Diğer

05 Ocak 2024

Ekrem İmamoğlu'nun yeniden aday olduğu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın kampanya başlangıç toplantısını izlemek üzere Haliç Kongre Merkezi'ne geldim. Girişten salona her yer yeni sloganla dolu idi: Tam Yol İleri. Genelde denizcilikte kullanılan bir tanım bu. İlk aklıma gelen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın babası Ahmet Erdoğan'ın Şirket-i Hayriye vapurlarında kaptanlık yapan bir isim olduğuydu. Diğeri ise "yol" kelimesinin AKP ve Erdoğan'ın sık kullandığı "Durmak yok, yola devam" sloganını çağrıştırmasıydı. Elbet yol bir sürekliliği ifade ediyor. Ve kimsenin tekelinde değil.

Biri Rizeli, biri Trabzonlu iki isim beş yıl sonra yeniden karşıya gelecek. İstanbul'u kazanmayı çok isteyen Erdoğan'ın aday kim olursa olsun kendi ağırlığını koymak isteyeceğini düşünmemek mümkün değil. Üstelik 2019'da iki kere kendisini (aday Binali Yıldırım'dı diye düşünmek saflık olur) yenilgiye uğratan isme bir kez daha kaybetmeyi istemeyecek olması da beklenen durum. Çünkü bu gerçekleşirse (gerçekleşme olasılığı var) 2028 seçimlerinde muhalefetin pek muhtemel cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu olur. (Kaybetse de bu iddiayı daha zor olsa da koruyabilir.)

İmamoğlu'nun yaptığı konuşma ile ilgili haber T24'te var. Ben burada kendisinin sözlerinde benim dikkatimi çeken noktaların altını çizmek istiyorum. Ama toplantıda konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in altını özellikle çizdiği İmamoğlu'nun da kendi konuşmasında atıfta bulunarak destek olduğu bir konu var: Gezi. Yargıtay'ın Anayasa Mahkemesi'ni tanımayarak çıkardığı devlet krizinin ana noktası Gezi Davası. Hem Can Atalay'ın hem de ilerleyen süreçlerde daha önce beraat etmiş ancak şimdi 18 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları almış isimlerin AYM'nin alacağı kararla çıkmasının önü kesilmek istendi. İşte Özgür Özel, hukuk-devlet krizini yaratanlara tepki gösterirken tüm Gezi tutuklularına ve Gezi'de yaşananlara kuvvetli bir şekilde sahip çıkarak bir tavır ortaya koydu:

"Şu an burada iki ailenin mensupları var. CHP'nin ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni Bu iki ailenin ortak bir evladı var, Tayfun Kahraman. Buradan, Tayfun Kahraman'ı yürekten selamlayarak; Tayfun Kahraman'ın şahsında Osman Kavala'yı, Can Atalay'ı, Bakırköy Cezaevi'ndeki Mine Özerden'i ve Çiğdem Mater'i selamlayarak; bütün Türkiye'ye bir şeyi hatırlatmak isterim: Öyle her şeyi bilen, her iyiliği yapan, her kötülükten mağduriyet çıkaran birisi, bu insanların kendisine darbe girişiminde bulunduğunu iddia ediyor. Bu insanların her birisi kendi meslek örgütlerinin, kendi temsil ettikleri sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri olarak; Taksim Dayanışması'nda yer aldılar. Gezi Dayanışması'nda, Taksim Platformu'nda yer aldılar. Bu insanlar Gezi yaşanırken, dönemin Başbakanı ile görüşmek istediler. Yurt dışındaydı, dönünce görüştüler. Başbakan yardımcıları ile AK Parti yöneticileri ile görüştüler. Gezi'de bir kişinin daha burnu kanamasın diye gayret sarf ettiler. Ve herkesin sağlıkla evine dönmesi için beş, altı madde istediler. O beş, altı maddeden hiçbirisi; Başbakan istifa etsin değildi, bakanlar istifa etsin değildi, hükümet düşsün değildi. 'Verin devletin biz yöneteceğiz' demiyorlardı. Ne diyorlardı? 16 milyon İstanbullunun gözünün içine bakarak söylüyorum ki, 'Ağaçları kesmeyin' diyorlardı. Diyorlardı ki, 'Gezi Parkı'nı kesip de yerine Topçu Kışlası yapmayın.' 'Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkıp da yerine AVM yapmayın', 'Gençleri nezarethanelerde tutmayın', 'Söz verin ağaçlara dokunmayacağız, diye evimize dönelim' diyorlardı. Şimdi bu kent bilincinden, bugün Gezi Parkı duruyorsasevgili Mücella Yapıcı sayesinde, Tayfun Kahraman sayesinde, Mine Özerden sayesinde, Can Atalay sayesinde…"

Özgür Özel'in ve Ekrem İmamoğlu'nun "Gezi'nin ruhu"na bu denli net ve vurgulu şekilde sahip çıkması 31 Mart'ın önemli noktalarından biri olmasını sağlayacak.

