Diğer

03 Ocak 2024

Bir yanda “kulakları sağır eden” bir sessizlik. Kendi sesine hayran, kendi sesinden ya da mahallesinden çıkan sesler dışında bir şey duymayan geniş kitleler. Öyle bir “duymama” hali ki bu, bilse de görse de; her şeyi bırak hissetse de sessiz…

Bir yanda “gürültü.” Öyle bir gürültü ki kelimeleri, cümleleri, bazen hayatı anlaşılmaz bir hâle getiriyor. Natalia Anteleva’nın Stanford Üniversitesi merkezli John S. Knight Gazetecilik Bursu yararlanıcılarının ortak blogu için yazdığı makaleye göre, gürültü “yeni sansür.” Makaleyi Ümit Alan’ın 10 Haber’de yazdığı köşeden öğrendim. Son atıf Baudrillard’a: “Gerçekliğin yok oluşu modern tarihin en önemli olayı.”

3 bin 530 sayfa, 324 klasörden oluşan, 18’i tutuklu 108 siyasetçinin yargılandığı Kobani davası; gerçekliğin yok edildiği iddialar, iktidar ve medyasının gürültülü propagandasında kaybolanlar ve suçlananların savunmalarının, söylediklerinin duyulmaması, duymamazlıktan gelinmesi ile sona yaklaşıyor. Pek muhtemel yargılanan hemen herkese “ceza yağacak.”

Sona yaklaşan davada bir haftadır Selahattin Demirtaş savunma yapıyor. O kadar az yerde haber oluyor ki söyledikleri... Ama bir yandan tarihe not düşüyor. 2024’ün ilk duruşma günü Edirne Cezaevi’nden devam ettiği savunmasını izlemek üzere Çağlayan Adliyesi’ne gittim. Yılın son günü babasını kaybetti. Demirtaş, “iktidardan bir talebi olmaması için” cenazesine gitmedi. Babası Tahir Demirtaş vefat etmeden önceki hafta yaptığı savunmada şunları söylemişti:

“Benim annem, babam cezaevine gelirken kaza geçirdi. Ölümden döndüler, günlerce hastanede kaldılar, sakat yattılar, 10 dakika telefonla görüşme hakkı verdiler. Hâlâ sakatlar. Kaza geçirdiler, benim annem sakat kaldı. Benim annem sakat şu anda, tekerlekli sandalyede, buraya gelemiyor. Cezaevi yollarında kaç aile kaza geçirdi? Neler yaşatmadınız ki bize? Edirne’ye koymasaydılar beni Ankara’ya koysalardı bu yolları çekmek zorunda kalmazdık.”

Burada bir not ekleyeyim. Her hafta eşi Başak Demirtaş Diyarbakır’dan Edirne’ye gidip geliyor. Bu yolculuklardan birinde, 6 Aralık 2019’da Selahattin Demirtaş’ın anne-babasının bulunduğu araç kaza yapmıştı.

Demirtaş geçen haftaki savunmasında, “Cezaevinde bir yakınının ölümünün ne hissettirdiğini” de anlatmıştı arkadaşlarına atıfla:

“İnsan cezaevinde kardeşini, annesini yitirdiğinde nasıldır? Allah hiçbirinize göstermesin diyelim. Küçük bir hücrede sıfır iletişiminiz varken herhangi bir yakınınıza sarılma hakkınız sıfır iken bu arkadaşlarımız bu acıları yaşadılar ve suçsuzdular. O zaman bile tahliye etmediniz. Arkadaşlarımızın annesi babası kardeşi vefat etti, taziyelerine bir saat gitti geldiler, acılarını hücrede yaşadılar. Figen Yüksekdağ yedi yıldır tutukluydu yakınını kaybettiğinde. Diyemediniz düşmanlık bir yana burada bir insani trajedi var. Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ jandarmalar eşliğinde 1 saat gidip yeniden aynı hücreye geri döndüler.”

Gültan Kışanak, 9 Ağustos 2023’te ablası Zeynep Özer’i, Figen Yüksekdağ 2 Kasım 2023’te ağabeyi Necmi Yüksekdağ’ı kaybetmişti.

Selahattin Demirtaş, 2024’ün ilk duruşma günü konuşmasına, “Savunmamı okuma yazması olmamasına rağmen alın teriyle yedi çocuğunu üniversitede okutan emekçi babama; Tahir Usta’ya ve onun şahsında evlat acısı, evlat hasreti çeken tüm ana babalara ithaf ediyorum” diye başladı. Mahkeme Başkanı söz vermeden önce “Başınız sağ olsun” dedi. Bu arada savunmanın bir yerinde Demirtaş, şöyle bir cümle kurdu:

“Zenginlerin çocukları savcı, hâkim olmazlar. Yoksul çocuklarıdır savcı hâkim olanlar. Yoksulu yoksula yargılatıyor bu sistem. Ben, kardeşlerim okuyabilelim diye babam çok çalıştı. Annem gece yarılarına kadar başkalarına elbise dikerek aileye katkı sağladı.”

