Nihat Genç yazdı…

Millet yokluktan kırılırken İslamcı siyasetin uzaya 50 milyon dolar ödeyip Türk astronot göndermesi muhaliflerce şov olarak değerlendirildi!

Şov’u açalım biraz, İslamcı iktidar Orta Çağ görüntüsü veren tarikatları örtmek perdelemek istiyor!

Algı, beyin yıkıma işte buna denir!

Bir taraftan Diyanet İşleri ve Milli Eğitim Bakanlığı tarikat şeyhlerini anayasal suç olduğu halde meşrulaştırıyor, ihaleler veriyor, Orta Çağ’ı okullara seminer vermesi için davet ediyor, kula kulluğu besliyor ve diğer taraftan uzaya astronot gönderiyor!

Oysa Orta Çağ’ın bilimsel bir başarısı yoktur!

Bilimsel keşifler icatlar Orta Çağ’ın bitimiyle başlar ve malumdur Orta Çağ dünyanın döndüğünü iddia edenleri yani bilimi mahkum etmiştir!

Ay’a gidildiğine inanmayan İslamcılar’ın en başında İslamcılar’ın en sevdiği, birinci sevdiği, adına ödüller verdiği, adına heykeller diktiği, yazdığı İdeolacya kitabı ideolojisine göre meclisi iptal ettirip ‘şura’yla saray rejimi kurulan Necip Fazıl gelir!

Necip Fazıl’ın uzaya ilk çıkan insan Yuri Gagarin için yazdığı şiir:

‘Yirminci yüzyılın ablak yüzlü pilotu

Buldun mu ay yüzünde ölüme çare otu?

Bir odun parçasına at diye binen çocuk

Başında çelik külah, sırtında plastik gocuk!

Uzakları yenmiş fatih edasındasın!

Dipsizliğin dibini bulmak sevdasındasın!

Allah’a dil çıkarır gibi küstah bir yarış

Farkında değilsin ki ay dünyaya bir karış!

Seninki saniyelik zafer ilmi hurafe!

Kavanozda kendini deryada sanan balık!

Ne acı vahşet, mağrur ilimdeki kalabalık;

Fezada ‘Allah diye bir şey yok’ iddiası,

Gel gör, kaç füzeye denk, bir müminin duası!

(…..)

‘Feza Pilotu’ başlıklı bu şiirde asıl dikkatimizi çeken şey uzaya gitmenin dinsizlikle Allahsızlıkla suçlanması!

Şimdi bir okulda öğrencisiniz, öğretmeniniz size Necip Fazıl’ı övüyor kitaplarını tavsiye ediyor, aynı öğretmen ikinci derste Ay’a giden astronotumuzu övüyor!

Oysa Montaigne Necip Fazıl’dan dört asır önce bilimsel çalışma sorusuna şöyle cevap vermiş: ‘İnancımız, kapasitemizi köreltmeyi değil, kapasitemizi inancımız uğrunda kullanmayı gerektirir’!

Montaigne’nin bu sözleri kiliseye söylenmiş ve Hristiyanların iş, çalışma ve öğrenme ve kendi dünyalarından çıkması ve keşif ve icada yönelmesi için çok tesirli olmuştur!

Bir manken kızımıza atfedilen ve İslamcı medyanın diline doladığı ‘benim oyumla bir çobanın oyu aynı’ cümlesi de aslında Necip Fazıl’a aittir!

Türkiye’nin gerçek gündeminde milyonlarca müridiyle ortaçağ tarikatları vardır, Hind’den alınmış yoga teknikleriyle soyut ve hayat dışı ritüllerle sabaha kadar Allah adını sayıp şeyhin resmine konsantre-yoğunlaşmayla ilahi aşkı bulabileceklerine inandırılmış kitleler!

Kula kulluk insana dairdir, atlar atlara, horozlar horozlara, tilkiler tilkilere, aslanlar aslanlara kölelik yapmaz, hiçbir hayvan savaşmadan geri çekilmez, itaat etmez, kölelik insana dair!

