Nihat Genç yazdı…

Açıklık zihni sürükler, tarih boyu en açık şey ‘aşk’ üzerine kelimelerimizi sürükleyelim!

Tarih boyu her Allah’ın günü şeyhlerin ağzından mucize kehanet keramet sözleri hiç düşmez ama hiç de şahit olmadık!

İlkel toplumların hatta eski Türkler’in kehaneti çıkmayan şamanı sahtekar diye işkenceyle öldürdüğü söylenir!

Görmediğimiz bir şeye inanmak ve görmediğimiz bir şey üzerine üfürmek kolay!

O halde ne derse doğrudur diye kehanete niye inanıyoruz, yoksa otoriteye mi inanıyoruz!

Yahu koca evliya, yahu şeyh, yahu lider, bir aziz, .ötünden mi uyduracak!

Tarih boyu tek bir kez bu şeyhler kamu önünde bilim adamları ve gazetecilerin sorgulamasına hiç yanaşmadı! Hiçbir şekilde sorulara cevap vermemişlerdir!

Balık baştan kokar ve liderleri mesela Tayyip Erdoğan, bir kez olsun yandaş olmayan gazetecilerin karşısına çıkmamıştır!

Bu şu demektir, otorite sorgulanmaz!

Ama burası Cumhuriyet ve modern bir dünyada yaşıyoruz!

Otoriteyi sorgulayamıyorsak millet değil itaat içinde tebaayız demektir!

Sayısı milyonları geçmiş müritleriyle siyaseti ve sosyolojiyi bu kadar derinden etkileyen günümüz tarikat yapılarını-ritüellerini siyasetçi ve yazarların hiç ama hiç araştırma konusu yapmaması körlüktür!

Anadolu tasavvufundan ‘bir lokma bir hırka’ herkesin dilinde bir ezber ancak burada ‘bir lokma bir hırka’ için yaşayan tek bir insan kalmadı; hepsi istisnasız ihale ve mülk peşinde! Bir lokma bir hırka, bir yalan, tersine, günümüz tarikatları azgınlığın şehvetin egonun iştahın ve kibrin ve gözü doymazlığın ve yalanın ve iftiranın kaynayan kazanı haline geldiler!

Sorun da burada neden azgınlaştılar çünkü yol yöntem yanlış!

Mesela günümüz tarikatları tasavvufun değil şeriat okulları olmuştur, ikisi ayrı şeydir; Anadolu insanı şeriatın sertliğini yumuşatmak için şeriat dışına tasavvufla sığınmıştır; şeriatçılar tasavvufu dahi ele geçirmiş şeriat mektepleri haline getirmiş işte bunların derinden tartışılması gerekir!

Ve günümüz tarikatlarındaki ritüller Hint meditasyon ve yogasından alınmadır! Bu toprağa ait değildir!

Mesela zikir ve tespih temrinleri (tekrarları, alıştırmaları, idmanları) Hint yoga felsefesinden gelmektedir, ki bu temrinlerin Kur’an’la şeriatla da ilişkisi yoktur!

Yoga soyut bir eğitimdir, bedeni terbiye için odaklanma yoğunlaşma konsantrasyon içindir!

Yoga sosyal bir eğitim değildir, soyuttan kastımız şudur, Anadolu tasavvufundaki gibi, iki kişi arasında, kişiyle toplum arasında, kişiyle yaşadıkları arasında, kişiyle ilahi yaratıcı arasındaki durumlarla hiç ilgilenmez, yani ‘teknik’ bir eğitimdir! Yani ‘eylemsiz’ ‘hayatsız’ eğitimdir!

Şöyle, parmağınızı sabaha kadar günlerce boşlukta oynatın bu soyut ve teknik bir eğitimdir ancak aynı parmağınızla çakmağı çakarsanız bu bir ‘eylem’ olur, çünkü bir ‘iş yapmış’ olursunuz, mesela bardağa su koyarsanız bu da bir eylem olur, ama yoganın alıştırmaları hayatsız ve eylemsizdir!

Soyut alıştırmalarla ilahi aşka ulaşmak mümkün mü diye bir soru bu topraklarda neden hiç sorulmadı!

Bu Hint alıştırmaları günümüz tarikatların ritüelleri olmuştur ve sabaha kadar şeyhin resmine bakmak ya da ilahi bir kelimeyi sabaha kadar tesbih etmek, ya da ilahi bir sıfatı sabaha kadar zikretmek, yogadan alınmıştır, hayatsız ve eylemsiz bir ritüel!

Ayrıntıya girersek, mesela, aşkın adı ‘ilahi aşk’ denilerek her insan evladının yaşadığı sahici canlı-kanlı bir kadına aşk küçümsenir ve aşk’tan sayılmaz!

Yani bir kadına aşk, günümüz tarikatlarına göre aşk değildir, aşağılanır ve hatta hiç ama hiç sözü dahi edilmez ve hatta kadına aşk dünyevi sapkınlık’a girer! Bir kadına aşkın sapkınlık neresinde diye bu toprakların felsefecileri hatta edebiyatçıları dahi tek satır niye tartışmaz?

Bilmişlikle hüküm verip insanın insana aşkını neden kesip atmışlar, ve aşkı bomboş konsantrasyon alıştırmalarıyla teknik ve soyut bir beceriye indirgemişler; işte bunların hepsi ‘tez’ konusu ve aşk’ı şeyh denen bir otoriteye gözleri bağlı bir imana çevirmişlerdir!

