Diğer

04 Kasım 2023

"Barış, savaşın o esnada yokluğu demek değildir. Bir erdemdir barış; bir zihniyettir, iyilik, nezaket, şefkat için, güven ve adalet için gönüllü olmaktır."

17'nci yüzyılda Hollanda'da yaşamış olan, engizisyonun hedef aldığı, laikliğin yolunu açan Spinoza, ırkdaşı Netanyahu'yu görseydi, belki bu kadar zarafetle de ifade etmezdi.

Netanyahu'ya ve Gazze'de neredeyse her dakika bir çocuğu öldüren İsrail saldırılarına karşı, iktidarımız onun bu tek sözüyle "Spinozacı" olabilirdi pekâlâ. Laiklik meselesini sonradan halletmek üzere!

Fakat aynı sözü şöyle kullanmak da mümkün Sayın Savcım:

"Demokrasi ve hukuk devleti, despotizmin o esnada yokluğu demek değildir. Bir erdemdir, bir zihniyettir; iyilik, nezaket, şefkat için, güven ve adalet için gönüllü olmaktır."

O zaman, gazeteci Tolga Şardan'ın ardından Spinoza da evinde arama yapılarak gözaltına alınırdı; kelepçelenirdi belki.

Osman Kavala'nın yanına konur, Can Atalay gibi Hatay'dan milletvekili seçilse dahi "bakımsız yargı" tarafından içeride tutulmak için uğraşılırdı…

Çünkü bu sözüyle, "erdemsizliği, fesat zihniyetini, kötülük, nezaketsizlik ve şefkatsizliği, güvensizlik ve adaletsizliği" mi ima ediyordu acaba?

Sene 1673 değil, 2023. "Haber"den dolayı gazeteci gözaltına alınıyor. Tabii ki ilk değil, tabii ki duyulan, az duyulan nice "haberci"nin başına gelen, gelmesi mümkün bir şey, çünkü "Büyük Gözaltı" var.

Birlikte çalıştığımız dönemler dahil, yıllarca emeğiyle, alın teriyle, hakkıyla haberler vermiş olduğu gazetede bile gözaltına alınması "habersiz" kalan Tolga da bu sözde demokrasinin, basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı palavralarının, "bakımsız" yargının, otoriterliğin, kötülüğün, kirliliğin maskesini düşürdü…

Gazeteciliğiyle, onuruyla, duruşuyla, kendi başına gelenden ziyade bu ülkenin başına gelenlerin hüznüyle!

Ne kirlilik, ne çürümüşlük, ne tükenmişlik, ne yoksunluk, ne ülkenin damarlarına karışmış mafya ve çeteleşmiş ağlar, ne kıyaların, suların, toprakların, ormanların halktan alınması, çalınması; bir gazeteci sayesinde "hakikatin duyulması, duyurulması" kadar rahatsız ediyor.

O hakikatteki kirlilikten hakikatten utanmıyorlar; bunun "haber" olmasına, bunun eleştirisinin yapılmasına, çürümüşlüklere karşı mücadele edilmesine öfkeleniyorlar.

21 yılını doldurmuş bir iktidar var.

Önce "Ergenekoncu yargı" meselesi vardı; sonra onları hedef alanlar "FETÖ'cü yargı" çıktı; şimdi de yargının içinde çıkar ağları aranıyor. Ama haber yaparsan, suçlu sensin!

Bu süreç zarfında yargının bağımsız olup olmaması önyargılıları hiç ilgilendirmedi; itaat biat edenler sorun değil, şart görüldü; yargının emir komuta altında olması doğallaştırıldı.

Sanki bu çürümüşlüğün sorumlusu Tolga Şardan'dı. Sanki ezilenlerden, hakkı yenenlerden yana hukuk mücadelesi vermiş Can Atalay'dı yargıyı şey eden! Yetmedi, eleştirisini duyar duymaz yine dürüst bir gazeteci olan Cengiz Erdinç'i de almaya koştular.

Gazeteciliğin, gazetecilerin başına gelenler elbette 100 yıllık Cumhuriyet'in son 21 yılından ibaret değil. Öldürülenler, hapsedilenler, kovulanlar, saldırıya uğrayanlar, tehdit edilenler 100 yaşındaki Cumhuriyet'in "Masumiyet Müzesi"nde yer almıyor!

Fakat bu iktidar da, medya şiddetinden, kartelinden şikayet ede ede gelip tekel, tek medya, tek ses oluşturmak için her yola başvurdu.

Ele geçirip içini boşalttıkları kadim gazeteler birkaç binlik zorlama tirajlarla, neyin haber olacağına değil, neyin haber olmaması gerektiğine ya da propagandaya zincirlenmiş; çemberin dışındakileri de kelepçelemeye koşturuyorlar!

Ah esas tutuklu ne Tolga ne diğer bağımsız, özgür, hakiki gazeteciler…

Esas tutuklu olanlar, meslektaşlarına baskı yapılmasına, meslektaşlarının gözaltına alınmasına sessiz, duyarsız kalanlar; vicdanlarını çoktan rehin verenler ile bunun sıkıntısını bile hissetmeden özel ulaklığı gazetecilik sananlar!

Spinoza dünyanın aklını ve gözünü açacak biçimde, düşünceyle, sözcüklerle, felsefeyle müdahale ederken hayata; geçimini mikroskop camlarını parlatarak sağlarmış.