Kendiyle konuşma şansı olmayan müritler, ellerine sayı veriliyor, sabaha kadar dört bin kez Allah diyecek şeyhin resmine bakacaksın!

Sayılar sayılar sayılar ve akıl kolayca teslim olur çünkü akıl zor karşısında donanımlı değilse kolayı sever!

Cahiller ve yobazlar belki de seçenekleri az insanlar, sosyolojik bir katmana sıkışmışlar, bir baskın çevreye, gelenek adı altında bir hurafeye, bir ideolojiye, ve çırpınıp çıkamıyorlar ve sabaha kadar bir şeyhin resmine bakıp kendine iş, makam, kimlik, saadet, ilahi aşk, vs. neyse, hepsinin yollarını bir anda tek bir resme bakarak bulmaya çalışıyorlar, acıklı bir durum!

Oysa hayvanlar bizden zeki, Girit keçisi, zehirli ok’la vurulduğunda milyonlarca ot içinden kendini iyileştirecek geyik otunu bulup yermiş! Tilkiler mesela donmuş bir gölün üstünde kulak vererek su sesinin mesafesini yani incelmiş buz tabakasını anlarmış!

Torpil (vatoz) balığı kuma gömülür ve yüksek elektriğiyle üstünden geçenleri avlar, ki, sanırım bu yüksek elektrik, dinde siyasette edebiyatta herkesi avlar!

Ünlü filozof Thales’in katırı hikayesi çok meşhurdur, sırtında tuz yüküyle katır bir dereden geçince tuzun hafiflediğini görür ve her defasında tuz yüklüyken yolu dereden geçmese de dereye girermiş! Katırın zekasını anlayan Thales katırını cezalandırmak için bu sefer katırın sırtına yün yükler!

Tarikatların işlerini kolaylaştıracaklarına bir kez inanmışlar!

Kargalar mesela, bir şişe içindeki suya ulaşamayınca şişenin içini küçük çakıl taşlarıyla doldurur ve suyu yükseltip içerler!

Ne kadar benziyor, İslamcı siyaset zekası, dinin içini taşla tozla toprakla pislikle doldurup, içmeleri gibi!

Felsefe Tanrıyı anlayabilmek için Tanrıyı kendine-insana benzetti!

Yobazlar daha vahim küçücük akıllarını Tanrı’ya benzetti; akıl, bazı insanlara zarar verir!

Duyguyla doğayla beslenmemiş test edilmemiş akıl her insana dünyaya zarar verir!

İnsan fıtratını inkar ederek bu yobazlar ne anlatıyor bize, mesela yobazların penisleri diğer insanlardan daha mı az sertleşiyor ya da yobazlar ölen anne-babalarının yasını diğer insanlardan daha mı çabuk unutuyor; hepimiz, aynı bencil, hırslı, kıskanç, şehvet düşkünü vb. insan türü değil miyiz (:Montaigne); Fatih Sultan Mehmet ya da Atatürk bir tarikata mensup olmadı diye ah nasıl kahroluyorlar!

Modern dünyanın ortasında güpegündüz ortaçağlarını sürdüren: akıl vebası!

Evet, yobazın da bizim de aradığı nihayetinde huzurdur ancak yobazın ki köle huzuru! Yobaz, ne verilmişse ne söylenmiş ne tenbih ve telkin edilmişse ona ibadet ediyor!

Biz, olmayan adaleti ve kardeşliği ve bölüşümü istiyoruz!

Yobazlar süslü ilahi rakamlarla dua sayılarıyla övünürler, bizler, insanın özgürlüğü ve güzelliği ve onuruyla övünürüz!

Yobazlar her şeyi Tanrı’dan ve Devlet’teen istiyorlar, çalarak, gasp ederek, nüfuzlarına geçirerek!

Biz, kendi insan gücümüz ve cesaretimiz ve emeğimizle yaşamak istiyoruz!

Yobazlar, görünmeyen bilinmeyen hurafeler mucizeler kehanetler konuşup halkın ve devletin kabak gibi görünen arazilerini hazinelerini sövüşlerler!

