Değerli kardeşlerim; bilindiği gibi imanın şartlarından “Amentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusulihi” diyerek biz Müslümanlar olarak öncelikle Cenab-ı Hakk’ın birliğine inanır, İslam’ın ve imanın şartları kabul ederiz (Dil ile ikrar kalb ile tasdik). İmanın şartlarından biri de Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği bütün kitap ve suhuflara iman etmektir. Sayıları kesin olarak Hz. Allah (CC) tarafından bilinen bütün peygamberlere iman ederiz. Ulul azim peygamberlerden olan Hz. Musa’ya (AS) ve ona inen Tevrat’a iman ederiz. Hz. İsa’ya (AS) ve ona inen İncil’e iman ederiz. Hz. Davud’a (AS) ve ona inen Zebur’a imanımız vardır. İnsu cinnin peygamberi son peygamber Peygamber Efendimiz Muhammed’e (SAS) ve ona inen son kitap kitabımız Kur’an-ı Kerim’e iman ederiz. İman ve İslam şartlarından birini inkâr eden Müslüman olamaz. O bakımdan bizler Hz. Musa’ya da Hz. İsa’ya da onlara inen tahrif olmamış hak kitaplara iman ederiz.

Bilindiği gibi tarih boyunca Yahudiler, İspanya, Rusya ve Almanya’da çeşitli zulüm ve soykırımlara tabi olmuşlar. Fırınlarda yakılmışlar (Münih’teki fırınları ve gaz odalarını bizzat tüylerim diken diken olarak ve ürpererek gezdim). Tarihte bütün dünyanın reddettiği Yahudilere Türkler sahip çıkmışlardır. Peki, Yahudiler bunun karşılığının Türklere nasıl ödemişler? Bildiğiniz gibi Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak ve hilafeti kaldırmakta başrol oynadılar. 1948 yılından beri Filistinlilere kan kusturup, bir nevi soykırım uyguluyorlar. Burada Peygamber Efendimizin (SAS) bir hadis-i şerifine meseleyi iyice anlayabilmemiz için yer vermek istiyorum: “İtteki şerre men ehsente ileyhi in kane leimen” yani “İyilik ettiğin insanın cibilliyet, mayası, kanı bozuk ise ondan kendini koru”. Bir Arap atasözünde de şöyle söylenir: “Küçük bir kelp yavrusunu aldım. Baktım, büyüttüm. Ne zaman büyüyüp bir köpek oldu o zaman da ayağımı ısırdı”. Tüm dünyada Yahudilerin durumu bu. Kendilerinden başka insan tanımıyorlar.

KISACA OLARAK YAHUDİLERE TÜRKLERİN YAPTIKLARI İYİLİKLERE BAKALIM:

Osmanlı'nın kurucusu Osman Bey'in oğlu Orhan Bey 1326'da Bursa'yı fethettiği zaman, savaş sebebiyle şehirden kaçan Yahudiler, savaş sonunda geri döndüler. Orhan Bey ve kardeşi Alâeddin, sanayi, ticaret ve maliyede başarılı olduklarına inandıkları Yahudilere özel ilgi gösterince Şam ve Bizans'tan da birçok Yahudi bu topraklara göç etti. Yahudilerin din ve geleneklerini rahatça sürdürebilmek için kendilerine ait bir mahalle edinme arzusuna Orhan Bey sıcak bakınca bir Yahudi mahallesi kuruldu ve bu mahalle diğer Yahudi mahallelerine örnek teşkil etti. Yahudiler Bursa'nın yanı sıra ülkenin her yerinde mülk ve tarla sahibi olabiliyordu; bunun karşılığında, dinî görevi olan veya hükûmette çalışanlar dışındakiler "haraç" adı altında vergilerini ödüyorlardı. 1354'te Gelibolu, 1360'ta Ankara, 1361'de Edirne, 1422'de İzmir, 1430'da Selanik ve 1453'te İstanbul fethedilince, bu şehirlerdeki Yahudiler ülke genelindeki Yahudi nüfusunu da artırmış oldu. Edirne'deki Yeşiva (Yahudi din okulu), ülkenin her yerindeki Yahudi öğrenciler için bir eğitim ve kültür merkezi oluşturdu. II. Bayezid döneminde, 1492'de gerçekleşen Osmanlı topraklarına toplu Yahudi göçü dışında başka toplu göçler de gerçekleşmiştir. Örneğin 1376'da Macaristan'dan, 1394'te Fransa'dan, 15. yüzyılın başında Sicilya'dan, 1420'de Venedik'ten ve 1470'te Bavyera'dan kovulan veya kaçan Yahudiler, kurtuluşu Osmanlı topraklarına sığınmakta bulmuştur.