Bakmak, görmek, fark etmek, tespit ve teşhis etmek, hakiki olanı, bilinmeyeni, bazen burnunun ucunda olup keşfedilmemişi bulabilmek için; kirliliğin, bulanıklığın, perdelemenin bunu engellememesi için, aklımızın, kalbimizin ve vicdanımızın gözlerini, gözlerimizin aklını, kalbini ve vicdanını temizlemek gerekli ya, o sebeple de olmalı!

Bir ülkede bağımsız gazeteciliğin düşman, bağımsız yargının tehlike sayılması ne acıdır! Tarihe böyle geçmek de!

"Halkı korku ve paniğe sevk etmek"miş! Halkın korkusu evladını doyuramamak, doğru dürüst okutamamak değildi çünkü; paniği bu hayattan yediği sillelere daha ne kadar dayanabileceği değildi…

Tolga'nın haberi, yazısı mutlu, huzurlu bir halkı korkuttu, panikletti!

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

Türkiye Yüzyılı, Yüzyıllık Türkiye'nin milyonlarca evladını açlığa, umutsuzluğa, öfkeye, hayal kırıklıklarına, saygın bir hayattan mahrumiyete, bir ötekinden endişe ve nefrete göme göme, ufukları yok ede ede, hamasetle, inanç istismarıyla, "faiz bir daha artmayacak" gibi esasında nice soyguna kapı açmış dolanlarla öyle sıfırdan başlamadı…

Cumhuriyet çocuklara, gençlere, kadınlara bilhassa bir ufuk açtı… O günler için bir dolu fazlayla ve bugünler için bir dolu eksikle. En büyük sorunu "herkesin cumhuriyeti" olamamasıydı bir türlü. Derken, kendilerini dışlanmış sayanların, bir gün, yani 22 yıl önce iktidar olduktan sonra, adım adım, derken koşar adım, kendilerinden olmayanları dışladıkları bir 100'üncü yıla vardık

Varşova Gettosunda ölümüne direnmiş Polonyalı, Avrupalı Yahudiler ne kadar teröristse; Filistin halkı da toptan o kadar teröristtir! O Yahudiler ve kamplarda imha edilen bir halkın çocukları ne kadar mazlum ve kurbansa, Filistinli çocuklar, kadınlar da öyledir!

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Korku da yok, panik de! - Umur Talu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Korku da yok, panik de!

31 7
04.11.2023

Diğer

04 Kasım 2023

"Barış, savaşın o esnada yokluğu demek değildir. Bir erdemdir barış; bir zihniyettir, iyilik, nezaket, şefkat için, güven ve adalet için gönüllü olmaktır."

17'nci yüzyılda Hollanda'da yaşamış olan, engizisyonun hedef aldığı, laikliğin yolunu açan Spinoza, ırkdaşı Netanyahu'yu görseydi, belki bu kadar zarafetle de ifade etmezdi.

Netanyahu'ya ve Gazze'de neredeyse her dakika bir çocuğu öldüren İsrail saldırılarına karşı, iktidarımız onun bu tek sözüyle "Spinozacı" olabilirdi pekâlâ. Laiklik meselesini sonradan halletmek üzere!

Fakat aynı sözü şöyle kullanmak da mümkün Sayın Savcım:

"Demokrasi ve hukuk devleti, despotizmin o esnada yokluğu demek değildir. Bir erdemdir, bir zihniyettir; iyilik, nezaket, şefkat için, güven ve adalet için gönüllü olmaktır."

O zaman, gazeteci Tolga Şardan'ın ardından Spinoza da evinde arama yapılarak gözaltına alınırdı; kelepçelenirdi belki.

Osman Kavala'nın yanına konur, Can Atalay gibi Hatay'dan milletvekili seçilse dahi "bakımsız yargı" tarafından içeride tutulmak için uğraşılırdı…

Çünkü bu sözüyle, "erdemsizliği, fesat zihniyetini, kötülük, nezaketsizlik ve şefkatsizliği, güvensizlik ve adaletsizliği" mi ima ediyordu acaba?

Sene 1673 değil, 2023. "Haber"den dolayı gazeteci gözaltına alınıyor. Tabii ki ilk değil, tabii ki duyulan, az duyulan nice "haberci"nin başına gelen, gelmesi mümkün bir şey, çünkü "Büyük Gözaltı" var.

Birlikte çalıştığımız dönemler dahil, yıllarca emeğiyle, alın teriyle, hakkıyla haberler vermiş olduğu gazetede bile gözaltına alınması "habersiz" kalan Tolga da bu sözde demokrasinin, basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı palavralarının, "bakımsız" yargının, otoriterliğin, kötülüğün, kirliliğin maskesini düşürdü…

Gazeteciliğiyle, onuruyla, duruşuyla, kendi başına gelenden ziyade bu ülkenin başına gelenlerin hüznüyle!

Ne kirlilik, ne çürümüşlük, ne tükenmişlik, ne yoksunluk, ne ülkenin damarlarına karışmış mafya ve çeteleşmiş ağlar, ne kıyaların, suların, toprakların, ormanların halktan alınması, çalınması; bir gazeteci sayesinde "hakikatin duyulması, duyurulması" kadar rahatsız ediyor.

O hakikatteki kirlilikten hakikatten utanmıyorlar; bunun "haber" olmasına, bunun eleştirisinin yapılmasına, çürümüşlüklere karşı mücadele edilmesine öfkeleniyorlar.

21 yılını doldurmuş bir iktidar var.

Önce "Ergenekoncu yargı" meselesi vardı; sonra onları hedef alanlar "FETÖ'cü........

© T24


Get it on Google Play