Diğer

30 Mart 2024

Önce kavramı mı açıklamalı, ülkeyi mi, seçimi mi? Dansa gerek yok sanırım!

Seçimden başlayayım:

Seçme ve seçilme özgürlüğü, bu yamuk demokrasilerin; yani en iyi halinde dahi özgürlüklerin ve hakların yine de kısıtlı olduğu, bu çirkin halinde ise neredeyse tamamen yok sayıldığı halimizin kötünün iyisi bir yanılsaması.

Sırayla gidersek; ailesini, adını soyadını, milliyetini, dinini, hayat şartlarını, genellikle eğitim-öğretim sürecini, müfredatı, askerlik gibi yükümlülükleri, hatta evlilik hayatını veya onun akışında olan biteni ve “sevdiği bir iş”i, rahat edeceği bir geliri, mutlu olabilmeyi “seçme özgürlüğü”nden mahrum bireyler birilerini seçiyor!

Bu tür seçimlerden mahrum milyonlarca çocuk ve seçme yaşına gelmiş genç; milyonlarca kadın; milyonlarca etnik-dini-inançsız topluluk; seçimleri yüzünden manen mahkum edilmiş milyonlarca genç kız, genç erkek ya da LGBTİ+ birey, seçimleri yüzünden fiilen mahkum olmuş, tehdit edilmiş, tahdit edilmiş, belki yok edilmiş binlerce insan!

Ve kimi daha kötüsü olmasın diye, kimi daha kötüsünden kurtulmak için seçim yaptığını düşünüyor.

Çok tuhaf bir çelişki sanki: Hayatınla ilgili, tabii herkese göre değişen, bazen az görünen bazen boğan “seçim yapamama, tabi olma, itaat etme, kabullenme, mecburiyet, hiç yoktanlık, razı olma, boyun eğme, bağlı kalma, alışkanlık, endişe, korku, farklı bir şey düşünememek, mümkün görmemek, değiştirmekten ürkmek yahut aklına bile getirememek bunu; kıpırdayamamak, çakılıp kalmak, bir ömrü tüketmek” gibi seçimsizlikler var.

Bir kısmı negatif seçimsizlikler: Kısıtlıyor, sınırlıyor, rehin ya da esir alıyor, diz ve akıl ve yürek çöktürüyor.

Bir kısmı pozitif seçimsizlikler: Paran yok yapamıyorsun, vaktin yok ulaşamıyorsun, fikrin yok düşünemiyorsun bile. Yani özgürsün diyorlar ama o özgürlüğü kullanamıyorsun. Ne insan haysiyetine yaraşır bir iş, ne sağlıklı bir konut, ne insani bir seyahat, tatil veya dinlenme, ne insanı besleyecek kültürel faaliyet.

Esasen seçimden ülkeye ve insanına geldik bile.

“Angst” Almanca veya İskandinav dilleri kökenli, tabii kurcalayınca Latinceye de uzanan bir kelime.

Bu dillerden olmayan nice düşünür dahi, bu kelime-kavrama sarılmış, en iyi o ifade ediyor diye.

Türkçede “korku ve endişe füzyonu” sayılabilecek “kaygı” ile karşılanıyor. Muhtemelen yetersiz. Çünkü içinde sadece “bir şey, bir durum, bir insan karşısında korku, endişe, kaygı” yok.

Bizatihi kendi halimizden, seçme özgürlüğü sandığımız şey ve anlardan, baş belası “yabancılaşma”dan gümbür gümbür gelen bir “angst.”

Kelimeyi kavramlaştıran ilk düşünüp taşınırlardan Kierkegaard, “seçme özgürlüğü”ne dair bir “angst”ı hediye etmiş bize. Ve örneği zaten başlı başına “kaygı” sebebi:

Yüksek bir binadasın. Aşağısı boşluk. Fark ediyorsun ki atlamak, yani kendi atmak ile atmamak diye bir seçim var! Yani görünürde seçme özgürlüğün var ama bu seni korkutuyor.

