Diğer

30 Aralık 2023

Kimi caddeler, sokaklar, alışveriş merkezlerinde ışıklar. Bazıları ağaçlara sarılmış, bazıları büyük-geniş pencerelerden aşağı sarkıtılmış, bazıları vitrinlerde… Işık, parlaklık; umut ile mutlu bir gelecek ile özdeşleştiriliyor pek muhtemel.

Oysa çok değil, birkaç adım ileride ışıklardan-ışıltıdan eser yok. Şehrin merkezinden çeperine gittikçe yoksulluğun, çaresizliğin arttığı bir fotoğraf var. Üstelik yoksulluk şehrin merkezine doğru da ilerliyor. Sadece işsiz olanların değil, işi olanların da, sadece mavi yakalıların değil, beyaz yakalıların da, fabrikadakinin de ofistekinin de öğrencinin de akademisyenin de ortaklaştığı bir yoksulluk... Kiracıyla ev sahibinin, işverenle emekçinin, esnaf ile müşterinin birbirini "düşman olarak görmeye başladığı" bir düzen. Her birinin bir diğeriyle karşı karşıya geldiği süreçte en az sorgulanan Türkiye’nin bu hale gelmesine yol açan iktidar.

Bunun bazı sebepleri var elbet. Sıralayalım:

Korku: Eğer iktidarı sorgularsa işinden olmaktan mahkemelik olmaya bir dizi risk olduğunu düşünme. Sözel olarak "Silivri soğuktur"da kendini bulan sinizm.

Din: Popüler bir "hoca" sosyal medyada çok paylaşılan bir videosunda "ekonomik zorluklara direnmenin dinsel öneminden-fakirliğin faziletlerinden" bahsediyordu. Hatta seçimlerin periyodunun daha da uzaması gerektiğinden. Elbet yalnız değil. Dört bir koldan yoksulluğu kabulün "ne kutsal bir değer" olduğu anlatılıyor milyonlara, kendileri lüks araçlarda gezen, villalarda-residencelarda yaşayan "din insanları"nca.

Dava: "Nas" diyerek "faiz sebep, enflasyon sonuç" önermesiyle ekonomideki kriz derinleştirildiğinde de, faizler "dini mesaj-seçim öncesi büyüme" ikili oy potansiyeli düşünülerek 8.5’a indirildiğinde de, seçim sonrası 9 ayda yüzde 42.5’e çıkarıldığında da alkışlayanlar. "Bütün bunlar dava için yapılıyor" diyorlar… Zamana ve duruma göre sık sık değişen "dava"nın ne olduğunu tartışmıyorlar.

Beka-dış güçler: Yoksulluğun-fakirliğin "dış güçlerin memleketi dize getirmek için" ortaya çıkardığını savunanlar. Trollerin ve iktidarın propaganda aygıtlarının "Avrupa’da-ABD’de insanlar bir dilim ekmeğe muhtaç" algısına inananlar. Fakirliği sorgulamamanın "beka sorunu yaşamamak" olduğunu kabullenenler.

Sendikaların zayıflığı-toplumsal muhalefetin sinişi: Asgari ücretten, çalışılan yerdeki hak mücadelesine her alanda geri kalmış, adeta yok olmuş sendikacılık. Sokakta en doğal-demokratik protesto hakkı kolluk güçlerinin ağır şekilde müdahalesiyle karşılık bulduğu için durgunlaşan toplumsal muhalefet.

Muhalefet partilerinin yeni bir umut yaratamaması-yol açamaması: İktidar olmazsa muhalefet var denilememesi. Elbette baskıcı-otoriter rejimin etkisi var ama muhalefetin yeni bir umut, yeni bir yol haritası yaratma konusunda başarılı olamaması. Mayıs 2023 sonrası her biri ayrı bir yere savrulan muhalefet partilerinin kendi içlerindeki "değişim" ya da "değişim arayışına rağmen" büyük bir ivme yakalayabilmiş olamamaları.

Liste uzatılabilir. Peki bundan sonra ne olacak? Ne beklenebilir?

