Diğer

T24 Haftalık Yazarı

21 Nisan 2024

Saygıyla andığımız hocam Prof. Dr. Nusret Fişek "Bu ülkenin kanalizasyonlarından vitamin akar" derdi. Bu sözün söylendiği yıllarda hastaya antibiotik yazıldığında yanına bir de vitamin eklemek hekimliğin önde gelen şartlarından biriydi. Yazılmadığı durumda hastanın karşısında "hiçbir şey bilmeyen doktor" durumuna düşülürdü.

Bu ülkenin kanalizasyonlarında ne kadar vitamin olduğunu bilmiyoruz ama oldukça fazla olduğuna eminim. Neredeyse herkes kendince uygun bulduğu vitaminleri alıyor ve bunları üretenler de "daha fazlası gerek" diyerek pazarı genişletiyorlar. Bu yazıda hangi vitamin ne kadar alınmalı konusuna girmeyeceğim, biliyorum ki oradan çıkış yok. Gelin bu vitaminler nasıl bulunmuş, hayatımıza ne zaman girmiş, ona bakalım.

Bazı hastalıkların ortaya çıkmasına "bazı şeylerin" eksik olmasının neden olduğu çok uzun yıllar önce fark edilmiş. C vitamini eksikliği ile ortaya çıkan skörbütün zamanında yaklaşık iki milyon denizciyi etkilediği düşünülüyor. Uzun deniz yolculuklarına çıkan denizciler aylar boyunca taze sebze ve meyveden uzak kaldığında ortaya çıkan bu problemi çözmeyi başarmış, elbette vitamin kelimesini bile duymamışken.

İlk inanışlar beslenme için protein, karbonhidrat, yağ ve minerallerden oluşan diyetin yeterli olduğu şeklinde iken, hastalıkların önemli bir bölümünün bulaşma yolu ile değil de beslenme eksikliğine bağlı olabileceği düşüncesi ile araştırmalar başlamış.

Vitamin tedavisinin öncüsünün Casimir Funk olduğu kabul ediliyor. Deneysel çalışmalar ile hastalıklara yol açan maddelerin bulunduğunu göstermiş ve bu maddelere "vitamine" (vita = hayat, amine = nitrojen içeren) ismini vermiş. 1912 yılında bu isim bilim çevreleri tarafından kabullenilmiş ve bir süre sonra sondaki "e harfi" düşmüş ve "vitamin" olmuş.

Çiftlik hayvanlarının beslenme şekillerinin gelişmelerini etkilediği gerçeğinden yola çıkarak 1907 yılında Elmer McCollum ve Marguerita Davis farelerde bir dizi deneye başlamış ve diyette tereyağı ve yumurta beyazı olduğunda farelerin daha iyi geliştiğini gözlemlemiş. Zeytinyağı ve domuz yağı aynı faydayı sağlamamış. Araştırıcılar yağda eriyen bir maddenin buna yol açtığını ortaya çıkarmış ve A vitamininin tanımlanmasının önünü açmış.

1918 yılında bu madde "yağda eriyen A" olarak tanımlanmış ve 1920'de ise A vitamini adını almış. Paul Kerrer 1932'de A vitamininin kimyasal yapısını tariflemiş ve 1932 yılında ise madde Harry Holmes ve Ruth Corbet tarafından izole edilmiş. 1946 yılında ise A vitamininin sentezi başarılmış. Görüldüğü gibi bugün basit bir hap olarak alıp yuttuğumuz vitaminlerin gelişmesi uzun emek, çaba ve bilimsel merak gerektirmiş.

A vitamini görme ile ilgili vücut fonsiyonları için gerekli ve bağışıklık sisteminin düzgün çalışması için elzem maddelerin başında geliyor. Ayrıca hücre gelişmesi ve yenilenmesi için de gerekli.

Vitaminler kabaca yağda eriyen ve suda eriyen vitaminler olarak ayrılıyor. A, D, E ve K vitaminleri yağda çözünür. İnsan vücudu yağda çözünen vitaminleri yağ dokularında ya da karaciğerde depolar ve bu vitaminlerin rezervleri vücutta günlerce ya da aylarca kalabilir. Suda eriyenler ise kısa sürede vücuttan atılır. Bu nedenle, yağda eriyen vitaminlerin yüksek dozda alınması zararlı etkiler ortaya çıkartabiliyor.

A, B, C, D, E, ve K vitaminleri varken F, G, H, I, J vitaminleri neden yok diye merak edenler olmuştur mutlaka. Elbette harf sırasında giderken E'den K'ye sebepsiz yere atlanmamış. E vitamininden sonra bulunan bazı maddeler vitamin olarak tanımlanarak harf sırasına göre isimlendirilmiş ama daha sonra bunların vitamin olmadığı anlaşılınca o harf yok olup gitmiş.

Vitamin J daha sonra B2 olarak tanımlanmış. F vitamininin esansiyel bir yağ asidi olduğu, H vitamininin de biotin denilen bir madde olduğu sonraki araştırmalarda ortaya çıkınca vitamin ünvanı alamamışlar.

Sağlık ticarileştikçe basit sağlık tavsiyelerini unuttuk gitti. "Güneş giren eve doktor girmez" cümlesini artık kullanmaz olduk. Özünde doğal yollardan uzaklaşmayın diyor. Amerikalıların da "Günde yenilen bir elma doktoru uzak tutar" diye bir söylemi vardır ki aynı duyguyu vurguluyor.

