AÇIKLAMA: Bu yazıyı okulların açıldığı hafta hazırlamıştım. Ancak Gazze’de İsrail vahşeti başlayınca birkaç haftadır Gazze ile alakalı yazılar yazdım. İki bölüm halinde hazırladığım yazının birinci bölümünü yayınlıyor ve siz değerli kardeşlerimin affına sığınarak, anlayışla karşılayacağınızı ümit ederek özür diliyorum.

Öncelikle 2023 -2024 eğitim ve öğretim yılının öğrencilerimize, öğretmenlerimize, velilere, millet ve memleketimize hayırlı, uğurlu olmasını, eğitim yılının başarılı bir şekilde geçmesini en samimi bir şekilde temenni ederim. Dünyada en kolay şey tenkit etmektir. “Ben olsam şöyle yapardım”, “Ben olsam böyle yapardım” diye. Niyetimiz kuru bir tenkit değildir. İyi niyetle ve samimi olarak eğitim camiamızdaki, bazı noksanlıklara işaret etmeye çalışmaktır. Ebetteki her devletin kendine göre yasaları, politikaları, örfleri, adetleri, gelenek ve görenekleri olur. Türk devletinin kökleri asırlar öncesine dayanır. Türkler dünya sahnesinde nice devletler ve imparatorluklar kurmuş bir millettir. Şimdiki devletimiz tabir caiz ise; o devletlerin külleri üzerinden nice şehit kanları akıtılarak yeniden doğmuştur. İnşallah dünya üzerindeki bütün düşmanlarımızın hileli planlarının hiçbirisi tahakkuk etmez. Devletimiz ebede kadar devam eder. Ülkemizde ezanlarımız okunur. Al bayrağımız dalgalanır. Birlik, beraberlik kardeşlik ve huzur içinde evlatlarımız yaşar giderler.

BİLİNDİĞİ GİBİ:

“Bugünkü milli eğitim sistemimiz hukuki dayanakları itibarı ile 3 Mart 1924 tarihli tevhid-i tedrisat kanununa dayanırsa da fikir olarak, bizde Avrupa modeli okulların açılış tarihi olan 1734’lere kadar uzanır. Bu bakımdan bugünkü eğitim sistemimizi, garplılaşmanın bir parçası ve devamı olarak mütalaa etmek durumundayız. Mart 1340/1924’te çıkartılan ve 14 maddeden ibaret olan 929 sayılı kanunla “Muamelat-ı nasa dair ahkâmın teşri ve infazı” büyük millet meclisi ve onun teşkil ettiği hükümete verilmişti. Şeriye ve evkaf vekaleti kaldırılarak dini işler diyanet işleri reisliğine, vakıflar da başvekalete bağlanmıştır. Aynı tarih ve 430 sayılı tevhidi tedrisat kanunu ise, milli eğitimimize yeni bir şekil veya yön vermiştir. Buna göre:

1- Türkiye dahilindeki bütün müesseatı ilmiye ve tedrisiye maarif vekaletine bağlıdır.

2- Şer’iyye ve şeriat esasları ile meşgul vekalet ile evkaf vekaletini veyahut umum vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medreseler ve mektepler maarif vekaletine devir ve rabt edilmiştir.

14 madde olarak çıkartılan yasanın 10. Maddesi ise aynen şöyledir: “10 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı kanunla, 1924 tarihli teşkilat-ı esasiye kanunundan “Türk devletinin dini İslam’dır” ibaresi çıkartılmış, nihayet 3.2.1937 gün ve 3115 sayılı kanunla laiklik prensibi anayasaya girmiştir. Bu tarihten itibaren laikleşen devlet bütün müesseselerinde bu prensibe göre tanzime başlamıştır ki, milli eğitimde bu tarihten itibaren laik bir anlayış hâkim olmaya başlamıştır.” (Laikiz diye diye nice Müslümanlara geçmişte maalesef ne zulümler yapılmış, Müslümanlar dinlerinin icaplarını yerine getirememiş, çocuklarına inandıkları dinlerinin ahkâmını huzurlu bir şekilde öğretememişler. Dini tedrisat veren, Kur’an-ı Kerim’i okutan, hatta Arapça aslı ile ezan okuyan çok sayıda Müslüman ve hoca efendilere: Laik ve ceberrut kafalı insanlar hemen enselerine binmiştir. Türlü türlü eziyetler yapıp, mahkeme ve hapishanelerde süründürmüşlerdir. (Ülkemizde laikliği bir nevi dinsizlik gibi kullanmışlar. Ancak bu dine düşmanlık sadece Müslümanlara tatbik edilmiş, gayrimüslimler serbest bırakılmış, onlar istedikleri gibi kendi çocuklarına dinlerini hiçbir yasak ve baskı görmeden öğretmişlerdir.) 9.7.1961 tarih ve 334 sayılı kanun Anayasa) ise, ikinci maddesinde: “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan milli, demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletidir” denildiği gibi 19. Maddesinde: “Din eğitimi ve öğretimi ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır” denilmektedir (Milli Eğitim ve Kültür, Mart 1980, Sayı:6, S. 36-37, Dr. Cahid Baltacı).