Yobazlar dini sözcüklerde ve sınırlarda anlaşmıştır, şöyle, onların kadın güzelliği bile farklıdır, onların ‘devlet’ dediği de otorite ve biat ve itaattir!

Mesela, insanoğlu birbiriyle soba ve kalorifer sıcaklığında anlaşmıştır, şu kadarı yakmaz, der, insanlar güzellik ölçü ve oranlarında anlaşmıştır, şu tatlar, şu lezzetler, şu güzellikler, şu müzik, şu bağımsız mahkemeler, evrenseldir, der!

Yobazların ne içeceği kime oy vereceği nasıl yargılanacaklarına ‘şeyhleri’ karar verir!

Sınırları verileni kabul eden nasıl aşık olabilir?

Veriliye, ölçülere, sınırlara, inanmama isyan etme cesareti olmayanların imanı olabilir mi?

İman ‘aşkın’ bir şeyse güzellik ve bölüşüm sınırları ve değerlerini aşabilmek için kader diye boyun eğdirilen rıza’ya karşı gelebilmeli, yetinmemeliyiz!

Sabaha kadar şeyhin resmine bakıp kendini dünyaya kapatan körelten yobaz!

Yarattığı dünyayı bize seyrettiren gözümüz Tanrı’nın gözü değil mi?

Bedenimiz Tanrı’nın bize verdiği kutsal tapınak değil mi?

İmanın-inanmanın ne olduğunu bilmeyenler neden çok çabuk inanırlar!

Ellerinde bir cetvel var, o cetvelle dinimizi, o cetvelle bizleri, o cetvelle dünyayı ölçüp kendi .ötlerine uygun elbise dikiyor, adına da ‘din’ diyorlar!

Bakın ne diyor Montaigne: ‘İlahi nedenlerle korkunç bir küstahlıkla oynuyoruz’!

Yani küçük zekalarıyla Tanrı’yla oynadıklarını kandırdıklarını sanıyorlar!

Montaigne söylüyor: ‘İftira yalan, yağma talan hırs ispiyonluk söz konusu olunca harikalar yaratıyorlar!’

İslamcı iktidarların oyları uğruna hırsları ve şehvetleriyle tuzağa düşürülüp kapana kıstırılan yobazlar; insanımız!

Kendiyle içinden konuşmamış insan başkalarıyla ne konuşabilir?

Tarikat diye insanın içinden onunla konuşan yaratanı susturanlar, mucize, keramet, kehanet ve şefaat vaatleriyle susturanlar!

Sadece verileni hurafeyi tekrar eder, ezberler, yansıtır, üstümüze ülkemize bütün karanlığıyla çözümsüzlüğüyle dogmalarıyla ortaçağı!

Allah’ın evliyası Allah’ın dostu payeleriyle sadece üç-beş şeyhin dokunulmazlığı! Bütün ülke servetlerini üç beş zengine ve şeyhe hizmet!

Ve milyonlarca aç sefil işsiz ve kendi karnını doyuramayan milyonlar!

Rüyasız ve hayalsiz ve soyut ve teknik zikir idmanlarıyla susturulmuş teslim alınmış milyonlar!

Daha büyük felaketimiz yoktur!

Üretim ve meslek ve eser ve başkalarının iyiliği için hiç çırpınmamış dert edinmemiş, milyonlar!

Daha büyük trajedimiz yoktur!

Menzil’e İsmailağa’ya İskenderpaşa’ya Fetö’ye verilmiş milyar dolarların yanında Uzay seyahatine verilen 50 milyon dolar, neyi örtüyor?

Bence uzay sessizliği uzay boşluğu çok hoşlarına gidiyor, insansız uzay, hayatsız uzay, tarikat siyasetlerinin simülasyonu/aynısı!

Yarıştan çıkıp rüyalarında da yarışan, savaştan çıkıp hayallerinde de savaşan atlarımız milyonlarca gencimiz, şimdi, hurafeleri sapıklıkları dogmalarıyla ortaçağ hapishanesinde!