Dönelim İmamoğlu'nun mesajlarına. Bir süredir üzerinde çalıştığı "CHP'nin altı oku"ndan kısmen yeni yorum da kattığı üçünü konuşmasında andı. Bunlardan biri halkçılık. Şöyle dedi:

"Bu şehrin gurur kaynağı olan halkçı belediyecilik yerine 'ben yaptım oldu belediyeciliği' kalsaydı çevreyi talan etmeye devam ederdi. Biz seçilmemiş olsaydık, bu halkın çocukları, ücretsiz süt, burs, yurt ve kreş gibi kamusal desteklerden mahrum kalırdı. İstanbul'da kamucu, halkçı, sosyal demokrat belediyecilik anlayışıyla bir 'İstanbul Modeli' geliştirdik ve büyük bir değişimin temellerini attık. İstanbul Modeli sadece hizmet değil adil hizmet belediyeciliğidir."

Burada kısa bir not. Halkçılık 1927 yılında kurucu parti olarak CHP'nin benimsediği ilk dört ilkeden biri idi. Diğerleri "cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik"ti, devletçilik ve devrimcilik 1931'de eklendi. 1935'teki CHP kurultayında bu ilkeler Kemalizm olarak tanımlanıp 1937 yılında Anayasa'ya girdi. Bu dönemdeki kullanımıyla halkçılık; eski düzenden farklılaşarak, kurulan yeni rejimin siyasal bir tarifi olarak da okunabilir. Elbet ilk tartışılmaya başlandığında (1920) bu kavram içinde "emeğiyle geçinenleri kapsayan" bir sınıfsal kategori tarifi olsa da (Levent Köker - Modernleşme Kemalizm ve Demokrasi) sınıfsal, ekonomik olarak ana tarifi-tartışması partide 1960'lardan sonra konuşulmaya başlanan "ortanın solu" çıkışı ile şekillendi. Bu süreçte bir yandan sanayinin geliştiği-kentlileşen öte yandan "ezilen"in ezene karşı direndiği bir hareketlilik de vardı. Bülent Ecevit'in "halkçı" tanımını da adının önüne ekleyerek özellikle 1973 seçimlerine girerken açıkladığı Akgünlere Bildirisi bu yeniden tarifin önemli köşe taşlarından olmuştu. Ecevit; kamu sektörü, özel sektörün yanına, mülkiyeti tabana yayma isteğiyle "halk sektörü" tanımını da yerleştirmeye çalıştı. "Halkçı Ecevit"in toplumda bir karşılığı oldu.

Ekrem İmamoğlu'nun akademisyen bir grupla çalışarak ortaya koyduğu - savunduğu "yeni halkçılık"ı yakın ekibi şöyle tarif ediyor:

"Popülizme karşı toplumun duygularını, dilini, kızgınlığını, hayal kırıklıklarını ve beklentilerini samimi bir şekilde merkeze koyan, siyaseti dolaysız bir şekilde halkla yapan bir hareket. Popülist değil, çünkü halkı aldatmıyor, o duyguları kullanmıyor, sömürmüyor. Ama parlamenter siyasetin oligarşik yapısından, teknokrasinin üstenciliğinden kendini bilinçli şekilde sıyırıp, kendini parti siyasetinden kurtarmış bir liderin toplumla bir ittifak arayışına girmesini öngörüyor. (Bu konuda daha geniş bir yazıyı T24 Yıllık'ta yazdım.)"

İmamoğlu konuşmasında "devletçili"e de vurgu yaptı. Vurgusunda ağırlık "şefkatli - herkese eşit" devlet aklı-dili idi.

