Diğer

09 Kasım 2023

“İnsan olmak.” Bu söz en çok mecazi anlamıyla kullanılır ve idealize edilmiş bir “insan” kavramına yakışanı ile yakışmayanı belli etmeye yarar. Gündelik dilde karşısındakini olumsuzlarken kendini olumlayan bir kasıt da içerir.

Mecaziden çok, ırkçılık içerecek ölçüde düzanlama yaklaşan “onlar insan değil” biçimindeki kullanıma ise ender rastlanır. Hatta, İkinci Dünya Savaşı’ndaki zebaniliklerin ardından, kamu önünde kullanılmasına değme ırkçılarda bile rastlanmaz olmuştur.

7 Ekim saldırılarıyla başlayan Hamas-Netanyahu Savaşı’nın tanımlayıcı özelliklerinden biri de “insan” sözcüğünün bu ikinci anlamıyla, yani hasmını insan saymayan bir kasıtla kullanılması oldu; “insan değil”, “şeytan” vb. biçiminde. Herhalde bunu derin bir irkiltiyle karşılamayan pek az kimse olmuştur. Her savaşta duyulan türden sözler değil çünkü bunlar.

Gerçi bu savaşa ilk anlardan itibaren bir “olağanüstülük” izlenimi egemen oldu. Bunda saldırıların “teknik” açıdan taşıdığı “gafil avlama” özelliği kadar, çoluk çocuk öldürme, sivilleri rehin alma ve hastane, cami, okul bombalama edimlerinin fütursuz bir benimsemişlikle savunularak dile getirilmesi de rol oynuyordu. Yine de “onlar”ı insan saymama inancının reel bir içerikle seslendirilmesi “olağan” beklenti ufkunu aşan bir ırkçı nefretin göstergesidir. Silah tekellerinin her tür savaş ve çatışmada mutlak kışkırtıcı olarak oynadığı tartışılmaz rolün ötesine geçen bir yanı var bu nefretin. Nereden kaynaklanmış olabilir peki bu fark, nefretin bu derecesi? Tarafların toplumsal bileşenlerini ne ölçüde kapsıyor ve onlardan ne gibi tepkiler görüyor ya da görebilir?

Bir tür aydınlanma ânı beni epeydir elime almadığım bir kitaba yöneltti: René Girard’ın Şiddet ve Kutsal adlı çalışması. İsrail-Filistin Savaşı’nın hiçbir aşaması, bu kitabın odağındaki “kurucu şiddet” kuramını doğrulamaya Hamas-Netanyahu aşaması kadar yaklaşmamıştı.

Girard, derin ve uzun antropolojik birikimlere dayanan bu ünlü çalışmasının sonuç bölümünde (Alfa Basın Yay., 2019, s. 452 vd.), kuramın “temelindeki bazı ilkesel noktalara dikkat edilmeli” dedikten sonra, “kendiliğinden şiddet” ile “bu şiddetin dinsel taklitleri” arasında binlerce biçimin bulunduğunu söylüyor. Ona göre şiddet biçimlerinin kökeninde gerçek bir kurucu olay yatmakta, ancak doğrudan gözlem olanağı yalnızca bu taklit biçimler için bulunmaktadır.

Bizim güncelliğimiz açısından bana daha da önemli görünen sözleri şunlar:

“... [kendisinin] kutsallıktan doğmuş tek toplum olduğu inancını beslemeyen toplum yoktur. Bu nedenledir ki ötekiler hiçbir zaman tam olarak insandan sayılmaz. (...)

Böylelikledir ki döngüden çıkamamaktayız. Kutsalı silme, bütünüyle yok etme eğilimi, kutsalın el altından (aşkın bir biçim içinde değil, içkin bir biçimde; şiddet biçimiyle ve şiddet bilgisiyle) geri dönmesini hazırlıyor. Şiddete dayalı başlangıçtan durmadan uzaklaşan düşünce, o başlangıca yeniden yaklaşıyor ama, istemdışı bir biçimde, çünkü hiçbir zaman yön değiştirme bilincinde olmadı.” (s. 469)

Hamas ve Netanyahu yönetimi, İsrail ile Filistin’i kurban seçerek yok etmeye yemin etmiş iki şiddet kaynağı. İsrail devleti sanki zaten Filistin halkını “ağır” sıfatının bütün anlamlarıyla devam eden bir süreç içinde kurban etmek üzere kurulmuş bir yayılmacı devlet.

Girard’ı 2015’te kaybetmiştik. Yukarıdaki alıntıda söyledikleri de özgül olarak İsrail ya da Hamas ile değil, “ilkel” ve “modern” pek çok toplumla ilgili ve zaten ünlü kitabı ilk kez 1972 yılında yayımlanmış. Geçerliliği ya da önemi ise galiba gitgide artıyor.

Yukarıdaki alıntıdan iki sayfa önce şunları söylüyor:

“Oysa şiddet hâlâ her şeyi yönetiyor. Bu uzak, görünmez güneşin çevresinde yalnızca gezegenler değil, gezegenlerin uyduları ve uydularının uyduları da dolanıyor. Bu güneşin niteliğini bilmek önemli değil, hatta bilmemek, hiç olmamış gibi davranmak gerek ...”

