Nihat Genç yazdı…

Büyük İskender bir şölende çok iyi şarkı söylediğini babası duyunca, İskender’e ‘Çok güzel şarkı söylemeye utanmıyor musun?’ der!

Meali şu, sen ülkeni savunmak için kendini yetiştirmelisin şarkı söylemek senin işin değil!

Bazen kendime sorarım senin işin değil çata çuta günlük siyasi kavgalara girmek senin işin hikaye yazmak!

Hikayelerimle inandığımdan daha derinini ve gördüklerimden daha fazlasını söylemek istiyorum çünkü siyasetin kavramsal dünyası yetmiyor!

Her söz duygulara hitap etmez ve duygulara vicdana hitap edecek kelimeler bulmak zordur!

Bunun için odak noktasını günlük alışkanlıklarınızı değiştireceksiniz!

Oysa her gün bugün memleketimizin başına hangi felaket geldi diye gazeteleri nerdeyse tümüyle okumak gibi kendimize milli bir kule görevi edinmişiz! Yobazı haini bugün yine hangi pisliği iftirayı yalanı attılar diye korkularla günlük takip peşindeyiz!

Günlük gazete yazıları kurudur ve çok uzun bir yazı dahi sonuç olarak trafik levhası gibi tek bir işaret için kaleme alınmıştır, sağa dön sola dön, iktidar ne güzel yapmış, liberaller ne mübarek adamlarmış mış mış!

Trafik levhaları gibi yazılar sizi iki seçenek arasında bırakır, birini seçersiniz ve sizi o yöne sürükler!

İşte insan evladını en çok yoran yazılar bu kuru ama kule nöbeti görevi yüzünden okumakla kürek mahkumluğuna cezalandırıldığımız yazılar, dön baba dön aynı istikamet, son yetmiş senede beş-altı tane darbe yapılmış ama rota hep aynı ve hiç değişmez!

Adorno’nun meşhur lafıdır, ne zaman bir sinema filmi izlesem sinemadan bir aptal ve cahil olarak çıkıyorum!

İdeolojik şartlanmayla beyin yıkamak için kaleme alınmış bu yazılar insanı aptallaştırıyor ve vasata zorluyor, aklımız zekamızla oynuyor, katlan-katlan nereye kadar!

Yani her sabah gazete okuyorsanız güne zırcahil başlıyorsunuz, ertesi güne, yine, yine…

O vasat ve kuru ve vitaminsiz ve renksiz yazılar üstünüzde bir hakimiyet kurar!

Üstüne ideolojisi ülke için felaket olan bu yazardan bir de insanlık dersi alırsınız?!

Sizin de işiniz gücünüz kalmamış gibi gününüze bu sefil köpek yazarlara küfrederek başlamak zorunda kalırsınız!

Beynimize kalbimize içimize girmeyen her yazı can sıkıntısı ve darlık ve gerginlik ve depresyon oluşturur!

Can sıkıntısı ömür törpüsüdür yorar ve iştahınızı kapatır!

Yani o kuru ve içi boş yazılar hedefine ulaşır, insanlığımızı ve içimizde coşkun akan derelerimizi kuruturlar!

İşte film burada başlar, içimizde çürüttükleri şeyi her gün yeniden tazelemek!

İçimizdeki canlılık ve neşe için her gün beynimizi kalbimizi çapalamak fırsatımız olmayabilir işte o zaman çöpün altında kalırsınız çünkü iş var güç var dünyanın bin tane meşgalesi var hiç birimiz her gün cevap yetiştirmekle görevli değiliz!

Hiç birimiz her gün ‘asker’ değiliz!

Hiç birimiz her gün ‘cephede’ değiliz!

Her gün mermi bomba saldırısına dayanamayız!

İşte kötülük budur!

Sizi takatsiz cevapsız halsiz bırakır ve savunmasız bir anınızı mutlaka yakalar!

Çünkü fonlanan bu kuru yazılar otomatik makine gibi!

Gazeteleri fonlanmış ve yüzlercesi maaşlanmış ve konuşma diliyle bir çırpıda beş on dakika içinde yazılmış binlerce yapay robot düşman askeri!

