Nihat Genç yazdı…

İlkokul bahçesinde teneffüste kuş sürüsü gibi çocukların çığlıkları!

Oyundan hayattan sokaktan göklere yükselen çığlıklar; sanayide tarikat okullarında duyamadığımız çığlıklar!

Kaslarımızı geliştiren bedenimizi ruhumuzu şekilleyen çığlıklar!

Hiçbir soprano hiçbir ışık hiçbir şarkıcı bu çığlıkların gücüne yüksekliğine parlaklığına yetişemez!

Yasakları korkuyu hiyerarşiyi delen çığlıklar!

İlkokul bahçesinde göklere gömüp bir daha bulamadığımız çığlıklar!

İyi şeyler yapmayı bilmeyen insanlara neden kötülük yapıyorsunuz diye boşuna sormayın, çığlıksız büyüyorlar onlar!

Çığlık derslerin dersi, ürkekliğinizi alır!

Ruh hastalıklarına sessizliğe itaate karşı insanı çocuk yaşta dirençli yapan çığlık!

Çığlıklar, çocukların navigasyonu!

Sonra aynı çığlık şarkı ve türkülerde estetize ve disiplin edilir ve çığlık yoluna sanatla devam eder, boyun eğmemenin reddedenlerin bahçesi, migrene baş ağrısına iyi gelir tembelliği anında keser!

Top oynarken itişirken koşuşurken çiçek renkleri gibi atılan çığlıklar!

Eylemsiz değildir çığlık!

Çığlıkla beslenmemiş insanlar kekeme durgun molla ya da titrek kararsız olur!

Çığlık ilerleyen yaşlarda nehir gibi akacak kelimelerin isyanın ifadenin savunmanın itirazın beğenmiyorum’un kabul etmiyorum’un yollarını ince ince açacak!

Çığlığın çocuk neşesi ve yerinde duramazlığın çok ötesinde anlamı vardır!

Çığlık beyni mi boşaltır sıkıcılığı mı kovar bir trajedi bir acıyı anında defetmenin yolu mu yoksa dünyaya başkalarına uzaklara ulaşmanın yolu mu?

Çığlıkları hadım edilmiş ve az masrafla ve pedagojisiz büyütülen çocuklar büyüyünce hayatı bize zehir eder!

Çığlığı olmayan bir insan ruhunun en saf en saydam katlarına nasıl yükselsin!

Çığlığı olmayan çocukların dilini kim çözecek insana kapılarını kim açacak, ürkek büyüyen bu çocukları kim yetiştiriyor?

Kedi miyavlar aslan kükrer at kişner ve insan çığlık atar, çığlıksız bir milletin dilini kim çözecek, taşlara vura vura oya oya şakır şakır nehirlere yarınlara tarlalara dağlara nasıl akacak!

Zorlama ve baskı olmadan iç dünyasını küçük yaşlarda yırtarak açmanın yoludur çığlık!

Çığlık atamayan çocuklar hantal ağır beyinleri altında bir memleket işte böyle taş kesilir!

Kuş gagası gibi ince ve güneş ışığı gibi parlak, çığlık kelimeden çok ışık’a renklere yakındır! Çığlığın da sarısı mavisi karası ağıtı vardır!

Bedenimizi varlığımızı tamamlayan bizi tembel üşengeç ve namussuz ve sinsi olmaktan kurtaran çığlık!

Ağırlığımızı alan çığlık!

Sesten öte ifadesini aşmış insanı aşan bir kelime çığlık!

Bedenini ve sınırlarını aşmak için içinde patlayan bir şey!

Hayat bir tiyatro olsa sahnesinde tek repliğimiz: çığlık!

Şekspir’in ünlü repliği: ‘kelimeler-kelimeler-kelimeler’!

Bütün kelimeler toplansa gücünün ifadesinin yetmediği tek yer: çığlık!

Şehrimizde gizli sinsi kumpas hain hesaplı insanların sayısını azaltmak için çığlık mekanları okul bahçeleri stadyumlar konser alanları kimsenin gölge etmediği sınırlamadığı yasak koymadığı açık alanlar kalmadı!

