Diğer

08 Şubat 2024

İktidar tarafından "Asrın felaketi" olarak adlandırılan Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden tam bir yıl geçti. Resmi açıklamalara göre 50 binin üzerinde can kaybı söz konusu. Gayri resmi açıklamalarda ise gerçek sayının bunun birkaç katı olduğu ileri sürülüyor.

Depremin neden olduğu ekonomik yıkımın maliyetinin ise 110 milyar dolar olduğu ve şu ana kadar 30 milyar dolarlık (950 milyar TL) bir harcama yapıldığı tahmin ediliyor. Bu yıl da kabaca 30 milyar dolara denk düşen 1 trilyon 28 milyar liralık bir harcama daha yapılacak. (1)

Siyasi iktidarın deprem sonrası hasar görmüş olan kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, hayatın normale döndürülmesi doğrultusunda 319 binini bir yıl içinde teslim etmek kaydıyla 650 bin konutun yapılacağı yönündeki beyanları ise gerçekleşmedi.

Zira aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi, depremden bu yana TOKİ tarafından ihalesi yapılmış konut miktarı toplamda 108.936 adet. Bu ihalelerin toplam bedeli yaklaşık 204 milyar TL. Bunlardan bir kısmının inşasına henüz hiç başlanmadı. Bunlardan yüzde 70'i tamamlanmış olan, yani kısa vadede bitirilip teslim edilebilecek konut miktarı 25.119 adet. Bu, hedeflenenin sadece yüzde 8'i demek oluyor. (2)

Depremden en büyük ekonomik zararı gören il Hatay oldu zira bu ilde ağır hasarlı ve kullanılamaz hale gelen, yıkılacak olan konut sayısı yaklaşık 259 bin.

Bu gerçeğe rağmen, Erdoğan, 6 Şubat depremlerinin birinci yıldönümü nedeniyle gittiği Hatay'da yaptığı konuşmada Hataylılara adeta gözdağı vererek, "Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı" diye konuştu. (3) Bu ifadeler bize halk arasında yaygın bir deyiş olan, "ben ona derdimi anlatıyorum o bana parmak sallıyor" sözünü anımsatıyor.

Erdoğan'ın bu itiraf gibi konuşmasını TMMOB İnşaat Mühendisleri Odasının 6 Şubat depremlerinin birinci yılına dair açıklamasındaki şu tespitlerle birlikte değerlendirmekte yarar var:

"Afet sonrası arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve acil barınma ihtiyaçlarını karşılama çalışmalarında kamu gücünün sınıfta kaldığı, geçmiş depremlerden ders alınmadığı tüm kamuoyunun malumudur. Yurttaşlarımızın dayanışma bilinci ve gönüllü çalışmalarının büyük katkısıyla depremin ilk elden yaralarının sarılması konusunda eksiklikler giderilmeye çalışılmış olsa da afete müdahalenin devamındaki aşamalarında da kriz yönetilememiştir. Geçici yerleşim alanlarının kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, ulaşım, elektrik, su, kanalizasyon, haberleşme gibi altyapı hizmetleri, depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen sağlanamamıştır. Depremlerin 1. yılını geride bırakırken depremin en çok etkilediği Antakya başta olmak üzere deprem bölgesinde barınma, beslenme, sağlık, hijyen, içme suyu, eğitim gibi en temel insani ihtiyaçlara yönelik sorunlar hala devam etmektedir. Yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılar insan hayatını tehlikeye sokmaya devam ederken, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemleri çevreye ve insan sağlığına zararlar vermekte, enkaz toplama alanları ise içme suyu kaynaklarını kirletmesi bakımından ciddi riskler oluşturmaktadır". (4)

Kısaca, depremin ardından koca bir yıl geçmiş olmasına rağmen yaralar sarılmamış, acılar devam ediyor. Nitekim Hatay halkı bunu iktidar partisinin bir bakanını yuhalayarak protesto etti.

