384 sene önce bugün (9 Şubat 1640) Sultanahmet Camii önünde mahşeri bir kalabalık bulunuyordu. Meydandakiler büyük üzüntü içerisinde idiler. Henüz iki yıl önce Bağdat’ı yeniden devlete kazandırmak suretiyle kendilerine bayram yaşatan Sultan IV. Murad Han’ın naaşı önlerinde musalla taşının üzerinde duruyordu. Şeyhülislam Yahya Efendi imamet mevkiine geçti. Dört bir taraftan müezzinler, “Er kişi niyetine” diyerek nida ettiler. Cenaze namazı Müslümanların gözyaşları arasında kılındı. Cenaze namazından sonra, IV. Murad Han’ın savaşlarda bindiği üç atı ters eğerlenip tabutun önünde ilerledi. Musalla taşı ile cenazenin defnedileceği alan çok kısa idi. Az sonra da padişahın naaşı babası Sultan I. Ahmed Han’ın türbesine dualarla defnedildi. Padişahın henüz yirmi sekiz yaşında bulunması üzüntüleri ayrıca katlamıştı. Herkes vefat sebebini ve son hâllerini merak ediyordu. Saray ağalarından bir tanesinin de etrafı kalabalıktı. Definden sonra meraklı bir kesim etrafını sararak padişahın vefat sebebini sordu. Ağa çok üzüntülüydü. Şöyle nakletti: “Padişahımızın Bağdat Seferi’nden dönüşünde böbrek rahatsızlığı vardı. Hekimlerin uygulamış olduğu tedaviler ve almış oldukları tedbirler fayda vermeyerek hastalığı daha da arttı. Dün gece (8 Şubat) güneş battıktan sonra imam Yusuf Efendi başında Yasin-i Şerif okuyordu. Bıyıklı Hüseyin Paşa ayağı ucunda oturup arada bir Kelime-i şehadeti tekrar ederdi. Cihan padişahı bir ara gözlerini açtı ve Hüseyin Paşa’ya: '-Eğer ben ölüm şerbetinin böyle acı olduğunu bileydim zaman-ı hükümetimde bir mûr-ı zaifden (zayıf bir karıncadan) kendimi nahif görüp rencide olduğun murat etmez idim' buyurdu ve kelime-i şehadet getirip ruhunu teslim eyledi. Bu sözleri dinleyen 16 yaşlarında bir genç, 'padişahın çok zulmettiği konuşuluyor' dedi. Ağa, genci bir müddet süzdükten sonra, 'Siz padişahın ilk yıllarını bilmezsiniz. Saka Mehmed, Gürcü Rıdvan, Cin Ali, Deli İlahi, Bozkırlı Halil, Cadı Osman ve emsali şakileri tanımazsınız. Millet ve devletin o zamanlar içinde bulunduğu durum, zorbaların devlet işlerine müdahaleleri ve halka karşı işlediği zulümler unutuldu... Padişahın devlet dizginlerini eline almadan önceki 1632 yılı ramazan ayında yaşananları büyüklerinize sorunuz. Ramazan ayının gelmesini bahane eden zorbalar maskara alayları düzüp, ev ev gezerek âdeta vergi istemeğe başladılar. Karşı koyanlar olursa ellerindeki meşalelerle evlerin balkonlarını tutuşturuyorlardı. Edep ve ahlak dışı hareketleri ayyuka çıkmıştı. Müslümanların ırzın payimal etmek; kan dökmek; evler ve saraylar basmak; bilhassa kahvehanelerde ve meyhanelerde uygunsuz hareketlerde bulunmak sıradan hâle gelmişti... Bu şekilde İstanbul iki ay süre ile askerî anarşinin en feci sahnelerini yaşamıştı. Zorba tuğyanının bu korkunç sahneleri, herkesçe tam bir nefretle kar­şılanıyor ve bundan kurtuluş için, saltanat makamında bulunan Sultan Murad Han’a bakılıyordu. Siz padişahın devlet düzenini yeniden tam kurmasını kolay mı zannettiniz?' dedi. "Bre melun abdest al!" İçlerinden biri, 'Peki padişah asker taifesini nasıl yola getirdi?' diye sordu. Ağa sanki o günleri yeniden yaşıyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra Padişah uzun süre hadiseleri takip etmişti. Bütün bu isyan