FATİH SULTAN MEHMED DÖNEMİ (1451–1481):

İstanbul fethedildiğinde Haliç'in iki yakasında da Yahudiler ikamet ediyordu. Fatih Sultan Mehmet, Yahudilere güven duyduğundan şehirdeki Yahudi nüfusunu artırmak için Anadolu'daki Yahudi cemaatlerine mektup gönderip onları İstanbul'a davet etti. Mora'nın fethinden sonra yarımadadaki Yahudiler de İstanbul'daki dindaşlarına katıldı. Ayrıca, Evliya Çelebi'nin aktardığına göre; Edirne'den İstanbul'a yerleşen Yahudiler el Mahallet ul-Yahudiyin el-Edirneviyin isimli semtte yaşamaktaydı. Fatih, İstanbul kuşatması sırasında bir fermanla, Yahudiler iş birliğinde bulunursa din ve vicdan özgürlüğü tanıyacağını, eski sinagogların onarılacağını, yeni ibadethanelerin kurulması yasak olduğu için evlerin ibadethaneye çevrilmesine izin vereceğini bildirdi. Kanuni Sultan Süleyman'ın (1534), II. Selim ve II. Murad'ın buyrukları, üç şeyhülislamın fetvaları, III. Mehmed'in fermanı ve bu fermanın 1694, 1744 ve 1755'teki teyitleri, Fatih'in Yahudilere verdiği sözü yinelemekte ve yenilemektedir. Fermanda bahsedilen Yahudi işbirlikçiler, büyük ihtimalle Haliç'in kuzeyinde yani Galata'da ikamet eden Yahudilerdi; zira Haliç'in güneyinde yani Bizans surları içinde bulunan Yahudilerin, fiilen yardım etme güçleri yoktu. Haliç'in kuzeyi Cenevizlilere bırakılmış özerk bir şehir olduğundan, buradaki Yahudilerin Bizans ile bir bağları yoktu, dolayısı ile buradaki Yahudilerin Fatih'e yardım etmesi için bir engel bulunmamaktaydı. Millet sisteminde Yahudiler diğer azınlıklarla aynı kapsamda düşünülmüşlerse de özellikle 15 ve 16. yüzyıllarda teorik statü ile uygulama farklı idi. Osmanlılar Yahudileri, Hristiyanlara nazaran kendilerine daha yakın görmekteydi; bunun sebebi hem iki din arasındaki benzerlik hem de Hristiyan Avrupa'nın Osmanlılara karşı verdiği mücadeleydi. II. Mehmed bir süre sonra Yahudileri birtakım vergilerden muaf tutmuştur.

OSMANLI ZOR DURUMDAKİ YAHUDİLERİ KABUL EDEREK İSLAM VE TÜRK GELENEĞİNİ DEVAM ETTİRMİŞTİR:

