Sûltân IV. Murad Hân 10 Eylül 1623 yılında henüz 11 yaşında tahta çıktığında, Bağdat Valisi Vezir Yusuf Paşa idi. Bekir adında cahil cesuru, kurnaz birisi de Yusuf Paşa’ya kumandan olmuş Bağdat’ta Subaşılık yapıyordu. Çevreden topladığı vergileri emrindeki askerlere harcadığını iddia ederek, İstanbul’daki otorite boşluğundan dolayı hazineye vermiyor, gün geçtikçe gücüne güç katıyordu.

Subaşı Bekir bölgeden topladığı vergiler yetmezmiş gibi askerleriyle tâ Anadolu içlerine kadar giderek vergi toplamaya kalktığında Divân, Subaşı Bekir’in Bağdat’tan uzaklaştığını haber alır ve üzerine kuvvetler gönderdiği gibi Azap Ağa’sı Mehmed Ağayı komutasındaki 5 bin askerle Yusuf Paşa’nın emrine girmesi için Bağdat’a yollar.

Mehmed Ağa Bağdat kapısına dayandığında Yusuf Paşa da kendisine destek için gelen askerleri karşılamaya çıkar. Bu durumu gören Subaşı Bekir’in oğlu Mehmed derhal kapıları kapatır, içeriye kimseyi almaz. Vezir Yusuf Paşa da, ona destek için gönderilen askerlerle dışarıda kalır.

Subaşı Bekir ise Anadolu’da vergi avına çıkmışken üzerine gelen kuvvetleri bozduktan sonra hızla geldiği Bağdat önlerinde Azap Ağasına saldırır. Subaşı Bekir’in oğlu da kaleden top atışlarına başlar.

Ortalık ana-baba gününe döndüğünde Yusuf Paşa başından yaralanarak şehid olur. Azap Ağa­sı Mehmed Ağa’da iki oğluyla birlikte Bekir Subaşı'ya esir düşer. Subaşı Bekir, İstanbul’a mesaj vermek için, Azap Ağası ve iki oğlunu zincirlerle bağlatarak içini katran ve neftle doldurduğu bir sandala bindirir, sonra da ateşe verdiği sandalı Dicle Nehrine salar.

Sandaldan gelen yürek paralayıcı feryadları kılı kıpırdamadan dinler. Sonra da hiç sıkılmaz Divân’a bir mektup göndererek Bağdat Valiliğinin kendisine verilmesini ister.

Dîvan bu ta­lebi reddettiği gibi Bağdad Valiliğine Süleyman Paşa'yı tayin eder. Ancak Süleyman Paşa hasta olduğu için yerine vekilini gönderir. Subaşı Bekir vekili Bağdat’a sokmaz. Bir süre sonra da Süleyman Paşa vefât eder.

Bunun üzerine Divân, Diyarbakır Beylerbeyi Filibeli Hâfız Ahmed Paşa’yı Bağdad üzerine gönderir. Hâfız Ahmed Paşa Bağdat’a hareketinden önce, görüştüğü âkil insanların; “Bağdat’ta yaşayanların ekserisi Râfizî, İran Şâh’ı da Bağdat’a yürümek için fırsat kollamaktadır. Bağdat üzerine yürünürse Subaşı Bekir Şâh’tan yardım isteyebilir, sonra Bağdat elden çıkmasın” uyarısıyla Divân’a bir mektup yazarak, Bekir Subaşı’nın Bağdat’a vali olarak atanmasını ister.

Divân bir kez daha ret cevabını gönderir. Yetmez, Hâfız Ahmed Paşa’ya bir an önce Bağdat’a giderek duruma el koyması uyarısında bulunur. Hâfız Ahmed Paşa başta Musul, Kerkük valileri olmak üzere Maraş ve Sivas valilerini de kuvvetleriyle beraber yanına alarak vakit geçirmeden Subaşı Bekir’in üzerine yürür.

Hâfız Ahmed Paşa’nın üzerine geldiği haberini alan Subaşı Bekir, henüz Ahmed Paşa gelmeden İran Şâh’ı Abbas’a haber salarak Osmanlı birliklerini uzaklaştırırsa Bağdat’ı kendisine teslim edeceği bilgisini çoktan vermiştir.

Bu duruma çok sevinen Şâh fırsatı kaçırmak istemez önce bir taç ve kıymetli hediyeler gönderir, sonra da Karçıkay Hân’ı 30 bin askerle yola çıkartır. Karçıkay da Hâfız Ahmed Paşa’ya mektup göndererek Bağdat önünden uzaklaşmasını ister.