Cumhuriyet’e anayasaya kuvvetler ayrılığına ve hukuk önünde eşitlik gibi bizlerin varlığını ve ülkesinin milli istikbalin teminatı en temel yasalara saldırmasalar, yürü git, işine bak, der, geçersin!

Yani ülke yıkılırken bizim kalkıp güze hikayeler yazmak gibi çok güzel şarkı söylemekle geçirecek vaktimiz yok!

Büyük korkumuz budur!

Sindiremeyecek kadar tıkınmışsak midemiz beynimiz kalbimiz fesata uğramışsa ya kusacağız ya helaya koşacağız!

Peki bu hazmı zor yazılar ve TV konuşmaları için nereye kusalım nereye hacet edelim!

Kahvedeki arkadaşlara ya da aile içinde sızlanarak!

Bu denli yoğun saldırıya içimizde hiçbir yiğit cesur kahraman dayanamaz, her genç beyni yiyip bitirir, ki öyle oluyor, biri gidiyor biri geliyor, ihanete kaldıkları yerden kuşak kuşak devam ediyorlar!

Kendime sorum da bu! Bu yoğun saldırılar karşısında kendimi korumak için ne yapmalıyım nasıl cevap vermeliyim!

O seri bombardıman kuru yazılardan korunmak için daha güçlü bir panzehir bulabilir miyim ya da bir şifa kaynağı!

Kendimi korumak için en sık yaptığım şey türkü dinlemek!

İkincisi yalnızlığımızı anlayan cephede beni yalnız bırakmayacak ve ben yorulduğumda nöbeti alacak bir arkadaş bulmak!

O kuru boş ideolojik refleksli yazılar insanlığımızı ve ülkemizi aşağılayıp yok sayıyor!

Bu yazıların eziyetine işkencesine dayanmanın da sınırları vardır! İşkencenin dayanılmaz anında insan ölüme razı gelir! 12 Eylül işkencelerinde yüzlerce çocuk kendini emniyetin damından attı ya da atladı süsü verdiler!

Acı katlanılmaz hal alınca insan dünyayı boşlar! Tarihimizin en sert eleştirmeni Nefi idama götürülürken kendini şöyle teskin eder: ‘farzet ki Nefi dünya hiç olmamış!’!

O katlanılmaz acıda bir an gelir her şey olacağına varır dersin ya da işkenceye katlanamayıp hücresinde kendini asan mahkum gibi oturduğun yerde hayattan çekilirsin!

İşte bu ‘boşlama hali’ ölümdür bir nevi!

O kuru boş renksiz ve ideolojik saldırı yazıları hedefine ulaşmıştır!

Bugün boşlayan insan sayısı muhalefet oylarından daha fazladır!

Cumhuriyet İslamcılar liberaller ve yobazlar tarafından yıkılırken insan değil bir kedi olsaydık oralı olmayıp belki çürümekten kurtulabilirdik!

Siyasi bir felaket kedinin neden umurunda olsun!

Ve bunca yazarlık yeteneği ve bilgi deneyim hiçbir işe yaramıyor ve bir kedi refleksiyle yaşamaya çalışıyoruz!

Ya da siyasi felaketi acıyı önemsemiyor görünmeli miyiz?

Belki de bizi yalandan ikna edecek doğru gibi görünen bahaneler bulmalıyız!

Şöyle ‘aklımız’ belki de bizi aldatıyor olabilir çünkü bu kadar büyük siyasi felaketler peş peşe olması mümkün değil, biz yanılıyor olabiliriz, biraz daha sessizde kalıp iyice anlayalım!

Sessize takmak çözüm müdür, umursamazlık da bir ölüm değil midir?

Çünkü hiçbir ölüm insana ‘çaresizlik’ kadar acı vermez!

‘Çaresizlik’ kelimesine gönüllü sığınmamızın sebebi budur, çünkü ‘çaresizlik’ deyince alçaklığımızı sessizliğimizi unutturur örteriz!

Yani şöyle bir sığınma, çaresizlik deyince herkes de benim gibi işte, kimse hiçbir şey yapamıyor!

