Türkiye ve Türk Dünyasında bilinen isimleriyle;

Şeyh Şâmil…

İmam Şâmil…

Mücâhit Şâmil…

Bozkurt Şâmil…

Direnişin lideri, Rus zulmü altında inleyen Müslüman Kafkas halkının önderi, Anadolu’nun ve Türk-İslâm Coğrafyasının efsâne lideri Şeyh Şâmil 1797 senesinde Dağıstan’da Gimri Köyünde dünyaya gelmiş bir Avar Türkü’dür.

Örnek insan Şâmil’in hayatını ve mücâdelesini hepimiz her dâim içimizde yaşamalı, gelecek nesillerimize de anlatmalıyız. Şeyh Şâmil, bizim de Şâm-ı Şerif’te türbesini ziyâret ederek nasiplendiğimiz Mevlânâ Halid’i Bağdadî Hazretlerinin Halife’lerindendir. Zâhirî ve bâtınî çok yönlü bir eğitim alarak, işgâlcilere karşı mücadele edecek donanımlı bir ruhla yetişmiştir.

O; hem müderris, hem de Şeyh olarak işgâl altındaki vatanı için Ruslara karşı başlatılan mücâdeleye katıldı. Bir yandan halka tasavvuf dersleri vererek âhiret hayatına hazırlarken, diğer yandan da işgâlci Rus Ordusuna karşı müritlerini cihada yönlendirdi.

Cihadın başında olan Hamza Bey’in 19 Eylül 1834 yılında bir suikast sonucunda şehit edilmesinden sonra Kafkasya’daki Müslümanlar Şâmil’i İmâm seçti. Şeyh Şâmil bu görevi alınca düzenli bir ordu kurdu ve verdiği mücâdele ile bütün dünyayı hayretler içinde bırakacak zaferler kazandı. 1842’de Dağıstan ve Çeçenistan’a tam hâkim oldu. Kabartay üzerinden Çerkeslerle de birleşerek Adige yurtlarında birliği sağladı.

Bunu hazmedemeyen Çar 1. Nikola 1844 yılı başında General Neidhardt’e Kafkasya’yı işgâl emri verdiyse de Ruslar başarılı olamadı ve General Neidhardt görevden alındı. Fakat Rus saldırıları bir türlü durmak bilmedi. Şeyh Şâmil, 1859 yılına kadar Rusya’nın askerî gücünün büyüklüğü ve imkânlarına rağmen destansı bir mücâdele verdi.

Şeyh Şâmil kendinden önceki iki imamın döneminde fiilî olarak 10 yıl onlarla, 25 yıl da kendisinin “Emir-el Mü’minin” olarak, yâni mü’minlerin emiri olarak toplam 35 yıl dolu dolu şerefli bir mücadele dönemi geçirdi. Bu süre içerisinde bir de devlet kurdu… Onun kurduğu devletten kısaca bahsedelim.

Onun en önemli özelliği disiplinli bir devlet yapısını kurmuş olmasıydı. Bu yapıda öncelikle Nâib’ler vardı. Bunlar askerî ve sivil bütün işlerden ve konulardan sorumlu idi. 1849 yılına kadar 4 Nâib’i vardı. Devletin yapısı oturdukça, sınırları genişledikçe Nâib sayıları da gittikçe arttı. 1849’dan sonra Nâib sayısı 22’ye, 1856’da 33’e çıktı. En önemli Nâibleri Şuayb Molla Nazran, Hacı Taşov, Hacı Murad ve Dargili Cevad Han gibi şahsiyetlerdi.

Nâibler her türlü sivil ve askerî işlerden sorumlu idiler ve öncelikle kanûnları uygulamakla yükümlüydüler. Asâyişi ve düzeni sağlayıp, zekat ve vergileri toplarlar, Kadıların vermiş oldukları cezaları infaz ederlerdi. Aynı zamanda komutanlık görevleri olduğu için bulundukları bölgenin komutanlığını yapar ve elinin altındaki askerleri savaş için eğitip hazır hâle getirirlerdi.

