Diğer

19 Mart 2024

Aslında bazen seçim çok basittir işte:

Aynı takımı tutabilirsin ama ya Kâzım olursun, ya Ogün ve Yasin!

"Trabzonspor'un bendeki ifadesi, statükonun karşısında yer alması, statükoyu parçalaması, güçlülere karşı güçsüzlerin var olduğunu ve onların da bir şeyler yapabileceğini göstermesidir.

Sorunun düğümlendiği yer şu: Kendine has yapısından dolayı Trabzonspor var oldu. Şimdi modern zamanların birtakım ilişkilerini yaşıyoruz. Trabzonspor, modern zamanların kendine dayattığı ilişkilere girdiği andan itibaren çöküşe de başladı. Biz varlığımızı anlamlandıran değerlerimizi unutmaya başladıkça ne anlama geldiğimiz de anlaşılmıyor. Kendimizi üç büyük kulübün yanında dördüncü adlandıracaksak, alınacak şampiyonların da bir anlamı olmayacak."

Kâzım Koyuncu Hopalıydı ama Trabzonludan çok ya birçoğundan çok başka bir Trabzonsporluydu.

Adını muhtemelen "Hem Trabzonspor hem Fenerbahçe oyuncusu" olan Ogün Temizkan'dan alan Ogün Samast Trabzonluydu. Yasin Hayal de. İkisi de Trabzonsporlu.

Kâzım Koyuncu Karadeniz'in boyun eğmeyen veya sevdalı, tutkulu türkülerini, şarkılarını, emeğe, tabiata saygıyla söyledi:

"Çay zamanı geldi teyzeciğim
Yine belin ağrıyacak
Çay parasını bekleyeceksin
Alamayacaksın teyzeciğim"

diye seslendi bazen.

Bazen isyankâr vicdanı ses verdi:

"Baba ben yıkıcıyım ama
Kendini bilmez değilim
Yaşamak istiyorum sadece
Kendi savaşlarım uğrunda
Ben sadece ben olmak istiyorum
Işık hızıyla geçen zamanı
Yaşamak belki de çok zor
Korkuyorum ben geçmişten
Korkuyorum gelecekten"

Kazım Trabzonspor açıklamalarını Trabzonspor dergisine 2004'te yapmıştı; 33 yaşında ölümünden bir yıl kadar önce.

O sırada Ogün 14 yaşındaydı; Yasin ise 17 yaşında çoktan öğretmenini darp etmiş, Menzil'den çıkıp çıkıp ona buna vuruyor, futbol oynadığı Trabzon DSİ'spor'da antrenörünü de yumrukluyordu. Sonra hamburgerciye bomba koydu, Kâzım İstanbul Şişli'de öldükten 3 yıl sonra Ogün'ün tetikçiliğinde Hrant Dink'i o Şişli'de vurdular.

Trabzonspor taraftarı arasında, azınlık da olsalar, "Kâzım Koyuncu dostları" var, biliyorum.

Lakin epeyce de Ogün ve Yasin olmalı!

Arada kalan da vardır. Aradaysan, belli anlarda ya Kâzımca vicdan olursun, ya Yasince yumruk, Ogünce tetik!

Pazar günkü maçta böyle seçimler oldu.

Trabzonlu linççiler sahada koşturdu, vurdu, düştü, vurdu. Bir kişiye onlarca kişi saldırdı, arkadan vurdular, Ogün oldular, Yasin oldular! Kimi Fenerbahçeli "yabancı" futbolcu da savunmayı aşan biçimde linçiyle linçci oldu, yere düşenin suratına vurdu.

Ve hemen "tahrik" arayanlar saçıldı ortaya! Tahrik oldu mu linç mubahtı, cinayet ve katliam da!

"Tahrik" binlerce genci Yasin'e benzeten, Ogünleştiren nefret ve hiddet iklimidir; devletin en üst katlarından sürekli olarak saçılan "linç histerisi" de devlette devamlılığın parçasıdır.

1915'e, 6-7 Eylül İstanbul'u gibi saldırılara, Trakya pogromuna, sonra Maraş, Çorum, Sivas gibi katliamlara kadar varır linç histerisi.