İktidar blokunun böyle büyük bir felaketin ortaya çıkmasındaki sorumluluğu ve deprem sonrasında, özellikle ilk üç gün, devletin hiç ortada olmadığı biliniyor. Buna rağmen, bilhassa da deprem çalışmalarında ayırımcılığa uğrayan "Hataylılara iktidar partilerine oy vermedikleri için kendilerine yardım elinin uzatılmadığının" açıkça ifade edilmesi, bir yandan yerel seçimler yaklaşırken iktidar blokunun oy devşirmek için her şeyi yapabileceğini, diğer yandan iktidar blokunun ülke halklarından nasıl koptuğunu, onlara nasıl yabancılaştığını gösteriyor.

Bu açıklama aynı zamanda ülkedeki yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasındaki ilişkinin ne denli sorunlu olduğunu ve bu konuda mutlaka acilen bir şeyler yapılması gerektiğini de ortaya koyuyor.

Zira bırakın özellikle de böyle afetler sırasında daha hızlı ve etkin önlemler alınmasını sağlayabilecek idari özerkliği, yerel yönetimlerin mali özerklikleri bile söz konusu değil. Gelir kaynaklarının çok büyük bir kısmı merkezi yönetimden sağlanıyor. İktidar da bunu bildiğinden bunu bir tehdit ya da şantaj aracı olarak kullanıyor.

Bu bağlamda Türkiye'de yerel yönetimlerin (ağırlıklı olarak belediyelerin) gelir kaynaklarını masaya yatırmakta yarar var.

Türkiye'de yerel yönetimleri oluşturan birimlerin gelirlerini üç temel kaynak üzerinden değerlendirmek mümkündür. Bunlar; vergi ve vergi benzeri gelirler (diğer bir ifadeyle öz gelirler), yerel yönetim idarelerinin merkezi idareden aldığı paylar ve yerel yönetimlere merkezi yönetim tarafından yapılan mali transferler, olarak özetlenebilir.

Aşağıda da gösterildiği üzere, Türkiye'de yerel yönetimlerin öz gelirleri oldukça sınırlıdır. Üstelik bu gelirleri arttırmak yerel yönetimlerin yetkisi dâhilinde de değildir.

Yerel yönetimlerin öz gelirlerini oluşturan vergi, vergi benzeri ve diğer gelirlerin oranları, payları ve bunları belirleme yetkisi kanuni çerçevede düzenlenmiş olmasına rağmen oldukça sınırlı bir şekilde yetkilendirme söz konusudur. Bu nedenlerden dolayı, Türkiye'de yerel yönetimlerin en önemli gelir kaynakları öz gelirlerinden ziyade merkezi idare tarafından yapılan transferlerden meydana geliyor. Yerel yönetimlerin transfer gelirlerini oluşturan bu paylar, genel bütçe vergi gelirleri üzerinden yerel yönetimlere aktarılan paylar, merkezi idare bünyesinden ve diğer idarelerden alınan bağış ve yardımlar ve proje karşılığı alınan bağış ve yardımlardan oluşuyor. (5)

Bunlardan, Emlak Vergisi, Arsa Vergisi, İlan ve Reklam Vergisi, Eğlence Vergisi, Haberleşme Vergisi, Elektrik ve Havagazı Tüketim Vergisi, Yangın Sigorta Vergisi ve Çevre Temizlik Vergisi gibi yerel vergiler, yerel harçlar, harcamalara katılma payları, ücrete tabi işlerden sağlanan gelirler, taşınmazlardan elde edilen gelirler ve iştirak gelirleri yerel yönetimlerin en önemli öz gelir kaynaklarını yaratıyor. Bina ve arsalardan alınan emlak vergisi ise belediye vergi gelirlerinin ortalama yüzde 60'ını oluşturuyor.

