Nihat Genç yazdı…

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hatırlayın depremde ailesiz kalan çocukların evlat edinilmesi tartışıldığında ‘evlatlık’ alan ailenin evlatlığıyla evlenebileceğini söylemişti!

Ve kamuoyunda, dinimizde ve geleneğimizde olmayan böyle bir lafı Diyanet Başkanı nasıl söyler diye, bir kızıl kıyamet koydu!

Evlatlıkla evlenilebilir nasıl diyebilir, toplumu tahrik ediyor, yasalarımıza karşı ve dinimize de karşı bir laf, üstelik sıradan bir adam değil!

Bakanlıkları da aşan en büyük bütçeli din kurumunun başı toplumu germekten zevk alıyor sanki, oysa toplumun huzuru için orada, bizim maaşlarımızla orada, ve..

Bu lafı duyunca hepimiz ‘bu kadar da olmaz’ diye irkildik ürperdik ve Veryansın TV’de program yapan arkadaşımız Serkan Öz Ali Erbaş’a ‘namussuz’ diye bağırdı!

Ali Erbaş da kalkıp namussuz lafına dava açtı!

Be terbiyesiz adam asıl dava edilmesi gereken sensin!

Çünkü sorumlu bir kurumun başındasın ve yasada da dinde de olmayan bir şeyi söyleyip cehalet ve tahrikinle milletin sinir uçlarıyla oynuyorsun!

Senin dava açmaya yüzün mü var!

Yalan uydurma laflarla toplumu tahrik ederken suçüstü yakalandın işte!

Asıl dava edilmesi gereken sensin!

İktidarın seni dava etmiyorsa seni maşeri vicdan önünde mahkeme edecek birileri elbet çıkar!

Bu ülkenin yasaları gelenekleri bu kadar sahipsiz mi?

İş başa düştü, kurun mahkemeyi arkadaşlar, başlıyoruz!

(Mübaşir bağırır: sanık Ali Erbaaaaaş!)

(Ali Erbaş, ortalıkta görülmez, mübaşir tekrar bağırır: Sanık Ali Erbaaaaş!)

Hakim: (Mübaşire) -Sanık gelmedi mi?

Mübaşir: -Efendim, kapıya Mercedes’i geldi ama kendi yok!

Hakim: -Bir daha bağır!

(Ali Erbaş’ın avukatı telaşla yetişir ve hakime bir not uzatır)

(Hakim notu yüksek sesle okur: ‘davalı Ali Erbaş devletimiz tarafından korunduğu için mahkemeye gelememiştir, yerine onu ‘koruyacak’ melekleri gönderiyoruz’)

Hakim: (avukata döner) -‘melek’ siz misiniz?)

Ali Erbaş’ın avukatı: Efendim biz Allah tarafından ve Tayyip Erdoğan’ın inayetiyle koruyucu melek olarak görevlendirildik…)

Hakim: (avukata) –Sayın melek kaç lira maaş alıyorsun!

Avukat: -Allah’a şükür, efendim!

(Davacı Serkan Öz, söz alır:) –Hakim bey, bunlar ‘şükürle mi’ geçiniyor her biri devleti milleti soymuş malikanelerde yaşıyorlar! Bunlar melek değil şeytan! Hep yiyip içip sıçıyorlar hem de makamlarından aldıkları güçle Türk Milleti’nin yasalarına ve geleneklerine iğrenç laflarıyla hakaret ediyorlar!

Hakim (davalı Serkan Öz’e bağırır) –Sıranı bekle!

Hakim: (avukata döner) –Sayın Melek bey, melek derken, hangi melek bu, sıradan yetmiş bin melekten bir melek mi yoksa yüksek bir melek mi?

Avukat: -En yüksek melek, Allah’a en yakın melek, koskoca dini ülkeyi sıradan melekler yönetebilir mi efendim, biz, en imtiyazlı en dokunulmaz, en sorgulanamaz, en sual edilemez, ‘en’ ‘en’ ‘en’ meleğiyiz efendim!

Hakim: -‘En’ dediğiniz, ‘en’ makamı mı? Şu en’i açar mısınız?

Avukat: -‘En’ ilahi, ‘en’ yüce, Allah’ın ‘en’ yakını…

Hakim: -Size kısaca ‘en’ bey mi diyelim!