Her Nâib’in bir Kadısı ve bir de Müftüsü vardı. Kadı; görevlendirildiği mescidden sorumlu idi. Namaz kıldırır ve köyünde ya da mahallesindeki Müslümanların dertleriyle ilgilenir, onları irşâd ederdi. Ve mahallesindeki Müslümanların şeriâte uygun yaşayıp yaşamadıklarını denetler, hükümleri karara bağlar, gerekli olduğu takdirde cezalar verirdi.

Müftüler ise; kadıları tayin eder ve kararların doğruluğunu denetleyip verdiği hükümlere danışmanlık yaparlardı. Nâib’lerin altında Mezûnlar vardı. Nâibler tarafından verilen görevi yapmaya mezûn oldukları için bu ad verilmişti ve Nâiblerin yardımcısı konumundaydılar.

Onların altında ise seçildikleri köylerde geleneklere ve şeriâte göre kuralları uygulayan köy ihtiyar heyeti bulunurdu. Peki Nâiblerin üstünde onların bağlı olduğu birim yok muydu? Vardı ve onlara da Muhtesipler denirdi. Bunlar direkt İmam’a yâni devlet başkanına bağlıydılar. Onun talimatları doğrultusunda kılık değiştirerek bölgeyi dolaşır Nâibler hakkında bilgi toplarlardı. Yâni Nâib görevini aksatıyor mu diye kontrol ederlerdi.

Bâzen de Muhtesipler doğrudan denetlemeye gider, hazırladığı raporları İmâm’a getirirlerdi. Bunların dışında ayrıca bir de çok iyi sır tutmayı bilen kuryeler vardı. Bunlar İmâm’ın emir ve tebliğlerini ulaştırır ve aynı zaman da elçilik görevi yaparlardı. Bunlara at, giyecek, yiyecek, barınma gibi ihtiyaçların temini şarttı ve ihtiyaçları Beyt’ül Mâl’dan karşılanırdı. Bunun için özel emirnâme vardı.

Görev yaptığı süre içerisinde; bir devlet reisi olarak Şâmil şu sıfatları kullanmıştır. 1834-1845 yılına kadar “El-Fakir”, “El-Zelîl”, “El-Miskîn”. Bu ifâdeleri kullanmasındaki maksat bir devlet yöneticisi olduğunu gizlemek istemesindendir. Tasavvuf ehli insanlar nefislerini ön plana çıkarmak istemediklerinden bu davranışları gâyet normaldi. Ancak 1844 yılından sonra hükmettiği coğrafya bir devlet statüsüne girdikten sonra kesintisiz olarak “Emir’el Mü’minin” unvânını kullanmaya başlamıştır.

Şâmil görev yaptığı süre içerisinde büyük imtihanlardan geçmiş, bu imtihanları verebilmek için çok büyük fedâkârlıklar yapmıştır. Öz annesine vermiş olduğu kırbaç cezâsını ve yaşlı olduğu için o cezâyı kendi üzerinde uygulattırdığını herkes bilir.

Bunlardan bir tanesi de mâsûm çocuklar ve kadınlara zarar gelmesin diye kendi oğlunu Ruslara esir vermesidir. Bu olay Ahulgoh Kale’sinin müdafaası sırasında 1839’da yaşanmıştır. Şâmil, Ahulgoh Kalesi’ni kuşatan 30 bin kişilik Rus ordusuna karşı 1.000’i asker 3 bin kişiyle müthiş bir savaş vermektedir. Savaş uzadıkça cephâne ve erzak azalmış, kayıplar da artmıştır.

Çarpışmaların 90. gününde General Grabbe elçi göndererek Şâmil’in teslim olmasını ister. Şâmil Rus elçiye şöyle der: “Şehitliğe susayan insanlara esâret teklif etmek boş şeydir. Generale git ve de ki; eğer insanlıktan nasibi varsa, aylardan beri toplarına hedef aldığı yüzlerce müdafaasız kadın ve âciz çocukların hemen kaleden çıkarılması ve açıkta kalan yüzlerce şehidin gömülmesi için hiç olmazsa on beş günlük bir mütareke yapalım.”

