“Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ise Cehennem ateşinden kurtuluş” olan (Camiu’s-Sağîr, 2818) Şehr-i Ramazan’ın sonu göründü… Önümüz Bayram… Ramazan’ın sonlarına doğru mümin gönüllere bir tür hüzün çöker; bu mübarek ayı yeterince değerlendirememenin hüznü… Yakup Kadri Karaosmanoğlu mübarek ayın bizden razı olmadan çekip gittiği hissiyatını -bir muhasebe niteliğinde- dillendirir, “Veda Geceleri” başlıklı makalesinde. Bir küçük camide beyaz sakallı küçücük bir ihtiyar hoca vaaz etmektedir:

“- Ey din kardeşlerim! İşte Ramazan-ı Şerif’in sonuna eriyoruz. Mübarek ay bizi terk edip gidiyor. Fakat bana öyle geliyor ki, o bu yıl bizden küskün ve muğber olarak ayrılıyor. Zira bu yıl geçen yıllardan daha çok günah işledik. Gelecek yıl günahlarımız daha ziyade artacak. Zira devirler değişiyor. Devirlerle beraber gönüller de değişiyor. Gitgide hepimizden Allah korkusu kalkıyor. Peygamberin emrine itaat azalıyor. Birtakım bidatler eski adetlerin yerini tutuyor. Ahkâm-ı Kur’âniye yerine birtakım batıl kitaplara itikat ediliyor. Gençlerimizde ulü’l-emre itaat kalmadı. Büyüklerimizin kalbinde sıdk ve hulûstan, şefkat ve merhametten eser yoktur. Ey din kardeşlerim, günahlarımız başımızdan aştı. Mübarek ayın huzur-ı Rab’de bizim için şefaate yüzü kalmadı. Vay halimize, vay halimize!..”(İkdam, 26 Ramazan 1338/14 Haziran 1920)

Yakup Kadri, cemaatin “Allah, Allah! Allah, Allah!” diyerek hıçkıra hıçkıra ağladığını, kendisinin de ‘ömrünün sonuna kadar Allah’ın emirlerine bağlı kalacağına ahdettiğini’ ama sonra bu sözünü tutamadığını anlatır ve ekler:

“Fakat çocukluğumdaki ahitlerin birçoğu gibi bittabi bunu da tutmadım. Sıtmalı bir gençlik rüzgârı, devrin girdaplarıyla karışarak bende iyi, saf ve masum ne varsa aldı götürdü. ‘Ben’ derken biliniz ki mensup olduğum nesil namına söz söylüyorum. Bu neslin hiçbir şeye itikadı yoktu ve ihtirasları sonsuz idi. Mihver-i hareketi ya bir kin ya bir arzu idi. Kalbi genişlemiş bir mideye benzerdi. Ne verseniz doymayacak gibi görünürdü… Dinî hayata karşı mübalâtsızlığı (aldırmazlığı) ise şerefli bir şey sanırdık. Namaz kılmayı bilmiyoruz demeyi âlimane bir söz, alenen oruç yemeyi kahramane bir hareket sayardık…

…Yirminci asır bizi aldattı ve Ramazan ayları bize küstü. Şimdi ne yapmalı? Nereye gitmeli? Dün gece odamın penceresinden minarelerdeki “Elveda” seslerini dinlerken birdenbire çocukluğumun Ramazan sonlarına doğru gönlümü kaplayan o eski hüznüne düştüm ve o küçük camideki beyaz sakallı hocanın sözlerini ve ondan sonra gençliğimin ilk devresini teşkil eden o kıymetsiz, o adi ve kaba yılları hatırladım. ‘Çocukluğumdaki son vaazı dinlediğim günden bu son Ramazan’a kadar geçen zaman zarfında dünyaya ve ahirete layık ne yaptık ne işledik?’ diye kendi kendime sordum. Arkamızda bıraktığımız bu uzun yolda şüpheden, tereddütten, yeis ve elemden, tatmin edilmemiş iştihalardan ve bir sürü küfür ve isyandan başka ne var? Yüksek, asil ve ulvî sıfatlarına müstahak nasıl bir eser bıraktık? Bugüne kadar bütün ömrümüzün hulasa-i manası hep sur ve şûriş, hep fitne ve nifak değil midir?