İmkansız hayallere uzanacak ve tahammülsüz acıları dindirecek ve bizi başkalarının gözlerine kalbine sokuverecek gökleri delen elmas uçlu çığlığımız kalmadı!

Kelimeleri ne kadar bilersek bileyelim çocuk yaşlardaki o saf çığlığı bulmamız mümkün değil, hayaletlere karşı korkulara karşı ve hayret ve hayranlığımızı ve içimizde tomurcuklanan çiçekleri ifade edecek!

Harasından konforundan hazır yemeğinden kaçan atları çığlık çığlığa büyüten nedir! Gün gelir harasında yediği yemek kendine neden darlık ve boğuntu ve zehir olur!

Çünkü onu susturan konforun zehrini tanımıştır ve zihni artık hiç rahat değil eyvallahsız çok yönlü çok işlektir! Sadece yemek saatini değil alıp başını dört nala koşmanın özgürlüğüne lezzetine düşkündür! Saati belirtilmiş istedikleri yarışta değil artık kendi kafasınca koşacaktır!

Ahırından kaçan atı durdurmak mümkün değildir, çığlık gibi zapt edilmez!

Özgür çığlığı sırtına yediği kırbaca mahmuza isyanıdır!

Kaşağı ve yem torbası hatırına ahırında yediği hakaretleri ve başını dönemediği o dar alan hücresini hiç unutmayacaktır!

Harasından kaçan atların tırnaklarını-toynaklarını kesecek törpüleyecek kimsesi kalmamıştır!

Ahırından kaçan atın sanatı artık huzursuzluktur, kendi tırnaklarını taşları toprağı koşarak eşeleyerek kişneyerek, kendi törpülemek zorundadır! Çığlık çığlığa koşa koşa kelimeleri tırnaklarını incelte incelte!

Dağ dere tepe çok koşmak zorundadır, yalnızlığı öfkesi, düşüncesinin gücünü artırır ve öğrenmiştir, kan ve ter dökmeden pençelerini bileylemenin başka yolu kalmamıştır, toynaklarını törpüleyen acılarının yalnızlığının tutsaklığının acı çığlığıdır!

Ve gün geçtikçe saman yığınları üstünde yumuşacık yatağını değil daha gözü dönmüş daha azgın daha fütursuz çığlık çığlığa koşabilmek için çakıllı dikenli tarlaları vatanım deyip yurt edinecektir!

Çünkü vatan kendi özgür kararı ve kendi emeği ve kendi yorgunluğudur!

Kendinin olan hiçbir şey ‘yük’ değildir çünkü eşek değildir!

Elinde yem torbası ve kaşağı olanlar atları tanımazlar!

Kardeşlerim, Tanrıların meseleleriyle insanların işlerini karıştırmayın!

Tanrılar çok sabırlı ve insanlar çığlık çığlığadır!

Tanrılar hesabını elbet bir gün alır ancak insanlar Tanrılar kadar sabırlı değildir!

Tanrı sizi şimdi cezalandırmıyor diye acz içinde değildir!

Çünkü en iyi Tanrı bilir ölüm hiçbirimizi temizlemez kurtarmaz!

Şüphesiz şeriatın da bir imtihan bir kefaret hesabı vardır, onların Tanrısı kaşağı ve yem torbası ve cinlenmiş çığlıksız insanlar!

Tohumsuz, çığlıksız bir tarla!

Hiçbir savaşı hileyle kurnazlıkla kazanmadık!

Bu topraklar yağmayla talanla sinsilikle kurnazlıkla hukuksuzlukla kazanılmadı!

Cesaretimiz ve zafer çığlıklarıyla hak ettik!

Bu toprakları tilkilerle sırtlanlarla farelerle kazanmadık aslan gibi yiğit askerlerimizin naralarıyla kazandık!

Başımızda ve dilimizde Cumhuriyet olduğu müddetçe kibri ve hırsızlığı ve sinsilikleriyle övünüp malının mülkünün büyüklüğüne iman etmiş herkesle çığlık çığlığa savaşacağız!