Katolik Hristiyanların Müslümanlardan daha çok Yahudilerden nefret ettiğini söyleyen Şeyban, o dönemde Yahudilerin yapıp ettikleri ile bütün kötülüklerin kaynağı olarak görüldüğünü hatırlattı. İspanya'daki kraliçe İsabella yönetimindeki devletin Yahudilere karşı ön yargılı olmalarının sebebinin, kendilerinden farklı bir dine mensup olmaları olduğunu dile getiren Şeyban, "Katolikler kendilerinden olmayana karşı tahammülsüzdür. Sadece Yahudilere karşı değil, Endülüs’ün düşüşünden sonra iç içe yaşadıkları Endülüs Müslümanları Müdeccenlere karşı da benzer katı tutumu benimsemişlerdir. 1492-1609 arasında yaşanan "Müslüman soykırımı" sürecinde Müdeccenlere de devlet eliyle çok daha büyük bir baskı ve "soykırım" yapıldı. O dönemde Endülüs'te 850 bin kadar Müslüman vardı. Bu halkın büyük kısmı önce din değiştirmeye zorlandı, sonra 1501 yılından itibaren farklı aralıklarla ve en son 1609-1614 yıllarında son Büyük Sürgün'e maruz kaldılar. Bu süreçte önemli bir kısmı engizisyon marifetiyle işkence altında katledildi. Yahudi sürgününü konuşurken çok daha büyük bir trajedi olan Endülüs Müslümanlarının yaşamış oldukları bu acıları da göz ardı etmememiz gerekir" diye konuştu. "Sultan II. Bayezid tüm eyalet yöneticilerine hitaben yayınladığı emirnamede: 'İspanya Yahudilerini geri çevirmek şöyle dursun tam bir içtenlikle karşılanmalarını, aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını' buyurmuştur. Bunun üzerine Piri Reis’in amcası Kemal Reis kumandasındaki bazı Osmanlı kadırgaları, Kadiz ve Sevilya limanlarında bekleyen Yahudileri Osmanlı topraklarına taşımaya başlamışlar ve ilk cemaatler İstanbul, Edirne ve Selanik'te örgütlenmişlerdir. Ayrıca Manisa, İzmir, Bursa, Gelibolu, Amasya gibi yerlere yerleştirilmişlerdi. "Osmanlı millet sistemi, genel olarak gayrimüslimlerin ve özel olarak Yahudilerin kendi toplum bütünlüklerinden ve dini-etnik kimliklerinden vazgeçmeksizin devletin siyasal ve ekonomik işleyişinde etkin rol oynamalarına ve devlet kademelerinde üst düzeylere çıkmalarına imkân tanımıştır. Bunun yanında bankacılık, ticaret, liman ve gümrük idaresi, silah üretimi, dokumacılık ve dericilik konularında deneyimli olan, matbaa tekniğini beraberlerinde getiren İber Yahudilerinin Osmanlı topraklarına yerleşmesiyle birlikte İstanbul, 16. yüzyılın ikinci yarısında Yahudilerin yoğun biçimde yaşadığı Selanik ve Safed'in yanı sıra en önemli Yahudi merkezi haline gelmiştir. Siyasal alanda ise kendi imkânlarıyla sivrilen Yahudilerden başka Nasi, Acıman ve Eşkenazi gibi önemli Yahudi ailelerinin fertleri elçilik, mali işler sorumluluğu, eyalet yöneticiliği, sarrafbaşılık ve II. Murad'dan itibaren süregelen bir uygulama ile saray hekimliği ve danışmanlık gibi görevlere getirilmiştir. Osmanlı hanedanının kadın üyelerine danışman olarak hizmet veren üst düzey Yahudi kadınları da devlet siyasetinde etkili olmuştur." (Alıntı İbni Haldun Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Harmanın mülakatından).

Almanya’nın Münih kentinde Yahudilerin yakıldıkları gaz odalarına dolduruldukları müzeyi gezerken orada bulunan kalın hatıra defterine yanımda Merhum Nihat TARHAN Hoca Efendi varken yazmıştım. Hatta Nihat Hoca bana: “Ali Hoca sen güzel yazılar yazıyorsun bu deftere de güzel bir yazı yaz” demişti. Yazdığım yazının altına sonra Nihat Hoca da imzasını atmıştı (Allah rahmet eylesin). Aklımda kaldığı kadar Münih’teki Yahudilerin gaz odalarına doldurulup yakıldıkları o müzenin hatıra defterine Türkçe olarak şunları yazmıştım: “Yahudilere uygulanan bu soykırımı, bu vahşeti, insanlık dışı bu katliamı şiddetle kınıyorum. Ancak tarih tekerrürden ibarettir. Gün gelir bugün Filistin’de akıl almaz zulümler ve soykırıma imza atan, acımasızca canlara kıyan Yahudiler dedelerinin geçmişte yaşadıkları sürgün, zulüm ve işkenceleri yeniden kendileri veya çocukları yaşayabilirler. O bakımdan mutlaka kan dökmeye son vermelidirler. Dili, dini, ırkı ne olursa olsun tüm insanlar değişik din, mezhep, renk ve dillere sahip olan insanlar nerede ve nereli olurlarsa olsunlar fani dünyanda karşılıklı saygı ve sevgi içinde yaşayarak gelecek kuşaklara yaşanabilir kansız, barutsuz bir dünya bırakmaya çalışmalıyız. Yeryüzünde zulüm ile devam eden hiçbir devlet ve millet yoktur”.

Cümleniz Mevla’ya emanet olunuz.