Rus General Grabbe bu isteği, şeytanca bir düşünceyle Şeyh Şâmil’in 8 yaşındaki oğlu Cemaleddin’i esir olarak vermesi karşılığında kabûl eder. Şâmil; şehitleri defnetmek ve Ahulgoh Kalesi’nde mahsur kalan kadınlar ile çocukların kurtulması adına oğlu Cemâleddin’i Ruslara gönderir, esir vermekten çekinmez.

Petersburg’a götürülmek üzere Cemaleddin’in bindirildiği arabaya yaklaşan o dönem Rusların safında olan Danyal Bey Cemaleddin’e bâzı tavsiyelerde bulunur. Kendi dilinden konuşan Danyal Bey’i can kulağı ile dinleyen Cemaleddin, esaretten dönüşte bu kez Danyal Bey’i kendisini karşılamaya gelen babası Şâmil’in yanında görecektir.

Oğlunu esir veren Şâmil, topraklarını işgâl eden Ruslara karşı daha çetin bir mücâdeleye girer. 1842 yılına kadar Ruslara yaptığı saldırılarda Çeçenistan ve Dağıstan’ın tek hâkimi olur. Şâmil, 1843’te kazandığı Dağıstan Zaferinden sonra Ruslara esir verdiği oğlu Cemaleddin’i geri alabilmek için girişimlerde bulunur ancak Cemaleddin’i alamaz…

1853’lü yıllara gelindiğinde, Rusya, Kudüs'ü Şerifte Ortodokslara haksız muamele edildiğini ileri sürerek İstanbul'a gönderdiği Prens Mençikof'la Osmanlı Devletine beş gün içerisinde cevaplanması şartıyla Ortodokslara Kudüs'ü Şerifte yönetim hakkı verilmesini içeren bir ültimatom vermişti.

Sadrâzâm Başkanlığında toplanan 43 kişilik bir heyet bu ültimatomu reddettiğini Dışişleri Bakanı Rıfat Paşa eliyle Mençikof'a iletti.

Bunun üzerine Ruslar bütün Rus elçilik heyetini toplayarak, 21 Mayıs 1853'te Türkiyeyi terk etti. Diplomatik ilişkiler kesilmişti.

"Sultân'ın elini yüzümde hissettim" (beni tokatladı) diyen Çar I. Nikola bu duruma kendince çok içerlemişti. Önce İngiltere'ye Osmanlı Devleti için ilk defa kullandığı "Hasta Adam" tabiriyle Osmanlı Devletinin aralarında paylaşılması teklifinde bulundu. İngiltere, Rusya'nın sıcak denizlere ineceği tehlikesiyle bunu kabul etmediği gibi İstanbul'a bunu bildirdi.

Her iki teklifi de kabûl görmeyen Çar, Prens Gorçakof komutasında 185 bin askerle Kudüs'te isteği yerine getirilince boşaltacağını söyleyerek bir Türk Eyâleti olan Romanya'ya girdi, işgâl etti.

Rusya'nın bu aymazlığına göz yummayan Osmanlı Devleti de 4 Ekim 1853'te de Rusya'ya savaş açıldığını Avrupa'daki bütün başkentlere bildirdi. Serdâr-ı Ekrem olarak ordunun başında bulunan Müşir Ömer Paşa 23 Ekim'de 133 bin askerle hem Vidin'den, hem Yerköyü'nden, hem de Tutrakan'dan Romanya'ya girerek Kalafat'ı geri aldı. Yetmedi, 5 Kasım'da General Dannenberg'in kolordusunu feci şekilde dağıttı.

