Diğer

26 Mart 2024

Bu iktidarın en büyük başarısı Türkiye'nin felaketi oldu.

İnsanların ruhunu kuruttu; kalbini çoraklaştırdı; vicdanını yamulttu ve taraftarına da karşı tribünlere de şunu yapıştırdı:

Nefret kültürü…

Kin kabuğu…

Öfke yakıtı.

Tabii pes etmediysen tamamen; tabii kuruya kuruya, içindeki insan tepkisizlikten kurumak bir yana, çürümemişse.

Kendi tribünlerine bunu dincilikle, milliyetçilikle, otoriteye tapınmayla, korkuyla, endişeyle, hakikat saptırarak, manipülasyonla adeta bir "karakter" olarak çiviledi.

Bütün bunlar "öteki"nden nefretle beslendi, o nefreti besledi. Böylece devr-i daim makinesinde, nefret ve kinin yeniden üretimiyle "yoksullaştıran, zorbalık yapan, kayırmacı, ayırmacı, kindar" bir iktidar yapısına "rıza" tahkim edildi.

Bir duvar ördü ve sonra her şeyi, her adımını onu yükseltmeye, betonlaştırmaya adadı!

AKP iktidarı ve lideri "ötekiler"e pek ihtiyacı olmadığını 2015 duble seçimlerinde kavramıştı. 2016'da, besleyip büyüttüğü, kendisini besleyip büyüten "ne istedilerse verdik FETÖ"sünden de kurtuldu. Tabii istediği kadar. Yoksa o cemaatin neferlerinden hâlâ iktidar parçası olan az değil; biat eden, diz çöken iş adamları filan da dahil.

O boşluk MHP ile dolmuştu. Garip şekilde, AKP'ye bozkurt kini kusarken de güller ile aşk ilan ederken de aynı oyu alabilen MHP ile.

"Kürtlere de ihtiyaç yok"tu.

Duvarın öteki yanındaki kesimlere hiç ihtiyaç yoktu. Cumhur İttifakı'nın cumhuru kendilerinden ibaretti.

Yüzde 50'yi betonlaştır, yeterdi!

"Reis" bunu kendi adına başardı; ama parti, hızla değilse bile, hızarla belki, oy kaybetti.

"Tek adam"ın artık tek başına yetmediği zor problemi işte!

Cari açık büyüdü, ihtiyaç yine hasıl oldu!

O yüzden milliyetçilere "Kürt nefreti" satarken, alttan alta, Hüdapar'dan öteye geçebilmek istiyor şu seçimde. Çünkü herkes kullanmalık; kendi seçmeni dahil. O sırada sermaye olsunlar, yeter.

İzmir'deki Dağ'ı, bakarsan bağ olsun diye, partisini gizliyor. Orada Cumhurreis'in yanında ilk Cumhurreisin portreleri kol geziyor. Başka yerde, orada ne satılıyorsa, o oluyorlar!

Yüzde 50'nin betonlaşması yürüdü yürüdü, çözülüyor. Yüzde 30'larda betonlaşma. Ama hakikaten "ötekine nefret, liderine itaat-biat, tapınma" derecesinde katı. O yüzden hâlâ onlara bunu sunuyorlar.

Tokatlı'dan, Yozgatlıdan İstanbul'daki hemşeri, akrabayı ikna etsin diye "eş dost oyu" istiyorlar. Kimin yoksulluğunu, kiminin endişesini, kiminin geçim gailesini rant arsızlıklarına katık etmeye. Etnik, dini nefret duvarları yetmiyor; hemşerilik çitleri çekmek için çırpınıyorlar.

Tamam, "duvarın öteki yanı" ve betonlaşması böyle, diyelim.

Diğer taraf? Ya öteki taraf?

Eğer umursamazlık, tükenmişlik, çaresizlik, yenilmişlik, pes etmişlik, boş vermişlik dehlizlerinde yuvarlanmamışsa çoktan; "karşı oy" verecekler "nefret"ten azade mi?

Elbette bir güce, baskısına, hiddetine, şiddetine karşı makul bir duygu olabilir nefret, hele hele öfke.

"Muhalif" olmayı "karşı" olmak ve 22 yılda, belki tamamında belki biraz daha azında birikmiş nefret belirliyor.

Nefret ve karşı olmak, tek başına, o duvarı kabullenmek, betonlaşma sürecinin "meşru ve makul" görüleni de olsa, o katılaşmadan çıkamamak demek.

Daha kötüsü…

Temel muhalefet hattı da böyle bir şey olduğu halde, ittifak bile imkansız hale gelmiş. "Karşıların nefreti" de buluşamıyor çünkü o dünyanın mikro duvarları da örülmüş.

Oysa siyaset, değiştirme ve dönüştürme hayali, arzusu ve çabası; "karşı" olduğunun kitlesine de ulaşabilmeyi ulaşmayı, o duvarları aşmayı, o betonu kırmayı, o dil ve üslubu bulmayı, karşıdaki nefreti aşacak ortak bir duygu oluşturmayı, ortaklaşa olabilecek bir hedefi o ortak duyguyla buluşturmayı da taşımalı aklında, kalbinde.

68 ve 78'in bu ülkede dahi öğrettikleri buydu; onca yenilgiye rağmen. Karşısındaki "muhafazakâr, merkez, sermaye, ordu, kontrgerilla, Gladio" ittifakına rağmen; kendini kendi içinden de vurup durarak da olsa.