6-7 Eylül'de Rum, Ermeni, Yahudi komşusunu koruyan Türkler, Müslümanlar da çıkar; ama baskın olan linçtir.

Çok şaşırırsın, Büyükada'da Fenerbahçe ve Milli Takım kaptanı Lefter'e bile saldırırken linççiler, Burgaz'da Türkler ve Rumlar, belki arada Ermeni ve Yahudiler de el ele zincir yapmış, birer Kâzım olmuş, saldırganları adaya sokmamıştır.

Linççileri yenen herkes vicdanın umuduna katar vicdanını. Onlara katılmayan, engelleyen, karşı çıkan herkes bu ülkenin bu canavarlıktan, bu kin, nefret, hiddet, şiddet kültüründen çıkması; iktidarlarıyla ve hempalarıyla birlikte, linççi milliyetçilikleri, dincilikleri ile geriletilmesi için insan ve vicdan olur!

Linççi bu ülkenin asli bölücüsüdür; yürekleri, akılları, vicdanı parçalamak üzere kin kusandır. Çocuğunu severken bile başka çocuklara nefret ve kin dolandır.

Linççi, mert değildir. Toplu halde saldırır tek kişiye bile; arkadan vurur. Namertliğini cesaret zanneder. Kaba, ezberci, palavracı, sığ, cahil bir milliyetçilik ve dincilikle beslenir ve bilenir.

Linççi "evde zor tutulan" kitle olarak buyrukçularına tapar; milliyetçiliği insanlık düşmanıdır, dinciliği de kinciliği de.

Yakma, yıkma, yok etme güdüsüyle, tekmeleyip öldürdüğü, yaktığı hayvanları dahi şaşkın bırakır!

14 yıl önceki bir yazımdan kendilerine lâyık bir bölümü, ister Trabzonlu ister buralı şuralı olsun, linççilere armağan ediyorum yine. Maçtaki olayları "kınayıp" başka meselelerde etnik, milliyetçi, dinci, faşist hatta solcu linçlere katılanlara da!

Devlet üniforması, copu, silahıyla kadınlara, gençlere, LGBTİ+ topluluklara, işçilere, direnenlere toplu halde saldırıp yerlerde sürükleyen "asayiş" şeylerine de!

"Linç ve girişimi" kitlesel de olsa, "linç eylemcileri" bir şehre, bir kasabaya damga vuracak kadar çok değildir. Asıl korkutucu olan, memleketin dört tarafından "yurttan sesler"de, "linç"i makul, doğal, normal, müstahak, gerekli bulanların çokluğudur.

Olayın sıcaklığından, varsa tahrikinden, galeyanından, hatta organizasyonundan kilometrelerce uzak bir soğuklukta "kendi halinde " yaşayanlar dahi, "linç"e yazıyla, sözle, niyetle katılıyor

Belli konularda belli siyasi aidiyetler ağır basabilir ama esasında partiler üstü, partiler ötesi bir histeri halidir "linç". "Millet"in ve özellikle "erkekler"in kendilerine yakıştırdığı nitelikler açısından da utanç vericidir.

Muhatabı kim olursa olsun, sebep ne olursa olsun... Linç veya linç girişimi; linçi makul, meşru bulmak; linçe seyrederek, destek vererek, uzaktan bile olsa sözle, hevesle, alkışla, helal olsunla katılmak...