QOSHE - Türklerin Yahudileri himaye etmesi… - Ali Sandıkçıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türklerin Yahudileri himaye etmesi…

24 5
04.11.2023

Değerli kardeşlerim; bilindiği gibi imanın şartlarından “Amentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusulihi” diyerek biz Müslümanlar olarak öncelikle Cenab-ı Hakk’ın birliğine inanır, İslam’ın ve imanın şartları kabul ederiz (Dil ile ikrar kalb ile tasdik). İmanın şartlarından biri de Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği bütün kitap ve suhuflara iman etmektir. Sayıları kesin olarak Hz. Allah (CC) tarafından bilinen bütün peygamberlere iman ederiz. Ulul azim peygamberlerden olan Hz. Musa’ya (AS) ve ona inen Tevrat’a iman ederiz. Hz. İsa’ya (AS) ve ona inen İncil’e iman ederiz. Hz. Davud’a (AS) ve ona inen Zebur’a imanımız vardır. İnsu cinnin peygamberi son peygamber Peygamber Efendimiz Muhammed’e (SAS) ve ona inen son kitap kitabımız Kur’an-ı Kerim’e iman ederiz. İman ve İslam şartlarından birini inkâr eden Müslüman olamaz. O bakımdan bizler Hz. Musa’ya da Hz. İsa’ya da onlara inen tahrif olmamış hak kitaplara iman ederiz.

Bilindiği gibi tarih boyunca Yahudiler, İspanya, Rusya ve Almanya’da çeşitli zulüm ve soykırımlara tabi olmuşlar. Fırınlarda yakılmışlar (Münih’teki fırınları ve gaz odalarını bizzat tüylerim diken diken olarak ve ürpererek gezdim). Tarihte bütün dünyanın reddettiği Yahudilere Türkler sahip çıkmışlardır. Peki, Yahudiler bunun karşılığının Türklere nasıl ödemişler? Bildiğiniz gibi Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak ve hilafeti kaldırmakta başrol oynadılar. 1948 yılından beri Filistinlilere kan kusturup, bir nevi soykırım uyguluyorlar. Burada Peygamber Efendimizin (SAS) bir hadis-i şerifine meseleyi iyice anlayabilmemiz için yer vermek istiyorum: “İtteki şerre men ehsente ileyhi in kane leimen” yani “İyilik ettiğin insanın cibilliyet, mayası, kanı bozuk ise ondan kendini koru”. Bir Arap atasözünde de şöyle söylenir: “Küçük bir kelp yavrusunu aldım. Baktım, büyüttüm. Ne zaman büyüyüp bir köpek oldu o zaman da ayağımı ısırdı”. Tüm dünyada Yahudilerin durumu bu. Kendilerinden başka insan tanımıyorlar.

KISACA OLARAK YAHUDİLERE TÜRKLERİN YAPTIKLARI İYİLİKLERE BAKALIM:

Osmanlı'nın kurucusu Osman Bey'in oğlu Orhan Bey 1326'da Bursa'yı fethettiği zaman, savaş sebebiyle şehirden kaçan Yahudiler, savaş sonunda geri döndüler. Orhan Bey ve kardeşi Alâeddin, sanayi, ticaret ve maliyede başarılı olduklarına inandıkları Yahudilere özel ilgi gösterince Şam ve Bizans'tan da birçok Yahudi bu topraklara göç etti. Yahudilerin din ve geleneklerini rahatça sürdürebilmek için kendilerine ait bir mahalle edinme arzusuna Orhan Bey sıcak bakınca bir Yahudi mahallesi kuruldu ve bu mahalle diğer Yahudi mahallelerine örnek teşkil etti. Yahudiler Bursa'nın yanı sıra ülkenin her yerinde mülk ve tarla sahibi olabiliyordu; bunun karşılığında, dinî görevi olan veya hükûmette çalışanlar dışındakiler "haraç" adı altında vergilerini ödüyorlardı. 1354'te Gelibolu, 1360'ta Ankara, 1361'de Edirne, 1422'de İzmir, 1430'da Selanik ve 1453'te İstanbul fethedilince, bu şehirlerdeki Yahudiler ülke genelindeki Yahudi nüfusunu da artırmış oldu. Edirne'deki Yeşiva (Yahudi din okulu), ülkenin her yerindeki Yahudi öğrenciler için bir eğitim ve kültür merkezi oluşturdu. II. Bayezid döneminde, 1492'de gerçekleşen Osmanlı topraklarına toplu Yahudi göçü dışında başka toplu göçler de gerçekleşmiştir. Örneğin 1376'da........

© Yeni Akit


Get it on Google Play