Bunun üzerine İran’la bir savaşa tutuşursa yıllardır süren sulhun bozulacağı ve bunun sorumlusunun kendisi olacağı düşüncesine kapılan Hâfız Ahmed Paşa, savaş için değil duruma el koyması için gönderildiğini düşünerek Bekir Subaşı’ya Harputlu İbrahim Bey’le bir mektup gönderir. Mektupta Bağdat Valiliğinin kendine tevcih edildiğini, burayı korumanında kendi uhdesinde olduğunu bildirir.

Bekir Subaşı, Hâfız Ahmed Paşa’ya teşekkür ettikten sonra kendisine bir zarar gelmemesi için kale önünden çekilmesini, kendisinin gereğini yapacağını bildirir. Hâfız Ahmed Paşa’da Musul’a doğru çekilir.

Subaşı Bekir Şâh’a haber saldığına ve onun gönderdiği tacı kabûl ettiğine bin pişman olsa da Hâfız Ahmed Paşa’nın çekildiğini gören Karçıkay Hân, Sâfikulu’nu Bağdat’ı teslim almaya gönderir.

Bekir Subaşı, Sâfikulu’yu bir kaç gün oyaladıktan sonra Bağdat’ı teslim etmeyeceğini söyler. Üstüne bir de Şâh Abbas’ın gönderdiği tâcı tekmeleyerek İran heyetini kovar.

Bunun üzerine büyük bir orduyla Şâh Abbas bizzat Bağdat’a yürür. Fakat Bağdat’ı almak kolay değildir, oldukça zorlanır. İmdadına Subaşı Bekir’in oğlu yetişir. Bu hayırsız evlat, Bağdat’ın yönetimi kendisine verilirse kapıları açacağı haberini Şâh‘a iletir. Olumlu cevabı alınca da bir gece kapıları açtırır, Bağdat düşer. Ele geçirilen Subaşı Bekir, Şâh Abbas’ın huzuruna getirilince Şâh’ın yanında öz oğlunu görür. Beyninden vurulmuşa dönmüştür. Bu da yetmez, üstelik oğlu tarafından sözünde durmamakla suçlanır. Ve kendisinin de en sevdiği işkence şekline tâbi tutularak neft dolu kayıkta yakılarak imhâ edilir…

Diğer taraftan Sûltân IV. Murad Hân aklından hiç çıkartmadığı Bağdat’ın yeniden fethi için hazırlıklarını tamamlamak üzeredir. Bu hazırlıkları başından beri takip eden İran Şâh’ı, Maksud Hân’ı İstanbul’a elçi olarak gönderir. Ancak elçinin getirdiği teklifler iç açıcı değildir ve derhal tutuklanır. Sûltân IV. Murad İran Şâh’ının ve halkının Hazreti Ömer’den hâz almadığını bilmektedir. Bunun için Hazreti Ömer’in kılıcını kuşanarak duâlarla 8 Mayıs 1638’de Üsküdar’dan yola çıkar.

İstanbul’dan hareketinin 197. günü Bağdat’a ulaşılır. Sûltân IV. Murad Hân’a Bağdat Kalesi dışında olduğu için önce İmâm-ı Âzâm Ebû Hanife Hazretlerini ziyaret etmesi söylenir. Genç Osmanoğlu’nun verdiği cevap mânidardır. “Bağdat şehri, sapıkların pis ayaklarıyla çiğnenirken Hazreti İmamımızın huzuruna çıkmaktan hâyâ ederim” der.

Sonra Otağını Dicle’ye yakın bir yere kurdurduktan sonra surları dikkatle inceleyerek ordu komutanlarından rapor alır. Bağdat Kalesini Şâh adına Bektaş Hân 40 bin kişilik ordusuyla savunacaktır.

Sûltân IV. Murad bir taraftan da İran Şâh’ını meydan savaşına çekmek için 12 bin kişilik sipahi tümenine İran topraklarını çiğnetti. Ama çok istemesine rağmen Şâh’ı meydan muharebesine çekmeyi başaramadı.

Bunun üzerine vakit geçirmeden 20-25 okkalık güllelerle surları döverek muhasaraya başladı. İran ordusu ise zaman zaman kaleden çıkarak mevzilere saldırıya geçiyor ancak bu taarruzlar Sûltân Murad’ın başında olduğu Osmanlı Askerleri’nin sînesinde sönüyordu.