Kurnaz ve hain tarihçilere bakın, şu saçmalığa bakın, Mustafa Kemal Kazım Karabekir’le arası açıldı diye Cumhuriyet’i kökünden red edecek bahaneler ve binlerce Cumhuriyet’i karalayan yok sayan kitaplar yazdılar beyinler yıkadılar? Kafaya bakın bir siyasi anlaşmazlık oldu diye ne yani Cumhuriyet değerini mi kaybetti, hayır! Tarikatların uluslararası şirketlerin önünü işte bu mesnetsiz iddialarla açıp boğuntuya getirdiler, bir milletin sesini kestiler!

Napolyon Cumhuriyet’i imparatorluğa dönüştürüp tüm Avrupa’ya kesintisiz savaşlar açtı diye Cumhuriyet değerini mi kaybetti?

İşte bu hain iftiralarla genelkurmay başkanının bileklerine kelepçe vurup içeri tıktılar ve binlerce subayı iftiralarla ordudan uzaklaştırdılar ve kimse kalkıp bu bir ‘işgaldir’ diyemedi!

Tekeli ortadan kaldırtan büyük tütün eylemlerini unutmayın, yabancı şirketlerin sigara satması serbest ancak bugün yerli tütün satmak yasadışı hale getirildi!

Kendi yerli tütünün kaçak hale getirilmesi işgalin ta kendisidir, ki, Cumhuriyet kurulduğu günde yabancı reji (tütün) idaresini kaldırmış millileştirmişti!

Ve uluslararası maden şirketlerine verilen 360 000 ruhsat! Her köy her yayla her orman uluslararası şirketlere devredilmiş, nedir bu, ortak yaşam alanı meraya yaylaya köylü giremiyor ve şirket o yaylaya jandarma getirip koymuş, nedir bu, fiili işgal! Bu işgale nasıl geldik, efendim Atatürk Terakkiperver ve Serbest fırkayı yasaklamış, ne alaka demeyin, bu saçmalıklar ve iftiralarla genelkurmay başkanına kelepçe ve kamu teşebbüslerini özelleştirme ve yağma ve milli tekelimizi kaldırıp yabancılara peşkeş ve nicesinin kapısını açtılar! Ve tam anlamıyla işgali dahi dillendiremeyen medyası yazarları!

İşgali görmeyen işgal diyemeyen insan, hıncını alamayan çığlık atamayan insan, artık kedi köpek sevmeye başlar, ormanına giremeyen rüzgar beyhude yükseklerde kaybolur gider!

Çaresizlikle saç baş yolmak acıyı dindirir mi?

Kadere lanet okumak acıyı dindirir mi?

Sattılar bizi demek acıyı dindirir mi?

Kaybettiğimiz savaşı unutmak ve artık olup bitene sessiz kalmak ve düşman dokunmasın hoş görsün diye bir kenarda seyirci kalmak insan olmanın acısını dindirir mi?

Montaigne anlatır, iki çocuğu da esir olduğunu gören Kral donakalır ama hizmetçisinin esir alındığını görünce ancak o zaman üzüntüyle ağlamaya başlar!

Krala sorarlar iki çocuğuna hiç üzülmedin ama hizmetçinin esir edilişine neden ağladın?

Kral, iki çocuğumun esir edilmesinin ifadesi yok oysa hizmetçinin esir edilmesini ifade edecek üzüntüm vardı, der!

Çünkü iki çocuğu esir edilince ‘şok geçirir’, ‘taş kesilir’!

Acının büyüklüğü bizi taş keser ve eylem özgürlüğü elimizden alınır felç oluruz!

Ve acımızın sesini duyabilmemiz için ruhumuzu bu şok’tan kurtarmalıyız der, Montaigne!

‘Küçük üzüntüler büyük, büyük üzüntüler suskundur, der, Seneca’ diye yazar Montaigne!

Acı ifade edilemeyecek boyutlara ulaştığında insan şok geçirir!