hareketlerin Sadrazam Recep Paşa’nın başı altından çıktığını anlamıştı. Önce onun işini bitirmeye karar verdi. Fakat bu kolay değildi. Kararlılık ve müthiş hitabeti ile askeri zabt u rabt altına almayı başardı... Ramazan Bayramı geçtikten sonra bir gün (18 Mayıs 1632) Veziriazam Re­cep Paşa saraya davet eyledi. Recep Paşa âdeti üzere maiyetindeki bir kısım sipahi zorbalarıyla saraya geldi. Onları sarayın dış kapısı önünde bıraktıktan sonra padişahın huzuruna çıktı. Recep Paşa, padişahın eteğini öpeceği sırada Sultan Murad Han gök gibi gürlemişti. Sadrazama: 'Gel beru topal zorba başı!' diye seslendi. Recep Paşa nikris hastalığına tutulduğu için topallayarak yürürdü. Canı başına sıçrayan Paşa; 'Hâşâ padişahım. Vallah ve billâh padişahımın rızasından hariç zerre kadar vaz’u hareketim yoktur' dediyse de padişah; 'Bre melun abdest al' diye bağırdı. Çünkü Recep Paşa evvelce padişah ayak divanı için dışarı çıkacağı zaman 'Padişahım abdest alıp öyle dışarı çıkın' sözleriyle Sultan Murad’ın öldürülmesi ihtimali olduğunu ima etmek istemişti. Sultan Murad; 'Şu haini tiz boğun' diye haykırınca, zülüflü baltacılar kement atıp işini bitirdiler... Ölü­sünü dışarı çıkarıp bab-ı hümayun önünde bekleyen adamlarının önüne attılar. Recep Paşa’nın cesedi önlerine düşünce zorbaların aklı başından gitmişti. Kalplerine büyük bir korku düşerek ortalıktan toz oldular... Padişah yirmi yaşını doldurmuştu. Yıllardır hem cereyan eden olaylardan hem de ayak divanlarından büyük ders çıkarmıştı. Kendisi vücutça çok kuvvetli, demir pençeli, gözü pek, nüfuz-ı nazar sahibi idi. Recep Paşa'yı tepeledikten sonra yerine getirdiği Veziriazam Tabanıyassı Mehmed Paşa’ya zorbalar hakkında katiyen müsamaha etmemesini söylemişti... Bu hadise üzerine Sipahiler Okmeydanı’nda toplanarak eski alışkanlıkları üzere yine birtakım isteklerde bulundular. Padişah ise artık onlara fırsat vermek istemiyordu. Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü'nde ayak divanı ferman edip veziriazam, şeyhülislâm, kazaskerler, ulema ve yeniçeri ocağı ağalarıyla altı bölük ağalarını davet etti. Padişah öncelikle Yeniçeri Ağası'na, ocak ihtiyarlarına ve çor­bacılara hitab ederek, (Al­lah’a ve Peygambere ve onlara bağlanan emirlerinize itaat ediniz!) mealindeki âyet-i kerimeyi okuyup tefsir etti. Sonra (Hükümdar bir Habeşî köle de olsa, Allah'a itaat ettikçe ona itaat ediniz) mealindeki hadisi şerh etti. Ardından Ecdad-ı izamının gazalarını, askerin onlara itaatini anlattı. Ecdadı gi­bi kendisine bağlılık göstermelerini bildirerek, bu hususta muti kalıp kalmayacaklarını sordu. Bir yeniçeri ağası; 'Padişahım! Sen bizim padişahımızsın, sen Zıllullah’sın! Bizim sana karşı itaatsizliğimiz olamaz! Dostuna dost, düşmanına düşman oluruz. Cümle­miz senin uğrunda ve din-i Muhammedi yolunda kurban oluruz' dedi. Padişah bu sözlerden memnuniyetini bildirdikten sonra; 'Sizlerden beklediğim ve bekleyeceğim odur, lakin içinize birtakım müfsitler girmiş, hem sizi bednam ediyor, hem de din ü devletin zararına sebep oluyor. Öylelerini himaye etmeyeceğinize, söz dinlemeyenleri teslim edeceğinize bana yemin verecek misiniz?' dedi. Yeniçeri Ağası; 'Cümlemiz saadetlü padişahımıza bağlıyız, maazallah eşkıyayı himaye etmeyiz. Bunun için