Ayrıca, büyükşehir belediyelerine, belediyelere ve il özel idarelerine 2380 sayılı Kanunla belirlenen oranlarda genel bütçe gelirlerinden pay ayrılıyor. Buna göre, Türkiye genelinde toplanan genel bütçe vergi gelirlerinden il, ilçe ve belde belediyelerine yüzde 6, il özel idarelerine ise yüzde 1.12 oranında pay veriliyor.

Son olarak, her yıl bütçe kanunlarında yer alan belediyelere yardım koduna konulan ödenekten Hazine ve Maliye Bakanı tarafından, ihtiyacı olan belediyelere yardım yapılabiliyor.

Öncelikle, Türkiye'de belediyelerin toplam bütçelerinin göreli olarak küçüklüğü yerel yönetim birimi olarak kamusal hizmetlerin verilmesinde en önemli engeli oluşturuyor.

Bir örnek vermek gerekirse, 2022 yılında merkezi yönetim bütçesinin (ek bütçe dâhil) giderleri 3 trilyon 133 milyar 658 milyon TL iken, ülkedeki toplam 213 belediye ve bağlı idarenin bütçe toplamı 486 milyar 238 milyon 813 bin TL idi. Bu yüzde 15,5'lik bir paya denk düşüyor. Aynı yıl faiz harcamaları için merkezi yönetim bütçesinden ayrılan ödenek ise yaklaşık 330 milyar TL idi. Keza 2023 yılındaki fon paylarına bakıldığında, Savunma Sanayi Destekleme Fonu'na 90,4 milyar TL ayrılırken, Büyükşehir Belediyeleri ve İl Özel İdarelerine ayrılan toplam pay 420 milyon TL ile sınırlı kaldı. (6)

Sadece bu veriler bile ülkedeki iktidarın siyasal tercihlerini ve bu bağlamda belediyelerin elinin kolunun nasıl bağlandığını göstermeye yeterlidir.

İkinci olarak, 2008-2014 dönemini kapsayan bir araştırma belediyelerin öz gelirlerinin toplam gelirleri içindeki payının ortalama yüzde 48 olduğunu ve bu payın yıllar itibarıyla giderek azaldığını ortaya koyuyor. Karaaslan ise bu payın yüzde 41 olduğunu ileri sürüyor. (7)

Görüldüğü gibi, Anayasa'nın 127'nci maddesi uyarınca, "belediyelere görevleriyle orantılı gelir kaynakları sağlanması gerekirken" bu görev yerine getirilmiyor ve belediyeler yerel halka sunmak durumunda oldukları hizmetleri yerine getirmek için yeterli öz gelir kaynaklarından mahrum bırakılıyorlar.

Keza daha önce de vurgulandığı gibi, belediyelerin kendi yerel vergi ve harç tarifelerini düzenleme konusunda yetkileri yok. Bu konudaki yetki son düzenlemelerle tamamen merkezi yönetime verilmiş durumda. Hatta 5 Aralık 2019 yılında yürürlüğe giren ve özünde yerel vergiler olan Konaklama Vergisi ve Değerli Konut Vergisinin gelirlerinden belediyeler pay dahi alamıyorlar.(8)

Ayrıca yukarıdan aşağıya tekçi, despotik devlet yapılanması nedeniyle, belediyeler kendilerini ilgilendiren yasal düzenlemeler konusunda önceden bilgilendirilmiyorlar, çok önemli konularda dahi fikirleri yeterince alınmıyor.

Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı illerin ve ilçelerin neredeyse tamamında seçilmiş belediye başkanlıklarının yerine kayyımların atanması ve İstanbul gibi 20 milyon nüfuslu bir mega kentin belediyesinin, sırf muhalefetin eline geçmiş olması nedeniyle, her türden engellemeye maruz bırakılması, ülkedeki yerel yönetimlerin gelir sağlama dışında da çok ciddi politik baskılara maruz kaldığını gösteriyor.

Türkiye'de belediyelerin asıl gelir kaynağını merkezi yönetim bütçesinden sağlanan transferler oluşturuyor. Bu da doğallıkla belediyeleri merkezi iktidara sadece ekonomik-mali değil, politik olarak da bağımlı kılıyor.

