Diğer

28 Kasım 2023

Çok değerli Türkiye Barolar Birliği Yönetimi,

Türkiye'nin hukuk düzeni, Cumhuriyet tarihindeki en kötü günlerden geçmektedir.

Türkiye'de mahkeme kararları uygulanmamaktadır. Yargıda rüşvet iddiaları artık su yüzüne çıkmıştır.[1] Hukuk fakültelerinin sayısı her geçen gün artarken, eğitimin niteliği hızla gerilemektedir.[2] Ekonomik açmazlardan ötürü depresyona, hatta intihara sürüklenen genç avukatlara dair haberlerde sıra dışı bir artış söz konusudur. Yurttaşların adli makamlara dönük güven yitimi hiç olmadığı kadar yüksektir.[3]

Bir anayasa hukukçusu olarak özellikle ve rahatlıkla söyleyebilirim ki Türkiye fiilen anayasasızlaştırma süreci yaşamaktadır.[4]

Bazı örnekleri tarihe not düşmek için aktarmak anlamlı olabilir.

Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı. Yargılamalarda, (hatta siyasi vakalarda soruşturma aşamasında) tutukluluk norm, tutuksuz yargılama istisna niteliği kazanmıştır. Öyle ki tutuklu sayısının fazlalığından ötürü artık cezaevi/tutukevi sayısı dahi yeterli olamamaktadır. Tutuklama kararlarında da basmakalıp gerekçe sorunu derinleşmiş ve yerleşik hâle gelmiştir.[5]

Bunların yanı sıra Osman Kavala[6], Selahattin Demirtaş[7] ve Can Atalay[8] örneklerinde görüldüğü üzere siyasi muhalifler, mahkeme kararlarına rağmen tutulmaktadır. Bir kişiyi dağa kaldırmaktan farksız bu tutumun bizzat kamu erki tarafından ve ayan beyan yapılması "hukuksal yozlaşma"nın artık "çürüme" düzeyine vardığının göstergesidir.[9] Cumhuriyet, "hukuk devleti" olma yolundan çıkmış, "hukuksuzluk devleti" olmakta hızla yol almıştır.

Adil Yargılanma Hakkı. Mahkemelerin bağımsızlığı hiç olmadığı kadar gerilemiştir. Mesleğe alımlardaki fiilî "referans" ölçütünün, gelinen aşamada "iktidar angajmanı" olarak algılandığı görülmektedir. Niteliksiz ve deneyimsiz hâkimlerin verdiği sorunlu kararlar bir yandan, nitelikli hâkimlerin coğrafi güvenceden yoksun olmasından mütevellit sürgün tehdidi altında çalışmaları diğer yandan hukuki güvenceleri boğmaktadır. Dava sürelerinin uzunluğu sıradanlaşmış ve kanıksanmıştır. Pek çok karar, ilgili ve yeterli gerekçeden yoksundur. Keza Cumhuriyet savcıları, İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk güçleri eliyle etkili soruşturma yürütememekte, yargıçlara benzer bir baskı alında kalmaktadır.[10] Öte yandan, özellikle 15 Temmuz sürecindeki yargılamalardaki kimi sorunlar, yargısal olarak tespit edilmesine rağmen gerekli bütünlüklü giderim hâlâ sağlanamamıştır.[11]

Din ve Vicdan Özgürlüğü. Türkiye'de derin bir laiklik krizi baş göstermiştir. Dinsel dayatma artmış, kişilerin "dinden özgürlük" güvenceleri büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Örneğin Anayasa'nın (md. 15/2 ve 24/3) "kimse dinini açıklamaya zorlanamaz" hükümlerine ve bu konudaki Türkiye aleyhine verilen bir İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararına rağmen nüfus kütüklerinde "din hanesi" varlığını korumaktadır.[12]

İHAM ve Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından dinsel endoktrinasyon (tek yönlü aşılama) içerdiği tespit edilen[13] din kültürü ve ahlak bilgisi dersi aynı içerikle ve zorla verilmeye devam edilmektedir. Dahası bu sorun, zorunlu seçmeli dersler (Siyer ve Kur'an dersleri) yoluyla derinleştirilmiş[14], imamların da ders vermesinin önünü açan uygulamalarla okullar adeta camileştirilmiş[15], imam hatip okullarının paralel eğitim kurumları kılınarak yaygınlaştırılmasıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun özü tahrip edilmiştir.[16] Son yıllarda Kur'an kurslarının beş yaşındaki çocuklara kadar indirilmesiyle[17] veya karma eğitimden uzaklaşılmasına dönük bazı fiili uygulamalarla[18] laik eğitim yıkılmaya yüz tutmuştur. Bu süreçte devletin yurt vb. barınma olanaklarını sunmaması, halk çocuklarını dini cemaat yurtlarının pençesine düşürmüş; millî eğitim kurumları, adeta laik Cumhuriyet'e karşı militan yetiştiren bir anlam kazanmıştır.