Daha sekizinci günde siperlerimiz kale hendeklerine ulaşmıştı. Çember gittikçe daralıyordu. Çarpışmalar şiddetini azaltmadan otuzyedinci güne gelindiğinde artık yer yer surları yıkılan kaleye ertesi gün için hücum emri gelmişti. O gece Şaban ayının 15. gecesi yâni Berat Gecesiydi. Sabahlara kadar yapılan ibadetlerin, edilen duâların ardından sabah erkenden hücuma geçildi.

Berat Gecesinden çıkan bütün vezirler, beylerbeyileri ve sancakbeyleri mânevî hallerinin zirvesinde olarak askerin başında yalınkılıç yerlerini almışlardı. En önde ise Sadrâzâm Tayyar Mehmed Paşa vardı. Kısa bir süre önce ordu Birecik’te iken vefât eden Bayram Paşa’nın yerine Sadrâzâm olmuştu. Çarpışa çarpışa surlara çıkılmış, bâzı kuleler ele geçirilmişken Tayyar Mehmed Paşa alnından yediği bir kurşunla şehid oldu.

Fetih ikinci güne kalmıştı. Yeni Sadrâzâm Kemankeş Kara Mustafa Paşa hücuma geçmeden, Tayyar Mehmed Paşa’nın naaşı daha önce Bağdat Valisi iken vefât eden babasının İmâm Âzâm Türbesi hâziresindeki kabrinin ayakucuna defnedildi.

Otuzdokuzuncu gün yine şiddetli çarpışmalar surlar üzerinde ve surlarda açılan gediklerden şehre akan askerlerce yoğun olarak yaşandı. Ancak tam muvaffak olunamadı.

Kırkıncı gün mübârek cuma idi. Askerin başında 26 yaşındaki Genç Osman (oğlu) Sûltân Murad, başına Levent’ler gibi (şimdiki SAT Komandoları gibi) bağladığı şal olduğu halde döne döne vuruşuyor, hızına kimse yetişemiyordu. Ne de olsa Hacı Süleyman, Hüsamzâde ve Sarı Solak’tan ok atmayı, kılıç sallamayı, Cündi Halil Paşa’dan at binmeyi öğrenmişti.

Geniş omuzlu, iri kemikli Genç Osman (oğlu) Sûltân Murad; atıcılığı, biniciliği, keskin zekâsı, askerî dehâsı, zorluklara karşı çok dayanıklı olmasıyla bilinirdi. Özellikle asker tarafından savaşçılığı çok takdir görmekteydi.

Tekbir sesleri kılıç şakırtılarına karıştığı saatlerde Bağdat’a girildi. Teslim olanlara aman verildi. İç kalede direnenler kılıçtan geçirildi. Birkaç yüz kişi ise kaçarak kurtulmuşlardı.

86 yaşındaki Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin; “Hazreti Sûltân Gâzi Hân-ı kâmyâb eyledi çün Bağdat’a saadetli hücum, Hak Teâlâ Hazreti ânı müyesser eyledi dedi tarihin lisân-ı feth Gül Hâkân-ı Rûm” sözlerinden her şey anlaşılmıştı.

Bağdat’ın yeni fâtihi hiçbir gurur emâresi göstermeden tebrikleri kâbul ettikten hemen sonra orada hazır olanlara dönerek, “İşte şimdi büyük imamımız Ebû Hanifi Hazretlerinin kabrine yüzümüzü sürebiliriz” diyerek harekete geçtiğinde bütün mâiyyeti peşinden yürümüştü.

Tahrib olan; bizim de Bağdat’ta ziyaret etme bahtiyarlığına erdiğimiz Seyyid Abdülkadir Geylâni Hazretlerinin, İmâm Musa Kâzım’ın, büyük velî Şeyh Sühreverdî ve İmâm-ı Âzâm Hazretleri’nin türbelerinin yenilenmesi görevini Şeyhülislâm Yahya Efendi’ye verdikten sonra İstanbul’a dönüş başladı.

Sûltân Murad Hân Bağdat’tan ayrıldığında önce Musul’a uğradı, ardından Diyarbakır’a yöneldi. Ramazan ayının son iftarını, şimdi merkez ilçeye bağlı Bağıvar köyü olarak bilinen Diyarbakır’ın Müderris Köyü’nde yaptılar. Ertesi gün bayramlaşma da aynı köyde coşkuyla kutlandı.