Demirtaş, babasının vefatının acısı olmasına rağmen “halka karşı sorumluluğu olduğunu” söyleyerek savunmasına devam etti.

Savunmasında, Türkiye’den ve dünyadan akademisyenler, edebiyatçılar ve felsefecilerden sık sık alıntılar yaptı. İlk insandan bugüne iyilik ve kötülüğün karşı karşıya gelişini; dinsel metinler ve siyasal olaylarla bugüne bağladı. Benim dün en çok dikkatimi çeken bölümlerden biri ise “Türkler ile Kürtlerin ayrıştırılmasını nöropsikolojik olarak anlattığı” bölümdü. Beyindeki 'amigdala'dan ve 'frontal lob’dan bahsetti. Amigdala; yani kişinin korku, kaygı ve endişelerini yöneten badem şeklindeki yapı. Frontal lob; yani düşünme, muhakeme etme ve ahlâki yargı, dürtü kontrolü, empati ve analitik düşünme gibi işlevleri yürüten bölüm.

Demirtaş, bu kısımda şöyle konuştu:

“Bizim gelişmiş ‘beyin’ dediğimiz frontal bölge, tehlikenin gerçek olup olmadığına karar verir. Hızla der ki, ‘Burada tehlike yok, vücut normale dönsün.’ Kortizon ve adrenalin sekmesi normale iner, kan basıncı, nabız düşer; vücudumuz eski haline gelir. O lob bölgesindeki bilgimiz, hafızamız, birikimimiz, etik değerlerimiz, görgü kurallarımız, ideolojimiz, dinimiz, inancımız, travmalarımız; ne varsa artık burada hızlı bir şekilde işlenir ve ona göre tepki ortaya koyarız. Bizi diğer canlılardan ayıran işlem tam olarak burada olur. Hızlı evrimleşmiş ve halen her saniye bilgi birikimiyle evrimleşmeye devam eden bölge de 'frontal lob' bölgesidir. Eğer 'frontal lob' bölgenize herhangi bir konuda aşırı yükleme yapılmışsa gördüğünüz birçok şeyi tehdit ve tehlike olarak algılarsınız. Mesela size milyon kere ‘terörist’ denmişse frontal lob bölgenizde bu bilgi kayıtlıdır artık. 'Amigdala'dan gelen tehdit algısında, frontal bölge Kürtleri o kadar çok tehdit olarak duymuş, kaydetmiş ki yapacak bir şey yok. Milli Eğitim müfredatı yoluyla, tarikatlar yoluyla, medya yoluyla, bugün sosyal medya yoluyla, İletişim Başkanlığı yoluyla Kobani davası ve burada yargılananlar ‘teröristtir’ diye yüklenmiş milyon defa. Artık frontal lob bölgesi gerçekleri ayırabilecek durumda değil. İdeolojik olarak belli bir sistem çerçevesinde o bölge bilgi kirliliğiyle, yalanla, iftirayla, yanlış bilgilerle doldurulduğu için kişi onu artık tehdit olarak algılıyor.”

Selahattin Demirtaş’ın “beyine kazınan ön yargılar” ile ilgili anlattıkları dikkat çekiciydi. Ve Türkiye’de siyasetçilerin “Türklük tanımı” üzerine söyledikleri:

“Bazen herkes Türk’tür, bazen sadece Türkler Türk’tür bazen Kürtler Kürt’tür, bazen Kürtler yoktur. Bazen bütün dünya Türk’tür. Duruma göre, ihtiyaca göre değişen pragmatist Türklük tanımı yaratıldı.”

Demirtaş, insan hakları konusunda çalışan bir avukatken de siyaset yaparken de barışı savundu. Hatta “çözüm süreci” olarak tanımlanan dönemde bugünkü iktidar ile birlikte silahların susması için çaba sarf etti. Geçen haftaki savunmasında da bu noktanın altını çizmiş, “Ölen 12 asker benim kardeşimdir” demişti. Savunmada bir de çağrı yapmıştı:

“Türk ve Kürt el ele verirse, ‘Savaşa karşıyız’ diyebilirse birlikte ve kardeşçe yaşamak çok daha mümkün olabilir. Huzuru sağlamak, demokrasiyi büyütmek çok daha kolay olur. Biz barış isteyen, demokratik çözüme inanan siyasetçileriz. Sırf bunu istedik diye yıllarca rehin tutulmamıza rağmen halen içeriden ‘barış’ diye haykırıyoruz. Ülkeyi yönetenlerde oturdukları sıcak yerden her gün savaş kararları veriyorlar. Türk halkının bu ikiyüzlülüğü artık görmesi lazım.”