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), Anayasa'nın öngördüğü "laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek" hareket etme ödevinin tam aksine hareket etmektedir. Hükûmet güdümünde ve belli bir dinsel yorumun aşılanmasına dönük organize olduğu yargısal olarak tespit edilen[19] bu kurum, hemen her siyasi polemiğin parçası olmakta, bazı durumlarda nefret söylemi üretecek düzeyde ileriye gitmektedir. Alevi yurttaşların kendi ibadethanelerine sahip olmasının önünde de engel olarak duran[20] DİB'in bütçeden aldığı pay, ivmeli biçimde artmakta, pek çok bakanlığı dahi geçmektedir.[21]

Tüm bu adımlar, Anayasa'nın "dini ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar yasağı" (md. 24/5) hilafına hareket eden siyasi partilerce atılmakta, ana akım muhalefet de laiklik hassasiyetini ortaya koymamaktadır.

İfade Özgürlüğü. Sansür ve oto-sansür, II. Abdülhamit istibdadını aratmamaktadır. Sadece Cumhurbaşkanına hakaretten dolayı açılan (dünya rekoru düzeyindeki) soruşturma sayısı dahi bu durumu ortaya koymaya yetmektedir.[22] İHAM'ın öngörülebilirlik sorunu olduğunu tespit ettiği hükümler (TCK md. 220/6, 299, 301 vd.) mevcut biçimiyle varlığını korumaktadır. Öte yandan gazetecilerin keyfî biçimde tutulmasındaki artış, basın özgürlüğünün gerileme düzeyiyle koşuttur.[23] Gazeteciler, gazetecilik yaptığı için tutuklanabilmekte, bunlar yetmezmiş gibi "halkı yanıltıcı bilgiyi yayma" gibi yeni suç tipleriyle daha da kuşatılmaktadır.[24]

İzinsiz ve Barışçıl Toplanma Özgürlüğü. Demokrasinin olmazsa olmazı barışçıl ve izinsiz toplanma özgürlüğü sistematik olarak yok sayılmaktadır. Öyle ki İHAM bu konuda münferit olarak ihlal kararları vermekten vazgeçmiş ve Türkiye'de bu konuda yapısal sorun olduğu belirlemesi yapmıştır.[25] AYM'nin yaklaşımı da bir ölçüde koşuttur.[26] Biber gazı vb. araçların keyfî kullanımıyla toplumsal olaylara müdahalelerde işkence yasağı ihlal edilmeye başlanmıştır. Geçmişte kapalı kapılar ardında yapılan işkence, artık sokağa düşmüş, aleni hâle gelmiştir.

Örgütlenme Özgürlüğü. Örgütlenme alanında "sarı sendikacılık" daha da yaygınlaşmıştır. Hükûmet güdümlü olmayan sendikalarda örgütlenen ve sendika çağrısıyla iş bırakan kamu çalışanları keyfî cezalara maruz bırakılmaktadır. Kamu çalışanlarının grev hakkını, çok sayıda yargı kararına[27] rağmen tanımayan iktidar, işçilerin grev hakkının özünü de "grev erteleme" kararlarıyla zedelemektedir.[28] AYM'nin grev erteleme kararlarına dönük ihlal kararları[29] açıkça yok sayılmaktadır.

Serbest Seçim Hakkı. Oy verme işlemine dönük güvenceler ve seçim güvenliği, tükenme noktasına gelmiştir.[30] TBMM'de gizli yapılması gereken oylamaların pervasızca açık yapılması[31], mühürsüz oyların geçerli sayılması[32], seçimden önce kamusal makamların ve kitle iletişim araçlarının fırsat eşitliğine aykırı biçimde kullanılması[33] ve seçimlerin üzerine -icabında "trafoya kedi kaçması[34]" yoluyla- düşen şaibeler, serbest seçim hakkının aşındığının ilk akla gelen örnekleridir. Bu aşınma karşısında Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) yeterli denetimi sağlayamamaktadır. YSK, anayasal hakları güvence altına almak şöyle dursun, verdiği skandal kararlarla (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesi[35], Cumhurbaşkanının görev süresinin uzatılması[36] vb.) meşruluğunu yitirmiştir.