Avukat: -Hayır efendim, ‘en en en’ bey!

Hakim: -Yani isminiz üç tane ‘en’!

Avukat: -Allah’ın hakkı üç’tür efendim, biz mütevazi kanaatkarlık melekleriz, bu dünyada üç tane ‘en’ yeter!

Hakim: (Serkan Öz’e döner) –Serkan evladım, nedir mesele?

Serkan Öz: -Evladım deme bana, ben kimsenin evladı değilim, bana evladım deyip sonra beni de nikahınıza mı alacaksınız?

Hakim: -Yok evladım, seni niye nikahımıza alalım!

Serkan Öz: -Hakim bey, dinimiz ortada yasalarımız ortada, bu en’ine tükürdüğüm kalkmış depremde ortada kalmış çocuklarımızı evlatlık alın sonra evlenebilirsiniz, diyor! Bu dünyada da şikayetçiyim öbür dünyada da! Bunların hesabına göre milletin yoksul sahipsiz çocuklarının hepsi bunların nikahlı karısı! Çaldıkları yetmemiş gibi! Milletin yoksulluğuyla dertleri hiç yok! Akılları fikirleri kendimize kimi cariye yaparız, kimi üçüncü dördüncü karı yaparız! Türkiye Cumhuriyeti bu sapıkların esir pazarı kerhanesi değil!

Hakim: -Evet ama, evladım, namussuz, demişsin!

Serkan Öz: -Hayır namussuz değil, başında ‘en’ var efendim, en namussuz!

Mübaşir: (Bağırır:) –Ali Erbaş bey, geldi efendim!

(Ali Erbaş mahkeme salonuna girer!)

Hakim: -Sayın Ali Erbaş!

Ali Erbaş: -Hakim bey, Ali Erbaş değil, aziz, muhterem, Allah dostu, mübarek hocaefendi Ali Erbaş!

Avukat (araya girer) –Efendim, en aziz, en muhterem, en Allah’ın dostu, en mübarek, en hocaefendi, olarak düzeltilmesini rica ediyorum!

Hakim: (Ali Erbaş’a) –Siz melek misiniz en Allah’ın dostu!

Ali Erbaş: -Evet efendim, en baş meleğim! Zaten yetmiş bin melek gibi sıradan melek olsaydım altıma Mercedes değil Şahin Doğan verirlerdi, bakın cüppemdeki altın sırmalara! Bu sırmalar en baş melek sırmaları! Bu sırmalar Allah’ın en yüksek makam apoletleri!

Serkan Öz: -Ne apoleti lan, nakış onlar, el işlemesi, hani var ya tığ oya işlemesi, kanaviçe!

Ali Erbaş: -Efendim, bakın cübbem beyaz, en baş melekler beyaz giyer, ve Ayasofya’yı elimde kılıçla ben açtım efendim!

Serkan Öz: -Hakim bey, bunlar her şeyi çaldı çırptı her şeyi kirletti, inanca saygı kalmadı, toprağı suyu havayı dahi uluslararası şirketlere sattılar, ahlak’ı dini sattılar! Bir de kalkmışlar sahipsiz çocuklarla evleneceklermiş, böyle kirlilik böyle sapıklık olur mu, bunlar kafayı sıyırmış!

Hakim: -Her yer kirlendi diyorsunuz, her yer derken…

Serkan Öz:- Din, ahlak, devlet, mahkemeler, yaylalar, köyler, sahiller, hepsini kirlettiler!

Ali Erbaş: -Hakim bey, kirlendiyse abdest alırız, tövbe ederiz, kırklarız, dualarla yıkarız, ben müsaadenizle huzurunuzda bir sela okuyayım bütün memleket piri pak olur temizlenir!

Hakim: (Serkan’a) –Kirleten ne evladım, nasıl kirletti, kim kirletti?

Serkan: -Hırsızlık ve yalanla kirlettiler efendim! Hırsızlık ışığı yutuyor efendim! Hırsızlık güzellikleri ışıktan da hızlı yutuyor, hırsızlık dinimizi yuttu, hırsızlık ülkemizi yuttu ve şimdi ot ağaç yerine sapık hocalar ülkeyi istila etti!