Merkez Bankası’nın 2024 Mayıs’ta enflasyonun yüzde 70’in üzerinde olacağı tahmini -TÜİK verilerini doğru kabul ettiğimizde bile- ülkenin ücretlilerinin çoğunluğunun maaşı haline gelen "asgari ücret"in yani 17 bin 2 TL’nin yılın beşinci ayında açlık sınırının altına düşeceğini gösteriyor. Yıl içinde bu ücrete yeni zam yapılmayacağı söylendiği için geri kalan aylarda açlık sınırı altında kalınacak. Emeklilere yüzde 40 ile 50 arasında yapılacak zamlar zaten geçinemez durumdaki milyonların durumunu daha da güçleştirecek. İşsizler, ne eğitimde ne işte olamayan gençler…

Yoksulluk araştırmaları konusunda alanda yaptığı çalışmalarla tanınan Hacer Foggo BBC Türkçe’ye verdiği demeçte şunları söylüyor:

"(İzmir’de çalıştığı mahallelerde) Süt ve süt ürünlerine erişemediklerini, genellikle ekmek, makarna ve çorba tükettiklerini belirtiyorlar. Geçen yıl pirinç tükettiklerini, artık pirinç de alamadıklarını ifade eden kadınlar var. Yine bazı bakkallardan 10 TL ile ekmek arası yağ ve domatesle öğün atlayan çocuklar var."

Foggo’nun deyimiyle yoksulluk artık sadece arka mahallelerin sorunu değil, yazının başında benim de belirttiğim gibi yoksulluk pazara çıkamayan emeklilerin, kamu kurumlarında çalışanların, ofis çalışanlarının, tarlasını işleyemeyen çiftçinin ve üniversiteyi bırakmak zorunda kalan öğrencilerin evlerinde.

Peki kısa sürede bir çıkış-rahatlama gözüküyor mu? Türkiye üzerine çalışan yerli ve yabancı kuruluşların raporlarına göre 2028’e kadar sürebilecek zorlu bir süreçten bahsediliyor.

Sadece ekonomi mi?

İçişleri Bakanı’nın her gün düzenli olarak yaptığı operasyon-yakalama paylaşımlarından anlaşılacağı gibi memleket yerli-yabancı mafya gruplarının mekanı haline gelmiş. Bunlar ne zaman-ne şekilde geldi, yıllardır burada nasıl rahatça kalabildi diye soran var mı 21 yıllık iktidara?

Anayasa’ya rağmen Anayasa Mahkemesi’nin kararları ilk derece mahkeme ve Yargıtay tarafından dikkate alınmıyor. AİHM kararlarına uyulmaması zaten "sıradan bir hal" oldu. Bu gidiş nereye diyen?

Sinan Ateş cinayetinin uzandığı siyasi nokta, tüm engelleme-karartma girişimlerine rağmen gittiği yer, T24’te Asuman Aranca’nın ortaya çıkardığı son bilirkişi raporundaki-dosyadaki detaylar.

Gezi’den Kobani’ye siyasi davalar…Buralarda verilen kararlar. Medyada birkaç yer hariç hemen hiç yer bulmayan-bulamayan savunmalar, anlatılanlar…

İşkencecinin adını okula verme…

Kürt sorununu baskıyla şiddetle çözebileceğini sanma..

15 Temmuz darbe girişiminin finansörü denilen BAE’ne enerji konusunda özel haklar verme…(Çiğdem Toker’in T24’teki haber-analizleriyle ortaya çıkan durum.)

İnsanlık suçunun işlendiği, "soykırım"ın yaşandığı Gazze için sözlü itiraz yapılırken bir yandan İsrail’e yapılan ticaretin durmaması... (Metin Cihan’ın ısrarlı-takipçi haberciliği)

Gazeteci tutuklamalarına Furkan Karabay ile devam edilmesi….

Boğaziçi Üniversitesi’ne ve akademinin çoğuna özgür-özerk üniversite isteyenlere yaşatılanlar…