Milletvekillerinin yasama bağışıklıklarının içi boşaltılmıştır.[37] "Ulusun sesi" olacağı varsayılan milletvekilleri dahi söz söylemekten çekinir hâle getirilmiştir.[38]

Sosyo-Ekonomik Haklar. Anayasa'daki sosyal devlet ilkesine dönük vurgulara rağmen sosyal güvenceler aşınmıştır. Taşeronlaştırma uygulamasının sonucu olarak sağlık hizmetleri durma noktasına gelmiştir. Bir devlet hastanesinde randevu almak için aylarca bekleyen yurttaşlar, konut kiralarındaki artıştan dolayı psikolojik sağlıklarından da olmaktadır. Türkiye'de bir barınma sorunu baş göstermiştir. BM Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesinin kararlarına rağmen bu konuda hâlâ kamu yararını gözeten adımlar atılamamaktadır.[39] Parasız eğitim güvencesi özel okullar lehine tasfiye edilmiş, eğitimin kalitesi hızla gerilemiştir. Kamu hizmetine almada ve terfilerde kayırmacılık norm hâline gelmiştir. Anayasa'daki toprak ve tarım reformuna dönük hükümler hilafına, Türkiye kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmış ve tarımı bitme noktasına gerilemiştir. Çevrenin talanı da şaşırtıcı olmayan biçimde her geçen gün artmaktadır.

Bu sayılanlar tam bir çürüme göstergesidir.

Siyasi iktidar ortakları 1982 Anayasası'ndan sıklıkla "12 Eylül Anayasası" diye yakınıyor görünse da bu görüntü, en az iki nedenle sahtedir.

Birincisi, 1982 Anayasası 12 Eylül 1980'deki anayasa değildir. Anayasa yürürlüğe girdiği günden bugüne on dokuz anayasa değişikliği paketi kabul edildi. Bu değişiklikler (aynı maddede birden çok değişiklik ve maddelere işlenmeyenler de vardır) toplam 187 maddeye etki etmiştir. Bunların çoğunluğu AK Parti yönetimi zamanında gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu Anayasa, 12 Eylül Anayasası'ndan çok AK Parti Anayasası'dır.

İkincisi, AK Parti aradan geçen 21 yılda 12 Eylül rejiminin sorunlu ögelerini ortadan kaldırmamış, aksine bu konudaki yetkileri sonuna kadar kullanmıştır. Örneğin kararname rejimi bunlardan biridir. Hâkimler ve Savcılar Kurulunda adalet bakanı ile onun müsteşarının tabii üye olması bunlardan bir diğeridir. Devlet Denetleme Kurulunun özerk kurumların üzerindeki baskısı, yerel yönetimler ile üniversite özerkliğinin tasfiyesi, yargı denetimine kapalı alanlar, yargıçların coğrafi güvenceden mahrum kalması ve zorunlu din dersleri sorunu esasen 12 Eylül rejiminin ürünleridir.

Bunların hepsi yerli yerinde durmaktadır. Dolayısıyla mevcut iktidarın 12 Eylül Anayasası'ndan yakınması samimi ve doğru değildir. Çünkü ne Anayasa tam anlamıyla "12 Eylül Anayasası"dır ne de iktidar bu ögelerden mustariptir.

Türkiye'de yeni anayasa yapma koşulları yoktur. Az önce anlattığımız örneklerde de görüldüğü gibi 2023 Türkiye'sinde, eleştiri ve öneri getirmeye, muhalefet yapmaya, tartışma yürütmeye veya müzakerede bulunmaya dönük "nesnel koşullar" mevcut değildir. Öte yandan, halkın öncü kesimlerinin örgütlenme düzeyi hayli düşüktür. Gerçek ve güçlü bir toplumsal hareket ve iktidarın keyfîliğini frenleme yönünde baskıyı yaratacak bir kamuoyu rejimi de bulunmamaktadır. Dolayısıyla yeni anayasa tartışmasına girecek "öznel koşullar" da yoktur.

Nesnel ve öznel koşulların olmadığı bağlamlarda yeni anayasa masasına oturmanın yarardan çok zarar getireceği bilinmelidir. En azından geçtiğimiz yirmi yılın deneyimi bunu öğretmiş olsa gerekir.

Anayasa'ya saygı göstermeyen bir yönetimin başlattığı yeni anayasa tartışmasının istismarcı biçimde yürütüleceğini söylemek için alim olmaya gerek yoktur. Bu açık gerçek karşısında yeni anayasa girişimini meşrulaştıracak adımlardan kaçınılmalıdır.

Yapılması gereken şey, iktidar söyleminin peşine takılmak değil kendi gündemini yaratmaktır. Bu bakımdan iki öneri getirilebilir.

Birincisi; Türkiye Barolar Birliği, "yeni Anayasa" çağrısına karşı kendi çağrısını yayımlamalıdır. Bu çağrının konusu, mevcut Anayasa'nın uygulanması olmalıdır.