Ve çaresizlik kelimesinin diğer faydası ‘acı’ çekmeyi önler ve çaresizlik kelimesiyle kabullenir ve rıza gösterirsin, çaresizlik itaat tapınağının kapısıdır, sen de suçladığın teba ve müridler gibisin onlar tarikatlarına sen de ‘çaresizliğe’ sığınırsın, ikisi de aynı şeydir!

Ama vücudumuzda sızlayan acısına dayanılmaz bir yara çıktığında ya da kötü bir hastalığın habercisi mi endişesiyle doktora koşarız!

Biraz da acıya katlanan insanların filmlerini seyrederiz işte Gazze’de anne babasını bütün yakınlarını kaybeden minicik çocukların bombalarla parçalanmış vücut parçalarına rağmen direnmeleri!

Oysa çözümsüzlükle baş edebilmek için küçük kahramanlıklar lazım hepimize!

İnatla iyi bir dünya istemek gibi!

İnatla duyarlı ve sorumlu bir insan kalmak gibi!

Acının işkencenin panzeri tahammüldür ve tahammül sadece kahramanlarda bulunur!

Tahammül bize çok şey öğretir önce insanlığımızı elimizde tutmayı öğretir! Sonra siyasetin kuklalarını satılmışlarını köpeklerini bize tanıtır!

Sonra ruhumuza tahkimat yapacak sahici arkadaşlar ve türkü ve marşları içimize sokar!

Tahammül, sonra direniş kalemiz oluverir!

Tahammül bir ara istasyondur!

Tahammül, sonra kendimizi sorgulamamızın kapılarını açar!

Kim dost kim düşman kim sahtekar kim kaytarıyor kim para düşkünü kim şöhret peşinde, vs. beynimize saplanmış çivi gibi öğretir bize!

Sonra, ruhumuzu donatacak tedarik ve gerekli gıdalar temin için hassaslık ve sınırlarımızı öğretir bize!

Doktora gitmeye gerek yok!

Tahammül bize ölçülü ve dengeli insanlar olabilmek için zaman kazandırır!

Tahammül milli duvarımızdır!

Çözümsüzlük bombasıyla düşman kaçtığımızı tırstığımızı asla sanmasın!

Montaigne’nin lafı mıydı, doktorun neşter acısını hissedersin ama savaş meydanındaki kılıç yarasını neden hissetmezsin!

Kendi adıma kılıç çekip savaşmadığım öfkeyle yazıp konuşmadığım günlerde nefret ettiğim o insanlara mı benziyorum diye utancımdan kurtulamazdım!

Evet isyan ve silah taşımak yasak ve günah ancak başka tür silahlarımız var ‘unutmamak’ gibi!

Altını ve doları milli onurumuzdan daha değerli görmek gibi hepimizi aşağılayanları nasıl ‘unutabiliriz?’

Oysa sıkıntıdan ve çözümsüzlükten kurtulabilmenin tek yolu insanlığa ve vatanımıza borcumu ödeme sözüdür!

Vadesinde ödemeyebiliriz ya da vadeyi uzatırız belki ama sözümüzün eri olduğuna önce kendimizi inandırmalıyız!

Sözünün eri olmak insana neşe verir!

Sözünün eri olmak insana kudret verir!

Çünkü çaresizlik karşısında insan kendi duygularını kandırır yani pazarlık yapar ya da arsızlaşır ya da bahaneler üretir ya da boş verir, ise, işte insan o zaman ölür!

Sözümüzün eri olmak bizi insan kılar!

Kendine ve insanlığa başkaları bilsin bilmesin duysun duymasın kendi içinde sözünün eri olan insanlar ancak çok büyük servetleri çok büyük orduları yener ve sözünün eri olmakla derin dava arkadaşları bulur!

Şimdi hainler tarafından gasp edilmiş CHP ve türevlerine hala oy veren insanlar başkasına muhtaç dilenci insanlar olarak öyle aşağılık bir yerdeler ki düşünün vatan haini bölücülerden bile oy dileniyorlar!

Vatan haininden oy dilenmek, daha aşağılık ne olabilir?

Namusunu onurunu hiçe sayıp vatan haininden oy dilenecek kadar seni sana ve bize ve tarihe karşı aşağı ayağa düşüren nedir?

Her insan aşağılık ve muhtaçlığını gizlemek için yalan söyler!