Temrinlerin amacı insanı yaşadığı dünyadan çıkartmak mı; yaşadığımız dünya gerçekliğinden uzaklaşmanın tek yolu zikir ve tesbih mi? Stadyumda maç anında insanlar topluca maçın akışına ve futbolun güzelliğine kendini kaptırır ve gerçek dünyadan uzaklaşırlar, tıpkı sinemada olduğu gibi, tıpkı bir seyahatte olduğu gibi, tıpkı bir manzara karşısında olduğu gibi, tıpkı bir hikaye anlatırken dinlerken olduğu gibi, tıpkı bir sanat eseri karşısında olduğu gibi!

Dünyadan uzaklaşmanın yolu neden soyut ve teknik temrinler olsun?

Taş, çiçek, orman, aile, nesne, bir iş yapma vs. hepsiyle hayatı tecrübe eder ve anlarız, sabaha kadar bir şeyhin resmine bakmak ya da aynı kelimeleri boşlukta tekrar etmek insana ne kazandırır?

Atölyede bir işçi işine odaklanır ve dünyadan uzaklaşır, iş’i, sanatı ve işine yoğunlaşması işçiyi dünya ve hayat ve eser karşısında ustalaştırır! Yani öğrenme bilme anlama ve yoğunlaşma için elinizde bir ‘nesne’ olmalı! Her ‘eser’ aşkın konusudur! Her nesne elinizde yontulup işlem gördükçe nesnenin sırlarını da öğrenmiş olursunuz ve eşyanın sırrı Allah’a yani en yüce ilahi aşk’a dairdir!

Yaşadığın olayları bir kenara bırak, nesneyi bir kenara bırak, işini sanatını bir kenara bırak, bir kadına aşkını bir kenara bırak ve gel sabaha kadar boşlukta birtakım sözleri tekrar et, bu deliliktir!

Eşyanın künhüne girmek anlamak ne demek, işte, elmas da kömür de karbon ancak atom dizilişi ve sayısıyla biri elmas biri kömür olmuş ve bunu öğrenen bugün çelikten dayanaklı karbon fiber’i buluyor ve yatlarda gemilerde uçaklarda kullanıyor! Ki, demirden çelik yapmak 19. asır öncesi birkaç ustanın işiydi, 19. yüzyılın başında teknolojiyle çeliği bulanlar işte bu gökdelenleri ve gemileri inşa edip dünyayı fethettiler!

Annem çorap kazak örüp satıyordu ve orlon ipliğin ucuzluğu kazancını artırdı ve 60’lı yılların ortası, ilkokul bitirememiş annem, bir gün endişeyle örgü örerken başını kaldırıp, oğlum bu orlondan halılar koltuklar battaniyeler yapmaya başlarlarsa ben aç kalırım, dedi, ki, bugün giydiğimiz ürünlerin yüzde doksanı orlon!

Ya da aydaki bir aracı dünyadan uzaktan kumandayla hareket ettirebilmek işte, insanların insanlarla, insanların eşyayla karşılaşması, işte asıl ilahi ders budur!

Hikmet dediğimiz şey insanların insanlarla ve nesnelerle karşılaşmalarından doğar ve Allah’ın gücü kudreti eşyanın yani dağların taşların ailenin dostluğun bölüşmenin çiçeklerin çalışmanın, vs felsefi deyimle, şeylerin içinde saklıdır!

Yogayı tarikat ritüeli haline getirmelerinin sebebi yoga bir stres atma bir rahatlama idmanıdır sabah yürüyüşü gibi! Hiç mi merak etmediniz, aşk bunun neresinde! Evet rahatlamak da lazımdır ancak sorun zihnimizin rahatlaması ise hem rahatlamak hem de içine düştüğümüz dünyayı ve olayları ve eşyayı anlamanın başka biçimleri yok mu? Şu anda dünya etrafında dönen uzay araçlarından kopmuş parçalar var, hep dönecekler, biz bunlara uzay çöplüğü diyoruz, bence günümüz tarikatları da uzay çöplüğü, öyle boşuna milyonlarca yıl dönecekler!

Ortaçağların kadını daha aşağı bir varlık olarak yok saymasıyla bir kadına aşkın aşağılanmasının arasında ilişki vardır! Kadına aşkın sadece cinsellik arzu ve üremeye indirgenmesi ortaçağlara dairdir!

Oysa bir kadına aşk dünyada yaratılmış her insanın hayatı ve varlığını ve dünyayı test ettiği en ilahi okuldur, sanatçı için eşyanın-nesnenin kendisi de aynı ilahi okuldur!

Ve bir kadına aşk, sahicidir, dokunur temas eder derin duygular yaşarsınız yani boş soyut teknik bir tecrübe asla değil dünyayı ve kendimizi ve beynimizi ruhumuzu kalbimizi duygularımızı tanımak bilmek ve dünyayı anlamlandırmak için diplomasız ve şeyhsiz okuldur; üstelik çobanı da profesörü de aynı insan duygularını tecrübe eder!

Bir sanatçının-ustanın, eşyaya aşkı, hayranlığı, merakı, ilahi bilmeceleri çözmenin yoludur, eşyanın künhüne (içine) girer, eşyanın duruşunu yapısını kokusunu element özeliklerini anlamaya çalışır ve eşyaya yepyeni şekiller verecek harika mucizevi sırrın sahibi olur!

Günümüz tarikatlarının siyaseti ve sosyolojisini ve çürümüşlüğünü bir tarafa koyup bir kadına aşkı ya da iş’i emeği uğraşı devreden çıkartan tarihimizin bu en büyük yanılgısına sapıklığına karşı bu toprakların bir edebiyatçısı olarak söyleyeceğim çok şey var! Meslek olarak kelime ve sözlerin büyüsüne mucizesine mesela beni en çok yaklaştıran ve şaşırtan bir kadına aşk’tır, çünkü mesleğim olarak benim eşyam nesnem kelimelerdir!