Elveda ey Ramazan, elveda! Asır bizi aldattı, sen bize küstün. Halimiz ne olacak? Nerede şifa, nerede gufran bulacağız? Bu yıl milyonlarca Müslüman’ın gözlerinden çeşmelerden akan sular gibi yaşlar boşanıyor. Senelerden beri çeşmelerden akan sular gibi milyonlarca Müslüman’ın damarlarından oluk, oluk kanlar aktı. Bu yaşlar, bu kanlar günahlarımızı silmeye hâlâ kâfi gelmiyor mu?” (a.g.m.)

İbn Haldun, “geçmişler geleceğe suyun suya benzediği kadar benzer” der. Yakup Kadri’nin tasvir ettiği 1920’lerin gençliği ile 2020’li yılların gençliği ne kadar da birbirine benziyor! Üstelik Müslümanların gözyaşları da damarlarından akan kanlar da aynı… Bir farkla ki; günümüzün Müslüman toplumlarında ve özellikle bizde seküler hayat tarzı, -Aliya İzzetbegoviç’in tespitiyle- ‘hiçbir alternatif bırakmayacak derecede yaygınlaştı, Müslüman hayatının en mahrem alanlarına kadar sızdı ve her şeyin normal karşılandığı izafi, kaygan, belirsiz bir ortama’ vücut verdi… Son seçimi belirleyen işbu tehlikedir vesselam.

Ramazan ayının ve ömrümüzün kalan günlerinde samimi tövbeler edip ateşten azat olmak duasıyla…

QOSHE - Muhasebe Vakti - Abdullah Yıldız
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Muhasebe Vakti

31 4
02.04.2024

“Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ise Cehennem ateşinden kurtuluş” olan (Camiu’s-Sağîr, 2818) Şehr-i Ramazan’ın sonu göründü… Önümüz Bayram… Ramazan’ın sonlarına doğru mümin gönüllere bir tür hüzün çöker; bu mübarek ayı yeterince değerlendirememenin hüznü… Yakup Kadri Karaosmanoğlu mübarek ayın bizden razı olmadan çekip gittiği hissiyatını -bir muhasebe niteliğinde- dillendirir, “Veda Geceleri” başlıklı makalesinde. Bir küçük camide beyaz sakallı küçücük bir ihtiyar hoca vaaz etmektedir:

“- Ey din kardeşlerim! İşte Ramazan-ı Şerif’in sonuna eriyoruz. Mübarek ay bizi terk edip gidiyor. Fakat bana öyle geliyor ki, o bu yıl bizden küskün ve muğber olarak ayrılıyor. Zira bu yıl geçen yıllardan daha çok günah işledik. Gelecek yıl günahlarımız daha ziyade artacak. Zira devirler değişiyor. Devirlerle beraber gönüller de değişiyor. Gitgide hepimizden Allah korkusu kalkıyor. Peygamberin emrine itaat azalıyor. Birtakım bidatler eski adetlerin yerini tutuyor. Ahkâm-ı Kur’âniye yerine birtakım batıl kitaplara itikat ediliyor. Gençlerimizde ulü’l-emre itaat kalmadı. Büyüklerimizin kalbinde sıdk ve hulûstan, şefkat ve merhametten eser yoktur. Ey din kardeşlerim, günahlarımız başımızdan aştı. Mübarek ayın huzur-ı Rab’de bizim için şefaate yüzü kalmadı. Vay halimize, vay halimize!..”(İkdam, 26 Ramazan 1338/14 Haziran 1920)

Yakup Kadri, cemaatin “Allah, Allah! Allah, Allah!”........

© Yeni Akit


Get it on Google Play