Bunun üzerine Ruslar Osmanlı Devletine daha dazla baskı yapmak için Kafkasya’da ayrıca bir cephe açtılar. Kafkasya cephesine Abdi Paşa görevlendirildi ve Abdi Paşa’ya yardım için Osmanlı Hükümeti tarafından Dağıstan Serdâr-ı Ekrem’i unvânı verilen Şeyh Şâmil de harekete geçerek, 16.000 müridan ve 20 topla Dağıstan’ın batısından Doğu Gürcistan topraklarına girdi. Talimatlarıyla da Danyal Bey 3.000, Emir Abdurrahman 2.800 ve Muhammed Emin 5.000 kişiyle birlikte aynı anda Gürcistan’a vardılar.

Şâmil’in emriyle Danyal Bey önce Kahtı kalesini ele geçirir, sonra da Zakatala’ya hücum eder. Burada bulunan 5.000 Rus askeriyle 36 saat çarpışmanın ardından 3.000’ini bertaraf eder, kalanlar ise kaçmıştır. Ardından Calu Kalesi üzerine giden Şâmil’le buluşur, hem Calu kalesini hem de üç ayrı kalenin ele geçirilmesine yardımcı olur.

Akabinde Şirvan tarafına yönelen Şâmil kuvvetleri Siknah ve Şeki’yi ele geçirmesi üzerine; Ruslar çok daha büyük askerî birliklerini bölgeye sevkeder. Taze Rus birlikleri gelmeden Şeyh Şâmil yoğun top ateşine tuttuğu Zeneta Kalesi’ni ele geçirip, komutanını da esir alır. Yetmez; piyadelere komuta görevi verdiği Recebil Muhammed ile süvârilere komuta görevi verdiği oğlu Gâzi Muhammed’in saldırıları ile Prens Çarçavadze’nin savunduğu Şildi’yi de ele geçirir.

Şâmil’in hedefinde hiç aklından çıkarmadığı oğlu Cemâleddin’i kurtarmak vardır. Ancak, yeni takviyelerle oldukça kalabalıklaşan Rus’lara karşı başarı elde edemeyeceğini anlar. Bunun için oğluyla paylaştığı bir taktik geliştirir. Rus Ordusuna karşı saldırıya geçer. Prens Çavçavadze ise, komutasındaki güçlendirilmiş Rus Ordusu ile Şâmil’e son darbeyi vurmak için karşı taarruza geçince taktik gereği Şâmil geri çekilir. Rus Ordusunu peşine takan Şâmil geri çekilirken oğlu Gâzi Muhammed seçkin müfrezesi ile bir dağ kovuğuna gizlenir.

Böylece Gâzi Muhammed, yanından geçerek Şâmil’in peşine düşen Rusların gerisinde kalmış olur ve babasının verdiği görevi yerine getirmek için hızla hareket eder. 2 Temmuz 1854 tarihinde Prens Çavçavadze’nin malikânesinin bulunduğu Tiflis’e 168 km. mesafede Tsinandali’deki yazlık sarayına baskın düzenler. Prensin karısını, çocuklarını ve baldızı Prenses Orbeliani ile çocuklarının öğretmeni olan Madam de Branse olmak üzere toplam 23 kişiyi rehin alarak geri döner.

Konu uluslararası boyuta taşınmıştır Rus’ya Osmanlı Hükümetinden rehinelerin kurtarılması konusunda yardım istediği gibi, ayrıca bu baskınla ilgili Fransız elçiliği de vatandaşları olan Çavçavadze’nin çocuklarının öğretmeni Madam de Branse’nin Şeyh Şamil’in elinde olduğunu belirterek, Batum’da bulunan Mustafa Paşa’ya haber verilip, rehinenin kurtarılmasına yardımcı olunmasını ricâ etmiştir.