QOSHE - Ay’a seyahat - Nihat Genç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ay’a seyahat

112 4
22.01.2024

Nihat Genç yazdı…

Millet yokluktan kırılırken İslamcı siyasetin uzaya 50 milyon dolar ödeyip Türk astronot göndermesi muhaliflerce şov olarak değerlendirildi!

Şov’u açalım biraz, İslamcı iktidar Orta Çağ görüntüsü veren tarikatları örtmek perdelemek istiyor!

Algı, beyin yıkıma işte buna denir!

Bir taraftan Diyanet İşleri ve Milli Eğitim Bakanlığı tarikat şeyhlerini anayasal suç olduğu halde meşrulaştırıyor, ihaleler veriyor, Orta Çağ’ı okullara seminer vermesi için davet ediyor, kula kulluğu besliyor ve diğer taraftan uzaya astronot gönderiyor!

Oysa Orta Çağ’ın bilimsel bir başarısı yoktur!

Bilimsel keşifler icatlar Orta Çağ’ın bitimiyle başlar ve malumdur Orta Çağ dünyanın döndüğünü iddia edenleri yani bilimi mahkum etmiştir!

Ay’a gidildiğine inanmayan İslamcılar’ın en başında İslamcılar’ın en sevdiği, birinci sevdiği, adına ödüller verdiği, adına heykeller diktiği, yazdığı İdeolacya kitabı ideolojisine göre meclisi iptal ettirip ‘şura’yla saray rejimi kurulan Necip Fazıl gelir!

Necip Fazıl’ın uzaya ilk çıkan insan Yuri Gagarin için yazdığı şiir:

‘Yirminci yüzyılın ablak yüzlü pilotu

Buldun mu ay yüzünde ölüme çare otu?

Bir odun parçasına at diye binen çocuk

Başında çelik külah, sırtında plastik gocuk!

Uzakları yenmiş fatih edasındasın!

Dipsizliğin dibini bulmak sevdasındasın!

Allah’a dil çıkarır gibi küstah bir yarış

Farkında değilsin ki ay dünyaya bir karış!

Seninki saniyelik zafer ilmi hurafe!

Kavanozda kendini deryada sanan balık!

Ne acı vahşet, mağrur ilimdeki kalabalık;

Fezada ‘Allah diye bir şey yok’ iddiası,

Gel gör, kaç füzeye denk, bir müminin duası!

(…..)

‘Feza Pilotu’ başlıklı bu şiirde asıl dikkatimizi çeken şey uzaya gitmenin dinsizlikle Allahsızlıkla suçlanması!

Şimdi bir okulda öğrencisiniz, öğretmeniniz size Necip Fazıl’ı övüyor kitaplarını tavsiye ediyor, aynı öğretmen ikinci derste Ay’a giden astronotumuzu övüyor!

Oysa Montaigne Necip Fazıl’dan dört asır önce bilimsel çalışma sorusuna şöyle cevap vermiş: ‘İnancımız, kapasitemizi köreltmeyi değil, kapasitemizi inancımız uğrunda kullanmayı gerektirir’!

Montaigne’nin bu sözleri kiliseye söylenmiş ve Hristiyanların iş, çalışma ve öğrenme ve kendi dünyalarından çıkması ve keşif ve icada yönelmesi için çok tesirli olmuştur!

Bir manken kızımıza atfedilen ve İslamcı medyanın diline doladığı ‘benim oyumla bir çobanın oyu aynı’ cümlesi de aslında Necip Fazıl’a aittir!

Türkiye’nin gerçek gündeminde milyonlarca müridiyle ortaçağ tarikatları vardır, Hind’den alınmış yoga teknikleriyle soyut ve hayat dışı ritüllerle sabaha kadar Allah adını sayıp şeyhin resmine konsantre-yoğunlaşmayla ilahi aşkı bulabileceklerine inandırılmış kitleler!

Kula kulluk insana dairdir, atlar atlara, horozlar horozlara, tilkiler tilkilere, aslanlar aslanlara kölelik yapmaz, hiçbir hayvan savaşmadan geri çekilmez, itaat etmez, kölelik insana........

© Veryansın TV


Get it on Google Play