Bizler dünyayı ve Tanrı’yı yarattıklarıyla görür ve anlarız, duyar ve hissederiz ve onların değişimleri ve şekilleriyle yorumlarız; insanları, eşyaları, olayları ortadan kaldırıp gözümüzü sadece şeyhin resmine odaklayarak yaptığımız şey, deliliktir! Delilik şudur, Allah’ın yarattığı insanları eşyaları tabiatı ortadan kaldırıp hepsini iptal edip yerine bir şeyhi koyuyoruz!

Başlayalım!

Bir insan sevgilisinin acısına katlanır, çünkü acı aşka dairdir!

Ama bir komşusunun kendine verdiği acıya katlanmaz, karşı çıkar ya da hesap sorar!

Size acı veren şeylerden kurtulmak ister ya da sebebini merak edersiniz ya da uzaklaşırsınız!

Oysa sevgiliye tahammül ederiz, aşkın gözü neden kördür!

Demek ki şeyh ya da lidere karşı derin bir aşk duyuyorlar ki acısına katlanıyorlar ya da aptal yerine koyulmayı önemsemiyorlar!

Asli tartışmamız aşka girebiliriz!

Buradaki ‘aşk’ fütursuz karşılıksız eyvallahsız içine düştüğümüz aşk mıdır?

Yani şeyhe lidere bağlılık bir aşk mı?

Kuşkum var, şeyhe bağlılık aşk değil, aşk’ı ispatlama ritüeli!

Yani şeyh müritten iddiasını ispatlamasını ister!

Aşık mısın, o halde, gözün kapalı bağlılığını göster ya da oy’unu ver!

Mürit iddiasını ispat için aşık gibi görünür!

Sorgusuzca bağlanır! İtaat eder, sözünden çıkmaz!

Bu iddia sadece görünüş’tedir!

Hatta mürit diğer müritlere karşı ben daha bağlıyım daha meczubum yarışına girer!

Müritlerin yalancı, sinsi, üç kağıtçı, çıkarcı vs. olmalarına sebep: Allah aşkıyla yanıp tutuşmazlar! Taklit, sahte ve yarış ve iddiasını ispat için ‘rol’ yaparlar!

‘Rol’, sahnede yapılan (görünen yer)!

Ve bunu boşlukta eylemsiz ve hayatsız yoga ritüeliyle yaparlar!

Sahneden inince (dergahtan çıkınca) gerçekte üç kağıtçı olduklarını görürüz yani ihale ve yağma ve talanla devleti soyduklarını, vs.!

Ama istisnasız ‘aşk’ lafını her yerde her şekilde kullanıyorlar hatta ‘aşk’ kelimesinin arkasında kendilerine öte dünyadan makam ve mensubiyet ve meşruiyet arıyorlar!

Yani ‘uydurdukları’ ‘aşk’ bir nevi kalkanları!

Dersimize başlayalım, mesela, doktora tezi yazmak çok zorludur, doktor adayı çok sıkı bir süreçten geçer, ter döker, anası ağlar, yorgunluğu bitkinliği ve sınırları zaman zaman onu çaresizliğe sürükler!

Bu zorlu süreç bilim adamına doktorasında temellendirdiği bilimsel araştırma dışında başka insani şeyler öğretir, dayanma katlanma gücünü aşma ve kendi yeteneklerinin farkına varma!

Mesela, hiç kolay değilmiş der, mesela .ötümüz terlemeden mümkün değilmiş der, mesela emek vermeden saçları dökmeden bir eser verilemeyeceğini öğrenir ve bilgisinin ve bilginin imkanlarının sınırlarını da öğrenir!

Kafa ve beden yorduğu bu süreç onu insan yapar, bilgi zahmetli işmiş, der, kibirden uzaklaşır, bilmişlik taslamaktan iğrenir, başkalarının emeklerine de saygı göstermeyi öğrenir, böyle böyle insan hassasiyetleri gelişir!

Yani doktora tezi aslında metindeki bilgilerin ötesinde zahmetli süreç içinde sizi yetiştirir!

Aşk da öyledir!

Nazım’ın dediği gibi öyle ‘halk aşığı hak aşığı değil, etiyle buduyla bir kadına aşık olmak!’

Aşka düşünce insan sınırlarını öğrenir, insan acısını, en sert yakıcı duyguları yaşarsın, kavuşup kavuşmamak değil, aşk ateşiyle iki kişiyi de adam eder!

Duygu eğitimidir, besler, güçlendirir ve kalbinize kazıyıverir, o yaşanmış ateşli duygular artık bedeninize fazladan daha duyarlı daha hisli yeni organlar oluşturur!

Sevgili aşk’ın öznesi değil bahanesidir, içinizdeki insanı ortaya çıkartan!

Eğer bir iddia uğruna ben şu kızı tavlayacağım kafalayacağım diye aşık rolü oynarsanız bu flört ve ilişki düzeyinde kalır, aşk başka bir şey!

Aşk duygu yoğunluğudur ve duyguları en saf haliyle ortaya çıkartır, mucizesi budur, insan denen varlığa hayranlık!

Teslimiyet, bağımlılık, fazla hassas, fazla kıskanç, fazla bencil, aşırı, taşkın, sabırsız’dır, hep yanında olmak ister, her an onu düşünür! En derin duyguların en aşırı uyarılma hali, aşıkların diliyle yanma hali!

Sonuç, günümüzün bu tarikatları hepimizin en iyi bildiği duygularla insanlıkla ve bizimle dalga geçiyor, aşk, bir ‘ispat’ yarışı değildir, bir ‘rol’ değildir, çünkü hepimiz içine düştük ve gördük, aşık yalan söyleyemez!

Aşık inkar edemez, aşık saklayamaz!

Çünkü aşık eşyanın, elbiselerin, evlerin, kimliklerin, sınıfların, çiçeklerin, dağların, başa gelenlerin, öte yüzlerini görmüştür!