Bu yüzden de Erdoğan'ın son açıklaması karşısında merkezi yönetime biat etmek değil, merkezi yönetimden daha fazla idari ve mali özerklik talep etmek halkın sorunlarının çözümü ile ilgili en doğru iş olacaktır. Eğer belediyeler bu tür bir özerkliğe sahip bulunsalardı muhtemelen son depremlerin neden olduğu insani ve ekonomik kayıplar daha az olacaktı.

Alternatif bir halkçı belediyecilik anlayışının hayata geçirilmesi gerekiyor. Bunun için de öncelikli olarak yerel yönetimlerin idari ve mali açıdan tam ya da kısmen özerk kılınması lazım.

Bu bağlamda, Birleşik Krallık'ta beş belediyenin mali açıdan iflaslarını açıklarken, özerkliğe sahip Almanya ve İtalya'daki başarılı belediyecilik uygulamaları son derece çarpıcı örnekler oluşturuyor. (9)

Kuşkusuz, belediye öz gelirlerinin de artırılması gerekiyor. Bu bağlamda; mevcut gelirlerin iyileştirilmesi, yeni gelir kaynakların yaratılması ve bu gelirlerin, kamusal/yerel hizmetlerin sunumu sırasında harcanırken etkin ve verimli bir biçimde kullanılması gerekiyor.

Ancak, Türkiye'de mevcut gelir kaynaklarının artırılmasında en önemli sorun yerelin vergilendirme yetkisinden yoksun olmasıdır. Ayrıca belediyeler borçlanma da serbestliğine de sahip değiller.

Diğer taraftan, 2462 sayılı Belediyeler Kanunu çerçevesinde, belediye gelirleri arasında birçok verginin ve harcın olduğu ileri sürülebilirse de, tutar açısından bu gelir kaynaklarının nispi önemi düşüktür. Ayrıca maktu vergi ve harç tarifeleri güncel değildir. Örnek olarak, Çevre ve Temizlik Vergisi gibi belediyelerde doğrudan doğruya hizmet karşılığı alınan bir verginin belediye vergi gelirleri içerisindeki payı yalnızca yüzde 3,7'dir. Oysa belediyeler açısından sürdürülebilir bir çevrenin inşası ve çevreye duyarlı bir kent ortamı için en gerekli ve doğrudan bu amaçla ilgili olan kaynak bu vergidir. (10)

Yeni gelir kaynaklarının yaratılması anlamında, şu anda merkezi yönetim tarafından toplanan Motorlu Taşıtlar Vergisi ve Konaklama vergisi gibi, özellikle de çevre kirliliği gibi olumsuz etkileri daha çok yerelde hissedilen faaliyetlerden alınan vergilerin tahsilatının yerele devredilmesi gerekir. Ya da gelirinin tamamı yerel yönetimlere bırakılacağı yeni bir rant vergisi çıkartılabilir.

Ayrıca Almanya'da olduğu gibi, gelir vergisi ve KDV gelirlerinden belli bir pay doğrudan yerel yönetimlere bırakılabilir. Nitekim Almanya'da bu paylaşılan vergi gelirleri belediyelerin gelirlerinin çok önemli bir bölümünü oluşturuyor. (11)

Tamamlayıcı olarak, Almanya, İtalya ve Japonya "bölgesel eşitleme uygulaması" olarak bilinen bir uygulamaya benzer bir biçimde, vergi gelirleri sadece merkezden belediyelere değil, aynı zamanda farklı belediyeler arasında da yeniden bölüştürülebilir. (12)

Böylece yerelin toplum yararına yapılacak kamu yatırımlarının belirlenmesindeki payı artırılmış ve ekonomik demokrasinin hayata geçirilmesi de kolaylaştırılmış olur.