yemin de veririz' dedi. Bunun üzerine Kur'ân-ı kerim getirdiler. Yemin merasimini bizzat IV. Murad Han icra ettirdi. Her birine ayrı ayrı; 'Vallahi mi, billahi mi, tallahi mi?' diyerek sordu. Herkes Mushaf-ı şerife el basarak 'Vallahi, billahi, tallahi' dediler. Hazır bulunanlar içinde vakanın mehabetinden gözleri yaşaranlar ve ağlayanlar son derece fazla idi. Bu şekilde yemin tescil edildi... "Atın şu edepsizleri dışarıya!" Bundan sonra Padişah, sipahi ihtiyarlarına hitabını yönelterek, birinci sualini tekrar etti. Onlar dahi Padişah'ın dostuna dost, düşmanına düşman ol­duklarını beyan ettiler. Bunun üzerine Padişah hiddetle; 'Behey kavim! Siz ne acaip mahlûklarsınız? Sizin fesadınızdan devlet-i saltanata zaaf gelmiş bulunuyor. Söz ve nasihat kâr etmeyip, fitneden el çekmezsi­niz. Bugün (Padişah kuluyuz, emrine amadeyiz) diyorsunuz. Ekser vakitlerde padişah sözünü, kanun ve şeriat hükmünü tanımak ve dinlemek istemezsi­niz. İçiniz serkeş eşkıya ile dolmuş. Mülkü harap, halkı payimal ediyorsunuz... Siz kırk bin adamsınız. Her biriniz mutlaka bir irade ve memuriyete sahip olmak davasını güdüyorsunuz. Hâlbuki cümle memuriyetler ancak beş yüzdür, kırk bin değildir. Memuriyet alan­larınız, almayanlarınız hep halkı soymakta müttefiksiniz. Sizin tamahınızdan hiçbir şey kurtulamıyor. Bütün bunlara son verecek misiniz? Ecdadımın zamanların­da olduğu gibi yalnız ulufeniz ile kanaat edip itaat dairesine gelecek misiniz?' Bir sipahi ihtiyarı; 'Haşa, biz sipahi kulların asi değiliz. Asi namını kabul etmeyiz. Edeplerini bilemeyip, padişahımızı taciz edenler ve haddinden fazla taleplerde bulunanlar bizden değildirler. Sonradan yanaşma zorbalardır. Anları tutmağa biz muktedir değiliz. Lakin kabahatlerine rızamız ve iştirakimiz yoktur' dedi. Padişah; 'Şimdiden sonra o makule müfsitleri içinize kabul etmeyeceğinize ve ben talep ettiğim va­kit teslim edeceğinize Kitabullah üzerine yemin verir misiniz?' dedi. Ön sırada bulunan sipahi murahhasları tereddüt etmeden yemine hazır olduklarını söylediler. Fakat arkada bulunan beş on zorba, şikâyet ve muhalefet yollu sözler söyleyince, yeniçeriler; 'Atın şu edepsizleri dışarıya!' sözü üzerine, top gibi eller üzerinde fırlatıp dışarı attılar. Bunun üzeri­ne sipahilere de Kur’ân üzerine yemin verildi ve bunun için de ayrı bir zabıtname yazılıp tescil edildi... Bu haber Sultanahmet Meydanı’na varınca, sipahi cemiyeti hemen da­ğıldı ve zorbalar gizlenmeğe başladılar. Artık padişah dizginleri ele almış zorbaların sonu gelmişti. Bir saat evveline gelinceye kadar ko­ca devleti sarsan hareket, bir anda âdeta ortadan kalkmış görünüyordu. Bu, hakkın zuhuru karşısında zulmetin yok olacağını işaret eden hak kelamının yeni bir tecellisi idi. Devlet gücünü tesis eden Padişah Revan’ı ve Bağdat’ı Safevilerden bu sayede alacaktır. Dünya devletlerini yine Osmanlıya râm edecektir. Saray ağasının gözleri tekrar dolmuştu. O, veda ederek sarayın yolunu tutarken gençler yüce sultanın ruhu için bir kez daha okumaya başladılar..." TEFEKKÜR Sultan Murad eydür: Şimdi zamâne Bana da kalmadı beyler elvedâ Büküldü kâmetim döndü kemâne Gezip seyrettiğim iller elvedâ

QOSHE - Er kişi niyetine! - Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Er kişi niyetine!