Yalan söylediğinizde kalpte görülen bu cennetin mühürlenip kaybolacağına inanırsın ya da artık kirlilik ve pisliğe asla katlanamaz bir yerdesin!

Doktora tezi bir gün biter ama geliştirdiği yetenekler size kalır!

Bir gün aşkın da zevkleri biter ama size öğrettikleri sizi daha yüksek ve öte bir dünyaya taşımıştır!

Öyle yüksek ki artık şeyhe guruya ihtiyacınız yoktur; ihtiyaç duyanlar yaşamamış demektir!

Taklit ve rol ve yapmacık ve sahtelik hiç yapamamak hiç becerememek gibi saf insan elementini tanırsınız!

Gözyaşının saf hali! Acının saf hali!

Dokunmanın sarılmanın özlemenin kıskanmanın saf hali!

Bencillikten kibirden sahtelikten iğrenmenin ve uzaklaşmanın saf hali!

Küçük çıkarları için rol yapan yalan söyleyenlerin kukla iplerini görüp tiyatrodan uzaklaşırsınız çünkü hayatın gerçeği taklit edilemeyecek kadar acı’dır, keder, hüzün, özlem, katlanılamayacak kadar ağırdır!

İrade dediğimiz, irade, aşktan önce başka iradedir aşktan sonra başkadır!

Rol kesip bir yönetmene bir şeyhe bağladığınız irade, aşk’ı hiç tanımamış iradedir!

Aşk yaşamış insan artık iradesini ona buna şuna bağlamaz, aşk yaşamış insan iradesini ‘güzel olana’, ‘sonsuz olana’, ‘herkes için değerli olana’, ‘her çağda her coğrafyada kıymetli olana’, bölüşüme, herkes için endişelenmeye teslim eder! Yunus’un dediği gibi ‘ballar balını buldum kovanım yağma olsun’!

Aşkla derin duygular yaşamış insan çok hassaslaşır ve bir başkası üzüldüğünde kendi üzülmüş gibi hisseder ve hiç tanımadığı insanları daha kolay anlayıverir!

Rol için ispat iddia için gösterişle aşk yaşayan insanın iradesi işte bu fırtınaları bilmez!

Dergahtan çıkar çıkmaz sahneden iner gibi rol biter ve menfaat, çıkar, yağma talan, ihale, ve kurnazlıkla ve hukuksuzlukla başkaları üzerinde hakimiyet kuran, saraylar hazineler yese doymayan hayatına kaldığı yerden devam eder! Aşk yaşamayan insan kanaatkarlık bilmez, sevgilinin bir göz ucu bakışıyla dünyanın en büyük servetini ele geçirdiğini anlamaz!

Aşık olmuş insan tam da halk dilinde ifade edildiği gibi minderde sedirde hasırda her ince delikte kendine saraylar bulur, ülkeler bulur, lezzetler bulur! Oysa rol yapanların egosu malikanelere evrene sığmaz!

Aşk, tabiatın doğasında vardır, her insan evladının kalbine mutlak düşer!

Ritüelle törenle talimatla ödevle görevle, özentiyle, modayla, idmanla, okul okuyarak aşık olunmaz!

Kim inandığı sevdiği bir kişi bir dava uğruna hayatını evini servetini ve geleceğine feda eder? Kim anne babaya çevreye karşı gelip kovulmayı aşağılanmayı dışlanmayı göze alabilir!

Aşkın baş döndürmesinin sebebi, eşyalar ve olaylarla aramızda o güne kadar görünmeyen yepyeni daha ince bilinmeyen kutsal yüzlerini görürsün!

Yani aşık olduğunuzda bir çiçeği de dağları da sabah nedir akşam niye olur öte yüzlerini ve derinleri ve anlamlarını da öğrenirsiniz, aşk yaşamamış insan doygunluk bilmez, aşk yaşamamış insana olgunluk-kemaliyet inmez!

Çünkü eşyayla dünyayla zamanla ölümle ufuklarla ayla güneşle arkadaşlarla artık başka bir dilden konuşursunuz!

Mesela sevgilinin verdiği bir çakıl taşı dünyanın en pahalı elmasından daha değerli olur! Görünür dünyanın sayıları değerleri tartısı ölçüleri aşkta beş para etmez!

Aşk, her insan evladına gökten indirilmiş ilahi kitaptır, vahiydir, biricik olduğu bir din!

Başka öte anlamlarıyla eşyalar renk koku bakış değiştirir ve öğretmeniniz olur!

Eşyanın duruşu görünüşü anlamı değişir, işte yeni bir ‘anlam’ dünyası, size dünyayı tercüme ettirir, size dünyayı tecrübe ettirir ve o çok korktuğunuz ölüm düşüncesi, niye doğduk, niye ölüyoruz, ölümle ilgili sorular sertliğini kaybeder!

Çünkü aşk sizi sonsuzluklar içinde hiç yok olmayacak hiç değişmeyecek bir yere yerleştirir!

Ovaları bile seller götürür, deprem dağları devirir, ama siz dünyanın galakside değil aslında duyguların etrafında ateş etrafında döndüğünü yaşamış ve tatmışsınızdır!

İyi ki varım iyi ki bu dünyayı bir saniyelik olsun görebildim, yaşadım, dersiniz; aşkın manası budur, duygularınıza kuvvet verir, besler, harcınıza ölmeyen bitmeyen çürümeyen tarif edilmez görünmez sahici şeylerden katar!

Aşk sizi her türlü coşku ve taşkınlık ve çılgınlık ve ölçüsüzlük ve aşırılıkla ve fütursuzlukla ve dünyayı boşlamakla, vs. test edip ve sizi nihayetinde insan sınırlarınıza ikna eder!