1. Yiğitlik değildir.

2. Mertlik değildir.

3. Kahramanlık değildir.

4. Cesaret değildir.

5. Delikanlılık değildir.

Çünkü linç, bir kalabalığın tek kişiyi veya birkaç kişiyi, kendi kitlesinden çok çok az kişiyi, bazen kadınları bile; tamamen kalabalık olmanın gücüyle, korkutuculuğuyla, şiddetiyle, kişi başına beş sopa, on tekme, yirmi yumrukla dövmenin, ezmenin, hırpalamanın, kovalamanın, dağıtmanın, parçalamanın, perişan etmenin, kan içinde bırakmanın, ağzını burnunu kırmanın, yerlerde sürüklemenin, kafasını taşlara vurmanın, saçlarını koparmanın, kafatasına, kalbine, boşluğuna, en hassas yerlerine darbenin, kemiklerini kırmanın, kaşını gözünü yarmanın, yüz korumaya çalışan elleri koparmanın, iki büklüm bedene tekme tokadın, bir köşeye sıkışmışa zulmetmenin, düşene daha çok saldırmanın, kitle halinde işkencenin, insanlıktan çıkmışlığın, toplu cinnetin ve bazen kitlesel cinayete çeyrek kalışın, bazen bir bedeni topluca cansız yere serişin utanç dolu adıdır.

En acısı, oturduğu yerde, bilgisayar başında, kahve sohbetinde, çocuklarının önünde dahi; vicdanını, aklını, dilini, kendini en çok kontrol edebileceği ortamda bile; kimilerinin linçi "makul, makbul" bulabilecek denli akıl yitirmesi, vicdan kurutması, dil bilemesi, uzaktan da olsa elini kolayca kirletmesidir.

"Linç"i sadece siyasi, milliyetçi, yok işte "teröre, teröriste tepki"den ibaret arızi bir şey zanneden; toplumdaki "onursuz" yerini, sınırsız yaygınlığını ve hayâsız saldırganlığını yok sayan halt eder.

Güneydoğu'daki töreden Karadeniz'deki namusa; bir köyde kırk kişiyi öldürmekten statta yakaladığını dövmeye; onca polisin tek kişiyi postalla copla canlı veya cansız yere sermesinden sözde siyasi kavgalardaki kalleşliklere kadar...

Özellikle kadınlara, çocuklara, zayıflara, yalnızlara, alttakilere, sıkışmışlara, kendini koruyamayana karşı daha yüksek, daha büyük, daha kalabalık bir gücün şiddetini uygulayan herkes "linç cemaatinin kalleş mensupları"dır.

Linç, sadece kitlesel suç değil; mertlikten nasipsiz bir kalleşliktir!

14 yıl önceki yazı böyleydi; al onu 2024'e koy. Öyle yaptım zaten!

Programı yine Kâzım Koyuncu'nun sesiyle kapatıp rüya görelim:

"Bundan böyle dağ dağ dolaşırım
Yüreğim çok yaralı, derdim var
Karışalım birbirimize, sen şeker ben yağ
Yaktın kül ettin sen beni gülüm
Yeni odaya perde astım
Rüyamda boynuna sarılmışım
Ağlıyordum uyandığımda
Yaktın kül ettin sen beni gülüm"

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet) , Dipsiz Medya (İletişim) , Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.

Keşke geçmeseydi! Ama geçti! Sarı çizgiyi geçti. Yolculuk sandığımız bir güzergâhın ortasına ömrünün 25 yılını bırakıverdi

Cumhuriyet burjuvazisi birkaç raporlu yılla övünürken 20'nci yüzyıl sonları için: elalemin burjuvazisi devrim filan yapalı ya da devrimleri kapıp kaçalı birkaç yüzyıl oluyordu

Her ezilenin kaderi bir başka ezilene bağlı. Bir başkası ezilirken, onu görmüyorsan, kendini de eksik görüyorsun demektir. Seni de onu da yenerler, ezerler gülüm!

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Ya Kâzım olursun ya Yasin, Ogün! - Umur Talu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ya Kâzım olursun ya Yasin, Ogün!

68 21
19.03.2024

Diğer

19 Mart 2024

Aslında bazen seçim çok basittir işte:

Aynı takımı tutabilirsin ama ya Kâzım olursun, ya Ogün ve Yasin!

"Trabzonspor'un bendeki ifadesi, statükonun karşısında yer alması, statükoyu parçalaması, güçlülere karşı güçsüzlerin var olduğunu ve onların da bir şeyler yapabileceğini göstermesidir.