Bunun soyut değil, somut biçimde ortaya konulması önem arz eder. Bu bakımdan öncelikle AYM ile temas kurularak (genel ve birel tedbirler yönünden) icra edilmeyi bekleyen kararların listelenmesi işlevsel olacaktır. Bu liste, İHAM'ın (yukarıda aktardığımız kararlar da dahil olmak üzere) icra edilmeyi bekleyen kararlarıyla harmanlanmalıdır.[40]

Türkiye Barolar Birliği, net bir süre verilerek bu kararların icra edilmesini talep etmeli, icra edilmeyi bekleyen konuların ne olduğu bilgisini, halkın anlayacağı dilde anlatan materyallerle (bildiri, afiş, sticker/çıkartma, internet reklamı vb.) yaygınlaştırmalıdır. Hattâ bu, adeta bir kampanyaya dönüşmelidir.

TBB ayrıca bu kararlar icra edilmeden "yeni Anayasa" konusunda bir müzakerenin parçası olmayacağını ilan etmelidir. Böylesi bir tutumun "darbeci baro" söylemine karşı şeffaf bir karşı duruşu sağlayacağı kanaatindeyim.

İkincisi; Türkiye Barolar Birliği, Türkiye'deki yargısal çürümeye karşı önümüzdeki bahar mevsiminde bir miting düzenlemelidir. Başta TBB'ye mensup 174 bin avukata yapılacak bu çağrı, pekâlâ diğer demokratik kitle örgütleri ve yurttaşlara da yöneltilmelidir. Bir "Anayasa'ya Saygı" kampanyasına dönüşecek böyle bir çağrı, iktidar söyleminin peşine takılma ezberinin dışına çıkan ve bir özne olarak kendi sözünü söyleyen TBB'ye fazlasıyla yakışacaktır.

Mesleki sorunlardan ekonomik açmazlara, hukuk devleti krizinden hukuk fakülteleri sorununa kadar uzanan pek çok sorunun dile getirileceği bu barışçıl mitingin Türkiye'nin çağdaş kesimlerinin üzerindeki ölü toprağını da sarsabileceğini düşünüyorum.

Böylesi bir çağrı, anayasasızlaşmaya (icrai olmasa da) ihmal yoluyla katkı sunan muhalefetin suçlarına ortak olmamanın da bir gereğidir.

TBB'nin bu misyonu yerine getirecek kapasitesi, tarihsel mirası ve gücü fazlasıyla vardır.

TBB mensubu olmaktan onur duyan bir avukat olarak önerilerimin dikkate alınması talebimi saygılarımla arz ediyorum.

[1] "Yargıda rüşvet iddiaları sonrası ilk adım: Hakim Sidar Demiroğlu görevden uzaklaştırıldı", T24, 23/11/2023. Bkz. https://tinyurl.com/4ze5dnnd (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[2] Örnekler için bkz. Kemal Gözler, Türkiye Nereye Gidiyor? Akademi ve Hukuk Üzerine Gözlemler ve Eleştiriler (Makalelerim 2019), (Ekin Yay., 2. Baskı, 2020).

[3] SODEV, Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven Araştırma Raporu, (SODEV Yay., 2019).

[4] Ayrıntılı tespitler için bkz. Tolga Şirin, Anayasa'dan Çıkış, (İmge, 2022).

Ayrıca mutlaka bkz. Kemal Gözler, "1982 Anayasası Hala Yürürlükte mi? Anayasasızlaştırma Üzerine Bir Deneme", Türk Anayasa Hukuku Sitesi, https://www.anayasa.gen.tr/anayasasizlastirma.htm (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[5] Tolga Şirin, Özgürlük ve Güvenlik Hakkı, (Avrupa Konseyi Yay., 2018), s. 197 vd.

[6] Kavala/Türkiye, ECtHR, 28749/18, 11/07/2022.