Vitaminleri vücudumuz sentezleyemiyor ve gereksinimiz var. Haplarla değil de doğal yollardan alsak daha iyi olmaz mı?

A. Özdemir Aktan kimdir?

A. Özdemir Aktan, Ankara'da doğdu. İlkokulu Rize'de bitirdikten sonra ortaokulu Talas Amerikan Kolejinde, liseyi ise Tarsus Amerikan Kolejinde bitirdi.

1971 yılında girdiği Hacettepe Tıp Fakültesini 1977 yılında bitirdi ve aynı yıl Hacettepe Tıp Fakültesi Genel Cerrahi asistanı oldu.

!982 yılında genel cerrahi uzmanı olduktan sonra askerlik ve zorunlu hizmet sonrası 1986 yılında Gazi Üniversitesinde yardımcı doçent olarak akademik kariyerine başladı. 1988'de Marmara Üniversitesine geçtikten sonra aynı yıl doçent ve 1994 yılında da profesör oldu.

Marmara Üniversitesinde 27 yıl görev yaptıktan sonra 2015 yılında KHK ile üniversiteden uzaklaştırıldı.

İstanbul Tabip Odasında değişik görevlerden sonra 2006-2010 yılları arasında İTO başkanı, 2010-2012 yılları arasında TTB Merkez Konseyi ikinci başkanlığı ve 2012-2014 yıllarında ise TTB Merkez Konseyi başkanlığı yaptı. İTO anılarını "Savaş Köprüleri Vurur" ve TTB anılarını "Hekimler Suç İşliyor" isimli kitaplarda yayımladı.

Halen hekimlik mesleğine ve TTB aktivistliğine devam ediyor.

Evli ve iki çocuk babası.

Yataklarında ve hele de ameliyat masasında olan hastalarımızın zor durumda oldukları zaman verdikleri sözlerin işler yoluna girdiğinde değiştiğini sıkça görüyoruz. Hekim olarak bunları izlemek de ilginç oluyor

Araştırmalar, yeterli dinlenemeyen kişilerin fiziki ve mental çöküntü yaşadıklarını, konsantrasyon eksikliği ile karar vermekte zorlandıklarını ve hata oranlarının yükseldiğini gösteriyor

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte tıpta "medikal estetik" adı altında yeni bir dal oluştu. Türkiye'de kısa bir kurs sonrası alınan sertifika ile medikal estetik uzmanı olunabiliyor. Geniş ve verimli bir pazar olduğundan da ehliyetsiz veya yetersiz birçok kişi tarafından da uygulanmaya çalışılıyor

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Vitamin tutkumuz - Özdemir Aktan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Vitamin tutkumuz

23 1
21.04.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

21 Nisan 2024

Saygıyla andığımız hocam Prof. Dr. Nusret Fişek "Bu ülkenin kanalizasyonlarından vitamin akar" derdi. Bu sözün söylendiği yıllarda hastaya antibiotik yazıldığında yanına bir de vitamin eklemek hekimliğin önde gelen şartlarından biriydi. Yazılmadığı durumda hastanın karşısında "hiçbir şey bilmeyen doktor" durumuna düşülürdü.

Bu ülkenin kanalizasyonlarında ne kadar vitamin olduğunu bilmiyoruz ama oldukça fazla olduğuna eminim. Neredeyse herkes kendince uygun bulduğu vitaminleri alıyor ve bunları üretenler de "daha fazlası gerek" diyerek pazarı genişletiyorlar. Bu yazıda hangi vitamin ne kadar alınmalı konusuna girmeyeceğim, biliyorum ki oradan çıkış yok. Gelin bu vitaminler nasıl bulunmuş, hayatımıza ne zaman girmiş, ona bakalım.

Bazı hastalıkların ortaya çıkmasına "bazı şeylerin" eksik olmasının neden olduğu çok uzun yıllar önce fark edilmiş. C vitamini eksikliği ile ortaya çıkan skörbütün zamanında yaklaşık iki milyon denizciyi etkilediği düşünülüyor. Uzun deniz yolculuklarına çıkan denizciler aylar boyunca taze sebze ve meyveden uzak kaldığında ortaya çıkan bu problemi çözmeyi başarmış, elbette vitamin kelimesini bile duymamışken.

İlk inanışlar beslenme için protein, karbonhidrat, yağ ve minerallerden oluşan diyetin yeterli olduğu şeklinde iken, hastalıkların önemli bir bölümünün bulaşma yolu ile değil de beslenme eksikliğine bağlı olabileceği düşüncesi ile araştırmalar başlamış.

Vitamin tedavisinin öncüsünün Casimir Funk olduğu kabul ediliyor. Deneysel çalışmalar ile hastalıklara yol açan maddelerin bulunduğunu göstermiş ve bu maddelere "vitamine" (vita = hayat, amine = nitrojen içeren) ismini vermiş. 1912 yılında bu isim bilim çevreleri tarafından kabullenilmiş ve bir süre sonra sondaki "e harfi" düşmüş ve "vitamin" olmuş.

Çiftlik hayvanlarının beslenme şekillerinin gelişmelerini etkilediği gerçeğinden yola çıkarak 1907 yılında Elmer McCollum ve Marguerita Davis farelerde bir dizi deneye başlamış ve diyette tereyağı ve........

© T24


Get it on Google Play