Taş kesilme halidir bu, işgal karşısında dona kaldık, şok geçiriyoruz!

Ah ağaçlar kadar dilim olabilse ah özgür çayırlarım kadar sesim olabilseydi, bu kadar zarar görmez iflas etmezdi susmazdı insanlığımız!

İşgal, yenilir yutulur çiğnenir sindirilir hazmedilir görmezden gelinecek bir şey hiç değildir!

Yandaş medya bir elinde yem torbası kaşağı bir elinde kitlesinin kulağına huni dayamış boşaltıyor habire ihanetini!

O kadar fütursuzca utanmazca boşatıyorlar ki o huniyi kafalarına geçirdiklerinin farkında değiller!

İşgali bile millete çiğnenmeden o kadar şey yutturdular ki o yediklerini bir gün gelecek kusacaklar!

İslamcı kitleyi vesayet altında tutan hamasi nutukları onları kurtaramayacak!

Vesayet yani işgali ipin ucunu kim tutuyor bir gün bu millet görecek!

Halkın gücü çığlığının kaslarındadır!

Hayır demeyi unutmuş beyni buz tutmuş bir kitleye yeniden nara atmayı meydan okumayı hatırlatıp öğretebilmek!

Bilgiye değil, çığlığa açız!

Dünyanın en zeki bin tane bilim adamının yanına beş on tane çocuk verin! Bin tane bilim adamı o on çocuğun çığlıklarını durduramaz!

Bilgiyi her türlü eleştiren ve tartışan binlerce bilim adamının karşısına on tane kararlı adam, koyun, bir zaman sonra o binlerce bilim adamı o on kararlı adamın iddiaları ve projeleri tarafından sürüklenecektir!

İçindeki saf insanı kaybetmemiş, çığlık çığlığa on adam!

Tarihte insan sesinin yıkamadığı tapınak ve diktatörlük yoktur!

İnsan gırtlağından çıkan elmastan mızrağın ulaşamadığı yer yoktur!

Ağıt mı feryat mı, uzun hava türkü mü, nara mı atarsınız, kor halinde bir çığlık!

Bizi en yüksek duygulara heyecanlara çıkartan!

Tarifsiz duyguların içimizdeki isyanın ifadesi!

İçimizde boğulup kaldıkça bizi sinir hastası yapan içimizde bizi boğdukça beynimizin karartan, bir kalk borusu, insanlığımızın en saf hali, bir toparlanma!

Değişim ve yenilik ve üslup ve tarzını yani ilk saf halini moda fikirlere algılara kanıp hiç bozmamış bir çığlık!

Patlayan beynimizin infilak sesi!

Şarapnel parçaları boru gibi gırtlağımızdan çıkıp göklerimizde çınlayan!

Toroslar’da Karadeniz yaylalarında Niğne Ankara Konya, Afyon ovasında dört nala yankılanan!

Acı, yalnızlık ve çaresizlikle bileylenmiş ancak insan kalabilenlerin duyabileceği bir frekans, tarihi sistemi duvarları delip geçen!

Gördünüz mahkemede ortaya çıktı Fatih Terim yirmi uzun yıl zaferler kazandığı ailesi gibi en yakın topçularının sövüşlenmesine sessiz kalmış, yemiş, işte iktidar budur, şimdi can ciğer dava arkadaşı görünen İslamcı siyasetin birbirlerini vahşice acımasızca nasıl yediğine de şahit olacağız! Çünkü çığlıkla yıkanmadan torpille korunmayla hazır gıdalarla büyütüldüler! Dolarla herkesi satın alabileceklerine hepsi inanmış!

Uluslararası maden şirketlerinin gücü de aynı ‘altın’la herkesi satın alabileceklerine inanmış olmaları!

Altının değerli maden oluşu doğada bozulmadan kaybolmadan çürümeden dağılmadan çözülmeden element özelliklerini kaybetmiyor oluşu!

Altıncılara karşı savaş verecek bizlerin de altın gibi hiç bozulmayacak en saf insan halimizi hiç kaybetmememiz lazım!