Hakim: -Hırsızlığın ağzı mı var ki yutsun evladım!

Serkan: -Hırsızlık zincirleme reaksiyona yol açtı efendim, zincirleme reaksiyonla hırsızlık ağaçları yuttu, dini yuttu, devleti yuttu, zincirleme reaksiyon sonunda patladı!

Hakim: -Bu zincirleme reaksiyonu kim başlattı?

Serkan: -İşte bu namussuzlar!

Hakim:-Sayın baş melek, orgeneral melek, siz ne diyeceksiniz!

Ali Erbaş: -Ham hum şaralob!

Hakim: -Ne, anlamadım?

Ali Erbaş: -Ham hum şaralob!

Hakim: -Ne demek lan ham hum şaralob!

Serkan: -Hacivat Karagöz’den çalmış, laf bulamayınca Karagöz, lafı gevelemek için ham hum şaralob, der!

Hakim: -Şimdi koskoca orgeneral baş meleğe ham hum şaralob yakıştı mı?

Hakim: (Serkan’a döner) -Her yer kirlendiğine göre bu kirlilikte siz hala ne arıyorsunuz?

Serkan: -Efendim, dünyada yeniden otların bitmesi yeniden hayatın canlanması yeniden kardeşlik yardımlaşma olması için, artık başka bir gezegenden hiç kirlenmemiş bir ‘taş’ getirmeliyiz!

Hakim: (Dalga geçerek) -Gezegen uzak olur, ay’dan getirsek!

Serkan: -Efendim, ay’a da bu kirlenmiş dünyanın gölgesi düştü o da kirlendi, dünyayı hiç görmemiş bir gezegenden getirmeliyiz, hayatımızı ve dünyayı sıfırdan tohumlamamız için! Cinayet ve hırsızlık ve şeyh hiç görmemiş bir taşa ihtiyacımız var!

Ali Erbaş: -Efendim, biz her namazda dualarımızla öte dünyaların nurunu bu dünyaya getiriyoruz ama kıymetini bilen yok, bu taş derken, Şiilerin Kerbela’dan getirip seccade önüne koydukları taştan bahsediyor!

Serkan: -Sen sus namussuz, konuşturmayın bunu hakim bey, şimdi de mezhep savaşı açıyor!

Hakim: -Sakin sakin, burada hakaret yok, dışarı atarım!

Serkan: -Mahkeme de kirlendi, güç zapt edilmez hale gelince mahkemeler hukuk patlar, sayın hakim bey! Dünya tarihinde bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş çok büyük bir patlama Türkiye’de büyüyor! Tedbir almalısınız, namuslu namussuz kimdir karar vermeliyiz! Evlatlıkla ailesi evlenebilir dediğinde yargılamalıydınız ama güç’ten korkuyorsunuz!

Hakim: -Kirliliği tam anlayamadım! Namussuz diyerek siz de ortamı kirletiyorsunuz!

Serkan: -Ahlak kirlendi, dağları yaylaları sattılar, ağaçlar suyumuz kirlendi, aile değerlerimiz kirlendi! Gözleri, kimi kendimize nikahlasak ya da paradan başka bir şey görmüyor! Bilgisi olmayan varlık, yoktur! Bunların sahte Tanrısı her şeyi kirletme gücüne sahip, çünkü bilgisizler! Doğanın suyun ağacın bir bilgisi var, bakın hiç kimse doğa su hava bize ne diyor, bilmiyor, uluslararası şirketlerin zehirli havuzlarına böyle mal mal bakıyorlar!

Ali Erbaş: -Efendim, biz Allah’ın emirlerini yerine getiriyoruz, yüce kitabımız ne diyorsa?

Hakim: -Başka?

Ali Erbaş: -Ham hum şaralob!

Serkan: -Uydurma lan namussuz, işinize gelirse Allah dedi, gelmezse, ham hum şaralob! Bile bile göre göre dine karşı sahtekarlık yapıyorsunuz! İnsan dediğin yalan sahtekarlık görünce, yapamam diyecek! Yapamam diyemeyen insana doğa acımaz! Allah’ın verdiği iradeyi kullanamayacak kadar insandan çıkmış emir eri köle olmuşsunuz! Yapamam diyemeyen insanı doğa kabul etmez! Doğa size bir daha Allah’ın nimetlerini vermez! Nimetler sadece elma buğday koyun değil, onur, merhamet, erdem, lezzet, aşk, mutluluk da Allah’ın verdiği nimettir! Ancak yapamam diyen insanlar, insan’ı ve doğa’yı tanır, insan ve doğa bilgisi olmayanın Tanrısı olamaz!