Bir millet için milli eğitim can damarı mesabesindedir. Eğitim sistemi bozulur, yozlaşır, kendi milli tarihinden ve manevi köklerinden koparsa; öyle bir sistemdeki, eğitimin yetiştireceği insanların ülkelerine pek faydası olmaz. Sadece dışarıya özenilen behimi bir aşayiş tarzını sürdürmek isterler. (Köklerine bağlı bütün eğitim camiasındaki değerli insanlarımızı tenzih ederiz) Lütfen Taksim olaylarını bir düşünelim. Keza 15 Temmuz alçak kalkışmayı bir düşünelim. Bu alçaklıkları tertip edenler bu ülkenin evlatları değil miydi? Bir devletin kendi okullarında okuyan gençler nasıl kendi devletine düşman olurlar?... Hiç düşündünüz mü? Bunlar bu ülkenin okullarında eğitim görmediler mi? “Bir toplumda maddi ve manevi kültür değerleri arasında ahenk bozulursa sosyal krizler doğar ve sosyal çözülme başlar. Türkiye’nin durumu bugün böyle bir görünüm vermektedir. Bu durumun en büyük sorumlusu: Milli Eğitim Bakanlığının eğitimin görevini tam olarak milletin bünyesine uygun bir şekilde yapamamasıdır. Çünkü eğitim “Milli varlığın bir vasıtasıdır.” Ve temel fonksiyonu yetişen nesillere ve bütün topluma milli kültürü kazandırmaktır. Hızlı sanayileşme, şehirleşme, ihtisaslaşma, demokratik ve siyasi gelişmeler sonucu vuku bulan kültür değişmelerini yakından takip etmek, kültür değerleri arasında devamlı denge koyucu tedbirler almak ve toplumu milli kültür bütünlüğü içinde tutmak eğitimin görevidir. Türkiye’de eğitim toplumun gelişmesine ve ihtiyaçlarına ayak uyduramamış, zamanın gerisinde kalmış ve görevini yapamamıştır. Eğer eğitim kendine düşen görevi yapabilseydi memleket bugün içinde bulunduğu duruma düşmezdi.” (Milli Eğitim ve Kültür Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 8, S. 105, Kemal Or).

