İran-Pakistan topraklarında İsrail bağlantılı ve Pakistan tarafından desteklenen İran karşıtı Ceyş el-Adl “Adalet ve Eşitlik Ordusu” adlı örgüt militanların üslerine saldırdığını duyurmasından iki gün sonra, Pakistan da İran’ın Sistan-Beluçistan eyaletinde Pakistan’ın Belucistan bölgesi için bağımsızlık isteyen ayrılıkçı bir grup olan Belucistan Kurtuluş Cephesi’ne (BKC) mensup ‘teröristlerin saklandıkları yerlere’ askeri saldırı gerçekleştirmesiyle İran ile Pakistan arasında tansiyonun yükselmesi son derece tehlikeli bir gelişmedir.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Pakistan ve İran mevkidaşlarıyla telefonda konuşmasında İran, Irak ve Pakistan’a itidal ve sağduyuyla suhuletin sağlanması için “Türkiye, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü konusunda bölge ülkeleriyle deneyimlerini paylaşmaya ve katkı sunmaya hazırdır” diyerek çağrıda bulunması yerinde ve olumlu bir gelişmedir.

Çünkü Türkiye, her iki ülkeyle tarihin derinliklerinden gelen ortak değerleri ve bağları olan ülkedir.

Pakistan ve İran yıllardır birbirlerini şiddet yanlısı militan grupları barındırmakla suçluyor. Son yaşanan olaylarda tekrar karşı karşıya gelmelerinin sebebi de benzer iddia ve suçlamalardan kaynaklansa da Hindistan ve İran’ın, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun önemli noktası Gwadar limanının stratejik önemini azaltmaya yönelik karşı hamleler adına bölgesel güç oyunları ve ticaret rekabetin bir sonucu olduğu anlaşılmaktadır.

Pakistan, Tahran’daki büyükelçisini çekti ve İran’ın büyükelçisinin de İslamabad’a geri dönmesine izin verilmeyeceğini açıklaması ile krizin, karşılıklı diplomatik restleşmeye dönüşmesi her iki tarafa zarar veren olduğu kadar İslam âlemi içinde rahatsız edicidir.

Zira mezhebi farklılık taşıyan bu restleşme, emperyalist güç odaklarının asırlardır kışkırttığı ve beklediği bir mezhep savaşını başlatabilecek potansiyele sahiptir.

Karşılıklı suçlamalar ve hava harekâtlarıyla başlayan kriz, Batı medyasında “İran-Pakistan krizi, yeni savaşların habercisi mi?”, “şimdi de bölgede Sünni-Şii yani bir mezhep savaşımı başlıyor?” manşetleri dikkat çekmektedir.

*

Pakistan ile İran bugün yaşananlara nasıl gelindiğini anlama adına iki ülkenin tarihi seyir içindeki ilişkilerine bir göz gezdirelim.

Tarihsel olarak Pakistan-İran ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir halinde devam edegelmiş olsa da aralarında hiçbir dönemde bir savaş veya çatışma yaşanmamıştır.

İran, 1947 yılında Pakistan’ın bağımsızlığını tanıyan ve İslamabad yönetiminin yurtdışındaki ilk büyükelçiliğine ev sahipliği yapan ilk ülkeydi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sırasında işbirliği yapmış ve jeopolitik olarak geniş ölçüde aynı çizgide yer almıştı.

Pakistan ve Hindistan arasında Ağustos-Eylül 1965 arasında yaşanan 1965 Hint-Pakistan Savaşı sırasında Tahran, İslamabad’ı destekledi.

Ancak 1979’daki İran Devrimi ve Suudi Arabistan’dan ilham alan Vahabi İslamcılığın Pakistan’daki artan etkisi (Afganistan’daki çatışmaların da etkisiyle) İran ve Pakistan arasındaki güvensizliğin artmasına neden oldu.

İran’ın Hindistan ile artan işbirliği ve Pakistan’ın ABD ile yürüttüğü stratejik ittifakı, iki ülkenin arasının daha da açılmasına neden oldu.

Son yıllarda İran’ın komşu ülkelerdeki Şii nüfusu kullanarak komşu ülkelerin içişlerine açık-gizli müdahalesi Pakistan’ı da rahatsız etmiştir.

Ancak Pakistan, her şeye rağmen uzlaşıcı bir yol izledi ve 2015’te Suudi liderliğindeki Sünni koalisyon Yemen’deki iç savaşa müdahale ettiğinde Pakistan bunun bir parçası olmayı reddetti.

Çünkü Pakistan, ülke içindeki Sünni ve Şii nüfus arasında yeni fay hatları yaratabileceğini düşündüğü mezhepsel bir bölgesel çatışmaya katılmanın tehlikesini biliyor.

Ancak her ne olursa olsun dost ve kardeş İran ve Pakistan, farklı mezhep inançlarına sahip olsalar da İsrail’in Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaş nedeniyle zaten kötü durumda olan Orta Doğu’daki gerilimi daha da artırmaya yönelik bir mezhebi savaşa sebebiyet verilmemesi için karşılıklı olarak daha dikkatli olmalı.

Aralarında var olan sorunların çözümü için restleşme ve mezhebi ayrışma yerine İslam’ın evrensel değerleri etrafında bir uzlaşma sağlanmalıdır.

Çünkü “Müslümanın Müslümana Kanı, Malı, Irzı Haramdır.”

(Hadis-i Şerif)

QOSHE - İran ve Pakistan, mezhebi bir savaşın müsebbipleri olmamalı - Mehmet Koçak
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İran ve Pakistan, mezhebi bir savaşın müsebbipleri olmamalı

23 1
20.01.2024

İran-Pakistan topraklarında İsrail bağlantılı ve Pakistan tarafından desteklenen İran karşıtı Ceyş el-Adl “Adalet ve Eşitlik Ordusu” adlı örgüt militanların üslerine saldırdığını duyurmasından iki gün sonra, Pakistan da İran’ın Sistan-Beluçistan eyaletinde Pakistan’ın Belucistan bölgesi için bağımsızlık isteyen ayrılıkçı bir grup olan Belucistan Kurtuluş Cephesi’ne (BKC) mensup ‘teröristlerin saklandıkları yerlere’ askeri saldırı gerçekleştirmesiyle İran ile Pakistan arasında tansiyonun yükselmesi son derece tehlikeli bir gelişmedir.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Pakistan ve İran mevkidaşlarıyla telefonda konuşmasında İran, Irak ve Pakistan’a itidal ve sağduyuyla suhuletin sağlanması için “Türkiye, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü konusunda bölge ülkeleriyle deneyimlerini paylaşmaya ve katkı sunmaya hazırdır” diyerek çağrıda bulunması yerinde ve olumlu bir gelişmedir.

Çünkü Türkiye, her iki ülkeyle tarihin derinliklerinden gelen ortak değerleri ve bağları olan ülkedir.

Pakistan ve İran yıllardır birbirlerini şiddet yanlısı militan grupları barındırmakla suçluyor. Son yaşanan olaylarda tekrar karşı karşıya gelmelerinin sebebi de benzer iddia ve suçlamalardan kaynaklansa da Hindistan ve İran’ın, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun önemli noktası Gwadar limanının stratejik önemini azaltmaya yönelik karşı hamleler adına bölgesel güç oyunları ve ticaret rekabetin........

© Yeni Akit


Get it on Google Play