Hakim: (Ali Erbaş’a dönr) –Siz ne diyeceksiniz orgeneral melek!

Ali Erbaş: -Ham hum şaralob!

Hakim: (Serkan’a döner) -Az önce gezegenden bir taş getirelim demiştiniz, nedir bu taş, felsefe taşı mı?

Serkan: -Bakın efendim, bu namussuzlar bilmez, sadece fiziki nesnelerin değil yalanın da hırsın da hırsızlığın da kimyası vardır, kokusu, köpürmesi, toplumu çürüten yayılan zehirli dalgaları vardır! Hırsızlık da madde gibi yok edilemez! Para, mal, altın, ev, hepsi madde değil mi, ama bilmediğiniz ‘yalan da’ bir maddedir, hırsızlıkta üç kağıtçılıkta bir ‘maddedir’! Yalan madde gibi görülür!

Hakim: -Kısa kes sonuca gelelim!

Serkan: -Efendim, sonuçları maddi olan her şey maddidir, siz kalkıp evlatlıkla evlenilir diyorsanız bunun maddi sonuçları mahkemenin konusudur ve mahkemeniz için maddi bir delildir!

Hakim: -Evladım, mahkemeyi Aristo Sokrates felsefesine döndürdünüz?

Serkan: -Sorun da burada, siz doğanın ve insanlık tecrübesinin bilgisine sahip değilseniz, bilgi olmadan Tanrı adına konuşamazsınız! Siz sahte bir Tanrı üretmişsiniz, sizin günahlarınızı görmeyen Tanrı! Cumhuriyet yasalarını tanımıyor şeyhlerin ağzına bakıyorlar! İnsanları soymak için bir proje bu! Utanma kalmamış bir de Tanrıyı yalancı şahitlikte kullanıyorlar! Evlatlığıyla evlenebilecekmiş, namussuza bak!

Hakim: (Ali Erbaş’a döner) –Bir cevabınız var mı?

Ali Erbaş: -Ham hum şaralob!

Hakim: (Serkan’a döner) –Şahidiniz var mı?

Serkan: -Var efendim!

(Mübaşir, şahit diye mahkemeye bir ‘ağaç’ getirir…)

Hakim: (Ağaca) –Şahit sen misin?

Ağaç: (Yan gözle Ali Erbaş’a bakar) –Bu namussuz efendim, bizi odun yerine koyuyor, insanlar doğa orman çayır nedir bilmiyor, insanların içindeki doğayı boşaltıp yerine şeyhlerin boklarını koydular, ve bizi uluslararası maden şirketlerin köle diye sattılar, onlar da bizi siyanür odalarında yok ediyor!

Hakim: -Ağaç kardeş, sen bir ağaçsın, sana giren çıkan ne?

Ağaç: -Efendim, hırsızlık maddi kimyasal bir şeydir, hırsızlığın da radyasyonu vardır, insanların ruhunu genlerini bozuyor! Bu namussuza buradan söylüyorum, bak, sen camiiye girersin ama bir daha ormana mormana gelmeyim deme çünkü yok oldular, ormanlar yaylalar sayenizde zehir kusan cehennemlerimiz oldu!

Hakim: (Ali Erbaş’a döner) –Siz ne diyorsunuz baş Churchill melek!

Ali Erbaş: -Ham hum şaralob!

Hakim: (Ağaç’a siz gidebilirsiniz, der, Serkan’a döner) –Başka şahidin var mı?

Serkan: -Var efendim, ‘çayır’ getirdim! Bu çayırlar halkın ortak malıydı, hepsini depremde sahipsiz kalmış evlatlıklar gibi sattılar, efendim!