“Dizzinness” gibi Türkçede de bir tıp terimi olan bir hastalık emaresi, “özgürlük” kelimesi ile birleşiyor: Seçim yapabilirsin ama başın dönüyor, miden bulanıyor, dengesizleşiyorsun, sallanıyorsun…

Belki tam sendeleyip düşene, yuvarlanana varıncaya kadar!

Düşlerimizden, düşüncelerimizden düşüşler de belki öyle işte.

“İntihar”ı çağrıştırmayan başka örnekler de bulabilirsiniz:

O kadar da kısıtlı değilsin mesela; bak canım, gitme, değiştirme, değişme, farklılık yaratma, hayaline doğru, sevdiklerine dönük en azından bir hamle yapma özgürlüğün var. Ancak korkuyla, kaygıyla, konforla, tahayyülsüzlükle, muhakemeyle, muhakemesizlikle, öfkeyle, tabi olmakla… artık her ne ise, onu kullanmıyorsun, kullanamıyorsun belki. Özgürlüğünü heba ediyorsun ve bu seçimi yaparken de, sorsan, özgürsün!

Nihayetinde bu da bir “seçim.”

Zaten Kierkegaard ve Heidegger, Sartre, hatta Nietzche, Freud ve daha önce “yabancılaşma” formatında Marx (ve Engels) meselenin “seçim”e dair olduğunda birleşip özgürlük-özgürlük yanılsaması-etik seçim-özgürlük kabiliyetinden yoksunluk ve benzeri farklı sokaklarında dolaşıyorlar.

“Angst” bu çağın kavramı değil tabii ki. Lakin bu çağın, bu devirlerin çok açıklayıcı bir hali. Hem bireysel, hem toplumsal.

“Tedavisi” için “ruhsal çözümler” peşine düşenler ya da pıtrak gibi bunları üretenlerin “angst”tan kurtuluşu sağlayıp sağlamadığı şüpheli.

Çünkü büyük ölçüde “dış şartlar”ın kurbanı olan insanın, hele hele gençliğin; problemi kendi ruhunda, travmalarında, çocukluğunda aramaya itilmesi büyük haksızlık ve bazen ihanet!

Problemin çoğu dışarıda canım; sen hasta değilsin, sen sana telkin edildiği gibi zayıf değilsin. Sorun itaat, biat, tabi olma, değiştirme tahayyülünden yoksunluk gibi dayatma eseri büyük ölçüde. Bunlar kültürel, toplumsal, siyasi, dini, milli, militarist kimi “değer” dayatmasıyla ilgili. Piyasa tahakkümünde “boğaz tokluğuna hayattan vazgeçip ömür sürmeye mahkumiyet”le ilgili.

Tacize, tecavüze uğramış bir çocuğun mesela elbette bireysel desteğe ihtiyacı olabilir; ama onu “hasta” eden şey ondan kaynaklanmıyor, kaynaklanmadı ki!

Her birey ve toplum için de büyük ölçüde böyle.

İçinize kapanırsanız, kendinize saklanırsanız, “dışarısı” da sizin canınıza ruhunuza okur!

Siz sadece çoğu zaman talihsiz bir talihin getirip şu halde bıraktığı kişi değilsiniz; dışarıda bir tarih var ve her seçiminizle, her tür kaygıya saygıyla, onun da aktörüsünüz!

Bir odada iyileştiğinizi sanmak, yani “dışarısı” aynı iken bunu varsaymak, ne bileyim işte, çok şey gibi bir şey değil mi!

Bir kavram daha var sevdiğim, Portekizceden evrenselce olmuş, bilirsiniz belki: Saudade!

O şimdilik özlemelere emanet.

Dilerseniz onu Cesaria Evora’nın sesinden de dinleyebilirsiniz:

Çok yazacaksam

Eğer unutacak çok şey unutacaksam

Geri döneceğim güne kadar

Çok yazacaksam…

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

Nefret ve karşı olmak, tek başına, o duvarı kabullenmek, betonlaşma sürecinin "meşru ve makul" görüleni de olsa, o katılaşmadan çıkamamak demek

"Zehirli damacana" zehirli bir düzenden çocuklara saldırmış bir canavar. Çok şahsi görünüyor ama tek değil. Çok sapık ama bir cennetteki arızadan ibaret değil. Hepimiz lanet ediyoruz, kimimiz idam, kimimiz linç istiyor ama hiçbirimiz günahsız değil, masum değil!