Bu aşağılıkların hepsi kendini onur zengini gösterebilmek için her lafa ben Atatürkçüyüm diye girmeleri daha beter, utanç verici dahi değil, gülünç!

Aşağılık, utanç, gülünç ve muhtaç, dokunsan yıkılacak çürümüş bu tahtalar zayıflatır seni beni ve ülkemizi!

Sevgili gençler, işte babalarınızın evi, aşağılık, utanç, gülünç ve vatan hainlerine muhtaç!

Üstümüze yıkılan işte bu evdir, sevgili gençler, şimdiden tahammül biriktirmeyi öğrenin, tahammülünüze tuğla olacak dirayet denen dayanma gücü için türküler dinleyin insan türünden arkadaşlar bulun!

Bu otomatik makineler mekanikleşmiş robotlaşmış yazarların ve siyasilerin bombardımanı altında ‘dirayet’i bulmak hiçte kolay değil!

İnsan’ı okumak, tarihi, romanları, sinemaları ve her birinden arı iğnesinin ucu kadar nektar toplamak ve petek petek depolamak, kalbimizin en mahrem köşesinde biriktirmek!

Biriktirdiğiniz duygu heyecan insan kalma nektarınız yoksa gelen giden sizi aşağılar sizi vatan hainlerine ya da yobaz tarikatlara dilenci muhtaç köle yapar!

Ki, herkese her keseye uygun duygu nektarımız yoktur, kişiliğiniz ve keyfinize göre yazar yazar kitap kitap kitap tarih tarih şiir şiir siz bulacaksınız, karakterinizin çimentosunu!

İnanın şifasına kudretine siz de şaşıracaksınız!

Birkaç damlası bile sizi bir ömür sıkıntıdan çürümeden çaresizlikten ve vatan hainlerine ve ajanlara muhtaç olmaktan koruyacaktır

Nektar çiçeğin özü Yunan mitolojisinde içenleri ölümsüz kılar, Tanrı içkisi!

Kendi şöhretleri için sessiz kalanlar ya da vatan satanlar var bir de vatanın bağımsızlığı ve şöhreti için şehid olanlar, ki, şehid olanlar herkesin tapınıp esiri olduğu kendi şöhretlerini yok saymıştır!

Kendi şöhreti için vatanını satana ne demeli ya da milli endişelere burun kıvıranlara ne demeli?

Kendi küçük çıkarları zenginliği için susanlara araziye uyanlara bir belediye konseri alırım beklentisiyle sessiz kalanlara!

Bunlar gerçek şöhret değil bu türlere tiyatroda şöhret rolü verilmiş! Bu budalalara şöhret rolü verenler biraz sonra aynı oyunculara aşağılık alçaklık ihanet gibi roller de verirler! Çünkü şöhretleri ‘verilidir’, şöhretlerini kendi maharetleri ve bileklerinin hakkıyla kazanmamışlardır! Sadece kıyafetleri ve banka hesapları değişmiştir! Ruhları onları alkışlayanlardan daha aşağılıktır!

Şairler Büyük İskender’i ‘Zeus’un oğlu’ (Tanrıların oğlu) diye övünce Büyük İskender şairlere sıçtığı boku göstermiş, bakın, hiçte öyle değil, demiş!

Kendi isimlerinin şöhretinde güzellik, güç, onur ve zenginlik bekleyenler hep yanılmıştır çünkü güç, onur ve zenginlik insan ruhundan ve insanlık menbağı kalpten ve yetenekten beslenir! İnsan olmanın hazları ve erdeminden habersiz kalıp asıl çürüyüp ölen işte bu şöhret budalalarıdır!

Şöhret gibi size ‘bolluk’ sunan her şey sizi öldüren şeydir! Şöhret herşeyin tadı ölçüsü kıvamı ve ayarlarını bozar oysa insanı insan yapan en köklü arzularımızı oluşturan uzakta ve mesafeli ve kanaatkâr oluşumuzdur!

Şöhret en temel insani endişelerimizi onur gibi vatan gibi umursamayı kimseye vermez, şöhret, insan yokluğu ve açlığını görmezden gelme hakkını kimseye vermez, şöhret yoksul çaresiz insanlarla dalga geçme alay etme ya da görmezden gelme hakkını kimseye vermez, şöhret namussuzluğun örtüsü değildir!