Altın gibi insanın değeri de özünü bozdurmamak kaybolmamak!

Kendisini bozduranlar bozulmayan altına karşı hüsrana uğruyorlar!

Montaige 16. asırda yaşamış ancak bütün çağların en büyük birkaç yazarından biridir, Aydınlanma’yı tetiklemiştir, denemeleri, eski Yunan ve Roma tarihi ve edebiyatı ve felsefesiyle kahramanlık, kibir, ölüm, böbürlenme, kıskançlık, eğitim, güzel, doğru, vs. üzerine, insanın değişmez vasıflarını ortaya koyan insan dozu yüksek makalelerdir!

Montaigne’nin büyüklüğü şuradadır, okuduğunuzda aradan 400 yıl hiç geçmemiş sanki dünkü gün yazılmış gibi insanı beyninden kavrar!

Ancak Montaigne kitabının girişine şunları yazar, ‘samimi olmak gerekirse her şeyi açıkça yazabildim diyemem, okuyucu hangi çağda yazdığımı unutmasın…’

Bu satırları okuduğumda kendime şöyle dedim, ben ortaçağda yaşamıyorum, bir Cumhuriyet’in çocuğuyum, her ne olursa olsun ucu nereye varırsa varsın korkusuzca yazabilmeliyim, çünkü Montaigne döneminde Cumhuriyet yoktu ama insan sınırlarını zorladı ve çağını aştı!

Pazar günü Adana Kitap Fuarında kısa bir konuşma yaptım ve sonra imzaya gelen gençler önceden anlaşmışlar gibi aynı şeyleri söylediler, Nihat ağbi, heyecandan hala titriyorum bugüne kadar böyle bir hitabet duymamıştım!

Sırayla hepsine ‘hitabet’ değil hayır, insan çığlığına şahit oldunuz!

Törpülenmemiş sınırlanmamış kaşağıya yem torbasına konforuna pazarlık yapmamış ve şekil ve üslup ve hormon katkısına ihtiyaç duymayan insan çığlığı!

Ve annesinden atasından emanet alıp sakladığı elmas yüzüğün ışıltısını kaybetmeden yere düşürmeden kelimelere çevirip değerini kaybetmeden nasıl konuşabilirim yazabilirim diyen bir yazarın çığlığı!

Kalbimin hafızamın cennetinde koşturan her kelimeyi coşturan o taşkın ilk çocukluk günlerimin saf çığlığı!

Sosyal ağlar ve internet olsaydı her halde Atatürk bu kadar kafa karışıklığına ve bok ve iftira (ki o günlerde de çoktu) atma karşısında Kurtuluş Savaşı’nı veremezdi, bu beyin yıkamanın en büyük felaket olduğunu anladı ve bu yüzden yüksek subaylarla saray arasındaki tek iletişim olan telgrafı keserek işe başladı! Milli istiklal savaşımızın isyan bayrağı ilk çığlığı saray hattının kesilmesi emridir!

Madenleri, hukuku, yaylaları, milli kamu teşebbüsleri hatta CHP’si dahi işgal altında ve sosyal ağlar işgal altında değil mi, hayır, sosyal ağlar insan kimliğinizle oynuyor, duygularınızı kırıyor bozuyor, aşağılıyor, neşenizle oynuyor, yönlendiriyor ve bir takım görünmez sinsi gölgeler ajan faaliyetleriyle ruhunuzu sise karamsarlığa kasıtla boğuyor!

Neşe saflık ve insan berraklığınızı kirletiyor ya da ürkütüyor!

Ve oyun oynaş meşguliyet hevesinden kesecek gücü bulamıyorsunuz haranızda!

Sosyal ağlar, henüz çığlığa dönüşmemiş çığlığın kıvılcımları asli tohumları kalbinizin ince ince titreyişlerini ve için için gözyaşlarınızı ve kahrınızı ve aşkınızı ve içinizde kabul etmeyen insan doğanızı ve yumuşak deniz dalgaları gibi içinizi dolduran heyecanları çürütüyor!

Sosyal ağlara değil içinizdeki kıvılcımlara kulak kabartın!