Yani ulaşamadığınız dayanamadığınız katlanamadığınız yükseklerdeki kor ateşin mucizesine artık siz de inanırsınız!

Aşk ne güzelliktir ne tutku, aşk size yeni bir ‘ruh’ armağan etmek için sizi yeniden bir daha doğurmak için göklerden inmiştir, ve vatanı ve sevdiği için can veren insanları artık içinizden tanırsınız!

Aşkın aranması bulunması keşfedilmesi mümkün değildir, aşk, bir insan mevsimidir, doğmak gençlik ihtiyarlamak ölmek gibi, her yıl baharın gelmesi gibi!

Çiçekler tomurcuklanır renkler ışıklar gözünüzü yakar önce sarhoş keder ve sonra sizi tahammül sınırlarına ikna eder, öyle bir alev ki bir daha başıma gelmesin diye derin bir korkuya kapılırsınız, düşünün sabah akşam gündüz gece içinizde kor alevin kıvılcımları, eritir ve başka bir kalıba sokuverir!

İsyankarlık, vefa, fedakarlığın, bencilliğin, duydukların, dokundukların, gözlerinin içi, her şey şekil ve ruh değiştirir!

Bir daha başa gelmesin korkusu şudur, evet, herkes bir dine bir tapınakta ibadet eder, ancak aşkın tapınağı bedendir, kimse ibadet ettiği yeri yakmak yok etmek istemez!

Ama vazgeçmek de istemezsiniz o halde katlanabilir sınırları olan beden bir tahammül çerçevesi ve kuralları geliştirir, tadını al ama kendini kaptırma! Aşkı yatıştırmanın en güzel yolu da evliliktir, evlilik yangının dozunu düşürme kısık ateş ayarıdır hem hep yaksın istersin hem yakmasın!

Kendinize sınır ve kural koyduğunuzda artık kesin yargılardan, kesin inançtan uzaklaşırsınız!

Sizi eşyaya bağlayan ve ama aynı anda dünyadan uzaklaştıran o duygu iplerinin güzelliğiyle hangi dilden hangi coğrafyadan olursa olsun o ipi kopartmak isteyen kimse çıkmamıştır!

Yani yargılayan hüküm veren bilmiş kendini üstün gören kesin inançtan kurtulmak uzaklaşmak istersiniz ama hem de o duygu iplerinin dizginlerini ömrünüz boyunca bırakmak istemezsiniz! Başkasına anlatılmaz ‘sırdır’, bu denge kişiliğiniz olur! Güzel olan içinizde yaşanmış test edilmiştir artık dünyanın bütün güzelliklerinizi tanıyacak ‘ölçüler’ ‘hisler’ ‘uyum’ ‘denge’ ve genel olarak tüm güzelliklere çok yatkın güzelden anlayan güzel denince düşmanlıkları unutturan bir kimliğiniz vardır!

Ve kimse akıl irade ve temkinin dizginlerini tutabildiğini iddia edemez ama eşyayı anlamlandıran hepimizi eşyaya ve dünyalı bir sebebe bağlayan ve hepimizi aynı ve kardeş yapan bu duygu ipliklerinin lezzetini nacizane tatmışızdır!

Farkında olmak bir haldir bir aşama bir makam, başka bir dünyaya düşmüşlerdir ve başka bir dünya için yaşarlar! Aşka dair olmayan kimseyi üstün tapınası ve mucizevi görmezler çünkü üstün derin ve mucize olanı içlerinde tatmış duymuş şahit olmuş yanmış ve yaşamışlardır!

Yaşamış tatmış bir an fark etmiş olanlar istese de rol yapamaz!

Ve ne korkunç bir cehalettir der, insanın insana itaati köleliği: aşksız insanların cehennemi!!

İnsanın insana itaati doğayı ve eşyayı ve bedenini hiç tanıyamamış hep rol yapmış insanların cehennemidir!

İnsana ve tabiata saygı kolay öğrenilmiyor, aşk sizi eşyanın renklerin ışıkların rüyaların hiç solmayan eksilmeyen çürümeyen sahici dünyasına mutlaka çekecektir, okulu tarikatı tapınağı yoktur!

Sevmek ve sevilmek için seçilmiş olmak, kabul görmek, beğenilmek cennetin kapıları, işte hayatın müjdesi: değer görmeniz! Hiç tanımadığınız bir insanla tencere kapak gibi birbirine hayata eşyaya olaylara ‘uymanın’ ilahi imkanı!

Erkek-kadın birbirinin aynısı tıpkısı, aynanız birbirinin içinde yansır! Bir kadına aşkı cinsellik diye kullanmak çağların ayıbı eksikliği sahtekarlığı!

Oysa bir kadına aşk, duyguların tohumu tarlası bahçesidir, bir kadına aşk, dünyanın aynasıdır eşyaları ve hayatı ve anlamlarını size öğreten!

Aşkı yoga temrinleriyle bir boşluğa çekip etiyle buduyla nefreti öfkesi kıskançlığı kaprisiyle bir kadını küçümsemek yüzyılların günahı ve ayıbı!

Ben de sizin gibi iğrendim kulun kula köpekliğinden, ben de hiç sevmedim siyaset ve din bezirganlarının bu bomboş sahtekar temrinlerinden ve kalkıp hepimize güya aşk’ı öğretmelerinden!

Şu cehaletin cüretine bakar mısınız, her insan evladının yaşadığı gördüğü hissettiği derin ateşlerle nöbetlerle dokunduğu duyduğu duyguları kalkıp bize bu ruhsuz şekilsiz boşlukta çırpınan yobazlar öğretiyor üstelik din adına!