Modern dünyada şöhret kölenin zincirleridir, bu şöhret budalalarını övenler aynı korsan gemisinin kürek mahkumlarıdır, uluslararası altın maden şirketleri korsanlıkla milleti doğayı soysun diye!

Şöhretle gelen zevklerin aşırılık abartı bağımlılık gibi huyları ve ama sınırları vardır, şöhretin satın alamadığı işte bu sınırlardır, bu dar maddi bolluk evreninde deney fareleri gibi çıkışı ve ilahi peyniri bulamazlar!

Kendi bileğinle insanlıkla onur ve erdemle gelen zevklerin ise sınırı yoktur, sarhoşluğu hiçbir içkide yoktur, hal makamı hiçbir dinde dergahta yoktur, üstelik şova dökülemez cinstendir!

Üstelik başka bir şeye dönüştürülemez paraya dolara çevrilemez bir ruhu vardır, kimsenin görmediği kandil ışığı gibi!

Bir ömür kalbinizi ve insanlığı ısıtır!

Ay’a mehtaba sabaha öğleye ikindiye ve akşama başka türlü bakar renklerin ve duyguların her an değişen dünyasında yeniden doğmuş gibi başka türlü yürürsün!

En çok gördüğün şeyde her gün başka bir derinlik boyut güzellik keşfedersin!

İnsan ve doğa denen şey’e hayranlıkla kendinden geçer ruhun başka renk kıyafetler giyinir!

Kuru zehirli vasat yazılarıyla sizi her öldürdükleri günün ertesi kalbinizdeki kandil sizi yeniden doğurur!

Ve çözümsüz ve sıkıntı ve tehlike anlarında kalbinizdeki kandil dünyanın en modern bombalarına sahip olmaktan daha derin bir güven verir, birkaç damlası nektar, işgal edilirken ülkeniz imdadınıza yetişir, içinizde direnen insan kuvvetiniz oluverir!

QOSHE - Nektar - Nihat Genç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Nektar

104 0
07.01.2024

Nihat Genç yazdı…

Büyük İskender bir şölende çok iyi şarkı söylediğini babası duyunca, İskender’e ‘Çok güzel şarkı söylemeye utanmıyor musun?’ der!

Meali şu, sen ülkeni savunmak için kendini yetiştirmelisin şarkı söylemek senin işin değil!

Bazen kendime sorarım senin işin değil çata çuta günlük siyasi kavgalara girmek senin işin hikaye yazmak!

Hikayelerimle inandığımdan daha derinini ve gördüklerimden daha fazlasını söylemek istiyorum çünkü siyasetin kavramsal dünyası yetmiyor!

Her söz duygulara hitap etmez ve duygulara vicdana hitap edecek kelimeler bulmak zordur!

Bunun için odak noktasını günlük alışkanlıklarınızı değiştireceksiniz!

Oysa her gün bugün memleketimizin başına hangi felaket geldi diye gazeteleri nerdeyse tümüyle okumak gibi kendimize milli bir kule görevi edinmişiz! Yobazı haini bugün yine hangi pisliği iftirayı yalanı attılar diye korkularla günlük takip peşindeyiz!

Günlük gazete yazıları kurudur ve çok uzun bir yazı dahi sonuç olarak trafik levhası gibi tek bir işaret için kaleme alınmıştır, sağa dön sola dön, iktidar ne güzel yapmış, liberaller ne mübarek adamlarmış mış mış!

Trafik levhaları gibi yazılar sizi iki seçenek arasında bırakır, birini seçersiniz ve sizi o yöne sürükler!

İşte insan evladını en çok yoran yazılar bu kuru ama kule nöbeti görevi yüzünden okumakla kürek mahkumluğuna cezalandırıldığımız yazılar, dön baba dön aynı istikamet, son yetmiş senede beş-altı tane darbe yapılmış ama rota hep aynı ve hiç değişmez!

Adorno’nun meşhur lafıdır, ne zaman bir sinema filmi izlesem sinemadan bir aptal ve cahil olarak çıkıyorum!