Kalbinize kimsenin ulaşmasına imkan tanımayın, gümbür gümbür açan yapraklara ruhunuzun örtüsü ormanlara tarlalara koşun, gizlenmiş şifrelenmiş kabuklardan çıkın yaka bağır açın ve bu bir işgaldir, işgal edildik ey halkım, deyiverin!

Henüz gençliğin şafağında köreltilip boğulan çocuklarımıza!

Yüzlerce feodal çağ ve iki yüzyıldır vahşi kapitalizm geçti insanlığımızın üzerinden ama insanın saf hali hala derimizde içimizde yaşıyor, işte en büyük şansımız içimizi titreten bu minik heyecan dalgaları, demleyin bekleyin birazdan yer gök inleyecek çığlığa dönüşecek!

İnsanı geri getirecek tek şey çığlıklarımız, insanı geri getirecek gözünü açacak vatan savunmasına insanlık derdine atacak tek şey içimizde kıpır kıpır kanat çırpan onurumuz ve büyük emanet insan!

QOSHE - Karar 2 - Nihat Genç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Karar 2

109 1
16.01.2024

Nihat Genç yazdı…

İlkokul bahçesinde teneffüste kuş sürüsü gibi çocukların çığlıkları!

Oyundan hayattan sokaktan göklere yükselen çığlıklar; sanayide tarikat okullarında duyamadığımız çığlıklar!

Kaslarımızı geliştiren bedenimizi ruhumuzu şekilleyen çığlıklar!

Hiçbir soprano hiçbir ışık hiçbir şarkıcı bu çığlıkların gücüne yüksekliğine parlaklığına yetişemez!

Yasakları korkuyu hiyerarşiyi delen çığlıklar!

İlkokul bahçesinde göklere gömüp bir daha bulamadığımız çığlıklar!

İyi şeyler yapmayı bilmeyen insanlara neden kötülük yapıyorsunuz diye boşuna sormayın, çığlıksız büyüyorlar onlar!

Çığlık derslerin dersi, ürkekliğinizi alır!

Ruh hastalıklarına sessizliğe itaate karşı insanı çocuk yaşta dirençli yapan çığlık!

Çığlıklar, çocukların navigasyonu!

Sonra aynı çığlık şarkı ve türkülerde estetize ve disiplin edilir ve çığlık yoluna sanatla devam eder, boyun eğmemenin reddedenlerin bahçesi, migrene baş ağrısına iyi gelir tembelliği anında keser!

Top oynarken itişirken koşuşurken çiçek renkleri gibi atılan çığlıklar!

Eylemsiz değildir çığlık!

Çığlıkla beslenmemiş insanlar kekeme durgun molla ya da titrek kararsız olur!

Çığlık ilerleyen yaşlarda nehir gibi akacak kelimelerin isyanın ifadenin savunmanın itirazın beğenmiyorum’un kabul etmiyorum’un yollarını ince ince açacak!

Çığlığın çocuk neşesi ve yerinde duramazlığın çok ötesinde anlamı vardır!

Çığlık beyni mi boşaltır sıkıcılığı mı kovar bir trajedi bir acıyı anında defetmenin yolu mu yoksa dünyaya başkalarına uzaklara ulaşmanın yolu mu?

Çığlıkları hadım edilmiş ve az masrafla ve pedagojisiz büyütülen çocuklar büyüyünce hayatı bize zehir eder!

Çığlığı olmayan bir insan ruhunun en saf en saydam katlarına nasıl yükselsin!

Çığlığı olmayan çocukların dilini kim çözecek insana kapılarını kim açacak, ürkek büyüyen bu çocukları kim yetiştiriyor?

Kedi miyavlar aslan kükrer at kişner ve insan çığlık atar, çığlıksız bir milletin dilini kim çözecek, taşlara vura vura oya oya şakır şakır nehirlere yarınlara tarlalara dağlara nasıl akacak!

Zorlama ve baskı olmadan iç dünyasını küçük yaşlarda yırtarak açmanın yoludur çığlık!