Yol üzerindeki Ankara’ya geldiklerinde ise büyük bir ziyafet verilip yola çıkıldı. Karşıdan görünen İzmit artık İstanbul’a yaklaşıldığının emâresi idi. Burada başta Vâlide Sûltân olmak üzere bütün ileri gelen Devlet Erkânı karşılama yerinde hazır bulunuyorlardı. Donanma ile Üsküdar’a geçildi. Ertesi gün İstanbul’a giriş muhteşem oldu. Bütün İstanbul halkı Cihângir Padişahlarını karşılamaya gelmişti.

Ancak mutluluk çok geçmeden yerini hüzne bırakacaktı. Sûltân IV. Murad Hân hastaydı ve her geçen gün daha da kötüye gitmişti. Ve başucunda okunan Kur’an-ı Kerim’i dinlerken son sözü kelime-i şehâdet olarak 8 Şubat 1640 tarihinde hayata vedâ ettiğinde henüz 28 yaşındaydı.

Bu asil millet O’nu unutmadı. Nasıl unutsundu ki; “Ya Devlet başa, ya kuzgun leş’e” düsturuyla devlet otoritesini kim bozduysa hepsini bir bir suçüstü yakalayıp imha eden, eşkıyalık yapanları parçalatan, tütün yüzünden İstanbul’u kasıp kavuran yangın sonrası tütünü, başından beri karşı olduğu içkiyi, gece ise fenersiz sokaklarda dolaşmayı yasaklayan, uymayanları bizzat eliyle cezalandıran, gözü kara yiğitlerden kurduğu özel timlerle gece gündüz devlet, millet düşmanlarının peşine düşen, kimsenin gözünün yaşına bakmadan ihanet şebekelerini dağıtan, onlara kol kanat gerenleri tesbit ederek fert fert temizleyen, üstün silahşörlerden oluşan seçkin korumalarıyla zorbalara göz açtırmayan, zaman zaman şehzâdeler yaşıyor mu diye saray kapısından ya da saray önünde ayak divânına çağırttırılarak yaşayıp yaşamadığı kontrol edilen şehzâdeler Süleyman, Bayezid ve Kasım’ı; kapıkulu, yeniçeri ve sipahi ocaklarının tehdit ve isyan girişimlerine bir daha âlet edilmesinler diye devletin bekâsı için hepsini fedâ etmekten çekinmeyen, herkesi dehşete düşüren kararlarla; Şeyhülislâm, Kadı, bir Kırım Hân’ı ve bir de Ortodoks Cihan Patriği’ni imha eden Sûltân IV. Murad Hân’ı ve hizmetlerini bu asil millet unutamazdı.

O’ndan geriye kalan, Bağdat’ın fethi anısına Topkapı Sarayında yaptırdığı Bağdat Köşkü’nü ve Sultanahmet Camii girişinde bulunan kabri bu millet tarafından hâlâ ziyaret edilmektedir. Mekânı cennet olsun inşaallah.

QOSHE - Sûltân IV. Murad Hân’ın Bağdat’ı fethi (24 Aralık 1638) - Halit Kanak
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sûltân IV. Murad Hân’ın Bağdat’ı fethi (24 Aralık 1638)

7 1
23.12.2023

Sûltân IV. Murad Hân 10 Eylül 1623 yılında henüz 11 yaşında tahta çıktığında, Bağdat Valisi Vezir Yusuf Paşa idi. Bekir adında cahil cesuru, kurnaz birisi de Yusuf Paşa’ya kumandan olmuş Bağdat’ta Subaşılık yapıyordu. Çevreden topladığı vergileri emrindeki askerlere harcadığını iddia ederek, İstanbul’daki otorite boşluğundan dolayı hazineye vermiyor, gün geçtikçe gücüne güç katıyordu.

Subaşı Bekir bölgeden topladığı vergiler yetmezmiş gibi askerleriyle tâ Anadolu içlerine kadar giderek vergi toplamaya kalktığında Divân, Subaşı Bekir’in Bağdat’tan uzaklaştığını haber alır ve üzerine kuvvetler gönderdiği gibi Azap Ağa’sı Mehmed Ağayı komutasındaki 5 bin askerle Yusuf Paşa’nın emrine girmesi için Bağdat’a yollar.