İdeolojik şartlanmayla beyin yıkamak için kaleme alınmış bu yazılar insanı aptallaştırıyor ve vasata zorluyor, aklımız zekamızla oynuyor, katlan-katlan nereye kadar!

Yani her sabah gazete okuyorsanız güne zırcahil başlıyorsunuz, ertesi güne, yine, yine…

O vasat ve kuru ve vitaminsiz ve renksiz yazılar üstünüzde bir hakimiyet kurar!

Üstüne ideolojisi ülke için felaket olan bu yazardan bir de insanlık dersi alırsınız?!

Sizin de işiniz gücünüz kalmamış gibi gününüze bu sefil köpek yazarlara küfrederek başlamak zorunda kalırsınız!

Beynimize kalbimize içimize girmeyen her yazı can sıkıntısı ve darlık ve gerginlik ve depresyon oluşturur!

Can sıkıntısı ömür törpüsüdür yorar ve iştahınızı kapatır!

Yani o kuru ve içi boş yazılar hedefine ulaşır, insanlığımızı ve içimizde coşkun akan derelerimizi kuruturlar!

İşte film burada başlar, içimizde çürüttükleri şeyi her gün yeniden tazelemek!

İçimizdeki canlılık ve neşe için her gün beynimizi kalbimizi çapalamak fırsatımız olmayabilir işte o zaman çöpün altında kalırsınız çünkü iş var güç var dünyanın bin tane meşgalesi var hiç birimiz her gün cevap yetiştirmekle görevli değiliz!

Hiç birimiz her gün ‘asker’ değiliz!

Hiç birimiz her gün ‘cephede’ değiliz!

Her gün mermi bomba saldırısına dayanamayız!

İşte kötülük budur!

Sizi takatsiz cevapsız halsiz bırakır ve savunmasız bir anınızı mutlaka yakalar!

Çünkü fonlanan bu kuru yazılar otomatik makine gibi!

Gazeteleri fonlanmış ve yüzlercesi maaşlanmış ve konuşma diliyle bir çırpıda beş on dakika içinde yazılmış binlerce yapay robot düşman askeri!

Cumhuriyet’e anayasaya kuvvetler ayrılığına ve hukuk önünde eşitlik gibi bizlerin varlığını ve ülkesinin milli istikbalin teminatı en temel yasalara saldırmasalar, yürü git, işine bak, der, geçersin!

Yani ülke yıkılırken bizim kalkıp güze hikayeler yazmak gibi çok güzel şarkı söylemekle geçirecek vaktimiz yok!

Büyük korkumuz budur!

Sindiremeyecek kadar tıkınmışsak midemiz beynimiz kalbimiz fesata uğramışsa ya kusacağız ya helaya koşacağız!

Peki bu hazmı zor yazılar ve TV konuşmaları için nereye kusalım nereye hacet edelim!

Kahvedeki arkadaşlara ya da aile içinde sızlanarak!

Bu denli yoğun saldırıya içimizde hiçbir yiğit cesur kahraman dayanamaz, her genç beyni yiyip bitirir, ki öyle oluyor, biri gidiyor biri geliyor, ihanete kaldıkları yerden kuşak kuşak devam ediyorlar!

Kendime sorum da bu! Bu yoğun saldırılar karşısında kendimi korumak için ne yapmalıyım nasıl cevap vermeliyim!

O seri bombardıman kuru yazılardan korunmak için daha güçlü bir panzehir bulabilir miyim ya da bir şifa kaynağı!

Kendimi korumak için en sık yaptığım şey türkü dinlemek!

İkincisi yalnızlığımızı anlayan cephede beni yalnız bırakmayacak ve ben yorulduğumda nöbeti alacak bir arkadaş bulmak!

O kuru boş ideolojik refleksli yazılar insanlığımızı ve ülkemizi aşağılayıp yok sayıyor!

Bu yazıların eziyetine işkencesine dayanmanın da sınırları vardır! İşkencenin dayanılmaz anında insan ölüme razı gelir! 12 Eylül işkencelerinde yüzlerce çocuk kendini emniyetin damından attı ya da atladı süsü verdiler!

Acı katlanılmaz hal alınca insan dünyayı boşlar! Tarihimizin en........

© Veryansın TV


Get it on Google Play