CHP tarihinin tek gerçek "sosyal demokrat, nispeten sol" günleri, o "Mavi Gömlek, Kasket" bile, Ecevit'in "popüler, popülist" diliyle ve inandırıcılığıyla duvarları aşabilmiş, "öteki" denenlere ulaşabilmişti.

Tıknefes kalsa da sonradan; biraz iç, biraz içi, epeyce de dış yüzünden.

1965 TİPi de öyleydi. Dünyadaki çok örneği gibi. İtalya'da Berlinguer "Komünist Partisi" gibi mesela. Allende gibi.

Öyle "karşı" taraftan aday devşirerek değil; kendi dilini kaybetmeden ama karşıda olan insanlarla buluşmak için yol, yöntem, üslup, inandırıcılık inşa ederek.

O yenilgiler, bugün zaferi "karşı tarafın nefret duvarı"na tabi olarak kazanacağını sananlardan daha onurluydu hiç olmazsa.

Çünkü kalbi vardı. Kalptendi. Hayali ve umudu, mücadele gücü, kapsama heyecanı vardı.

Tamam, nostalji karın doyurmuyor.

Lakin boğaz tokluğuna, mideyi, aklı, kalbi sadece "ötekine karşı olmak"la doldurup doyurarak da iyi bir şey olmuyor gülüm!

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

"Zehirli damacana" zehirli bir düzenden çocuklara saldırmış bir canavar. Çok şahsi görünüyor ama tek değil. Çok sapık ama bir cennetteki arızadan ibaret değil. Hepimiz lanet ediyoruz, kimimiz idam, kimimiz linç istiyor ama hiçbirimiz günahsız değil, masum değil!

Trabzonspor taraftarı arasında, azınlık da olsalar, "Kâzım Koyuncu dostları" var, biliyorum. Lakin epeyce de Ogün ve Yasin olmalı!

Keşke geçmeseydi! Ama geçti! Sarı çizgiyi geçti. Yolculuk sandığımız bir güzergâhın ortasına ömrünün 25 yılını bırakıverdi

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - O duvar, o duvarınız… Yıkamazsak, biz de aynısını yaparız! - Umur Talu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

O duvar, o duvarınız… Yıkamazsak, biz de aynısını yaparız!

32 2
26.03.2024

Diğer

26 Mart 2024

Bu iktidarın en büyük başarısı Türkiye'nin felaketi oldu.

İnsanların ruhunu kuruttu; kalbini çoraklaştırdı; vicdanını yamulttu ve taraftarına da karşı tribünlere de şunu yapıştırdı:

Nefret kültürü…

Kin kabuğu…

Öfke yakıtı.

Tabii pes etmediysen tamamen; tabii kuruya kuruya, içindeki insan tepkisizlikten kurumak bir yana, çürümemişse.

Kendi tribünlerine bunu dincilikle, milliyetçilikle, otoriteye tapınmayla, korkuyla, endişeyle, hakikat saptırarak, manipülasyonla adeta bir "karakter" olarak çiviledi.

Bütün bunlar "öteki"nden nefretle beslendi, o nefreti besledi. Böylece devr-i daim makinesinde, nefret ve kinin yeniden üretimiyle "yoksullaştıran, zorbalık yapan, kayırmacı, ayırmacı, kindar" bir iktidar yapısına "rıza" tahkim edildi.

Bir duvar ördü ve sonra her şeyi, her adımını onu yükseltmeye, betonlaştırmaya adadı!

AKP iktidarı ve lideri "ötekiler"e pek ihtiyacı olmadığını 2015 duble seçimlerinde kavramıştı. 2016'da, besleyip büyüttüğü, kendisini besleyip büyüten "ne istedilerse verdik FETÖ"sünden de kurtuldu. Tabii istediği kadar. Yoksa o cemaatin neferlerinden hâlâ iktidar parçası olan az değil; biat eden, diz çöken iş adamları filan da dahil.

O boşluk MHP ile dolmuştu. Garip şekilde, AKP'ye bozkurt kini kusarken de güller ile aşk ilan ederken de aynı oyu alabilen MHP ile.

"Kürtlere de ihtiyaç yok"tu.

Duvarın öteki yanındaki kesimlere hiç ihtiyaç yoktu. Cumhur İttifakı'nın cumhuru kendilerinden ibaretti.

Yüzde 50'yi betonlaştır, yeterdi!

"Reis" bunu kendi adına başardı; ama parti, hızla değilse bile, hızarla belki, oy kaybetti.

"Tek adam"ın artık tek başına yetmediği zor problemi işte!

Cari açık büyüdü, ihtiyaç yine hasıl oldu!

O yüzden milliyetçilere "Kürt nefreti" satarken, alttan alta, Hüdapar'dan öteye geçebilmek istiyor şu seçimde. Çünkü herkes kullanmalık; kendi seçmeni dahil. O sırada sermaye olsunlar, yeter.

İzmir'deki Dağ'ı, bakarsan bağ olsun diye, partisini gizliyor. Orada Cumhurreis'in yanında ilk Cumhurreisin portreleri kol geziyor. Başka yerde, orada ne satılıyorsa, o oluyorlar!

Yüzde 50'nin betonlaşması yürüdü yürüdü, çözülüyor. Yüzde 30'larda betonlaşma. Ama hakikaten "ötekine nefret, liderine itaat-biat, tapınma" derecesinde katı. O yüzden hâlâ onlara bunu sunuyorlar.

Tokatlı'dan, Yozgatlıdan İstanbul'daki........

© T24


Get it on Google Play