René Girard 1923 doğumlu. Yaşasaydı, bizim cumhuriyetimiz gibi yüz yaşında olacaktı. Dolayısıyla, dünyaca tanınmış bir antropolog düşünür ve kuramcı olarak bu yıldönümü nedeniyle de epey ilgi odağı olması beklenir, özellikle kurucu şiddet ve taklit arzu gibi kavramlara dayanan, “insanın şiddete olan yatkınlığını dizginlemeyi hedefleyen” teorisi etrafında.

Le Monde gazetesi Girard’dan insanlığın “çok yakında kendi kendisini yok etmek ile radikal bir şiddet dışılık arasında seçim” yapması gerekeceğine ilişkin sözlerini alıntılamış. Bazı Fransızlar -nedense- onun katolikliğini hak ettiğinin çok ötesinde bir önemle vurguluyorlar. Bana göre ise, uzun ömrü boyunca insanlığın en eski dönemleri ile şu son ayına kadar olan dönemlerini bir arada düşünen ve düşündüren kariyeri dinsel kökeninin çok ötesindedir. Özellikle de Romantik Yalan ve Romansal Hakikat, Günah Keçisi, Kültürün Kökenleri ve daha başka demirbaş çalışmalarıyla bir arada düşününce.

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi.

Kitapları

- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay.

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)


- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)


- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)


- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)


- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)


- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)


- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)

Savaş, altından kalkılması olanaksız olgular yaratıyor, her birine teşne olan insanların eliyle yaratılan cehennemler de diyebilirim, ve bu arada hazırda bekleyen faşizme en uygun zeminleri sunuyor. İnsanlık olarak bundan hiçbir kavmin ebediyen muaf olmadığını gün be gün öğreniyoruz

“Yaralı cemaatler” bağlamında ilk iki ülkenin anılmış olması zaman ve zemin açısından yakınlıkları düşünülünce hiç şaşırtıcı gelmiyor, ne de olsa Yemen fazla uzak, Kürdistan fazla yakındır, Ukrayna’ya ise alışmış gibi bir halimiz var...

Öyle görünüyor ki hastane saldırısı bir tür dönüm noktası olarak bu çatışmayı insanlığın bütün tarihi ve coğrafyasıyla birlikte şimdisini de gösteren bir tür tablo ve etik problemler listesi haline getirmiştir

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Şiddet ve kutsal - Necmiye Alpay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şiddet ve kutsal

16 58
09.11.2023

Diğer

09 Kasım 2023

“İnsan olmak.” Bu söz en çok mecazi anlamıyla kullanılır ve idealize edilmiş bir “insan” kavramına yakışanı ile yakışmayanı belli etmeye yarar. Gündelik dilde karşısındakini olumsuzlarken kendini olumlayan bir kasıt da içerir.

Mecaziden çok, ırkçılık içerecek ölçüde düzanlama yaklaşan “onlar insan değil” biçimindeki kullanıma ise ender rastlanır. Hatta, İkinci Dünya Savaşı’ndaki zebaniliklerin ardından, kamu önünde kullanılmasına değme ırkçılarda bile rastlanmaz olmuştur.

7 Ekim saldırılarıyla başlayan Hamas-Netanyahu Savaşı’nın tanımlayıcı özelliklerinden biri de “insan” sözcüğünün bu ikinci anlamıyla, yani hasmını insan saymayan bir kasıtla kullanılması oldu; “insan değil”, “şeytan” vb. biçiminde. Herhalde bunu derin bir irkiltiyle karşılamayan pek az kimse olmuştur. Her savaşta duyulan türden sözler değil çünkü bunlar.

Gerçi bu savaşa ilk anlardan itibaren bir “olağanüstülük” izlenimi egemen oldu. Bunda saldırıların “teknik” açıdan taşıdığı “gafil avlama” özelliği kadar, çoluk çocuk öldürme, sivilleri rehin alma ve hastane, cami, okul bombalama edimlerinin fütursuz bir benimsemişlikle savunularak dile getirilmesi de rol oynuyordu. Yine de “onlar”ı insan saymama inancının reel bir içerikle seslendirilmesi “olağan” beklenti ufkunu aşan bir ırkçı nefretin göstergesidir. Silah tekellerinin her tür savaş ve çatışmada mutlak kışkırtıcı olarak oynadığı tartışılmaz rolün ötesine geçen bir yanı var bu nefretin. Nereden kaynaklanmış olabilir peki bu fark, nefretin bu derecesi? Tarafların toplumsal bileşenlerini ne ölçüde kapsıyor ve onlardan ne gibi tepkiler görüyor ya da görebilir?

Bir tür aydınlanma ânı beni epeydir elime almadığım bir kitaba yöneltti: René Girard’ın Şiddet ve Kutsal adlı çalışması. İsrail-Filistin Savaşı’nın hiçbir aşaması, bu kitabın odağındaki “kurucu şiddet” kuramını doğrulamaya Hamas-Netanyahu aşaması kadar yaklaşmamıştı.

Girard, derin ve uzun antropolojik birikimlere dayanan bu ünlü çalışmasının sonuç bölümünde (Alfa Basın Yay., 2019, s. 452 vd.), kuramın “temelindeki bazı ilkesel noktalara dikkat edilmeli” dedikten sonra, “kendiliğinden şiddet” ile “bu şiddetin dinsel taklitleri” arasında binlerce biçimin bulunduğunu söylüyor. Ona göre şiddet biçimlerinin kökeninde gerçek bir kurucu olay yatmakta, ancak doğrudan gözlem olanağı yalnızca bu taklit biçimler için bulunmaktadır.

Bizim güncelliğimiz........

© T24


Get it on Google Play