Şeyh Şâmil oğlu Cemaleddin’e karşılık prensin ailesini verecektir. Görüşmeler sekiz ay sürer. Nihayet Cemaleddin’in esir edilişinin üzerinden geçen 16 yılın ardından, 22 Mart 1855 günü Şâmil oğluna kavuşur. Ne var ki mutluluğu kısa sürecektir. Çünkü Cemaleddin hastadır. Ailesinin hasretiyle verem olmuştur. Şubat 1858’de hastalığı ağırlaşır ve 12 Haziran 1858’de 27 yaşında babasının gözünün önünde vefât eder. Üstelik 1845 yılında kendi hasretine dayanamayarak vefât eden annesi Fâtımat Hatûn’u da görememiştir.

İşte böyle destansı mücâdelelerden sonra gün gelir Şeyh Şâmil 70 bin kişiyle kuşatıldığı Gunib’te, 6 Eylül 1859 günü Rus Ordusu Komutanı Prens Baryatinksy ve General Milyutin tarafından oğulları Gazi Muhammed ve Muhammed Şâfi ile beraber esir alınır. Böylece, Viktor Rozen’in ifâdesiyle I. Petro’nun sıcak denizlere inmek için Kafkasya’yı işgâl projesi de ancak 140 yıl sonra tamamlanmış olur.

Şeyh Şâmil önce Tiflis’e, ardından Harkov’a gönderilir. Aynı günlerde Çuguyev’e getirilen Şeyh Şâmil ile görüşen Çar II. Aleksandr kendilerine yıllarca kan kusturan büyük dâvâ insanına hayranlığını gizleyemez..

Çar, Şeyh Şâmil’in ailesiyle birlikte Moskova’nın 180 km. güneybatısında bulunan Kaluga’ya yerleştirilmesini ister. Şâmil, 10 Ekim 1859’da geldiği Kaluga’da yaklaşık 10 yıl kalır. Kaluga’ya gelmeden önce Mohaçkale ile Gimri arasındaki Temirhanşura’da ve ayrıca Saint Petersburg’da kısa süreliğine misafir edilir.

İşte büyük Kafkas sürgünü ve diğer sürgünler ancak o esir edildikten sonra yapılabilir. Esir alındıktan on yıl sonra kendi isteği ile geldiği Kiev’de 1869 yılında hacca gitmek için Ruslardan izin ister. Ruslar oğlu Muhammed Sâfi’yi rehin bırakması ve geri dönmesi şartıyla hac yolculuğuna izin verir.

Şeyh Şâmil deniz yoluyla 31 Mayıs 1869 yılında ilk durağı olan İstanbul’a gelir. Burada yer yerinden oynar ve halk sahile dökülür. Sûltân Abdülaziz ona büyük bir hürmet göstererek, “Babam kabrinden kalksaydı ancak bu kadar sevinebilirdim” diyerek iltifatta bulunur ve Şâmil’i Cidde’ye götürecek en iyi vapurunu hazırlatır.

Şeyh Şâmil İstanbul’da bulunduğu 7 ay süre boyunca kendisine ayrılan köşkte kalır fakat bu arada Eyüpsultân Piyerloti tepesinde bulunan Kaşgâri tekkesinde 10 gün süreyle dervişlerle birlikte vakit geçirir ve bugünleri unutmaz. Şâmil; 25 Ocak 1870’te İstanbul’dan büyük bir kalabalıkla yolcu edilir…

Şeyh Şâmil’in gemisi Cidde limanına vardığında ise Mekke emiri ve ileri gelen şeyhler ile Cidde eşrâfı muazzam bir kalabalıkla onu karşılar. Mekke-i Mükerreme’de Seyyid’lerin kaldığı evde misafir edilir. O yıl Hac, çok kalabalıktır. Şeyh Şâmil’in Hac için geldiğini duyan Müslümanlar tavaf sırasında onu görmek ve yakın olabilmek için izdihâma sebebiyet verince Osmanlı Hükümeti yetkilileri izdihâmı önlemek için Şeyh Şâmil’i Kâbe’nin üstüne çıkarır ve herkesin onu görmesini sağlarlar.