Milli eğitimimiz hakkında konunun uzmanları, ihtisas sahibi eğitimciler, usta kalemler tarafından tenkid ve yol gösterme babında çok yazılar yazılmıştır. Hepsini buraya almamız elbette ki imkânsızdır. Ancak konu ile alakalı Üstad Necip Fazıl’ın bir yazısının kısa bir bölümüne burada yer vermek isterim: “Necip Fazıl, 17 Kasım 1939’da yazdığı “Maarif Meselemiz-2” isimli yazısında, kökü Şarka ve İslâm ideolojisine bağlı Türk cemiyetinin, “Avrupalılaşmak diye bir hadise karşısında kaldığı günden beri” eğitim sorunlarının büyük bir mesele olarak karşısına çıktığını söyler (2010:140). Aynı yazısında eğitim problemlerinin keyfiyetini, Millî Eğitim Bakanlığı’nın mahiyeti ile ilgili olduğunu düşünür. Çünkü “Kök davası tamamıyla müşahhas olan öbür vekâletler arasında, kök davası tamamıyla mücerret olan Maarif Vekaleti ya rejimin yüzünü güldürücü bir kahramana yahut da işi oluruna bırakıcı bir vurdumduymaza muhtaçtı… Nitekim seri halinde ikinci soydan mümessillere sahip olmuş ve becerikli vekâletler manzumesi içinde ikincisini temsil ede gelmiştir” (2010:140-141). Ona göre maarif meselesinin kökünü ve çapını idrak etmiş insanlar birer büyük kahramandır. Türk eğitiminin her şeyden önce bu kahramanlara ihtiyacı vardır. Görüldüğü gibi eğitimle ilgili ilk temel meselenin sistem ve başka sebeplerden aranmasından ziyade, insanda aranması gerektiğini düşünür. Ancak bu sorunu ortaya çıkaran, eğitimin diğer sorunlarıdır. Başlangıcında bugüne Milli Eğitim Bakanlığı makamına gelen bir evvelki bakının getirdiklerini bozdu. Kendine göre yeni prensipler koydu… Böylece milli olması gereken bakanlık bir nevi ideolojilerin sahne aldığı “Yazboz tahtasına” döndü. (Necip Fazıl’ın yazılarında eğitim sorunu Abdullah Şengün). Milli bütçemizden en büyük paylardan birini alan Milli Eğitim Bakanlığı ne hikmetse milletimizin kan grubuna uygun insanları istenilen düzeyde yetiştiremiyor. Yetiştiremedi. Baktığımız zaman; yırtık kont panolunu giyen kızlar ve erkek öğrenciler… Saçını birkaç renge boyatan gençler, acayip şekilde tıraş olan gençler, dövmeliler, küpeliler kendi tarihini bilmeyenler… Vatanına düşman, bayrağına düşman, terör olaylarına karışan bir sürü genç. Hep ülkemizdeki okullarda eğitim almadılar mı? Hele insafla bir düşünelim, kendi ecdadına, kendi tarihine, kendi şehidine, kendi gazisine bizim okullarımızda yetişip düşman olan bir başka ülke genci var mıdır?... Neden bir insan kendi askerine, kendi polisine, kendi öğretmenine, kendi en yakınına kurşun sıkar?... Kendi anasına, babasına, tarihen düşman olur?.. Elbette ki maneviyatı inkâr eden, milli ruhtan mahrum, materyalist eğitimin tabii sonucu bu olacaktır. Siz elma ağacından portakal, mandalina ağacından armut toplayabilir misiniz?... Yıllarca bizlere yalancı takma isimlere yazdırılan tarih kitaplarını okuttular. Tarihimizi devamlı kötülediler… Süt havuzlarında kızlar oynatan padişahlardan, içki içen, vatan satan padişahlardan bahsettiler… Mesela yakın zamana kadar hiçbir tarih kitabımız “Kutulamare” zaferinden bize bahsetmediler. Bizlere kurbağanın iç organlarını, balığın solungaçlarını ezberlettiler. Deneye dayalı bir eğitim vermediler. Habire Avrupa’yı, onların yozlaşmalarını ballandıra ballandıra bizlere anlattılar. Bize ait ne varsa hepsini kötülediler. Dünya ülkelerinde bütün insanlar birçok yabancı dil bilirken bizlere yabancı dil öğretmediler. Bırakın yabancı dili Türkçemizi bile bozdular. Bugün dede ile torun anlaşamaz hale geldi. “Bu milletin efendisi köylüdür” dediler. Ancak köylü çocuklarının yüksek tahsil yapmalarına imkân vermediler. “Size ne lazım okul? Siz çiftçi olun, işçi olun dediler.” Milletimizin gençlerinin gelecekleri ile oynadılar, önlerini kestiler. Bu esnada hep ecdadımızı kötülediler. Bizleri ecdadımızdan kopardılar. Hep kahraman ecdadımızı kötületip, bizlerde bir batı hayranlığı uyandırdılar… Bugün ortaokulda, lisede, üniversite olan birçok genç kız ve erkeğimiz batı hayranı. Kendi doğup büyüdüğü ülkesinden nefret eden durumda… “Kangren haline gelen eğitim sistemi değiştirilmediği müddetçe bu ülkenin çocuklarını başkalaştırmaya ve mankurtlaştırmaya devam edecek. Köklü değişim olmadığı sürece köksüz eğitim, evlatlarımızı bütün değerlerimize yabancılaştıracak. Dünyanın hiçbir ülkesinde benzeri olmayan bir durumla karışı karşıyayız. Hiçbir devlet kendi okulundan bizdeki kadar kendisine düşman yetiştirmemiştir. Bu işte bir tuhaflık yok mu? Bu devletin ekmeğini yiyen, okulun da okuyan memleket çocukları nasıl Türkiye düşmanı olabiliyor? Karabağ meselesinde Ermenilere ağıt yakanlar nerede yetişti? Kıbrıs davasında Rumlara alkış tutanlar nerede eğitim gördü? Askerlerimizin şehadetine sessiz kalıp, PKK’lı teröristlere gözyaşı dökenler hangi okullardan mezun oldu? Türkiye-Yunanistan ihtilafında Yunan şarkıları söyleyenler, İngiltere’ye, Amerika’ya manda olmayı bağımsız kalmaya tercih edenler, bu yanlış sistemin sıralarında yetişmedi mi?” (İnternet, Mahmut Bıyıklı, Haber 7 Yazarı).