Demirtaş’ın; Baumann’ın “akışkan modernite” kavramı ışığında hem göçü hem de emperyalizmi analiz ettiği bir bölüm de vardı:

“Fransa’sından Belçika’sına; sen Afrika’da, Asya’da bütün coğrafyayı sömürüp kendi zenginliğine zenginlik katarken, insanları perişan ederken iyiydi. Belçika Kongo’yu sömürge olarak kullanıp ayrılırken sadece üç tane kamu görevlisi Kongoluydu. Bu kadar geri bıraktılar, bu kadar perişan ettiler Kongo’yu. Belçika’ya çok arkadaşımız gitmiştir, görmüştür. Avrupa Parlamentosu orada. Avrupa’nın birçok etkili kurumu orada. Bize demokrasi pazarlıyorlar. Demokratlık pazarlıyorlar. İspanya, Fas’tan çekilirken arkasında bir doktor, bir avukat, bir ticaret uzmanı bıraktı. Avrupa ve Almanya sömürdüğü bütün altın, maden, petrol, gazla zenginleşirken eğitimini, bilimini geliştirirken dünyanın Doğu’su geri kaldı. Geri bıraktırdılar. Portekiz, Mozambik’ten geri çekilirken arkasında yüzde 99 oranında okuma yazma bilmeyen nüfus bıraktı. Portekizliler bugün yaptıkları muhteşem ülkeyle, demokrasiyle gurur duyuyorlar. Şimdi bu ülkelerden gelen göçmenleri istemiyorlar. Sizin çaldığınız malların peşinden geliyor bu insanlar. Kendi mallarının peşinden geliyor. Göç mülteci akımı dediğimiz şey budur.”

Ve Türkiye’nin de içinde bulunduğunu söylediği durum:

“Dünyada pek çok ülkenin kontrolünün uluslararası sermayenin elinde olduğu, siyasetin yerel kaldığı, siyasetçilerin elinde güç olmadığı; bütün bunların hesabının sorgulanmadığı bir dönemde biz yargılanıyoruz. Güç sizin elinizde de değil. Güç AKP iktidarında da değil. Siyasetçilerin elinde güç yok. Sorumluluk var, yetki yok. Güç uluslararası sermayenin elinde, emperyalizmin elinde. Yönlendirme gücü onlardadır. Hesaplarına ne geliyorsa, lokal yerel siyasetlerinde onu kurabilme becerisine sahipler.”

Selahattin Demirtaş’ın savunmasını kimileri “duymazlıktan” gelecek. Ya da kimi cümleleri cımbızlayarak istediği gibi yorumlayacak, aleyhine kullanacak. Ancak Türkler ve Kürtler, birlikte yaşamı ve barışı isteyenler birbirine kulağını ve yüreğini açmalılar. Beynimizin birbirine karşı oluşturduğu travmaları kim üretti, kim kaydetti, kim korkularımızı, öfkelerimizi kontrol edilemez aşamaya getirdi; düşünmeliyiz.

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı.

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

Peki bundan sonra ne olacak? Ne beklenebilir?

Zühtü Arslan'ın parti kapatılmasından 367 kararına kadar ilkesel duruşu önemli… O dönem henüz iktidarının başında olan, AB'yi hedeflediğini söyleyen, 'Müslüman demokrat' olduğunu iddia eden yönetim için Arslan'ın tavrı önemliydi. Ancak iktidar devlet oldukça, devleti partileştirdikçe Arslan ile aradaki mesafe açıldı

2016’da yerine kayyım atanan Ahmet Türk, Mardin’den yeniden belediye başkan aday adayı oldu

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Demirtaş’ın duruşmasından izlenimler: Kürt sorununda ‘frontal lob’ etkisi - Murat Sabuncu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Demirtaş’ın duruşmasından izlenimler: Kürt sorununda ‘frontal lob’ etkisi

101 13
03.01.2024

Diğer

03 Ocak 2024

Bir yanda “kulakları sağır eden” bir sessizlik. Kendi sesine hayran, kendi sesinden ya da mahallesinden çıkan sesler dışında bir şey duymayan geniş kitleler. Öyle bir “duymama” hali ki bu, bilse de görse de; her şeyi bırak hissetse de sessiz…

Bir yanda “gürültü.” Öyle bir gürültü ki kelimeleri, cümleleri, bazen hayatı anlaşılmaz bir hâle getiriyor. Natalia Anteleva’nın Stanford Üniversitesi merkezli John S. Knight Gazetecilik Bursu yararlanıcılarının ortak blogu için yazdığı makaleye göre, gürültü “yeni sansür.” Makaleyi Ümit Alan’ın 10 Haber’de yazdığı köşeden öğrendim. Son atıf Baudrillard’a: “Gerçekliğin yok oluşu modern tarihin en önemli olayı.”