74 yaşına gelen Şâmil’in tahterevallinin üzerinde Medine-i Münevvereye varışı ise çok yorucu olmuştur. Ama o bunlara aldırmaz. Medine uzaktan görününce heyecan krizine yakalanır. Sünnet-i Seniyyesini yaşamak ve yaşatmak için hayatını ortaya koyduğu Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in Ravza’sı görününce toprağa kapanır. Şeyhi Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hazretlerinin yazdığı şiir gözyaşları içinde ağzından dökülür;

Server-i âlem sana âşık olup da yanarım

Her nerede olsam, o güzel Cemâlin ararım.

Kâbı-Kavseyn tahtının Sultânı Sen, ben hiçim

Misafirinim demeği saygısızlık sayarım.

Çıkacak bir canım kaldı,ey bütün canların cânı

Uygun olur mu söylemek,cânımı fedâya geldim.

Medine’nin girişinde başta Vâli Mehmed Hurşit Paşa olmak üzere Medine eşrafı ve kalabalık Seyyidler grubu onu karşıladı. Peygamber Efendimizin her cumartesi günü Mescid-i Nebevî’den yürüyerek Kûba’ya geldiği ve yine dönüşte de kullandığı yaya yolu üzerindeki Peygamber’imizin torunlarından Seyyid Ahmed’er Rûfâi Hazretlerine tahsis edilen binaya yerleştirildi. Bina çok güzel bir hurma bahçesinin içerisinde yer alıyordu.

Bu bahçenin önemli özelliği, bizim de yakın zamanda ziyâret ederek kana kana suyundan içtiğimiz kâinat Efendimiz’in su içtiği kuyuyu içinde barındırmasıdır. Şâmil’e burada hakettiği üzere çok özel bir misafir muamelesi yapıldı.

Medine’ye geldiği ikinci gününde Uhud, Hendek ve Kubâ’yı ziyâret etti ve o günleri bir kez daha yaşadı. Şeyh Şâmil rûhen ve kalben hazır olduğuna inanınca Peygamber’imiz sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in kabirlerine yöneldi. Kabrine yaklaşınca gözünden yaşlar sel gibi boşalmaya başladı. Ayakta duracak takâti kalmamıştı. Kabrin başına kadar sürünerek gitti. Bu buluşma karşısında kendisine refâkat edenler gözyaşlarını tutamadılar.

İmâm Şâmil’in ziyâret âdâbına bakar mısınız? Biz ne yapıyoruz önce Ravza’yı Efendimizi ziyaret ediyoruz. Daha sonra Uhud, Kûba vs. yerleri ziyaret ediyoruz. Aslında Şâmil’in yaptığı gibi yapmalıyız. Önder dediğin böyle olur vefâtından 1,5 asır sonra bile bize yol gösteriyor. Ziyareti böyle yapacaksınız diyor..

Şeyh Şâmil, kısa bir süre sonra Medine-i Münevvere’de hastalanır. Uzun ve yorucu bir yolculuk geçirmiştir. Durumunun iyi olmadığını anlayınca Sûltân Abdülaziz’e, Rus Çar’ında rehin bıraktığı evlâdının kurtarılmasını ve diğer evlâdı Gâzi Muhammed’e sahip çıkması için bir mektup yazar sonra da 74 yaşında 4 Şubat 1871 yılında Medine-i Münevvere’de Rahmet-i Rahman’a kavuşur…

Cennet-ül Bâki Kabristanı’nda, Peygamber Efendimiz’in Hanımları Annelerimizin bulunduğu yerin hemen yanına defnedilir. Oğlu Gâzi Muhammed Osmanlı Ordusunda General olarak başarılarla dolu görevler yaptıktan sonra o da babası Şâmil gibi 1902 yılında Medine’de vefât eder ve babasına yakın bir yere defnedilir. Sağlığında kızı Nefiset Hanımla Osman Ferit Paşa evlenmiştir. Torunları hayattadır. Mekânları cennet olsun inşaAllah…

QOSHE - Kafkas Kartalı Şeyh Şâmil’i rahmetle anarken (Vefât 4 Şubat 1871) - Halit Kanak
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kafkas Kartalı Şeyh Şâmil’i rahmetle anarken (Vefât 4 Şubat 1871)