DEĞERLİ KARDEŞLERİM:

Bu yazıyı hazırlarken kütüphanemde elime Osmanlıca basılmış bir ilkokul okuma kitabı geçti. İlk ve son sayfaları olmadığı için kitabın tarihini veremiyorum.

Kitabın birinci sayfasında yer alan şiir benim çok dikkatimi çekti.

Çocuklara neyi öğretmeye çalışıyorlardı. Sizlerle paylaşmak isterim.

Lütfen dikkatle okuyalım. Her zaman bize kötülenen o şerefli ecdadımızın ufukların ne kadar açık ve geniş olduklarını düşünelim:

“Ne paşayız biz ne beyiz,

İlme âşık talebeyiz,

Ayrı gayri ne bilmeyiz……

Farkımız yok, biriz. Eşiz.

Hep mektebli, hep kardeşiz.

Beşiğimiz bu topraktır

Bayrağımız bir bayraktır

Ayrılık bizden ıraktır…….

Farkımız yok, biriz. Eşiz

Hep Osmanlı, hep kardeşiz.

Yaratmış bizi yaradan

Bir anadan, bir babadan

Aynı toprak, aynı vatan…

Farkımız yok, biriz. Eşiz

Hep insanız, hep kardeşiz!..”

Bu şiirden sonra kitapta okuma parçası olarak “Vucudu bari” anlatılıyor… Sayın Milli Eğitim Bakanımız, milli eğitim sistemimizi inşallah “Yazboz tahtası olmaktan” kurtarır. Ülkemiz için hayırlı hizmetlerde bulunur. Sayın Bakanımızdan istirhamımız; gencecik çocukları kitap hamalı olmaktan kurtarması. Mümkün olduğu kadar da ev ödevlerinin azaltılması. Ayrıca koronanın artış gösterdiği şu günlerde özellikle orta ve lise imtihanlarına dışarıdan katılanların eskisi gibi online sistemi ile yapılması için gereken emrin verilmesidir. Sayın Bakanımızdan istirham; Geçen gün orta birinci sınıfa giden torunum Elif’in çantasını aldım. Merdivenin dibine bırakmıştı. Çok ağır geldi bana eve çıktım tarttım tam sekiz buçuk kilo o küçük bedenler bu kadar ağır yükü taşımaya neden mecbur ediliyor. Sayın ilgililerimiz inşallah konu ile ilgilenirler. Cümleniz Mevla’ya emanet olunuz.

QOSHE - Yazboz tahtası gibi… - Ali Sandıkçıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yazboz tahtası gibi…

5 1
25.11.2023

AÇIKLAMA: Bu yazıyı okulların açıldığı hafta hazırlamıştım. Ancak Gazze’de İsrail vahşeti başlayınca birkaç haftadır Gazze ile alakalı yazılar yazdım. İki bölüm halinde hazırladığım yazının birinci bölümünü yayınlıyor ve siz değerli kardeşlerimin affına sığınarak, anlayışla karşılayacağınızı ümit ederek özür diliyorum.