Ve son skandal…

Kendi sınırları içinde, konsoloslukta öldürülen gazeteci Cemil Kaşıkçı için önce cinayeti ve arkasındaki zihniyeti deşifre etme ardından Suudi Arabistan’a gitme, o "zihniyet"le el sıkışmadan sonra. 100. yıl Süper Kupa maçını orada oynamaya kalkma. Maç öncesi Türkiye’nin kurucusunun olduğu tshirtlere, sözünü taşıyan pankartlara izin verilmemesinden milli marş konusunun bile tartışma konusu yapılmasına yaşanan rezalet... Her iki kulübün başkanının ve yöneticilerinin "Atatürk’ün kırmızı çizgileri olduğunu" belirtmesi, maçın iptali… Maçın "100 milyon lira gelir getireceği için Suudi Arabistan’da oynanmak istendiği" söylendi. Yani yaklaşık 3.5 milyon dolar. Para için yapıldığının söylenmesi kadar iktidarın da bunu istediğine dair söylenenler vardı. 100.yılda 100 milyon lira için yüz kızartan bir hale dönüştü kupa işi. Ali Koç ve Dursun Özbek’in itirazları-direnişlerinin siyasi-sosyolojik sonuçları da olacaktır. Bu arada başta Beşiktaş diğer takımların da Fenerbahçe ve Galatasaray’a destek vermesi önemli. Takımların ve Futbol Federasyonu’nun maçın iptali ile ilgili yaptığı açıklama da berbat. "Müsabakanın bazı aksaklıklar nedeniyle" iptal edildiğinin yazılması "ev sahibi ülkenin federasyonu, ilgili kurum ve kuruluşlarına teşekkür edilmesi..."

Bitirirken…

Işıklar her yeri aydınlatmıyor diye başlamıştım yazıya. Yoksul çocuklarını ölüme gönderip kendi çocuklarına bedelli askerlik yaptıranlar, memleketi sevmeyi sadece kendi tekellerinde görenler, eleştireni terörist-hain diye damgalayanlar olduğu müddetçe de aydınlanmayacak etraf. Hindistan’dan Macaristan’a tabii Türkiye’ye otoriter popülistlerin yönettiği ülkelerde kapitalizmin krizinin yönetilmesinde de benzer yöntemler deneniyor. Bir süre önce Can Cemgil ve Ömer Turan’ın editörlüğünde hazırlanan "Kapitalizm ve Demokrasi-Bir Zıtlığın Anatomisi" kitabının yazarlarından Ümit Akçay kitapta diyor ki:

"Otoriter neoliberalizm kavramı daha çok Avrupa’da 2008 krizine karşı geliştirilen krizden çıkış stratejilerinin teknokratik ve anti-demokratik yönlerine vurgu yaparken, 'otoriter popülizm’ kavramı milliyetçi muhafazakar güçlerin popülizmi bir iktidar stratejisi olarak kullanmalarına işaret etmektedir. Ancak bu farklı varyantları birleştiren yön, kapitalizmin krizinin yönetilmesinin giderek daha az demokratik rejimlerle mümkün hale gelmesidir.’"

2023’ün bu son yazısı… 2024 barışı, demokrasiyi, farklı görüşlerde de olsa bir arada yaşamayı getirsin.

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı.

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

Zühtü Arslan'ın parti kapatılmasından 367 kararına kadar ilkesel duruşu önemli… O dönem henüz iktidarının başında olan, AB'yi hedeflediğini söyleyen, 'Müslüman demokrat' olduğunu iddia eden yönetim için Arslan'ın tavrı önemliydi. Ancak iktidar devlet oldukça, devleti partileştirdikçe Arslan ile aradaki mesafe açıldı

2016’da yerine kayyım atanan Ahmet Türk, Mardin’den yeniden belediye başkan aday adayı oldu

"Kimse uluslararası ticaret hukukundan bahsedip iktidarın İsrail konusunda acizliğini örtmeye çalışmasın. ABD ve AB ülkeleri nükleer programı dolayısıyla Ukrayna savaşı dolayısıyla Rusya’ya ambargo uygularken bu hukuk geçerli değil mi?"

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - İktidar 2024’te ekonomideki kriz nedeniyle baskıyı artıracak, 100. yılda, 100 milyon için 100 kızartan duruma düşmek... - Murat Sabuncu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İktidar 2024’te ekonomideki kriz nedeniyle baskıyı artıracak, 100. yılda, 100 milyon için 100 kızartan duruma düşmek...

44 1
30.12.2023

Diğer

30 Aralık 2023

Kimi caddeler, sokaklar, alışveriş merkezlerinde ışıklar. Bazıları ağaçlara sarılmış, bazıları büyük-geniş pencerelerden aşağı sarkıtılmış, bazıları vitrinlerde… Işık, parlaklık; umut ile mutlu bir gelecek ile özdeşleştiriliyor pek muhtemel.