16 13
03.02.2024

Türkiye ve Türk Dünyasında bilinen isimleriyle;

Şeyh Şâmil…

İmam Şâmil…

Mücâhit Şâmil…

Bozkurt Şâmil…

Direnişin lideri, Rus zulmü altında inleyen Müslüman Kafkas halkının önderi, Anadolu’nun ve Türk-İslâm Coğrafyasının efsâne lideri Şeyh Şâmil 1797 senesinde Dağıstan’da Gimri Köyünde dünyaya gelmiş bir Avar Türkü’dür.

Örnek insan Şâmil’in hayatını ve mücâdelesini hepimiz her dâim içimizde yaşamalı, gelecek nesillerimize de anlatmalıyız. Şeyh Şâmil, bizim de Şâm-ı Şerif’te türbesini ziyâret ederek nasiplendiğimiz Mevlânâ Halid’i Bağdadî Hazretlerinin Halife’lerindendir. Zâhirî ve bâtınî çok yönlü bir eğitim alarak, işgâlcilere karşı mücadele edecek donanımlı bir ruhla yetişmiştir.

O; hem müderris, hem de Şeyh olarak işgâl altındaki vatanı için Ruslara karşı başlatılan mücâdeleye katıldı. Bir yandan halka tasavvuf dersleri vererek âhiret hayatına hazırlarken, diğer yandan da işgâlci Rus Ordusuna karşı müritlerini cihada yönlendirdi.

Cihadın başında olan Hamza Bey’in 19 Eylül 1834 yılında bir suikast sonucunda şehit edilmesinden sonra Kafkasya’daki Müslümanlar Şâmil’i İmâm seçti. Şeyh Şâmil bu görevi alınca düzenli bir ordu kurdu ve verdiği mücâdele ile bütün dünyayı hayretler içinde bırakacak zaferler kazandı. 1842’de Dağıstan ve Çeçenistan’a tam hâkim oldu. Kabartay üzerinden Çerkeslerle de birleşerek Adige yurtlarında birliği sağladı.

Bunu hazmedemeyen Çar 1. Nikola 1844 yılı başında General Neidhardt’e Kafkasya’yı işgâl emri verdiyse de Ruslar başarılı olamadı ve General Neidhardt görevden alındı. Fakat Rus saldırıları bir türlü durmak bilmedi. Şeyh Şâmil, 1859 yılına kadar Rusya’nın askerî gücünün büyüklüğü ve imkânlarına rağmen destansı bir mücâdele verdi.

Şeyh Şâmil kendinden önceki iki imamın döneminde fiilî olarak 10 yıl onlarla, 25 yıl da kendisinin “Emir-el Mü’minin” olarak, yâni mü’minlerin emiri olarak toplam 35 yıl dolu dolu şerefli bir mücadele dönemi geçirdi. Bu süre içerisinde bir de devlet kurdu… Onun kurduğu devletten kısaca bahsedelim.

Onun en önemli özelliği disiplinli bir devlet yapısını kurmuş olmasıydı. Bu yapıda öncelikle Nâib’ler vardı. Bunlar askerî ve sivil bütün işlerden ve konulardan sorumlu idi. 1849 yılına kadar 4 Nâib’i vardı. Devletin yapısı oturdukça, sınırları genişledikçe Nâib sayıları da gittikçe arttı. 1849’dan sonra Nâib sayısı 22’ye, 1856’da 33’e çıktı. En önemli Nâibleri Şuayb Molla Nazran, Hacı Taşov, Hacı Murad ve Dargili Cevad Han gibi şahsiyetlerdi.

Nâibler her türlü sivil ve askerî işlerden sorumlu idiler ve öncelikle kanûnları uygulamakla yükümlüydüler. Asâyişi ve düzeni sağlayıp, zekat ve vergileri toplarlar, Kadıların vermiş oldukları cezaları infaz ederlerdi. Aynı zamanda komutanlık görevleri olduğu için bulundukları bölgenin komutanlığını yapar ve elinin altındaki askerleri savaş için eğitip hazır hâle getirirlerdi.