Sorunun düğümlendiği yer şu: Kendine has yapısından dolayı Trabzonspor var oldu. Şimdi modern zamanların birtakım ilişkilerini yaşıyoruz. Trabzonspor, modern zamanların kendine dayattığı ilişkilere girdiği andan itibaren çöküşe de başladı. Biz varlığımızı anlamlandıran değerlerimizi unutmaya başladıkça ne anlama geldiğimiz de anlaşılmıyor. Kendimizi üç büyük kulübün yanında dördüncü adlandıracaksak, alınacak şampiyonların da bir anlamı olmayacak."

Kâzım Koyuncu Hopalıydı ama Trabzonludan çok ya birçoğundan çok başka bir Trabzonsporluydu.

Adını muhtemelen "Hem Trabzonspor hem Fenerbahçe oyuncusu" olan Ogün Temizkan'dan alan Ogün Samast Trabzonluydu. Yasin Hayal de. İkisi de Trabzonsporlu.

Kâzım Koyuncu Karadeniz'in boyun eğmeyen veya sevdalı, tutkulu türkülerini, şarkılarını, emeğe, tabiata saygıyla söyledi:

"Çay zamanı geldi teyzeciğim
Yine belin ağrıyacak
Çay parasını bekleyeceksin
Alamayacaksın teyzeciğim"

diye seslendi bazen.

Bazen isyankâr vicdanı ses verdi:

"Baba ben yıkıcıyım ama
Kendini bilmez değilim
Yaşamak istiyorum sadece
Kendi savaşlarım uğrunda
Ben sadece ben olmak istiyorum
Işık hızıyla geçen zamanı
Yaşamak belki de çok zor
Korkuyorum ben geçmişten
Korkuyorum gelecekten"

Kazım Trabzonspor açıklamalarını Trabzonspor dergisine 2004'te yapmıştı; 33 yaşında ölümünden bir yıl kadar önce.

O sırada Ogün 14 yaşındaydı; Yasin ise 17 yaşında çoktan öğretmenini darp etmiş, Menzil'den çıkıp çıkıp ona buna vuruyor, futbol oynadığı Trabzon DSİ'spor'da antrenörünü de yumrukluyordu. Sonra hamburgerciye bomba koydu, Kâzım İstanbul Şişli'de öldükten 3 yıl sonra Ogün'ün tetikçiliğinde Hrant Dink'i o Şişli'de vurdular.

Trabzonspor taraftarı arasında, azınlık da olsalar, "Kâzım Koyuncu dostları" var, biliyorum.

Lakin epeyce de Ogün ve Yasin olmalı!

Arada kalan da vardır. Aradaysan, belli anlarda ya Kâzımca vicdan olursun, ya Yasince yumruk, Ogünce tetik!

Pazar günkü maçta böyle seçimler oldu.

Trabzonlu linççiler sahada koşturdu, vurdu, düştü, vurdu. Bir kişiye onlarca kişi saldırdı, arkadan vurdular, Ogün oldular, Yasin oldular! Kimi Fenerbahçeli "yabancı" futbolcu da savunmayı aşan biçimde linçiyle linçci oldu, yere düşenin suratına vurdu.

Ve hemen "tahrik" arayanlar saçıldı ortaya! Tahrik oldu mu linç mubahtı, cinayet ve katliam da!

"Tahrik" binlerce genci Yasin'e benzeten, Ogünleştiren nefret ve hiddet iklimidir; devletin en üst katlarından sürekli olarak saçılan "linç histerisi" de devlette devamlılığın parçasıdır.

1915'e, 6-7 Eylül İstanbul'u gibi saldırılara, Trakya pogromuna, sonra Maraş, Çorum, Sivas gibi katliamlara kadar varır linç histerisi.

6-7 Eylül'de Rum, Ermeni, Yahudi komşusunu koruyan Türkler, Müslümanlar da çıkar; ama baskın olan linçtir.

Çok şaşırırsın, Büyükada'da Fenerbahçe ve Milli Takım kaptanı Lefter'e bile saldırırken linççiler, Burgaz'da Türkler ve Rumlar, belki arada Ermeni ve Yahudiler de el ele zincir yapmış, birer Kâzım olmuş, saldırganları........

© T24


Get it on Google Play