Gelelim İmamoğlu'nun CHP'nin oklarından atıf yaptığı bir diğer konuya. Aslında bir süredir CHP içinde de "şeklinin tartışıldığı" milliyetçiliğe... Mayıs 2023 seçimlerinde iktidarın "milliyetçi dilinin", beka konusunu işlemesinin toplumda karşılığı olduğunu düşünüyor ve bu konuda nasıl bir yol izleyeceğini düşünüyor CHP yönetimi. Öte yandan "İYİ Parti ile yolların ayrılması da bir yeni hareket tarzı gerektiriyor" diye düşünülüyor. İmamoğlu bu konuda şunları söyledi:

"Biz adaletli, halkçı, Atatürk milliyetçisiyiz. Biz bu ülkeye yurttaşlık bağlarıyla bağlı her vatandaşımızı aynı derecede eşit, onurlu ve saygın kabul eden insanlarız."

2019 seçimlerinde İmamoğlu'nun, CHP'nin yanında doğrudan İYİ Parti, adı konmamış olarak HDP vardı. İYİ Parti oylarında son dönemde gerileme olsa da, aday çıkaracak olması İmamoğlu ekibini düşündürüyordur diye aklımdan geçiyor. Ama temel nokta İstanbul'daki Kürt seçmen kazanana etki edecek. İmamoğlu konuşmasında bir kez "Kürt" dedi. O da "tam yol ileri" konularını anlatırken "Daha Özgür İstanbul için tam yol ileri" dediğinde saydığı kesimler içinde yer verdi. Rawest'in 2023 seçimleri sonrası yaptığı "Kürt Meselesi ve Kürt Algısı" anketinde "Kürt seçmende en beğenilen siyasi parti liderleri"nde Selahattin Demirtaş (6.9), Pervin Buldan (4.8), Leyla Zana'dan (4.7) sonra İmamoğlu (4.2) dördüncü sırada geliyor. Listede Erdoğan 9. sırada (3.7). DEM Parti'nin tavrı İstanbul için belirleyici olacak noktalardan biri.

Bitirirken…

Ekrem İmamoğlu konuşmasında "inançlı bir ananın babanın inançlı bir evladı olarak" sözlerini de sarf etti…

"Hükümetimizle birlikte, daha yakın ve daha çok çalışacağız" diyerek "kavga taraftarı olmadığının da" altını çizdi.

"Muasır medeniyetin krizde olduğunu yeni vizyon gerektiğini" belirterek dünyayla ilgisini de…

Kendisinden "İstanbul'un muhafızı" ya da "atom karınca" olarak da bahsetti. Şimdi Pazar günü AKP'nin adayı, daha da önemlisi Erdoğan'ın nasıl bir İstanbul vizyonu çizeceği beklenecek. Şurası bir gerçek: Erdoğan seçimlerde elinde tuttuğu devlet gücü kadar kendi kitlesini ikna etmek noktasında ne kadar başarılı ise, İmamoğlu da özellikle 2023'te hayal kırıklığı yaşamış muhalif seçmeni harekete geçirme konusunda o denli iddialı. Anayasa'nın yani ana zeminin olmadığı-rafa kalktığı bir süreçte seçimler nasıl olacak tartışılır ama CHP'lileri heyecanlı ve motive gördüm.

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı.

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

Yaşanan kriz sadece hukuk krizi değil. Bir rejim, bir devlet krizi. Bu kriz çözülmeden başta yerel seçimler, adaylar, yarış; bunların konuşulması abesle iştigal

"Eğer 'frontal lob' bölgenize herhangi bir konuda aşırı yükleme yapılmışsa gördüğünüz birçok şeyi tehdit ve tehlike olarak algılarsınız. Mesela size milyon kere ‘terörist’ denmişse frontal lob bölgenizde bu bilgi kayıtlıdır artık. 'Amigdala'dan gelen tehdit algısında, frontal bölge Kürtleri o kadar çok tehdit olarak duymuş, kaydetmiş ki yapacak bir şey yok. Artık frontal lob bölgesi gerçekleri ayırabilecek durumda değil"

Peki bundan sonra ne olacak? Ne beklenebilir?