Her Nâib’in bir Kadısı ve bir de Müftüsü vardı. Kadı; görevlendirildiği mescidden sorumlu idi. Namaz kıldırır ve köyünde ya da mahallesindeki Müslümanların dertleriyle ilgilenir, onları irşâd ederdi. Ve mahallesindeki Müslümanların şeriâte uygun yaşayıp yaşamadıklarını denetler, hükümleri karara bağlar, gerekli olduğu takdirde cezalar verirdi.

Müftüler ise; kadıları tayin eder ve kararların doğruluğunu denetleyip verdiği hükümlere danışmanlık yaparlardı. Nâib’lerin altında Mezûnlar vardı. Nâibler tarafından verilen görevi yapmaya mezûn oldukları için bu ad verilmişti ve Nâiblerin yardımcısı konumundaydılar.

Onların altında ise seçildikleri köylerde geleneklere ve şeriâte göre kuralları uygulayan köy ihtiyar heyeti bulunurdu. Peki Nâiblerin üstünde onların bağlı olduğu birim yok muydu? Vardı ve onlara da Muhtesipler denirdi. Bunlar direkt İmam’a yâni devlet başkanına bağlıydılar. Onun talimatları doğrultusunda kılık değiştirerek bölgeyi dolaşır Nâibler hakkında bilgi toplarlardı. Yâni Nâib görevini aksatıyor mu diye kontrol ederlerdi.

Bâzen de Muhtesipler doğrudan denetlemeye gider, hazırladığı raporları İmâm’a getirirlerdi. Bunların dışında ayrıca bir de çok iyi sır tutmayı bilen kuryeler vardı. Bunlar İmâm’ın emir ve tebliğlerini ulaştırır ve aynı zaman da elçilik görevi yaparlardı. Bunlara at, giyecek, yiyecek, barınma gibi ihtiyaçların temini şarttı ve ihtiyaçları Beyt’ül Mâl’dan karşılanırdı. Bunun için özel emirnâme vardı.

Görev yaptığı süre içerisinde; bir devlet reisi olarak Şâmil şu sıfatları kullanmıştır. 1834-1845 yılına kadar “El-Fakir”, “El-Zelîl”, “El-Miskîn”. Bu ifâdeleri kullanmasındaki maksat bir devlet yöneticisi olduğunu gizlemek istemesindendir. Tasavvuf ehli insanlar nefislerini ön plana çıkarmak istemediklerinden bu davranışları gâyet normaldi. Ancak 1844 yılından sonra hükmettiği coğrafya bir devlet statüsüne girdikten sonra kesintisiz olarak “Emir’el Mü’minin” unvânını kullanmaya başlamıştır.

Şâmil görev yaptığı süre içerisinde büyük imtihanlardan geçmiş, bu imtihanları verebilmek için çok büyük fedâkârlıklar yapmıştır. Öz annesine vermiş olduğu kırbaç cezâsını ve yaşlı olduğu için o cezâyı kendi üzerinde uygulattırdığını herkes bilir.

Bunlardan bir tanesi de mâsûm çocuklar ve kadınlara zarar gelmesin diye kendi oğlunu Ruslara esir vermesidir. Bu olay Ahulgoh Kale’sinin müdafaası sırasında 1839’da yaşanmıştır. Şâmil, Ahulgoh Kalesi’ni kuşatan 30 bin kişilik Rus ordusuna karşı 1.000’i asker 3 bin kişiyle müthiş bir savaş vermektedir. Savaş uzadıkça cephâne ve erzak azalmış, kayıplar da artmıştır.

Çarpışmaların 90. gününde General Grabbe elçi göndererek Şâmil’in teslim olmasını ister. Şâmil Rus elçiye şöyle der: “Şehitliğe susayan insanlara........

© Yeni Akit


Get it on Google Play