Nitekim Avrupa Birliği'nde toplam kamu yatırımlarının yaklaşık üçte ikisi bölgesel yönetimler ve yerel yönetimler üzerinden gerçekleştiriliyor. Böylece, bölgelerarası farklıkların kapatılmasında yerel yönetimler en az merkezi yönetim kadar önemli bir görev üstleniyor. (13)

Ancak açıktır ki halkçı belediyecilik uygulaması özünde bir demokrasi meselesidir. Ülkede, kısıtlı parlamenter demokrasiyi de aşan, yerinden ve doğrudan demokrasi mekanizmaları ile güçlendirilmiş bir devrimci demokrasiyi inşa etmeden, ne halkçı belediyeciliği hayata geçirmek ne de olası İstanbul depremi gibi depremlerin neden olabileceği kayıpları azaltabilmek mümkün olacaktır. Mart yerel yönetim seçimlerine bu gözle de bakılmasında ve en geniş demokratik seçim cephesinin oluşturulmasında büyük yarar var.

Dipnotlar:

(1) https://www.ekonomim.com/gundem/yuzyilin-felaketinin-1-yili-depremin-maliyeti-110-milyar-dolar-yapilan-harcama-30-milyar-dolar-haberi (6 Şubat 2024).

(2) TMMOB İnşaat Mühendisleri Odasının 6 Şubat Depremlerinin 1. yılına dair açıklaması, https://imo. org.tr (5 Şubat 2024).

(3) https://medyascope.tv/erdogan-hatayda-kimsenin-hakki-yerde-kalmayacak-kimse-magdur-olmayacak (3 Şubat 2024).

(4) TMMOB, agb.

(5) Aydın ve Geyik, 2016: 655'ten aktaran Murat Demir, Osman Geyik, "Yerel Yönetimlerin Gelir Kaynakları: Seçili AB Ülkeleri Türkiye Karşılaştırması", Siyasi, İdari ve Mali Yönleriyle Yerel Yönetimler (Türkiye Üzerine Bir İnceleme) (pp.293 -320), Çizgi Kitabevi (Aralık 2019) içinde, https://www.researchgate.net (5 Şubat 2024).

(6) 2023 Yılı Bütçe Gerekçesi ve Muhasebat Genel Müdürlüğü Verileri.

(7) Ülkü Arıkboğa, "Türkiye'de belediyelerin gelir yapısı: Sorunlar ve çözüm önerileri", Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl: 2016, Cilt: 13, Sayı: 33, s. 287; Erkan Karaaslan, Tüm Yönleriyle Belediye Gelirleri, http://bekad.org (5 Şubat 2024).

(8) 7193 Sayılı Dijital Hizmet Vergisi İle Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun (5 Aralık 2019), https://www.resmigazete.gov.tr (6 Şubat 2024).

(9) https://theconversation.com/four-reforms-to-stop-english-councils-from-going-bankrupt (1 February 2024).

(10) Erdal Eroğlu, "Belediye Gelirlerinin Yapısının ve Gelir Artırımı Konusunda Yapısal Kısıtların Değerlendirilmesi", Maliye Çalışmaları Dergisi, https://dergipark.org.tr/tr/pub/jpfs/issue (22 Ocak 2021).

(11) Kevin Muldoon-Smith, Cameron Forbes, Jonathan Pearson and Mark Sandford, A system wide perspective of local government finance in Germany, Lgiu's Local Democracy Research Center (July 2023), s. 16.

(12) https://theconversation.com/four-reforms-to-stop-english-councils-from-going-bankrupt (1 February 2024)

(13) Andersson, 2014: 3'dan aktaran M. Demir et al.

Mustafa Durmuş kimdir?

Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit'te doğdu. 1977 yılından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

'Güney Kore'de İhracata Dönük Kalkınma Modeli' üzerine doktora tezi yazdı (1989).

TÜRK-İŞ'e bağlı YOL-İŞ Federasyonu'nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi'nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF'de öğretim üyeliği ve özel sektörde üst düzey yöneticilik yaptı.

Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye bölümü öğretim üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı 'Alternatif Akademi' adlı bir bloğu ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var.

Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında.

“Türkiye Yüzyılı vizyonu”, burjuva Cumhuriyetin kurulmasının ardından geçen 100 yıl sonra bu Cumhuriyetin de ortadan kaldırılarak, bu yüzyılda siyasal İslamcı otoriter bir rejim ve toplum inşa etmek dışında halklarımıza herhangi bir şey vadetmiyor

Ana akım medya TÜİK verilerini değerlendirirken ne sınıfsal ne de kimliksel farklılıkları dikkate alıyor. Gelir adaletsizliği emek örgütlerinde dahi "bireysel" gelir dağılımında artan adaletsizlik olarak adlandırıyor

Bakan’ın açıklamalarından, asıl derdinin vergi geliri kaybı ve kayıtlı şans oyunları şirketlerinin haksız rekabete uğraması olduğunu söyleyebilir miyiz?

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - "Ben ona derdimi anlatıyorum, o bana parmak sallıyor!" - Mustafa Durmuş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

"Ben ona derdimi anlatıyorum, o bana parmak sallıyor!"

29 1
08.02.2024

Diğer

08 Şubat 2024

İktidar tarafından "Asrın felaketi" olarak adlandırılan Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden tam bir yıl geçti. Resmi açıklamalara göre 50 binin üzerinde can kaybı söz konusu. Gayri resmi açıklamalarda ise gerçek sayının bunun birkaç katı olduğu ileri sürülüyor.

Depremin neden olduğu ekonomik yıkımın maliyetinin ise 110 milyar dolar olduğu ve şu ana kadar 30 milyar dolarlık (950 milyar TL) bir harcama yapıldığı tahmin ediliyor. Bu yıl da kabaca 30 milyar dolara denk düşen 1 trilyon 28 milyar liralık bir harcama daha yapılacak. (1)

Siyasi iktidarın deprem sonrası hasar görmüş olan kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, hayatın normale döndürülmesi doğrultusunda 319 binini bir yıl içinde teslim etmek kaydıyla 650 bin konutun yapılacağı yönündeki beyanları ise gerçekleşmedi.

Zira aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi, depremden bu yana TOKİ tarafından ihalesi yapılmış konut miktarı toplamda 108.936 adet. Bu ihalelerin toplam bedeli yaklaşık 204 milyar TL. Bunlardan bir kısmının inşasına henüz hiç başlanmadı. Bunlardan yüzde 70'i tamamlanmış olan, yani kısa vadede bitirilip teslim edilebilecek konut miktarı 25.119 adet. Bu, hedeflenenin sadece yüzde 8'i demek oluyor. (2)

Depremden en büyük ekonomik zararı gören il Hatay oldu zira bu ilde ağır hasarlı ve kullanılamaz hale gelen, yıkılacak olan konut sayısı yaklaşık 259 bin.

Bu gerçeğe rağmen, Erdoğan, 6 Şubat depremlerinin birinci yıldönümü nedeniyle gittiği Hatay'da yaptığı konuşmada Hataylılara adeta gözdağı vererek, "Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı" diye konuştu. (3) Bu ifadeler bize halk arasında yaygın bir deyiş olan, "ben ona derdimi anlatıyorum o bana parmak sallıyor" sözünü anımsatıyor.

Erdoğan'ın bu itiraf gibi konuşmasını TMMOB İnşaat Mühendisleri Odasının 6 Şubat depremlerinin birinci yılına dair açıklamasındaki şu tespitlerle birlikte değerlendirmekte yarar var:

"Afet sonrası arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve acil barınma ihtiyaçlarını karşılama çalışmalarında kamu gücünün sınıfta kaldığı, geçmiş depremlerden ders alınmadığı tüm kamuoyunun malumudur. Yurttaşlarımızın dayanışma bilinci ve gönüllü çalışmalarının büyük katkısıyla depremin ilk elden yaralarının sarılması konusunda eksiklikler giderilmeye çalışılmış olsa da afete müdahalenin devamındaki aşamalarında da kriz yönetilememiştir. Geçici yerleşim alanlarının kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, ulaşım, elektrik, su, kanalizasyon, haberleşme gibi altyapı hizmetleri, depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen sağlanamamıştır. Depremlerin 1. yılını geride bırakırken depremin en çok etkilediği Antakya başta olmak üzere deprem bölgesinde barınma, beslenme, sağlık, hijyen, içme suyu, eğitim gibi en temel insani ihtiyaçlara yönelik sorunlar hala devam etmektedir. Yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılar insan hayatını tehlikeye sokmaya devam ederken, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemleri çevreye ve insan sağlığına zararlar vermekte, enkaz toplama alanları ise içme suyu kaynaklarını kirletmesi bakımından ciddi riskler oluşturmaktadır". (4)

Kısaca, depremin ardından koca bir yıl geçmiş olmasına rağmen yaralar sarılmamış, acılar devam ediyor. Nitekim Hatay halkı bunu iktidar partisinin bir bakanını yuhalayarak protesto etti.

İktidar blokunun böyle büyük bir felaketin ortaya çıkmasındaki sorumluluğu ve deprem sonrasında, özellikle ilk üç gün, devletin hiç ortada olmadığı biliniyor. Buna rağmen, bilhassa da deprem çalışmalarında ayırımcılığa uğrayan "Hataylılara iktidar partilerine oy vermedikleri için kendilerine yardım elinin uzatılmadığının" açıkça ifade edilmesi, bir yandan yerel seçimler yaklaşırken iktidar blokunun oy devşirmek için her şeyi yapabileceğini, diğer yandan iktidar blokunun ülke halklarından nasıl koptuğunu, onlara nasıl yabancılaştığını gösteriyor.

Bu açıklama aynı zamanda ülkedeki yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasındaki ilişkinin ne denli sorunlu olduğunu ve bu konuda mutlaka acilen bir şeyler yapılması gerektiğini de ortaya koyuyor.

Zira bırakın özellikle de böyle afetler sırasında daha hızlı ve etkin önlemler alınmasını sağlayabilecek idari özerkliği, yerel yönetimlerin mali özerklikleri bile söz konusu değil. Gelir kaynaklarının çok büyük bir kısmı merkezi yönetimden sağlanıyor. İktidar da bunu bildiğinden bunu bir tehdit ya da şantaj aracı olarak kullanıyor.

Bu bağlamda Türkiye'de yerel yönetimlerin (ağırlıklı olarak belediyelerin) gelir kaynaklarını masaya yatırmakta yarar var.

Türkiye'de yerel yönetimleri oluşturan birimlerin gelirlerini üç temel kaynak üzerinden değerlendirmek mümkündür. Bunlar; vergi ve vergi benzeri gelirler (diğer bir ifadeyle öz gelirler), yerel yönetim idarelerinin merkezi idareden aldığı paylar ve yerel yönetimlere merkezi yönetim tarafından yapılan mali transferler, olarak özetlenebilir.

Aşağıda da gösterildiği üzere, Türkiye'de yerel yönetimlerin öz gelirleri oldukça sınırlıdır. Üstelik bu gelirleri arttırmak yerel yönetimlerin yetkisi dâhilinde de değildir.

Yerel yönetimlerin öz gelirlerini oluşturan vergi, vergi benzeri ve diğer gelirlerin oranları, payları ve bunları belirleme yetkisi kanuni çerçevede düzenlenmiş olmasına rağmen oldukça sınırlı bir şekilde yetkilendirme söz konusudur. Bu nedenlerden dolayı, Türkiye'de yerel yönetimlerin en önemli gelir kaynakları öz gelirlerinden ziyade merkezi idare tarafından yapılan transferlerden meydana geliyor. Yerel yönetimlerin transfer gelirlerini oluşturan bu paylar, genel bütçe vergi gelirleri........

© T24


Get it on Google Play