Taşın içinde bile saklı kıvılcımlar var insanın içindekini niye inkar ediyorlar, taşın içindeki kıvılcımlar da ilahi değil mi, içimizdeki kıvılcımları hepimiz tek tek yaşadık ve tecrübe etmedik mi? Ve bizler aşk yaşayarak her canlının ve eşyanın içinde bizimki gibi kıvılcımlar duygular hisler anlamlar var diyerek tümevarmadık mı?

Şeyhe varanlar tümevaramaz, tümden gelir, ilahi bir otorite onlara yukardan indirmiş!

Oysa aşk bize başka bir şey öğretti, dokunduğumuz şeylerin sıcaklığı bizi daha yüksek ateşlere çeker!

İki insan görür görmez birbirine nasıl bağlanır, sadece aşkta vardır, alçı taşı çimento gibi anında birbirine bağlanan, sadece aşkta var, eşyaların en sıcağı yün ipliğiyle ve eşyaların en serti elmas parmaklığıyla birbirimize bağlanan hisleri, ve sadece aşkta var lav püskürten beynin yana yakıla kalbin yollarını açması; kalp, açılmaya görsün, işte o zaman ölüm doğum bölüşmek sarılmak dünya bütün anlamlarıyla ışığı aynanız olur!

Aşkta doktora tezi gibi içeri değil deneyimi olgunlaştırır, doktora tezini intihal-aşıranlar kişisel deneyim yaşamamış ‘eksik’ kalmış demektir, tıpkı günümüz tarikatları gibi bilmiş ya da aşık olmuş rolü oynarlar!

Aşksız insan eksik değil insan değildir, iyiliği kötülüğü güzelliği fark etmesi mümkün değildir! Cana yakın ruha yakın şeyleri incelikleri dünya ahiret hesabına hiç katamamış demektir!

Mesela iyilik yaptığını sanan iyiliğiyle övünen insanlar aşksızdır, aşksız insan bütün değildir derisi dışındakiler boştur, neyi kaybettiklerini bilmezler, gerçek zenginliği ve neşeyi hiç anlamışlar! Aşksız insanın tek bir mutluluk türü vardır, çıkarı ve çıkarı ihaleleri dolarları dışındaki dünya onlar için işkencedir!

Önünde eğildiği şeyhin içindeki insanı bastırdığını bilemeyecek kadar duygularının sahibi değildir oysa duygularının değerini bilen duygularının sahibi insan her şeye sahiptir!

Ateşte sınanmış duygular zindelik verir sakinlik verir, aşk ateşlerin en soylusudur, aşk doğanın ilk yasasıdır, varoluşumuz aşkla başlar, sosyal yaşamamız kalelerini aşkla inşa eder!

Devletimizi bağımsız mahkemeleri ve ihaleleri ve madenleri ve yaylaları ve sahillerimizi elimizden aldıkları yetmemiş gibi şimdi de ‘aşk’ı elimizden alıyorlar; bu ihaneti unutan insan aklını yitirmiştir!

Aşk, zaferlerin zaferi bir insan evladının en ihtişamlı fethidir; aşkla fethettiğimiz ülkeleri yobazlıkla cehaletle elimizden alanlardan ülkemizi yine ancak aşkla geri alabiliriz!

Biz ona buna şu şarlatana bu manyağa şu yobaza değil aşka teslim olduk, güzelliklerine! Güzel olan her şeye!

Bizi ancak güzellikler esir alır, çünkü güzellik, akıl erdiremediğimiz şeylere duygularımızla ermemizi sağlamıştır!

Akıl erdiremediğimiz şeyleri duygu yüzleriyle tanımak hayatın yükünü hafifletir!

Aşk, eşyanın öte yüzüne duyguların öte yüzüne, aşk, öbür dünyaya seyahattir, gider ve geliriz, aşktan daha hızlı uçak yoktur!

Kavuşamamış da olsak, aşk, şarap gibi mahzeninde saklandıkça değerini artırır!

Kimseye satışı yapılamayan şarap, duygularımızın görünmeyen kanı!

Zaman geçtikçe tek kadehi dahi bütün sıkıntılardan boşluklardan oturduğunuz yerde sizi kurtarır!

Bitmeyen hikayemiz bitmeyen şarabımız!

Mahzende şarabınız yoksa yaşlanmak zulümdür!

Ölümlerin en güzeli kanayan açık yaralarımızdır; açık kalmış kanayan yaranız yoksa gözlerinizin açık gider! Açık yaralar tedavimizdir!

Açıkta kalmış yaralar eksi soğukta kalsak da vücudumuzu saran samur kürküdür! Açıkta kalmış yaralar gözlerimde hala ışıldayan zümrüt safir renginde şarabımızdır!

Muhayyilenin sarayı ve mahzeni, ey aşk!

Mıknatıs iğneye dokunur ve kendin çeker (cazibe) ve ama iğne mıknatısa bir dokunmasın mıknatıstan çekim gücünü öğrenir ve iğne yalnız kaldığında başka iğnelerini de kendine çeker; ilahi mıknatıstan öğrendiğimiz: düşünceden de hızlı bir çekim gücü, hevesi, neşesi, arzusu, tütsü gibi; zıddı olanı düşmanı olanı bile kendine çeken, ey aşk!

Nasıl tarif etsem seni, hem dürbün hem aynı anda vakum, iğnenin mıknatıstan nüfuzuna geçirdiği, doğanın bedenimize armağanı!

Gözlerimizi kapattığımızda muhayyilemizin bizi kana kana emzirdiği!

Öteleri yakınlaştıran, inanmadığımız şeylere inandıran!

Ey aşk, en zalimi en kahırlısı dahi, insanı iki cihanda bahtiyar, mutlu öldürür!

QOSHE - Aşk - Nihat Genç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Aşk

84 2
19.01.2024

Nihat Genç yazdı…

Açıklık zihni sürükler, tarih boyu en açık şey ‘aşk’ üzerine kelimelerimizi sürükleyelim!

