyleniyor, anlaşılıyor. “Sosyal-demokrat” olmak, evet, Halk Partisi için bir değişim ve yenilenme anlamına gelir çünkü Halk Partisi hiçbir zaman sosyal-demokrat olmadı. Buna en fazla yaklaştığı dönemlerde, örneğin Ecevit zamanında da sosyal-demokrat olmadı. Ancak şimdi durum daha karmaşık. Şimdi, yıllardan beri sosyal-demokrat olagelmiş partiler de değişme ihtiyacı duyuyorlar. Son otuz kırk yıl içinde dünya belki çoğumuzun teşhis edebildiğinden daha fazla değişime uğradı. Değişen bu dünyada “sol” ne demek? “Sosyal-demokrat” bu dünyada ne anlama geliyor? Ne anlama gelmeli?

Solun bütün çeşitleri, renkleri Marx’tan etkilenmiştir, kimi daha az kimi daha çok. Marx, dünyanın önüne sosyalizm ütopyasını koyarken bunu gerçekleştirecek somut, maddi gücün ne olabileceğini de düşünüyordu. Düşünmesi de gerekiyordu. Onun verdiği cevap bilindiği gibi, “işçi sınıfı” idi. Özel mülkiyeti o lağvedecek, böylece “sınıfsız toplum”u o kuracaktı. Bunu yapacak güce sahipti. Örgütlüydü, kolay örgütlenebilme imkanları vardı. Sayıca büyük bir çoğunluk meydana getiriyordu. Eksiği “beyin gücü” idi. Çünkü hayat koşulları onu fiziksel emek yönüne iteliyordu. Eğitimi yok denecek kadar azdı. Marx bunu da düşünerek sosyalizmin gerçekleşmesi için işçi sınıfının “felsefe” ile buluşması gerektiğini söylüyordu.

Bugün burada mıyız? Marx’ın sözünü ettiği ve dünyayı değiştirmesini beklediği işçi sınıfı var mı, varsa nerede?

Sosyalist düşünce ile sosyalist politik pratiğin her zaman güçlü olduğu Fransa’da geleneksel olarak sola, özellikle de komünizme oy veren işçi semtleri, mahalleleri vardır. Bir süreden beri bu bölgelerin oy kullanma alışkanlıkları radikal bir biçimde değişti. Solun bu kaleleri şimdi Marine Le Pen’e veriyor oylarını. Ne oldu, nasıl oldu? Çok iyi bilmiyoruz ne olduğunu, ama durum bu.

Bu dediğim yalnız Fransa’da mı oldu? Paris’in proleter varoşlarında mı oldu bu değişim? Hayır. Bütün dünyada oldu. Diyelim ki hain kapitalistler kendi hegemonyaları altında yaşayan işçi kitlelerini kandırmayı başardılar, onları “ehlileştirdiler”, devrimci potansiyellerini ellerinden aldılar. “Uyutulan kitleler” hikayesi. Ama yıllarca ve yıllarca, kendini “komünist” olarak tanımlayan toplumlarda oluşmuş proletarya ne yapıyor? Onlar bir komünist toplumda yaşadıkları için nasıl bir bilinç geliştirmişler?

Zengin ülkelerin işçi sınıfları bu ülkelere kapağı atmaya çalışan yoksul ülke göçmenlerini durdurmak üzere “gösteri, eylem” yapıyorlar. “Proletarya enternasyonalizmi”nin vardığı yer burası.

Normal hayat pratiklerine baktığımızda işçi sınıfının geleceğin dünyasının sinyallerini veren yaşama biçimleri ürettiğini görmüyoruz. “Radikal” denebilecek düşüncelerle herhangi bir alışveriş içine girdiklerini görmüyoruz.

Bunlar, şüphesiz, değişebilir şeyler. Ama değişmeyi sağlayacak sürecin başı demek olan, “ne olduğunu anlama ve adını koyma” aşamasına bile geldiğimiz söylenemez. Marx’ın Engels ile birlikte “Manifesto”yu yazdıkları günlerde gördüğü işçi sınıfının bugün de varolduğu, aynı potansiyellerle varolduğu inancına ilişmeden yaşıyoruz. Dolayısıyla o günkü beklentilerimizin........

© T24


Get it on Google Play