Mehmed Ağa Bağdat kapısına dayandığında Yusuf Paşa da kendisine destek için gelen askerleri karşılamaya çıkar. Bu durumu gören Subaşı Bekir’in oğlu Mehmed derhal kapıları kapatır, içeriye kimseyi almaz. Vezir Yusuf Paşa da, ona destek için gönderilen askerlerle dışarıda kalır.

Subaşı Bekir ise Anadolu’da vergi avına çıkmışken üzerine gelen kuvvetleri bozduktan sonra hızla geldiği Bağdat önlerinde Azap Ağasına saldırır. Subaşı Bekir’in oğlu da kaleden top atışlarına başlar.

Ortalık ana-baba gününe döndüğünde Yusuf Paşa başından yaralanarak şehid olur. Azap Ağa­sı Mehmed Ağa’da iki oğluyla birlikte Bekir Subaşı'ya esir düşer. Subaşı Bekir, İstanbul’a mesaj vermek için, Azap Ağası ve iki oğlunu zincirlerle bağlatarak içini katran ve neftle doldurduğu bir sandala bindirir, sonra da ateşe verdiği sandalı Dicle Nehrine salar.

Sandaldan gelen yürek paralayıcı feryadları kılı kıpırdamadan dinler. Sonra da hiç sıkılmaz Divân’a bir mektup göndererek Bağdat Valiliğinin kendisine verilmesini ister.

Dîvan bu ta­lebi reddettiği gibi Bağdad Valiliğine Süleyman Paşa'yı tayin eder. Ancak Süleyman Paşa hasta olduğu için yerine vekilini gönderir. Subaşı Bekir vekili Bağdat’a sokmaz. Bir süre sonra da Süleyman Paşa vefât eder.

Bunun üzerine Divân, Diyarbakır Beylerbeyi Filibeli Hâfız Ahmed Paşa’yı Bağdad üzerine gönderir. Hâfız Ahmed Paşa Bağdat’a hareketinden önce, görüştüğü âkil insanların; “Bağdat’ta yaşayanların ekserisi Râfizî, İran Şâh’ı da Bağdat’a yürümek için fırsat kollamaktadır. Bağdat üzerine yürünürse Subaşı Bekir Şâh’tan yardım isteyebilir, sonra Bağdat elden çıkmasın” uyarısıyla Divân’a bir mektup yazarak, Bekir Subaşı’nın Bağdat’a vali olarak atanmasını ister.

Divân bir kez daha ret cevabını gönderir. Yetmez, Hâfız Ahmed Paşa’ya bir an önce Bağdat’a giderek duruma el koyması uyarısında bulunur. Hâfız Ahmed Paşa başta Musul, Kerkük valileri olmak üzere Maraş ve Sivas valilerini de kuvvetleriyle beraber yanına alarak vakit geçirmeden Subaşı Bekir’in üzerine yürür.

Hâfız Ahmed Paşa’nın üzerine geldiği haberini alan Subaşı Bekir, henüz Ahmed Paşa gelmeden İran Şâh’ı Abbas’a haber salarak Osmanlı birliklerini uzaklaştırırsa Bağdat’ı kendisine teslim edeceği bilgisini çoktan vermiştir.

Bu duruma çok sevinen Şâh fırsatı kaçırmak istemez önce bir taç ve kıymetli hediyeler gönderir, sonra da Karçıkay Hân’ı 30 bin askerle yola çıkartır. Karçıkay da Hâfız Ahmed Paşa’ya mektup göndererek Bağdat önünden uzaklaşmasını ister.

Bunun üzerine İran’la bir savaşa tutuşursa yıllardır süren sulhun bozulacağı ve bunun sorumlusunun kendisi olacağı düşüncesine kapılan Hâfız Ahmed Paşa, savaş için değil duruma el koyması için gönderildiğini düşünerek Bekir Subaşı’ya Harputlu İbrahim Bey’le bir mektup gönderir. Mektupta Bağdat Valiliğinin kendine tevcih edildiğini, burayı korumanında kendi uhdesinde olduğunu bildirir.

Bekir Subaşı, Hâfız Ahmed Paşa’ya teşekkür ettikten sonra kendisine bir zarar gelmemesi için kale önünden çekilmesini, kendisinin gereğini yapacağını bildirir. Hâfız Ahmed Paşa’da Musul’a doğru çekilir.

Subaşı Bekir Şâh’a haber........

© Yeni Akit


Get it on Google Play