Diğer

02 Aralık 2023

Anayasa Mahkemesi can sıkıcı bir karar daha aldı. Can, Can Atalay değil; Can'ı çıkarmayıp canımızı çıkaranlar!

Karar diyor ki, "İfade özgürlüğü, sadece kabul gören ve zararsız fikirler için değil, kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir."

Ya ama çok duygulanıyor insan. Gerçekten de "ifade özgürlüğü, eleştiri hakkı" ve benzerleri açısından böyle bir ülkeniz olsa, elbette kişileri aşağılayıcı, şiddete davet eden, tehditkâr, nefrete batmış olanlar dışında, böyle bir dünyamız olsa… Masal gibi!

Aslında tam tersi, biliyorsunuz: Güçlü, en güçlü olanlar aşağılama, nefret, şiddet, tehdidin bin türünü, üstelik milletin onlara geçici olarak verdiği mevkilerden yapabiliyor; ama onları eleştirenler hapsi, copu, mahkemeyi boyladığı gibi, Anayasa Mahkemesi kararları bile takılmıyor!

Anayasa Mahkemesi bu kararı ne vesileyle almış:

Hepimizin "akıllı telefonlarından biri" olan Turkcell'in aklı Ensar Vakfı'na sponsor olunca, bir vatandaş "Pedofili vb" tepki gösterince, Turkcell tazminat talebiyle onu dava edince, mahkeme tazminat kararı verince… Anayasa Mahkemesi "Olmaz öyle şey" demiş!

Gazeteci Zafer Arapkirli de "6 yaşında çocuk evliliği" için böyle bir eleştirel tepkide bulunmuştu da, sanık olmuştu. Kararı "beraat etti" diye duyurdular. Suça, suçlanmaya bak; beraat sevincimize bir de!

Milletvekili Can Atalay'ı (ve daha nicelerini) "halkın davası"nı üstlenmesinler diye hukuku çiğneyerek içeride tutan "bağımsız yargı" şimdi de Türk Tabipleri Birliği yönetimini adeta "terörist" ilan edip görevden aldı, mahkeme kararıyla!

Sözde seçilmeyi çok önemseyenlerin hukuk ve demokrasisi bu!

TTB Başkanı Prof. Şebnem Korur Fincancı, etliye sütlüye karışarak, ağaya paşaya, efendilere yaranmadan, elbette hepimiz gibi belki bazen hatalar da yaparak, ama insan ve hekim onurunu dik tutmaya çalışarak bugüne kadar geldi.

Aşağıdaki yazıyı 19 sene önce yazmışım. (O zamanlar gazete olan Sabah'ta) Birkaç aya 20 olur. Ve ne değişir acaba? Dikkat buyurursanız, birbirinin karşıtı görünen hiçbir güç, erk, iktidar (ve erkek de) hoşlanmamış bu işlerden, tavırlardan, vicdandan, heyecandan, ilkelerden, tabipliğin ve hatipliğin böylelerinden.

Onları birleştirmiş olan şeylerin karşısındaki insanlık değerleri, aslında tüm mazlumları, mağdurları, kurbanları, ezilenleri, hor görülenleri, hakiki muhalifleri birleştirmesi gerekenler.

Ama kızım sana, kızlarım size söylüyorum tabii!

Buyrun 19 sene 5 ay önceki önceki yazıya.

Ölümün kıyısında olduğu tespit edilmiş tutuklu ve hükümlüleri, yeni raporlarla "iyidir" diyerek tekrar cezaevine tıkan uygulamalar üstüne dolup dolup duran 9 Şubat tarihli Dipsiz Kuyu yazım şöyle taşmıştı:

"Birbirinden hiç hoşlanmayan bugünkü 'muhafazakâr demokrat' iktidar ile 'laik Kemalist' Rektör Kemal Alemdaroğlu nerede uzlaşmış, nerede 'birbirinin kopyası' olmuş, bir görün.

Birçok kişi, ya güvenmediğinden ya çekindiğinden, Adli Tıp'tan önce, bu konuda yetkin olan İstanbul Üniversitesi'ne başvurup rapor alıyordu. Alemdaroğlu bu raporları yasakladı. Raporlar bazen 'devlete karşı' olabiliyordu.