34 1
09.02.2024

384 sene önce bugün (9 Şubat 1640) Sultanahmet Camii önünde mahşeri bir kalabalık bulunuyordu. Meydandakiler büyük üzüntü içerisinde idiler. Henüz iki yıl önce Bağdat’ı yeniden devlete kazandırmak suretiyle kendilerine bayram yaşatan Sultan IV. Murad Han’ın naaşı önlerinde musalla taşının üzerinde duruyordu. Şeyhülislam Yahya Efendi imamet mevkiine geçti. Dört bir taraftan müezzinler, “Er kişi niyetine” diyerek nida ettiler. Cenaze namazı Müslümanların gözyaşları arasında kılındı. Cenaze namazından sonra, IV. Murad Han’ın savaşlarda bindiği üç atı ters eğerlenip tabutun önünde ilerledi. Musalla taşı ile cenazenin defnedileceği alan çok kısa idi. Az sonra da padişahın naaşı babası Sultan I. Ahmed Han’ın türbesine dualarla defnedildi. Padişahın henüz yirmi sekiz yaşında bulunması üzüntüleri ayrıca katlamıştı. Herkes vefat sebebini ve son hâllerini merak ediyordu. Saray ağalarından bir tanesinin de etrafı kalabalıktı. Definden sonra meraklı bir kesim etrafını sararak padişahın vefat sebebini sordu. Ağa çok üzüntülüydü. Şöyle nakletti: “Padişahımızın Bağdat Seferi’nden dönüşünde böbrek rahatsızlığı vardı. Hekimlerin uygulamış olduğu tedaviler ve almış oldukları tedbirler fayda vermeyerek hastalığı daha da arttı. Dün gece (8 Şubat) güneş battıktan sonra imam Yusuf Efendi başında Yasin-i Şerif okuyordu. Bıyıklı Hüseyin Paşa ayağı ucunda oturup arada bir Kelime-i şehadeti tekrar ederdi. Cihan padişahı bir ara gözlerini açtı ve Hüseyin Paşa’ya: '-Eğer ben ölüm şerbetinin böyle acı olduğunu bileydim zaman-ı hükümetimde bir mûr-ı zaifden (zayıf bir karıncadan) kendimi nahif görüp rencide olduğun murat etmez idim' buyurdu ve kelime-i şehadet getirip ruhunu teslim eyledi. Bu sözleri dinleyen 16 yaşlarında bir genç, 'padişahın çok zulmettiği konuşuluyor' dedi. Ağa, genci bir müddet süzdükten sonra, 'Siz padişahın ilk yıllarını bilmezsiniz. Saka Mehmed, Gürcü Rıdvan, Cin Ali, Deli İlahi, Bozkırlı Halil, Cadı Osman ve emsali şakileri tanımazsınız. Millet ve devletin o zamanlar içinde bulunduğu durum, zorbaların devlet işlerine müdahaleleri ve halka karşı işlediği zulümler unutuldu... Padişahın devlet dizginlerini eline almadan önceki 1632 yılı ramazan ayında yaşananları büyüklerinize sorunuz. Ramazan ayının gelmesini bahane eden zorbalar maskara alayları düzüp, ev ev gezerek âdeta vergi istemeğe başladılar. Karşı koyanlar olursa ellerindeki meşalelerle evlerin balkonlarını tutuşturuyorlardı. Edep ve ahlak dışı hareketleri ayyuka çıkmıştı. Müslümanların ırzın payimal etmek; kan dökmek; evler ve saraylar basmak; bilhassa kahvehanelerde ve meyhanelerde uygunsuz hareketlerde bulunmak sıradan hâle gelmişti... Bu şekilde İstanbul iki ay süre ile askerî anarşinin en feci sahnelerini yaşamıştı. Zorba tuğyanının bu korkunç sahneleri, herkesçe tam bir nefretle kar­şılanıyor ve bundan kurtuluş için, saltanat makamında bulunan Sultan Murad Han’a bakılıyordu. Siz padişahın devlet düzenini yeniden tam kurmasını kolay mı zannettiniz?' dedi. "Bre melun abdest al!" İçlerinden biri, 'Peki padişah asker taifesini nasıl yola getirdi?' diye sordu. Ağa sanki o günleri yeniden yaşıyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra........

© Türkiye


Get it on Google Play