[7] Selahattin Demirtaş/Türkiy e(2), ECtHR, 14305/17, 22/12/2020. Bu karar hakkında bkz. Tolga Şirin, "İnsan Hakları Mahkemesinin Selahattin Demirtaş Kararı Hakkında Notlar", Tolga Şirin Blog, 22/11/2018. https://www.tolgasirin.com/post/demirtas (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[8] Şerafettin Can Atalay (2) [GK], B. No: 2023/53898, 25/10/2023. Bu konuda bkz. Tolga Şirin, "Can Atalay Vakası ve Yargıtay Savcılarının Mütalaası", T24, 09/11/2023. https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/can-atalay-vakasi-ve-yargitay-savcilarinin-mutalaasi,42175 (Erişim tarihi: 26/11/2023). Tolga Şirin, "8 Kasım Skandalı ve ‘Yargısal Aktivizm' Meselesi", T24, 10/11/2023. https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/8-kasim-skandali-ve-yargisal-aktivizm-meselesi,42196 (Erişim tarihi: 26/11/2023). Tolga Şirin, "Yargıtay'ın Basın Açıklamasındaki Üç Hata", T24, 15/11/2023. https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/yargitay-in-basin-aciklamasindaki-uc-hata,42261 (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[9] Tolga Şirin, "Türkiye'de Anayasal Çürüme ve Yeni Dördüncü Erk Teorisi: Çürümüş Bir Şey Var Danimarka Krallığında", Ece Göztepe vd. (ed.), Türkiye'de ve Dünyada Hukuk Devletinde Aşınma: Hukukun Araçsallaştırılması-Belirsizleştirilmesi, (On İki Levha Yay., 2021), s. 33-65. Tolga Şirin, "Şirin, Çürüyen Bir Şeyler Var Türkiye Krallığı'nda: Dündar, Kavala, Demirtaş Kararları", T24, 12/10/2021. https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/curuyen-bir-seyler-var-turkiye-kralligi-nda-dundar-kavala-demirtas-kararlari,32782 (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[10] Ayrıntılar için bkz. Tolga Şirin, "Hem Argo hem de Teknik Anlamıyla ‘Yürütme'den Arınmış Yolsuzluk Komisyonlarına İhtiyacımız Var ", T24, 18/05/2021, https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/hem-argo-hem-de-teknik-anlamiyla-yurutme-den-arinmis-yolsuzluk-komisyonlarina-ihtiyacimiz-var,31048 (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[11] Bkz. Yüksek Yalçınkaya/Türkiye, ECtHR, 15669/20, 26/09/2023.

[12] Sinan Işık/Türkiye, ECtHR, 21924/05, 02/02/2010.

[13] Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye, ECtHR, 1448/04, 09/10/2007; Mansur Yalçın ve diğerleri/Türkiye, ECtHR, 21163/11, 16/09/2014. AYM kararı için bkz. Hüseyin El ve Nazlı Şirin El [GK], B. No: 2014/15345, 7/4/2022.

[14] Kerem Altıparmak, "Anayasa Mahkemesi ve 4+4+4: Din ve Vicdan Özgürlüğü Hanesinde Elde Var 0", Mülkiye Dergisi, C. 37, S. 2, s. 174-158.

[15] Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) Projesi Uygulama Usul ve Esasları, (MEB, 2023). Bkz. https://tinyurl.com/5334sanp (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[16] Bu konuda bkz. Elif Gençkal Eroler, Dindar Nesil Yetiştirmek Türkiye'nin Eğitim Politikalarında Ulus ve Vatandaş İnşası (2002-2016), (İletişim, 2019).

[17] Yaz aylarındaki Kur'an kurslarının haftalık süresinin üç günden beş güne çıkarılmasıyla ilgili 2009 tarihli AYM kararında karşı oy yazan yargıçlar çocukların böylesi eğitimler için "beden, zihin, duygu bakımından gelişimi"ni tamamlamayıp tamamlamadığını 12 yaş yönünden tartışmıştı. Mahkemenin çoğunluğuna göre ortada bir sorun yoktu. Bugün söz konusu tartışma, 6 yaşa kadar çekilmiş görünüyor. Bu durum, laiklik ilkesinde aşama aşama geriye gidişin trajik bir örneğidir. Bkz. AYM, E.2005/16, K.2009/139, 08/10/2009.

[18] Bkz. Tolga Şirin, "Karma Eğitimden Vazgeçilemez", T24, 18/07/2023. https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/karma-egitimden-vazgecilemez,40820 (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[19] İzzettin Doğan ve diğerleri/Türkiye, ECtHR, 62649/10, 26/04/2016.

[20] Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı/Türkiye, 32093/10, 02/12/2014.

[21] Şirin, Anayasa'dan Çıkış, op. cit.

[22] Bu sorun ve AK Parti dönemindeki diğer ifade özgürlüğü sorunları için bkz. Tolga Şirin, Türkiye'de Düşüncenin Tutsaklığı-II: İfade Özgürlüğünün Yeşili, (Tekin Yay., 2021).

[23] RTÜK kararları, yayın yasakları, basındaki tekelleşme, Basın İlan Kurumu yaptırımları, akreditasyon sorunları vb. sorunların tamamı için bkz. Şirin, Türkiye'de Düşüncenin Tutsaklığı-II, s. 463-523.

[24] "Basın meslek örgütlerinden Tolga Şardan'ın tutuklanmasına tepki: Gazeteciliğine kefiliz", BBC, 02/11/2023. Bkz. https://www.bbc.com/turkce/articles/crg14edg6zyo (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[25] Bkz. İzci/Türkiye, ECtHR, 42606/05, 23/07/2013.