(Mübaşir Çayır’ı içeri alır)

Çayır: -Bu namussuzlar yüzünden gidecek yerimiz kalmadı, bomboş bir sayfaya dönüştük, ne çiçek açıyor ne otlayan koyunumuz var, bizi de depremdeki evlatlıklar gibi sattılar!

Hakim: (Ali Erbaş’a döner) –Çayırlara söyleyeceğin bir şey var mı?

Ali Erbaş: -Ham hum şaralob!

Hakim: -Yerim lan senin ham humunu, kendini savun Hitler Meleği!

Ali Erbaş: -Efendim, dinimiz insanlara inmiştir, ağacı odunu çayırı otu, muhatap alamam!

Hakim: (Serkan’a döner) –Başka şahidiniz var mı?

Serkan: -Var efendim, ‘bulut’ getirdim, kaç zamandır asit soluyor zehir kusuyorlar…

(Mahkeme salonuna ‘bulut’ girer)

Bulut: -Efendim, biz güzel güzel yağar ormanları çayırları sulardık, bu namussuzlar geldi, zehir buharlarını içimize saldılar, eskiden şimşek çakar yağardık, zehir tıkadı bizi, artık şimşek çakacak gücümüz de yok, arkadaşların hepsi kaçıp çöllere gidiyor, biz de kuruduk susadık efendim, bu namussuzlar insanların gözlerini şeyhlerin bokuna soktular, artık yağmuru bulutu bilen tanıyan, yağmur bulut ne iş yarar, anlayan kalmadı, üzgünüm Hakim Bey, çocuklarımı yetiştirmek için İngiltere’ye yerleşeceğim!

Hakim: (Ali Erbaş’a döner) –Bir diyeceğin var mı, Siyonistlere benzin taşıyan baş melek!

Ali Erbaş: -Ham hum şaralob!

Hakim: (Serkan’a döner) –Başka şahidiniz var mı?

Serkan: -Var efendim, Cumhuriyet’in ışığı var, ancak içerisi çok karanlık giremiyor!

Hakim: -Başka şahidiniz?

Serkan: -Var efendim, doğanın aklı var, Cumhuriyet yasalarının aklı var, ama içerisi tımarhane kerhane pislikten giremiyorlar!

Hakim: (Ali Erbaş’a döner) –Sizin son sözünüz?

Ali Erbaş: -Şahitleriniz hepsi yalancı şahit, ışıkmış akılmış bulutmuş, hepsi görülmeyen şey, görülmeyen şey’den şahit olur mu hakim bey!

Hakim: (Serkan’a döner) – Baş melek Ali Erbaş doğru diyor, şöyle görünen bir şahidiniz yok mu?

Serkan: -Var efendim, büyük depremde annesiz babasız kalmış yetim çocuklar var, ama mahkeme salonuna girmeye korkuyorlar, bizi şimdi hangi şeyhle hangi hocayla evlendirirler, diye!

Hakim: -Suçlusunuz Serkan Öz, şahitleriniz de palavra!

Serkan: -Şahitlerimizin mahkemeye gelecek gücü olabilmesi için önce hukuk onlara sahip çıkmalı, onlara güven vermeli, onlara eşit yasalarıyla güç vermeli!

Hakim: (Ali Erbaş’a döner) –Gidebilirsiniz yüce baş meleğimiz, mahkeme bitmiştir!

Ali Erbaş: (Sevinçle Yahudi tüccar gibi ellerini ovuşturup) –Ham hum şaralob! Ham hum şaralob!

(Hakim de ham hum şaraloba katılır, avukat da katılır, izleyiciler de koro gibi ham hum şaraloba katılır…)

Hakim, avukat, seyirciler, toplu halde: -Ham Hum Şaralob, ham hum şaralob, ham hum şaralob diye mahkeme koridorlarını inletirler, ham hum şaralob! Diğer mahkemelerin hakimleri avukatları da koroya katılır: Ham Hum Şaralob, Ham Hum Şaralob!

(Duvara dayanmış Ağaç hırsından ağlamaya başlar ve Serkan’a çıkışır): -Ben sana dedim mahkemeye gelmeyelim diye!

(Havada asılı bulut, ağlamaya başlar, Serkan’a çıkışır): -Ben sana dedim mahkemeye gelmeyelim diye! Biliyordum bize görünmeyen muamelesi yapacaklarını!