Trabzonspor taraftarı arasında, azınlık da olsalar, "Kâzım Koyuncu dostları" var, biliyorum. Lakin epeyce de Ogün ve Yasin olmalı!

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - ‘Angst’ ülkesinde özgür seçim dansı! - Umur Talu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Angst’ ülkesinde özgür seçim dansı!

39 4
30.03.2024

Diğer

30 Mart 2024

Önce kavramı mı açıklamalı, ülkeyi mi, seçimi mi? Dansa gerek yok sanırım!

Seçimden başlayayım:

Seçme ve seçilme özgürlüğü, bu yamuk demokrasilerin; yani en iyi halinde dahi özgürlüklerin ve hakların yine de kısıtlı olduğu, bu çirkin halinde ise neredeyse tamamen yok sayıldığı halimizin kötünün iyisi bir yanılsaması.

Sırayla gidersek; ailesini, adını soyadını, milliyetini, dinini, hayat şartlarını, genellikle eğitim-öğretim sürecini, müfredatı, askerlik gibi yükümlülükleri, hatta evlilik hayatını veya onun akışında olan biteni ve “sevdiği bir iş”i, rahat edeceği bir geliri, mutlu olabilmeyi “seçme özgürlüğü”nden mahrum bireyler birilerini seçiyor!

Bu tür seçimlerden mahrum milyonlarca çocuk ve seçme yaşına gelmiş genç; milyonlarca kadın; milyonlarca etnik-dini-inançsız topluluk; seçimleri yüzünden manen mahkum edilmiş milyonlarca genç kız, genç erkek ya da LGBTİ birey, seçimleri yüzünden fiilen mahkum olmuş, tehdit edilmiş, tahdit edilmiş, belki yok edilmiş binlerce insan!

Ve kimi daha kötüsü olmasın diye, kimi daha kötüsünden kurtulmak için seçim yaptığını düşünüyor.

Çok tuhaf bir çelişki sanki: Hayatınla ilgili, tabii herkese göre değişen, bazen az görünen bazen boğan “seçim yapamama, tabi olma, itaat etme, kabullenme, mecburiyet, hiç yoktanlık, razı olma, boyun eğme, bağlı kalma, alışkanlık, endişe, korku, farklı bir şey düşünememek, mümkün görmemek, değiştirmekten ürkmek yahut aklına bile getirememek bunu; kıpırdayamamak, çakılıp kalmak, bir ömrü tüketmek” gibi seçimsizlikler var.

Bir kısmı negatif seçimsizlikler: Kısıtlıyor, sınırlıyor, rehin ya da esir alıyor, diz ve akıl ve yürek çöktürüyor.

Bir kısmı pozitif seçimsizlikler: Paran yok yapamıyorsun, vaktin yok ulaşamıyorsun, fikrin yok düşünemiyorsun bile. Yani özgürsün diyorlar ama o özgürlüğü kullanamıyorsun. Ne insan haysiyetine yaraşır bir iş, ne sağlıklı bir konut, ne insani bir seyahat, tatil veya dinlenme, ne insanı besleyecek kültürel faaliyet.

Esasen seçimden ülkeye ve insanına geldik bile.

“Angst” Almanca veya İskandinav dilleri kökenli, tabii kurcalayınca Latinceye de uzanan bir kelime.

Bu dillerden olmayan nice düşünür dahi, bu kelime-kavrama sarılmış, en iyi o ifade ediyor diye.

Türkçede “korku ve endişe füzyonu” sayılabilecek “kaygı” ile karşılanıyor. Muhtemelen yetersiz. Çünkü içinde sadece “bir şey, bir durum, bir insan karşısında korku, endişe, kaygı” yok.

Bizatihi kendi halimizden, seçme özgürlüğü sandığımız şey ve anlardan, baş belası “yabancılaşma”dan gümbür gümbür gelen bir “angst.”

Kelimeyi kavramlaştıran ilk düşünüp taşınırlardan Kierkegaard, “seçme özgürlüğü”ne dair........

© T24


Get it on Google Play