[26] Tolga Şirin, "Anayasa Mahkemesi'nin Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü Kararlarına Yönelik Eleştirel Bir Değerlendirme", Anayasa Yargısı, S.32, 2015, s. 79-35.

[27] Demir ve Baykara/Türkiye, ECtHR, 34503/97, 12/11/2008; Enerji Yapı Yol Sen/Türkiye, ECtHR, 68959/01, 21/4/2009. Çok sayıda AYM kararından biri için bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014.

[28] Bu konudaki istatistik için bkz. Şirin, İfade Özgürlüğünün Yeşili: Türkiye'de Düşüncenin Tutsaklığı-II, s. 520.

[29] Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015; Birleşik Metal İşçileri Sendikası, B. No: 2015/14862, 9/5/2018.

[30] Mahpuslara oy hakkı, Söyler kararına rağmen tanınmamaktadır. Bkz. Söyler/Türkiye, ECtHR, 29411/07, 17/09/2013.

[31] Ayrıntılar için bkz. Kemal Gözler, "Mayıs 2023 Seçimleri Sürecinde ortaya Çıkan Seçim Hukukuna İlişkin Bazı Sorunlar", Halit Aker ve Zeynel T. Kangal (Ed.), Prof. Dr. Doğan Şenyüz'e Armağan (Hukuk), (Ekin Yay. 2023), s. 219-250.

[32] Tolga Şirin, "Referandum ve Serbest Seçim Hakkı: Yüksek Seçim Kurulu'nun 16 Nisan 2017 Tarih ve 560 Sayıl Kararı Hakkında Bir Değerlendirme", Anayasa Hukuku Dergisi, C. 6, S. 11, 2017, s. 191-226.

[33] Şirin, Türkiye'de Düşüncenin Tutsaklığı-II, s. 488.

[34] "Enerji Bakanı Taner Yıldız: Trafoya Kedi Girdi", Hürriyet, 02/04/2014.

[35] Bkz. Tolga Şirin, "Yüksek Seçim Kurulu ve Seçimlerin İptali", Tolga Şirin Blog, 14/04/2019. https://www.tolgasirin.com/post/__ysk (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[36] Bu konuda bkz. Tolga Şirin/Erkan Duymaz, Tolga Şirin/Erkan Duymaz, "Sınırlı İktidardan Uzatmalı Başkanlığa: Devlet Başkanlığı Dönem Sınırlamaları Hakkında Karşılaştırmalı Bir İnceleme", Anayasa Hukuku Dergisi, C. 10, S. 19, 2021, s. 27-92.

[37] Örn. bkz. Tolga Şirin, "Gergerlioğlu Kararı Neden Anayasa'ya Aykırı?", T24, 23/02/2021. https://t24.com.tr/yazarlar/tolga-sirin/gergerlioglu-karari-neden-anayasa-ya-aykiri,29981 (Erişim tarihi: 26/11/2023); Tolga Şirin, "Enis Berberoğlu Olayı ve Yeniden Canlanan Yasama Dokunulmazlığı", Anayasa-Der, 01/08/2023. https://anayasader.org/enis-berberoglu-olayi-ve-yeniden-canlanan-yasama-dokunulmazligi/ (Erişim tarihi: 26/11/2023).

[38] Tolga Şirin, "Meclisin Sesi Ulusun Sesi Mi? Erozyona Uğrayan Yasama Sorumsuzluğu", Anayasa Yargısı, C. 40, S. 1, 2021, s. 61-104.

[39] Bkz. Tolga Şirin ve Can Yalçın Armutcuoğlu, Sosyal Haklar, (Tekin Yay., 2023).

[40] Söz konusu kararlar HUDOC-EXEC sitesinde takip edilebilmektedir. Bkz. https://hudoc.exec.coe.int/

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir.

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.

Böylesi bir uygulamanın Anayasa'nın ulaşma ve aşma odağı olarak gösterdiği "çağdaş uygarlık" tezahürü sayılan ülkelerde, yani ABD'de veya Avrupa Konseyi üyesi olan 46 devletin hiçbirinde karşılığı yoktur

Basın açıklamasından anlaşılan o ki Yargıtay, Anayasa Mahkemesi kararını gerektiği gibi kavrayamamış. Tüm bu yaşananlardan sonra çok daha kontrollü yazılması beklenen metinde (yine ve yeniden) fahiş hatalarla karşı karşıyayız

Karar, bir yüksek mahkemenin saygınlığına uygun bir biçime zinhar sahip değil

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Türkiye Barolar Birliğine açık mektup - Tolga Şirin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türkiye Barolar Birliğine açık mektup

39 0
28.11.2023

Diğer

28 Kasım 2023

Çok değerli Türkiye Barolar Birliği Yönetimi,

Türkiye'nin hukuk düzeni, Cumhuriyet tarihindeki en kötü günlerden geçmektedir.