Hakim ve avukat ve Ali Erbaş, mahkemeden koridora çıkar hepsi ‘ham hum şaralob’ bağıra bağıra mahkeme koridorlarını inletirler!

Ve!

Bulutlar, çayır, depremin yetimleri, Serkan, tutuklanır ve tazminat ödemeye mahküm edilir!

Elleri kelepçelenen yağmur, bulut, ağaç ve Serkan, kelepçeler içinde çırpınıp direnmeye ve koro halinde bağırmaya başlarlar:

-Namussuzlar, namussuzlar, namussuzlar, namussuzlar!

(Mahkeme Nisan ayına ertelenir, namussuzlar diye bağıran koro, Diyanet İşleri Başkanlığı önünde namussuzlar namussuzlar diye bağırıp şeyhlerin hocaların huzurunu bozmaması için güvenlik önlemleri artılır! Yani İkinci Perde Nisan’da bu sütunlarda!)

QOSHE - Diyanet Başkanı Ali Erbaş mahkemede yargılanıyor - Nihat Genç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Diyanet Başkanı Ali Erbaş mahkemede yargılanıyor

156 17
30.01.2024

Nihat Genç yazdı…

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hatırlayın depremde ailesiz kalan çocukların evlat edinilmesi tartışıldığında ‘evlatlık’ alan ailenin evlatlığıyla evlenebileceğini söylemişti!

Ve kamuoyunda, dinimizde ve geleneğimizde olmayan böyle bir lafı Diyanet Başkanı nasıl söyler diye, bir kızıl kıyamet koydu!

Evlatlıkla evlenilebilir nasıl diyebilir, toplumu tahrik ediyor, yasalarımıza karşı ve dinimize de karşı bir laf, üstelik sıradan bir adam değil!

Bakanlıkları da aşan en büyük bütçeli din kurumunun başı toplumu germekten zevk alıyor sanki, oysa toplumun huzuru için orada, bizim maaşlarımızla orada, ve..

Bu lafı duyunca hepimiz ‘bu kadar da olmaz’ diye irkildik ürperdik ve Veryansın TV’de program yapan arkadaşımız Serkan Öz Ali Erbaş’a ‘namussuz’ diye bağırdı!

Ali Erbaş da kalkıp namussuz lafına dava açtı!

Be terbiyesiz adam asıl dava edilmesi gereken sensin!

Çünkü sorumlu bir kurumun başındasın ve yasada da dinde de olmayan bir şeyi söyleyip cehalet ve tahrikinle milletin sinir uçlarıyla oynuyorsun!

Senin dava açmaya yüzün mü var!

Yalan uydurma laflarla toplumu tahrik ederken suçüstü yakalandın işte!

Asıl dava edilmesi gereken sensin!

İktidarın seni dava etmiyorsa seni maşeri vicdan önünde mahkeme edecek birileri elbet çıkar!

Bu ülkenin yasaları gelenekleri bu kadar sahipsiz mi?

İş başa düştü, kurun mahkemeyi arkadaşlar, başlıyoruz!

(Mübaşir bağırır: sanık Ali Erbaaaaaş!)

(Ali Erbaş, ortalıkta görülmez, mübaşir tekrar bağırır: Sanık Ali Erbaaaaş!)

Hakim: (Mübaşire) -Sanık gelmedi mi?

Mübaşir: -Efendim, kapıya Mercedes’i geldi ama kendi yok!

Hakim: -Bir daha bağır!

(Ali Erbaş’ın avukatı telaşla yetişir ve hakime bir not uzatır)

(Hakim notu yüksek sesle okur: ‘davalı Ali Erbaş devletimiz tarafından korunduğu için mahkemeye gelememiştir, yerine onu ‘koruyacak’ melekleri gönderiyoruz’)

Hakim: (avukata döner) -‘melek’ siz misiniz?)

Ali Erbaş’ın avukatı: Efendim biz Allah tarafından ve Tayyip Erdoğan’ın inayetiyle koruyucu melek olarak görevlendirildik…)

Hakim: (avukata) –Sayın melek kaç lira maaş alıyorsun!

Avukat: -Allah’a şükür, efendim!