Çığlık atamayan çocuklar hantal ağır beyinleri altında bir memleket işte böyle taş kesilir!

Kuş gagası gibi ince ve güneş ışığı gibi parlak, çığlık kelimeden çok ışık’a renklere yakındır! Çığlığın da sarısı mavisi karası ağıtı vardır!

Bedenimizi varlığımızı tamamlayan bizi tembel üşengeç ve namussuz ve sinsi olmaktan kurtaran çığlık!

Ağırlığımızı alan çığlık!

Sesten öte ifadesini aşmış insanı aşan bir kelime çığlık!

Bedenini ve sınırlarını aşmak için içinde patlayan bir şey!

Hayat bir tiyatro olsa sahnesinde tek repliğimiz: çığlık!

Şekspir’in ünlü repliği: ‘kelimeler-kelimeler-kelimeler’!

Bütün kelimeler toplansa gücünün ifadesinin yetmediği tek yer: çığlık!

Şehrimizde gizli sinsi kumpas hain hesaplı insanların sayısını azaltmak için çığlık mekanları okul bahçeleri stadyumlar konser alanları kimsenin gölge etmediği sınırlamadığı yasak koymadığı açık alanlar kalmadı!

İmkansız hayallere uzanacak ve tahammülsüz acıları dindirecek ve bizi başkalarının gözlerine kalbine sokuverecek gökleri delen elmas uçlu çığlığımız kalmadı!

Kelimeleri ne kadar bilersek bileyelim çocuk yaşlardaki o saf çığlığı bulmamız mümkün değil, hayaletlere karşı korkulara karşı ve hayret ve hayranlığımızı ve içimizde tomurcuklanan çiçekleri ifade edecek!

Harasından konforundan hazır yemeğinden kaçan atları çığlık çığlığa büyüten nedir! Gün gelir harasında yediği yemek kendine neden darlık ve boğuntu ve zehir olur!

Çünkü onu susturan konforun zehrini tanımıştır ve zihni artık hiç rahat değil eyvallahsız çok yönlü çok işlektir! Sadece yemek saatini değil alıp başını dört nala koşmanın özgürlüğüne lezzetine düşkündür! Saati belirtilmiş istedikleri yarışta değil artık kendi kafasınca koşacaktır!

Ahırından kaçan atı durdurmak mümkün değildir, çığlık gibi zapt edilmez!

Özgür çığlığı sırtına yediği kırbaca mahmuza isyanıdır!

Kaşağı ve yem torbası hatırına ahırında yediği hakaretleri ve başını dönemediği o dar alan hücresini hiç unutmayacaktır!

Harasından kaçan atların tırnaklarını-toynaklarını kesecek törpüleyecek kimsesi kalmamıştır!

Ahırından kaçan atın sanatı artık huzursuzluktur, kendi tırnaklarını taşları toprağı koşarak eşeleyerek kişneyerek, kendi törpülemek zorundadır! Çığlık çığlığa koşa koşa kelimeleri tırnaklarını incelte incelte!

Dağ dere tepe çok koşmak zorundadır, yalnızlığı öfkesi, düşüncesinin gücünü artırır ve öğrenmiştir, kan ve ter dökmeden pençelerini bileylemenin başka yolu kalmamıştır, toynaklarını törpüleyen acılarının yalnızlığının tutsaklığının acı çığlığıdır!

Ve gün geçtikçe saman yığınları üstünde yumuşacık yatağını değil daha gözü dönmüş daha azgın daha fütursuz çığlık çığlığa koşabilmek için çakıllı dikenli tarlaları vatanım deyip yurt edinecektir!

Çünkü vatan kendi özgür kararı ve kendi emeği ve kendi yorgunluğudur!

Kendinin olan hiçbir şey ‘yük’ değildir çünkü eşek değildir!

Elinde yem torbası ve kaşağı olanlar atları tanımazlar!

Kardeşlerim, Tanrıların meseleleriyle insanların işlerini karıştırmayın!

Tanrılar çok........

© Veryansın TV


Get it on Google Play