Türkiye'de mahkeme kararları uygulanmamaktadır. Yargıda rüşvet iddiaları artık su yüzüne çıkmıştır.[1] Hukuk fakültelerinin sayısı her geçen gün artarken, eğitimin niteliği hızla gerilemektedir.[2] Ekonomik açmazlardan ötürü depresyona, hatta intihara sürüklenen genç avukatlara dair haberlerde sıra dışı bir artış söz konusudur. Yurttaşların adli makamlara dönük güven yitimi hiç olmadığı kadar yüksektir.[3]

Bir anayasa hukukçusu olarak özellikle ve rahatlıkla söyleyebilirim ki Türkiye fiilen anayasasızlaştırma süreci yaşamaktadır.[4]

Bazı örnekleri tarihe not düşmek için aktarmak anlamlı olabilir.

Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı. Yargılamalarda, (hatta siyasi vakalarda soruşturma aşamasında) tutukluluk norm, tutuksuz yargılama istisna niteliği kazanmıştır. Öyle ki tutuklu sayısının fazlalığından ötürü artık cezaevi/tutukevi sayısı dahi yeterli olamamaktadır. Tutuklama kararlarında da basmakalıp gerekçe sorunu derinleşmiş ve yerleşik hâle gelmiştir.[5]

Bunların yanı sıra Osman Kavala[6], Selahattin Demirtaş[7] ve Can Atalay[8] örneklerinde görüldüğü üzere siyasi muhalifler, mahkeme kararlarına rağmen tutulmaktadır. Bir kişiyi dağa kaldırmaktan farksız bu tutumun bizzat kamu erki tarafından ve ayan beyan yapılması "hukuksal yozlaşma"nın artık "çürüme" düzeyine vardığının göstergesidir.[9] Cumhuriyet, "hukuk devleti" olma yolundan çıkmış, "hukuksuzluk devleti" olmakta hızla yol almıştır.

Adil Yargılanma Hakkı. Mahkemelerin bağımsızlığı hiç olmadığı kadar gerilemiştir. Mesleğe alımlardaki fiilî "referans" ölçütünün, gelinen aşamada "iktidar angajmanı" olarak algılandığı görülmektedir. Niteliksiz ve deneyimsiz hâkimlerin verdiği sorunlu kararlar bir yandan, nitelikli hâkimlerin coğrafi güvenceden yoksun olmasından mütevellit sürgün tehdidi altında çalışmaları diğer yandan hukuki güvenceleri boğmaktadır. Dava sürelerinin uzunluğu sıradanlaşmış ve kanıksanmıştır. Pek çok karar, ilgili ve yeterli gerekçeden yoksundur. Keza Cumhuriyet savcıları, İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk güçleri eliyle etkili soruşturma yürütememekte, yargıçlara benzer bir baskı alında kalmaktadır.[10] Öte yandan, özellikle 15 Temmuz sürecindeki yargılamalardaki kimi sorunlar, yargısal olarak tespit edilmesine rağmen gerekli bütünlüklü giderim hâlâ sağlanamamıştır.[11]

Din ve Vicdan Özgürlüğü. Türkiye'de derin bir laiklik krizi baş göstermiştir. Dinsel dayatma artmış, kişilerin "dinden özgürlük" güvenceleri büyük ölçüde tasfiye edilmiştir. Örneğin Anayasa'nın (md. 15/2 ve 24/3) "kimse dinini açıklamaya zorlanamaz" hükümlerine ve bu konudaki Türkiye aleyhine verilen bir İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararına rağmen nüfus kütüklerinde "din hanesi" varlığını korumaktadır.[12]

İHAM ve Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından dinsel endoktrinasyon (tek yönlü aşılama) içerdiği tespit edilen[13] din kültürü ve ahlak bilgisi dersi aynı içerikle ve zorla verilmeye devam edilmektedir. Dahası bu sorun, zorunlu seçmeli dersler (Siyer ve Kur'an dersleri) yoluyla derinleştirilmiş[14], imamların da ders vermesinin önünü açan uygulamalarla okullar adeta camileştirilmiş[15], imam hatip okullarının paralel eğitim kurumları kılınarak yaygınlaştırılmasıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun özü tahrip edilmiştir.[16] Son yıllarda Kur'an kurslarının beş yaşındaki çocuklara kadar indirilmesiyle[17] veya karma eğitimden uzaklaşılmasına dönük bazı fiili uygulamalarla[18] laik eğitim yıkılmaya yüz tutmuştur. Bu süreçte devletin yurt vb. barınma olanaklarını sunmaması, halk çocuklarını dini cemaat yurtlarının pençesine düşürmüş; millî eğitim kurumları, adeta laik Cumhuriyet'e karşı militan yetiştiren bir anlam kazanmıştır.