(Davacı Serkan Öz, söz alır:) –Hakim bey, bunlar ‘şükürle mi’ geçiniyor her biri devleti milleti soymuş malikanelerde yaşıyorlar! Bunlar melek değil şeytan! Hep yiyip içip sıçıyorlar hem de makamlarından aldıkları güçle Türk Milleti’nin yasalarına ve geleneklerine iğrenç laflarıyla hakaret ediyorlar!

Hakim (davalı Serkan Öz’e bağırır) –Sıranı bekle!

Hakim: (avukata döner) –Sayın Melek bey, melek derken, hangi melek bu, sıradan yetmiş bin melekten bir melek mi yoksa yüksek bir melek mi?

Avukat: -En yüksek melek, Allah’a en yakın melek, koskoca dini ülkeyi sıradan melekler yönetebilir mi efendim, biz, en imtiyazlı en dokunulmaz, en sorgulanamaz, en sual edilemez, ‘en’ ‘en’ ‘en’ meleğiyiz efendim!

Hakim: -‘En’ dediğiniz, ‘en’ makamı mı? Şu en’i açar mısınız?

Avukat: -‘En’ ilahi, ‘en’ yüce, Allah’ın ‘en’ yakını…

Hakim: -Size kısaca ‘en’ bey mi diyelim!

Avukat: -Hayır efendim, ‘en en en’ bey!

Hakim: -Yani isminiz üç tane ‘en’!

Avukat: -Allah’ın hakkı üç’tür efendim, biz mütevazi kanaatkarlık melekleriz, bu dünyada üç tane ‘en’ yeter!

Hakim: (Serkan Öz’e döner) –Serkan evladım, nedir mesele?

Serkan Öz: -Evladım deme bana, ben kimsenin evladı değilim, bana evladım deyip sonra beni de nikahınıza mı alacaksınız?

Hakim: -Yok evladım, seni niye nikahımıza alalım!

Serkan Öz: -Hakim bey, dinimiz ortada yasalarımız ortada, bu en’ine tükürdüğüm kalkmış depremde ortada kalmış çocuklarımızı evlatlık alın sonra evlenebilirsiniz, diyor! Bu dünyada da şikayetçiyim öbür dünyada da! Bunların hesabına göre milletin yoksul sahipsiz çocuklarının hepsi bunların nikahlı karısı! Çaldıkları yetmemiş gibi! Milletin yoksulluğuyla dertleri hiç yok! Akılları fikirleri kendimize kimi cariye yaparız, kimi üçüncü dördüncü karı yaparız! Türkiye Cumhuriyeti bu sapıkların esir pazarı kerhanesi değil!

Hakim: -Evet ama, evladım, namussuz, demişsin!

Serkan Öz: -Hayır namussuz değil, başında ‘en’ var efendim, en namussuz!

Mübaşir: (Bağırır:) –Ali Erbaş bey, geldi efendim!

(Ali Erbaş mahkeme salonuna girer!)

Hakim: -Sayın Ali Erbaş!

Ali Erbaş: -Hakim bey, Ali Erbaş değil, aziz, muhterem, Allah dostu, mübarek hocaefendi Ali Erbaş!

Avukat (araya girer) –Efendim, en aziz, en muhterem, en Allah’ın dostu, en mübarek, en hocaefendi, olarak düzeltilmesini rica ediyorum!

Hakim: (Ali Erbaş’a) –Siz melek misiniz en Allah’ın dostu!

Ali Erbaş: -Evet efendim, en baş meleğim! Zaten yetmiş bin melek gibi sıradan melek olsaydım altıma Mercedes değil Şahin Doğan verirlerdi, bakın cüppemdeki altın sırmalara! Bu sırmalar en baş melek sırmaları! Bu sırmalar Allah’ın en yüksek makam apoletleri!

Serkan Öz: -Ne apoleti lan, nakış onlar, el işlemesi, hani var ya tığ oya işlemesi, kanaviçe!

Ali Erbaş: -Efendim, bakın cübbem beyaz, en baş melekler beyaz giyer, ve Ayasofya’yı elimde kılıçla ben açtım efendim!

Serkan Öz: -Hakim bey, bunlar her şeyi çaldı çırptı her şeyi kirletti, inanca saygı kalmadı,........

© Veryansın TV


Get it on Google Play