'Demokrat' AKP hükümeti de, gelir gelmez Adli Tıp'la oynadı, çünkü bazen 'devlete, nizama, mesela tecavüzü hasır altı eden kadim ahlak'a karşı raporlar çıkıyordu.

Meselenin özü, biriyle uzlaşmaz çelişkide sanılanları bile birleştiren zihniyet! Meselenin özü, insanları, mağdurları, hastaları, cesetleri; devletin, siyasetin, önyargının, hukuksuzluğun gölgesinden kurtarabilmek!

Meselenin özü, gerçekten 'demokratik hukuk devleti' olabilmek!" Yazı böyle bitiyordu ama yazı biterdi, eza ve ceza bitmezdi. Bakın sonra ne oldu:

O yazının yanı başında, Haber Merkezi'nin Pazartesi Dosyası da vardı ve konunun uzmanı akademisyenlerin görüşleri, eleştirileri yer alıyordu. "AKP'nin tayin ettiği" Adli Tıp Başkanlığı, kendilerine hakaret edildiği iddiasıyla, "laik Kemalist" Alemdaroğlu'nun rektörlüğüne başvurdu. "Çağdaş üniversiteye ve ilim, irfan yuvalarına yakışır" süratte bir soruşturma sonucunda...

Prof. Sermet Koç, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı'ndan...

Prof. Şebnem Korur Fincancı, İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı'ndan... Alındılar!

Mesleklerinde yetkin olan, iki önemli tıp fakültesinde adli tıp alanında en üst konumda bulunan iki profesör, sırf bilimsel, insani, adli, tıbbi görüş ve eleştirilerini "adil tıp" adına dile getirdiler diye... Adli Tıp iktidarı ile üniversite iktidarının bağımsız, bilimsel, insani eleştiriye tahammülsüzlükleri ile cezalandırıldı.

Dünya görüşleri sözde çelişen iki "iktidar", bağımsız bilimsel, insani, eleştirel çabaları boğmakta nasıl uzlaşabileceklerini kanıtladı. İstemezdim ama o Dipsiz Kuyu'nun son tespitini, müthiş bir hırsla doğruladılar. Her konuda konuşabilmeyi yahut istediğinde eylem yapmayı kendi hakkı gören Rektör, uzmanlıklarıyla konuşan iki bilim insanını kazımakta elini çabuk tutmuştu.

İki profesör "Yunanistan'ı fetih" üstüne demeç verselerdi ya!

Gerçekleri ve doğruları aramak yerine, böyle yapsalardı!

İki saygın ismin cezalandırılması, bağımsız, insani, demokratik ve adil bir duruşa titizlenen ya da titizlenmeye yeltenecek diğerlerine de gözdağı elbette:

Aklın, bilimin ve ille de vicdanın gösterdiğini değil, emredileni yapın, her hâlükârda devleti kollayın; duymayın, görmeyin, konuşmayın. Bırakın, gerçekler dağınık kalsın! Aydın değil; devletin, iktidarın, rektörün ampulü olun! İnsan hayatları, bedenleri ve cesetlerine dair bir adalet duygun ve tıbbi özenin varsa, işte böyle kazınırsın!

Asıl merak ettiğim; başta yakın çalışma arkadaşları, eski ve yeni öğrencileri, İstanbul Üniversitesi camiası, akademi dünyası, tıp ve hukuk insanları ne yapacak, ne diyecek?

Not: Yapan da kazındı… Yapmayan da bazen. Kimi de kazandı elbette! 19 seneyi geçmiş. Düzenin kan davasına bak!

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest), Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

"Rezerv alanı" ilanı, ülkede güvensizliğin, güvenmemenin yeni bir safhası olarak hoş geldi, koş geldi! Bir manasını hemen tahmin ediyoruz, değil mi? Servet, gelir, gelecek transferinin yeni bir aşaması! "Emperyalizm kapitalizmin en üst aşaması" denmiş ya, bu da "kendi halkını sömürgeleştirmenin yeni üst aşaması"

Kahveci basıp gençlerin elinden kutudaki kötü kahveleri alıp atan, boşaltan, vaaz veren kardeş; neden böyle acaba? Diğer ürünlerinin farkında bile olmadan gaz, pardon gazlı kola döken birader, neden öyle acaba?