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), Anayasa'nın öngördüğü "laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek" hareket etme ödevinin tam aksine hareket etmektedir. Hükûmet güdümünde ve belli bir dinsel yorumun aşılanmasına dönük organize olduğu yargısal olarak tespit edilen[19] bu kurum, hemen her siyasi polemiğin parçası olmakta, bazı durumlarda nefret söylemi üretecek düzeyde ileriye gitmektedir. Alevi yurttaşların kendi ibadethanelerine sahip olmasının önünde de engel olarak duran[20] DİB'in bütçeden aldığı pay, ivmeli biçimde artmakta, pek çok bakanlığı dahi geçmektedir.[21]

Tüm bu adımlar, Anayasa'nın "dini ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar yasağı" (md. 24/5) hilafına hareket eden siyasi partilerce atılmakta, ana akım muhalefet de laiklik hassasiyetini ortaya koymamaktadır.

İfade Özgürlüğü. Sansür ve oto-sansür, II. Abdülhamit istibdadını aratmamaktadır. Sadece Cumhurbaşkanına hakaretten dolayı açılan (dünya rekoru düzeyindeki) soruşturma sayısı dahi bu durumu ortaya koymaya yetmektedir.[22] İHAM'ın öngörülebilirlik sorunu olduğunu tespit ettiği hükümler (TCK md. 220/6, 299, 301 vd.) mevcut biçimiyle varlığını korumaktadır. Öte yandan gazetecilerin keyfî biçimde tutulmasındaki artış, basın özgürlüğünün gerileme düzeyiyle koşuttur.[23] Gazeteciler, gazetecilik yaptığı için tutuklanabilmekte, bunlar yetmezmiş gibi "halkı yanıltıcı bilgiyi yayma" gibi yeni suç tipleriyle daha da kuşatılmaktadır.[24]

İzinsiz ve Barışçıl Toplanma Özgürlüğü. Demokrasinin olmazsa olmazı barışçıl ve izinsiz toplanma özgürlüğü sistematik olarak yok sayılmaktadır. Öyle ki İHAM bu konuda münferit olarak ihlal kararları vermekten vazgeçmiş ve Türkiye'de bu konuda yapısal sorun olduğu belirlemesi yapmıştır.[25] AYM'nin yaklaşımı da bir ölçüde koşuttur.[26] Biber gazı vb. araçların keyfî kullanımıyla toplumsal olaylara müdahalelerde işkence yasağı ihlal edilmeye başlanmıştır. Geçmişte kapalı kapılar ardında yapılan işkence, artık sokağa düşmüş, aleni hâle gelmiştir.

Örgütlenme Özgürlüğü. Örgütlenme alanında "sarı sendikacılık" daha da yaygınlaşmıştır. Hükûmet güdümlü olmayan sendikalarda örgütlenen ve sendika çağrısıyla iş bırakan kamu çalışanları keyfî cezalara maruz bırakılmaktadır. Kamu çalışanlarının grev hakkını, çok sayıda yargı kararına[27] rağmen tanımayan iktidar, işçilerin grev hakkının özünü de "grev erteleme" kararlarıyla zedelemektedir.[28] AYM'nin grev erteleme kararlarına dönük ihlal kararları[29] açıkça yok sayılmaktadır.

Serbest Seçim Hakkı. Oy verme işlemine dönük güvenceler ve seçim güvenliği, tükenme noktasına gelmiştir.[30] TBMM'de gizli yapılması gereken oylamaların pervasızca açık yapılması[31], mühürsüz oyların geçerli sayılması[32], seçimden önce kamusal makamların ve kitle iletişim araçlarının fırsat eşitliğine aykırı biçimde kullanılması[33] ve seçimlerin üzerine -icabında "trafoya kedi kaçması[34]" yoluyla- düşen şaibeler, serbest seçim hakkının aşındığının ilk akla gelen örnekleridir. Bu aşınma karşısında Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) yeterli denetimi sağlayamamaktadır. YSK, anayasal hakları güvence altına almak şöyle dursun, verdiği skandal kararlarla (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesi[35], Cumhurbaşkanının görev süresinin uzatılması[36] vb.) meşruluğunu yitirmiştir.

Milletvekillerinin yasama bağışıklıklarının içi........

© T24


Get it on Google Play