Tarih boyu her Allah’ın günü şeyhlerin ağzından mucize kehanet keramet sözleri hiç düşmez ama hiç de şahit olmadık!

İlkel toplumların hatta eski Türkler’in kehaneti çıkmayan şamanı sahtekar diye işkenceyle öldürdüğü söylenir!

Görmediğimiz bir şeye inanmak ve görmediğimiz bir şey üzerine üfürmek kolay!

O halde ne derse doğrudur diye kehanete niye inanıyoruz, yoksa otoriteye mi inanıyoruz!

Yahu koca evliya, yahu şeyh, yahu lider, bir aziz, .ötünden mi uyduracak!

Tarih boyu tek bir kez bu şeyhler kamu önünde bilim adamları ve gazetecilerin sorgulamasına hiç yanaşmadı! Hiçbir şekilde sorulara cevap vermemişlerdir!

Balık baştan kokar ve liderleri mesela Tayyip Erdoğan, bir kez olsun yandaş olmayan gazetecilerin karşısına çıkmamıştır!

Bu şu demektir, otorite sorgulanmaz!

Ama burası Cumhuriyet ve modern bir dünyada yaşıyoruz!

Otoriteyi sorgulayamıyorsak millet değil itaat içinde tebaayız demektir!

Sayısı milyonları geçmiş müritleriyle siyaseti ve sosyolojiyi bu kadar derinden etkileyen günümüz tarikat yapılarını-ritüellerini siyasetçi ve yazarların hiç ama hiç araştırma konusu yapmaması körlüktür!

Anadolu tasavvufundan ‘bir lokma bir hırka’ herkesin dilinde bir ezber ancak burada ‘bir lokma bir hırka’ için yaşayan tek bir insan kalmadı; hepsi istisnasız ihale ve mülk peşinde! Bir lokma bir hırka, bir yalan, tersine, günümüz tarikatları azgınlığın şehvetin egonun iştahın ve kibrin ve gözü doymazlığın ve yalanın ve iftiranın kaynayan kazanı haline geldiler!

Sorun da burada neden azgınlaştılar çünkü yol yöntem yanlış!

Mesela günümüz tarikatları tasavvufun değil şeriat okulları olmuştur, ikisi ayrı şeydir; Anadolu insanı şeriatın sertliğini yumuşatmak için şeriat dışına tasavvufla sığınmıştır; şeriatçılar tasavvufu dahi ele geçirmiş şeriat mektepleri haline getirmiş işte bunların derinden tartışılması gerekir!

Ve günümüz tarikatlarındaki ritüller Hint meditasyon ve yogasından alınmadır! Bu toprağa ait değildir!

Mesela zikir ve tespih temrinleri (tekrarları, alıştırmaları, idmanları) Hint yoga felsefesinden gelmektedir, ki bu temrinlerin Kur’an’la şeriatla da ilişkisi yoktur!

Yoga soyut bir eğitimdir, bedeni terbiye için odaklanma yoğunlaşma konsantrasyon içindir!

Yoga sosyal bir eğitim değildir, soyuttan kastımız şudur, Anadolu tasavvufundaki gibi, iki kişi arasında, kişiyle toplum arasında, kişiyle yaşadıkları arasında, kişiyle ilahi yaratıcı arasındaki durumlarla hiç ilgilenmez, yani ‘teknik’ bir eğitimdir! Yani ‘eylemsiz’ ‘hayatsız’ eğitimdir!

Şöyle, parmağınızı sabaha kadar günlerce boşlukta oynatın bu soyut ve teknik bir eğitimdir ancak aynı parmağınızla çakmağı çakarsanız bu bir ‘eylem’ olur, çünkü bir ‘iş yapmış’ olursunuz, mesela bardağa su koyarsanız bu da bir eylem olur, ama yoganın alıştırmaları hayatsız ve eylemsizdir!

Soyut alıştırmalarla ilahi aşka ulaşmak mümkün mü diye bir soru bu topraklarda neden hiç sorulmadı!

Bu Hint alıştırmaları günümüz tarikatların ritüelleri olmuştur ve sabaha kadar şeyhin resmine bakmak ya da ilahi bir kelimeyi sabaha kadar tesbih etmek, ya da ilahi bir sıfatı sabaha kadar zikretmek, yogadan alınmıştır, hayatsız ve eylemsiz bir ritüel!

Ayrıntıya girersek, mesela, aşkın adı ‘ilahi aşk’ denilerek her insan evladının yaşadığı sahici canlı-kanlı bir kadına aşk küçümsenir ve aşk’tan sayılmaz!

Yani bir kadına aşk, günümüz tarikatlarına göre aşk değildir, aşağılanır ve hatta hiç ama hiç sözü dahi edilmez ve hatta kadına aşk dünyevi sapkınlık’a girer! Bir kadına aşkın sapkınlık neresinde diye bu toprakların felsefecileri hatta edebiyatçıları dahi tek satır niye tartışmaz?

Bilmişlikle hüküm verip insanın insana aşkını neden kesip atmışlar, ve aşkı bomboş konsantrasyon alıştırmalarıyla teknik ve soyut bir beceriye indirgemişler; işte bunların hepsi ‘tez’ konusu ve aşk’ı şeyh denen bir otoriteye gözleri bağlı bir imana çevirmişlerdir!

Temrinlerin amacı insanı yaşadığı dünyadan çıkartmak mı; yaşadığımız dünya gerçekliğinden uzaklaşmanın tek yolu zikir ve tesbih mi? Stadyumda maç anında insanlar topluca maçın akışına ve futbolun güzelliğine kendini kaptırır ve gerçek dünyadan uzaklaşırlar, tıpkı sinemada olduğu gibi, tıpkı bir seyahatte olduğu gibi, tıpkı bir manzara karşısında olduğu gibi, tıpkı bir hikaye anlatırken dinlerken olduğu gibi, tıpkı bir sanat eseri karşısında olduğu gibi!