Öncelikle 2023 -2024 eğitim ve öğretim yılının öğrencilerimize, öğretmenlerimize, velilere, millet ve memleketimize hayırlı, uğurlu olmasını, eğitim yılının başarılı bir şekilde geçmesini en samimi bir şekilde temenni ederim. Dünyada en kolay şey tenkit etmektir. “Ben olsam şöyle yapardım”, “Ben olsam böyle yapardım” diye. Niyetimiz kuru bir tenkit değildir. İyi niyetle ve samimi olarak eğitim camiamızdaki, bazı noksanlıklara işaret etmeye çalışmaktır. Ebetteki her devletin kendine göre yasaları, politikaları, örfleri, adetleri, gelenek ve görenekleri olur. Türk devletinin kökleri asırlar öncesine dayanır. Türkler dünya sahnesinde nice devletler ve imparatorluklar kurmuş bir millettir. Şimdiki devletimiz tabir caiz ise; o devletlerin külleri üzerinden nice şehit kanları akıtılarak yeniden doğmuştur. İnşallah dünya üzerindeki bütün düşmanlarımızın hileli planlarının hiçbirisi tahakkuk etmez. Devletimiz ebede kadar devam eder. Ülkemizde ezanlarımız okunur. Al bayrağımız dalgalanır. Birlik, beraberlik kardeşlik ve huzur içinde evlatlarımız yaşar giderler.

BİLİNDİĞİ GİBİ:

“Bugünkü milli eğitim sistemimiz hukuki dayanakları itibarı ile 3 Mart 1924 tarihli tevhid-i tedrisat kanununa dayanırsa da fikir olarak, bizde Avrupa modeli okulların açılış tarihi olan 1734’lere kadar uzanır. Bu bakımdan bugünkü eğitim sistemimizi, garplılaşmanın bir parçası ve devamı olarak mütalaa etmek durumundayız. Mart 1340/1924’te çıkartılan ve 14 maddeden ibaret olan 929 sayılı kanunla “Muamelat-ı nasa dair ahkâmın teşri ve infazı” büyük millet meclisi ve onun teşkil ettiği hükümete verilmişti. Şeriye ve evkaf vekaleti kaldırılarak dini işler diyanet işleri reisliğine, vakıflar da başvekalete bağlanmıştır. Aynı tarih ve 430 sayılı tevhidi tedrisat kanunu ise, milli eğitimimize yeni bir şekil veya yön vermiştir. Buna göre:

1- Türkiye dahilindeki bütün müesseatı ilmiye ve tedrisiye maarif vekaletine bağlıdır.

2- Şer’iyye ve şeriat esasları ile meşgul vekalet ile evkaf vekaletini veyahut umum vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medreseler ve mektepler maarif vekaletine devir ve rabt edilmiştir.

14 madde olarak çıkartılan yasanın 10. Maddesi ise aynen şöyledir: “10 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı kanunla, 1924 tarihli teşkilat-ı esasiye kanunundan “Türk devletinin dini İslam’dır” ibaresi çıkartılmış, nihayet 3.2.1937 gün ve 3115 sayılı kanunla laiklik prensibi anayasaya girmiştir. Bu tarihten itibaren laikleşen devlet bütün müesseselerinde bu prensibe göre tanzime başlamıştır ki, milli eğitimde bu tarihten itibaren laik bir anlayış hâkim olmaya başlamıştır.” (Laikiz diye diye nice Müslümanlara geçmişte maalesef ne zulümler yapılmış, Müslümanlar dinlerinin icaplarını yerine getirememiş, çocuklarına inandıkları dinlerinin ahkâmını huzurlu bir şekilde öğretememişler. Dini tedrisat veren, Kur’an-ı Kerim’i okutan, hatta Arapça aslı ile ezan okuyan çok sayıda Müslüman ve hoca efendilere: Laik ve ceberrut kafalı insanlar hemen enselerine binmiştir. Türlü türlü eziyetler yapıp, mahkeme ve hapishanelerde süründürmüşlerdir. (Ülkemizde laikliği bir nevi dinsizlik gibi kullanmışlar. Ancak bu dine düşmanlık sadece Müslümanlara tatbik edilmiş, gayrimüslimler serbest bırakılmış, onlar istedikleri gibi kendi çocuklarına dinlerini hiçbir yasak ve baskı görmeden öğretmişlerdir.) 9.7.1961 tarih ve 334 sayılı kanun Anayasa) ise, ikinci maddesinde: “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan milli, demokratik laik ve sosyal bir hukuk devletidir” denildiği gibi 19. Maddesinde: “Din eğitimi ve öğretimi ancak kişilerin kendi isteğine ve küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır” denilmektedir (Milli Eğitim ve Kültür, Mart 1980, Sayı:6, S. 36-37, Dr. Cahid Baltacı).

Bir millet için milli eğitim can damarı mesabesindedir. Eğitim sistemi bozulur, yozlaşır, kendi milli tarihinden ve........

© Yeni Akit


Get it on Google Play