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - İmamoğlu halkçılıktan milliyetçiliğe, CHP'nin okları ile Gezi'yi kampanya merkezine yerleştirmiş - Murat Sabuncu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İmamoğlu halkçılıktan milliyetçiliğe, CHP'nin okları ile Gezi'yi kampanya merkezine yerleştirmiş

20 0
05.01.2024

Diğer

05 Ocak 2024

Ekrem İmamoğlu'nun yeniden aday olduğu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın kampanya başlangıç toplantısını izlemek üzere Haliç Kongre Merkezi'ne geldim. Girişten salona her yer yeni sloganla dolu idi: Tam Yol İleri. Genelde denizcilikte kullanılan bir tanım bu. İlk aklıma gelen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın babası Ahmet Erdoğan'ın Şirket-i Hayriye vapurlarında kaptanlık yapan bir isim olduğuydu. Diğeri ise "yol" kelimesinin AKP ve Erdoğan'ın sık kullandığı "Durmak yok, yola devam" sloganını çağrıştırmasıydı. Elbet yol bir sürekliliği ifade ediyor. Ve kimsenin tekelinde değil.

Biri Rizeli, biri Trabzonlu iki isim beş yıl sonra yeniden karşıya gelecek. İstanbul'u kazanmayı çok isteyen Erdoğan'ın aday kim olursa olsun kendi ağırlığını koymak isteyeceğini düşünmemek mümkün değil. Üstelik 2019'da iki kere kendisini (aday Binali Yıldırım'dı diye düşünmek saflık olur) yenilgiye uğratan isme bir kez daha kaybetmeyi istemeyecek olması da beklenen durum. Çünkü bu gerçekleşirse (gerçekleşme olasılığı var) 2028 seçimlerinde muhalefetin pek muhtemel cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu olur. (Kaybetse de bu iddiayı daha zor olsa da koruyabilir.)

İmamoğlu'nun yaptığı konuşma ile ilgili haber T24'te var. Ben burada kendisinin sözlerinde benim dikkatimi çeken noktaların altını çizmek istiyorum. Ama toplantıda konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in altını özellikle çizdiği İmamoğlu'nun da kendi konuşmasında atıfta bulunarak destek olduğu bir konu var: Gezi. Yargıtay'ın Anayasa Mahkemesi'ni tanımayarak çıkardığı devlet krizinin ana noktası Gezi Davası. Hem Can Atalay'ın hem de ilerleyen süreçlerde daha önce beraat etmiş ancak şimdi 18 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları almış isimlerin AYM'nin alacağı kararla çıkmasının önü kesilmek istendi. İşte Özgür Özel, hukuk-devlet krizini yaratanlara tepki gösterirken tüm Gezi tutuklularına ve Gezi'de yaşananlara kuvvetli bir şekilde sahip çıkarak bir tavır ortaya koydu:

"Şu an burada iki ailenin mensupları var. CHP'nin ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni Bu iki ailenin ortak bir evladı var, Tayfun Kahraman. Buradan, Tayfun Kahraman'ı yürekten selamlayarak; Tayfun Kahraman'ın şahsında Osman Kavala'yı, Can Atalay'ı, Bakırköy Cezaevi'ndeki Mine Özerden'i ve Çiğdem Mater'i selamlayarak; bütün Türkiye'ye bir şeyi hatırlatmak isterim: Öyle her şeyi bilen, her iyiliği yapan, her kötülükten mağduriyet çıkaran birisi, bu insanların kendisine darbe girişiminde bulunduğunu iddia ediyor. Bu insanların her birisi kendi meslek örgütlerinin, kendi temsil ettikleri sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri olarak; Taksim Dayanışması'nda yer aldılar. Gezi Dayanışması'nda, Taksim Platformu'nda yer aldılar. Bu insanlar Gezi yaşanırken, dönemin Başbakanı ile görüşmek istediler. Yurt dışındaydı, dönünce görüştüler. Başbakan yardımcıları ile AK Parti yöneticileri ile görüştüler. Gezi'de bir kişinin daha burnu kanamasın diye gayret sarf ettiler. Ve herkesin sağlıkla evine dönmesi için beş, altı madde istediler. O beş, altı maddeden hiçbirisi; Başbakan istifa etsin değildi, bakanlar istifa etsin değildi, hükümet düşsün değildi. 'Verin devletin biz yöneteceğiz' demiyorlardı. Ne diyorlardı? 16 milyon İstanbullunun gözünün içine bakarak söylüyorum ki, 'Ağaçları kesmeyin' diyorlardı. Diyorlardı ki, 'Gezi Parkı'nı kesip de yerine Topçu Kışlası yapmayın.' 'Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkıp da yerine AVM yapmayın', 'Gençleri nezarethanelerde tutmayın', 'Söz verin ağaçlara dokunmayacağız, diye evimize dönelim' diyorlardı. Şimdi bu kent bilincinden, bugün Gezi Parkı duruyorsasevgili........

© T24


Get it on Google Play