Dünyadan uzaklaşmanın yolu neden soyut ve teknik temrinler olsun?

Taş, çiçek, orman, aile, nesne, bir iş yapma vs. hepsiyle hayatı tecrübe eder ve anlarız, sabaha kadar bir şeyhin resmine bakmak ya da aynı kelimeleri boşlukta tekrar etmek insana ne kazandırır?

Atölyede bir işçi işine odaklanır ve dünyadan uzaklaşır, iş’i, sanatı ve işine yoğunlaşması işçiyi dünya ve hayat ve eser karşısında ustalaştırır! Yani öğrenme bilme anlama ve yoğunlaşma için elinizde bir ‘nesne’ olmalı! Her ‘eser’ aşkın konusudur! Her nesne elinizde yontulup işlem gördükçe nesnenin sırlarını da öğrenmiş olursunuz ve eşyanın sırrı Allah’a yani en yüce ilahi aşk’a dairdir!

Yaşadığın olayları bir kenara bırak, nesneyi bir kenara bırak, işini sanatını bir kenara bırak, bir kadına aşkını bir kenara bırak ve gel sabaha kadar boşlukta birtakım sözleri tekrar et, bu deliliktir!

Eşyanın künhüne girmek anlamak ne demek, işte, elmas da kömür de karbon ancak atom dizilişi ve sayısıyla biri elmas biri kömür olmuş ve bunu öğrenen bugün çelikten dayanaklı karbon fiber’i buluyor ve yatlarda gemilerde uçaklarda kullanıyor! Ki, demirden çelik yapmak 19. asır öncesi birkaç ustanın işiydi, 19. yüzyılın başında teknolojiyle çeliği bulanlar işte bu gökdelenleri ve gemileri inşa edip dünyayı fethettiler!

Annem çorap kazak örüp satıyordu ve orlon ipliğin ucuzluğu kazancını artırdı ve 60’lı yılların ortası, ilkokul bitirememiş annem, bir gün endişeyle örgü örerken başını kaldırıp, oğlum bu orlondan halılar koltuklar battaniyeler yapmaya başlarlarsa ben aç kalırım, dedi, ki, bugün giydiğimiz ürünlerin yüzde doksanı orlon!

Ya da aydaki bir aracı dünyadan uzaktan kumandayla hareket ettirebilmek işte, insanların insanlarla, insanların eşyayla karşılaşması, işte asıl ilahi ders budur!

Hikmet dediğimiz şey insanların insanlarla ve nesnelerle karşılaşmalarından doğar ve Allah’ın gücü kudreti eşyanın yani dağların taşların ailenin dostluğun bölüşmenin çiçeklerin çalışmanın, vs felsefi deyimle, şeylerin içinde saklıdır!

Yogayı tarikat ritüeli haline getirmelerinin sebebi yoga bir stres atma bir rahatlama idmanıdır sabah yürüyüşü gibi! Hiç mi merak etmediniz, aşk bunun neresinde! Evet rahatlamak da lazımdır ancak sorun zihnimizin rahatlaması ise hem rahatlamak hem de içine düştüğümüz dünyayı ve olayları ve eşyayı anlamanın başka biçimleri yok mu? Şu anda dünya etrafında dönen uzay araçlarından kopmuş parçalar var, hep dönecekler, biz bunlara uzay çöplüğü diyoruz, bence günümüz tarikatları da uzay çöplüğü, öyle boşuna milyonlarca yıl dönecekler!

Ortaçağların kadını daha aşağı bir varlık olarak yok saymasıyla bir kadına aşkın aşağılanmasının arasında ilişki vardır! Kadına aşkın sadece cinsellik arzu ve üremeye indirgenmesi ortaçağlara dairdir!

Oysa bir kadına aşk dünyada yaratılmış her insanın hayatı ve varlığını ve dünyayı test ettiği en ilahi okuldur, sanatçı için eşyanın-nesnenin kendisi de aynı ilahi okuldur!

Ve bir kadına aşk, sahicidir, dokunur temas eder derin duygular yaşarsınız yani boş soyut teknik bir tecrübe asla değil dünyayı ve kendimizi ve beynimizi ruhumuzu kalbimizi duygularımızı tanımak bilmek ve dünyayı anlamlandırmak için diplomasız ve şeyhsiz okuldur; üstelik çobanı da profesörü de aynı insan duygularını tecrübe eder!

Bir sanatçının-ustanın, eşyaya aşkı, hayranlığı, merakı, ilahi bilmeceleri çözmenin yoludur, eşyanın künhüne (içine) girer, eşyanın duruşunu yapısını kokusunu element özeliklerini anlamaya çalışır ve eşyaya yepyeni şekiller verecek harika mucizevi sırrın sahibi olur!

Günümüz tarikatlarının siyaseti ve sosyolojisini ve çürümüşlüğünü bir tarafa koyup bir kadına aşkı ya da iş’i emeği uğraşı devreden çıkartan tarihimizin bu en büyük yanılgısına sapıklığına karşı bu toprakların bir edebiyatçısı olarak söyleyeceğim çok şey var! Meslek olarak kelime ve sözlerin büyüsüne mucizesine mesela beni en çok yaklaştıran ve şaşırtan bir kadına aşk’tır, çünkü mesleğim olarak benim eşyam nesnem kelimelerdir!

Bizler dünyayı ve Tanrı’yı yarattıklarıyla görür ve anlarız, duyar ve hissederiz ve onların değişimleri ve şekilleriyle yorumlarız; insanları,........

© Veryansın TV


Get it on Google Play