3 bin 530 sayfa, 324 klasörden oluşan, 18’i tutuklu 108 siyasetçinin yargılandığı Kobani davası; gerçekliğin yok edildiği iddialar, iktidar ve medyasının gürültülü propagandasında kaybolanlar ve suçlananların savunmalarının, söylediklerinin duyulmaması, duymamazlıktan gelinmesi ile sona yaklaşıyor. Pek muhtemel yargılanan hemen herkese “ceza yağacak.”

Sona yaklaşan davada bir haftadır Selahattin Demirtaş savunma yapıyor. O kadar az yerde haber oluyor ki söyledikleri... Ama bir yandan tarihe not düşüyor. 2024’ün ilk duruşma günü Edirne Cezaevi’nden devam ettiği savunmasını izlemek üzere Çağlayan Adliyesi’ne gittim. Yılın son günü babasını kaybetti. Demirtaş, “iktidardan bir talebi olmaması için” cenazesine gitmedi. Babası Tahir Demirtaş vefat etmeden önceki hafta yaptığı savunmada şunları söylemişti:

“Benim annem, babam cezaevine gelirken kaza geçirdi. Ölümden döndüler, günlerce hastanede kaldılar, sakat yattılar, 10 dakika telefonla görüşme hakkı verdiler. Hâlâ sakatlar. Kaza geçirdiler, benim annem sakat kaldı. Benim annem sakat şu anda, tekerlekli sandalyede, buraya gelemiyor. Cezaevi yollarında kaç aile kaza geçirdi? Neler yaşatmadınız ki bize? Edirne’ye koymasaydılar beni Ankara’ya koysalardı bu yolları çekmek zorunda kalmazdık.”

Burada bir not ekleyeyim. Her hafta eşi Başak Demirtaş Diyarbakır’dan Edirne’ye gidip geliyor. Bu yolculuklardan birinde, 6 Aralık 2019’da Selahattin Demirtaş’ın anne-babasının bulunduğu araç kaza yapmıştı.

Demirtaş geçen haftaki savunmasında, “Cezaevinde bir yakınının ölümünün ne hissettirdiğini” de anlatmıştı arkadaşlarına atıfla:

“İnsan cezaevinde kardeşini, annesini yitirdiğinde nasıldır? Allah hiçbirinize göstermesin diyelim. Küçük bir hücrede sıfır iletişiminiz varken herhangi bir yakınınıza sarılma hakkınız sıfır iken bu arkadaşlarımız bu acıları yaşadılar ve suçsuzdular. O zaman bile tahliye etmediniz. Arkadaşlarımızın annesi babası kardeşi vefat etti, taziyelerine bir saat gitti geldiler, acılarını hücrede yaşadılar. Figen Yüksekdağ yedi yıldır tutukluydu yakınını kaybettiğinde. Diyemediniz düşmanlık bir yana burada bir insani trajedi var. Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ jandarmalar eşliğinde 1 saat gidip yeniden aynı hücreye geri döndüler.”

Gültan Kışanak, 9 Ağustos 2023’te ablası Zeynep Özer’i, Figen Yüksekdağ 2 Kasım 2023’te ağabeyi Necmi Yüksekdağ’ı kaybetmişti.

Selahattin Demirtaş, 2024’ün ilk duruşma günü konuşmasına, “Savunmamı okuma yazması olmamasına rağmen alın teriyle yedi çocuğunu üniversitede okutan emekçi babama; Tahir Usta’ya ve onun şahsında evlat acısı, evlat hasreti çeken tüm ana babalara ithaf ediyorum” diye başladı. Mahkeme Başkanı söz vermeden önce “Başınız sağ olsun” dedi. Bu arada savunmanın bir yerinde Demirtaş, şöyle bir cümle kurdu:

“Zenginlerin çocukları savcı, hâkim olmazlar. Yoksul çocuklarıdır savcı hâkim olanlar. Yoksulu yoksula yargılatıyor bu sistem. Ben, kardeşlerim okuyabilelim diye babam çok çalıştı. Annem........

© T24


Get it on Google Play