Mercedes'in utancını, tarihin büyük soykırımlarından birine ortaklığını yıkamaya ne bizim oto yıkamaların ne de 1 milyon avronun gücü yeter! Ağalarımız, reislerimiz, dini fetvacılarımız ister binsin ister insin! Ama tutarsız protestlik, cahil ve ayrımcı öfkelerimiz de tarihte hiçbir insani, vicdani iz bırakmıyor!

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Onlar ki güçlü ama korkak ve zorbadırlar… - Umur Talu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Onlar ki güçlü ama korkak ve zorbadırlar…

55 12
02.12.2023

Diğer

02 Aralık 2023

Anayasa Mahkemesi can sıkıcı bir karar daha aldı. Can, Can Atalay değil; Can'ı çıkarmayıp canımızı çıkaranlar!

Karar diyor ki, "İfade özgürlüğü, sadece kabul gören ve zararsız fikirler için değil, kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir."

Ya ama çok duygulanıyor insan. Gerçekten de "ifade özgürlüğü, eleştiri hakkı" ve benzerleri açısından böyle bir ülkeniz olsa, elbette kişileri aşağılayıcı, şiddete davet eden, tehditkâr, nefrete batmış olanlar dışında, böyle bir dünyamız olsa… Masal gibi!

Aslında tam tersi, biliyorsunuz: Güçlü, en güçlü olanlar aşağılama, nefret, şiddet, tehdidin bin türünü, üstelik milletin onlara geçici olarak verdiği mevkilerden yapabiliyor; ama onları eleştirenler hapsi, copu, mahkemeyi boyladığı gibi, Anayasa Mahkemesi kararları bile takılmıyor!

Anayasa Mahkemesi bu kararı ne vesileyle almış:

Hepimizin "akıllı telefonlarından biri" olan Turkcell'in aklı Ensar Vakfı'na sponsor olunca, bir vatandaş "Pedofili vb" tepki gösterince, Turkcell tazminat talebiyle onu dava edince, mahkeme tazminat kararı verince… Anayasa Mahkemesi "Olmaz öyle şey" demiş!

Gazeteci Zafer Arapkirli de "6 yaşında çocuk evliliği" için böyle bir eleştirel tepkide bulunmuştu da, sanık olmuştu. Kararı "beraat etti" diye duyurdular. Suça, suçlanmaya bak; beraat sevincimize bir de!

Milletvekili Can Atalay'ı (ve daha nicelerini) "halkın davası"nı üstlenmesinler diye hukuku çiğneyerek içeride tutan "bağımsız yargı" şimdi de Türk Tabipleri Birliği yönetimini adeta "terörist" ilan edip görevden aldı, mahkeme kararıyla!

Sözde seçilmeyi çok önemseyenlerin hukuk ve demokrasisi bu!

TTB Başkanı Prof. Şebnem Korur Fincancı, etliye sütlüye karışarak, ağaya paşaya, efendilere yaranmadan, elbette hepimiz gibi belki bazen hatalar da yaparak, ama insan ve hekim onurunu dik tutmaya çalışarak bugüne kadar geldi.

Aşağıdaki yazıyı 19 sene önce yazmışım. (O zamanlar gazete olan Sabah'ta) Birkaç aya 20 olur. Ve ne değişir acaba? Dikkat buyurursanız, birbirinin karşıtı görünen hiçbir güç, erk, iktidar (ve erkek de) hoşlanmamış bu işlerden, tavırlardan, vicdandan, heyecandan, ilkelerden, tabipliğin ve hatipliğin böylelerinden.

Onları birleştirmiş olan şeylerin karşısındaki insanlık değerleri, aslında tüm mazlumları, mağdurları, kurbanları, ezilenleri, hor görülenleri, hakiki muhalifleri birleştirmesi gerekenler.

Ama kızım sana, kızlarım size söylüyorum tabii!

Buyrun 19 sene 5 ay önceki önceki yazıya.

Ölümün kıyısında olduğu tespit edilmiş tutuklu ve hükümlüleri, yeni raporlarla "iyidir" diyerek tekrar cezaevine tıkan uygulamalar üstüne dolup dolup duran 9 Şubat tarihli Dipsiz Kuyu yazım şöyle taşmıştı:

"Birbirinden hiç hoşlanmayan bugünkü 'muhafazakâr demokrat' iktidar ile 'laik........

© T24


Get it on Google Play