Oysa çok değil, birkaç adım ileride ışıklardan-ışıltıdan eser yok. Şehrin merkezinden çeperine gittikçe yoksulluğun, çaresizliğin arttığı bir fotoğraf var. Üstelik yoksulluk şehrin merkezine doğru da ilerliyor. Sadece işsiz olanların değil, işi olanların da, sadece mavi yakalıların değil, beyaz yakalıların da, fabrikadakinin de ofistekinin de öğrencinin de akademisyenin de ortaklaştığı bir yoksulluk... Kiracıyla ev sahibinin, işverenle emekçinin, esnaf ile müşterinin birbirini "düşman olarak görmeye başladığı" bir düzen. Her birinin bir diğeriyle karşı karşıya geldiği süreçte en az sorgulanan Türkiye’nin bu hale gelmesine yol açan iktidar.

Bunun bazı sebepleri var elbet. Sıralayalım:

Korku: Eğer iktidarı sorgularsa işinden olmaktan mahkemelik olmaya bir dizi risk olduğunu düşünme. Sözel olarak "Silivri soğuktur"da kendini bulan sinizm.

Din: Popüler bir "hoca" sosyal medyada çok paylaşılan bir videosunda "ekonomik zorluklara direnmenin dinsel öneminden-fakirliğin faziletlerinden" bahsediyordu. Hatta seçimlerin periyodunun daha da uzaması gerektiğinden. Elbet yalnız değil. Dört bir koldan yoksulluğu kabulün "ne kutsal bir değer" olduğu anlatılıyor milyonlara, kendileri lüks araçlarda gezen, villalarda-residencelarda yaşayan "din insanları"nca.

Dava: "Nas" diyerek "faiz sebep, enflasyon sonuç" önermesiyle ekonomideki kriz derinleştirildiğinde de, faizler "dini mesaj-seçim öncesi büyüme" ikili oy potansiyeli düşünülerek 8.5’a indirildiğinde de, seçim sonrası 9 ayda yüzde 42.5’e çıkarıldığında da alkışlayanlar. "Bütün bunlar dava için yapılıyor" diyorlar… Zamana ve duruma göre sık sık değişen "dava"nın ne olduğunu tartışmıyorlar.

Beka-dış güçler: Yoksulluğun-fakirliğin "dış güçlerin memleketi dize getirmek için" ortaya çıkardığını savunanlar. Trollerin ve iktidarın propaganda aygıtlarının "Avrupa’da-ABD’de insanlar bir dilim ekmeğe muhtaç" algısına inananlar. Fakirliği sorgulamamanın "beka sorunu yaşamamak" olduğunu kabullenenler.

Sendikaların zayıflığı-toplumsal muhalefetin sinişi: Asgari ücretten, çalışılan yerdeki hak mücadelesine her alanda geri kalmış, adeta yok olmuş sendikacılık. Sokakta en doğal-demokratik protesto hakkı kolluk güçlerinin ağır şekilde müdahalesiyle karşılık bulduğu için durgunlaşan toplumsal muhalefet.

Muhalefet partilerinin yeni bir umut yaratamaması-yol açamaması: İktidar olmazsa muhalefet var denilememesi. Elbette baskıcı-otoriter rejimin etkisi var ama muhalefetin yeni bir umut, yeni bir yol haritası yaratma konusunda başarılı olamaması. Mayıs 2023 sonrası her biri ayrı bir yere savrulan muhalefet partilerinin kendi içlerindeki "değişim" ya da "değişim arayışına rağmen" büyük bir ivme yakalayabilmiş olamamaları.

Liste uzatılabilir. Peki bundan sonra ne olacak? Ne beklenebilir?

Merkez Bankası’nın 2024 Mayıs’ta enflasyonun yüzde 70’in üzerinde olacağı tahmini -TÜİK verilerini doğru kabul ettiğimizde bile- ülkenin ücretlilerinin çoğunluğunun maaşı haline gelen "asgari ücret"in yani 17 bin 2 TL’nin yılın beşinci ayında açlık sınırının altına düşeceğini gösteriyor. Yıl içinde bu ücrete yeni zam yapılmayacağı söylendiği için geri kalan aylarda açlık sınırı altında kalınacak. Emeklilere yüzde 40 ile 50 arasında yapılacak........

© T24


Get it on Google Play