Vefat yıldönümleriyle değil bilinmesi, anlaşılması ve anlatılması gereken Abdülhamid Han’ı tanıyalım tanıtalım.

Vefatının 106. yıldönümünde Sultan Abdülhamid Han’ı hasret, rahmet ve minnetle anarken onun bıraktığı mirasa sahip çıkamadığımızın hüznünü taşıyoruz. Sadece Türkiye sathındaki eserlerinin listesini yazsak; başka bir şey yazmadan sütun dolar. Binlerce eseri, kitabesi, izi, hatırası hâlâ yaşamaktadır. Mesela Mustafa Kemal Paşa biyografilerinde 1919 yılının 27 Aralık’ında ömründe ilk defa Ankara’ya gittiği zaman hükümet konağına uğramış, orada biraz dinlendikten sonra Ziraat Mektebi’ne yerleşmiştir diye yazar. Bilelim ki, 100. yıldönümünü idrak ettiğimiz Cumhuriyetin temellerinin atıldığı her iki bina Abdülhamid’in eseridir. Yine tarihi karartmakla görevli inkılap tarihlerimizi okurken Ankara’da Direksiyon binasının başkomutanlık karargâhı olarak kullanıldığı yazılır ama binanın Sultan Abdülhamid zamanında yapıldığı ve Bağdat Demiryolu hattının ulaştığı nokta olan Ankara istasyon binası olduğu zinhar yazılmaz. Tarihçimiz Mustafa Armağan:

“Demiryolunun Ankara’nın önce Millî Mücadele’nin karargâhı, arkasından Lozan’dan sonra ama Cumhuriyetten günler önce başkent ilan edilmesinde Sultan Abdülhamid’in bu vilayeti 567 kilometrelik demiryolu ağıyla İstanbul’a ve Konya, Eskişehir gibi Anadolu şehirlerine bağlatmasının oynadığı role” dikkat çeker. Sultan Abdülhamid’in yaptırdığı demiryolları İstiklal Savaşımızın merkezini belirlemede temel ölçü olmuştur. Ankara’nın önce Millî Mücadele’nin, ardından da Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olması 1918 Şubatının 10’unda Hakk’ın rahmetine kavuşan Abdülhamid Hanın bir hediyesi olarak hatırlanacaktır. Ankara başkentliğini Sultan Abdülhamid’e borçludur. Kemalistler, laikperestler de bu gerçekleri öğrensinler. Son cihan şümul devleti olan Osmanlı Devleti, köklü medeniyet ve kültür temelleri inşa etmiştir. Medeniyet hazinesine sahip çıkmak ve geleceğe aktarabilmek sorumluluğu müşterek sorumluluğumuzdur. Değerli tarihçilerimizden sadece Mustafa Armağan’ın Ziya Nur Aksun’n kitaplarına bakmaları dahi yeterlidir. Yılmaz Öztuna’nın Abdülaziz Han’ın şahadetine götüren dönemle II. Abdülhamid Han’ın yaşayıp görerek geldiği taht ve sonrasını işleyen Bir Darbenin Anatomisi kitabını okumaları kâfidir. Tabii Yalan Söyleyen Tarih çöplüğünden kurtulurlarsa.

Sultan Abdülhamid Han milletinin ve ümmetin (dünya Müslümanlarının) hamisi olarak İslâm aleminde kazandığı sevgi, saygı kadar küresel ölçekteki rakipleri nezdinde de saygı ve takdir kazanan bir Sultan, ön açıcı bir şahsiyettir. Çağını aydınlatan, mazlum milletlerin yanında, zalimlerin karşısında ve mücadelesinde, insanlığa huzur getirecek lider konumunu hep muhafaza etmiştir. Bu dirayetli hükümdar, milletlerarası itibar ve takdiri kendi ülkesinin insanlarının/aydınlarının anlamayışı, Osmanlı’nın yıkılışını isteyen güçlerle beraber hareket edişleri tam bir fecaattir. Dünyanın son hükümdarı, son evrensel imparatoru olarak kendi dönemine damgasını vurmuş olan Sultan Abdülhamid Han ne yazık ki ülkemizde tam bir asır hep aşağılandı! Bir insana, bir sultana yüklenebilecek ne kadar olumsuz sıfat varsa hepsi yüklendi! Abdülhamid Han’a yüklenen bütün olumsuz sıfatlar bu toprakların dâhilî ve hâricî düşmanları tarafından icat edilmiş, uydurulmuştu. Bir asır, bu ülkenin çocukları Abdülhamid’den nefret ederek yetiştirildi! Büyük geçmişlerini, anlamayanların geçmişin mirasına hak ettiği kıymeti verme sorumluluğundan uzak durmaları da eğitim sistemimizin kendi değerlerimizden uzak oluşundan kaynaklanmaktadır. “Din-dil-tarih şuuru” olmadan yol-yön ve konumumuzu bulamadık bulamayız da.

Biz birileri gibi tarihimize yüz çevirenlerden olamayız. Osmanlı ile Cumhuriyeti birbirlerinin zıt dönemleri olarak görmek, kişinin kendine ve milletine yapabileceği en büyük ihanettir. Bizi köklerimizden ayırmaya gayret ediyor, ısrarla bu ülkenin tarihini 1923’ten itibaren başlatmaya çalışıyorlar. Tarih bir milletin sadece mazisi değil istikbalinin de pusulasıdır.

İttihat ve Terakki’nin muhalefet anlayışı, her ne olursa olsun II. Abdülhamid’i tahttan indirmeye dönüktür. İttihat ve Terakki, Ermeni, Yahudi, Rum, akla gelebilecek herkesle ittifak etti. Abdülhamid’i indirdikten sonra da ittifaka dahil olanlar, İttihat ve Terakki’ye destek veren herkes kendi çıkarını istedi. Filistin’e Yahudi yerleşimi çok büyük bir hızla artış gösterdi. 1948’de de yeni bir devlet olarak çıktılar ve o tarihten bu tarihe bakın bölge huzur görmüyor. II. Abdülhamid’in Filistin bölgesinde Yahudi yerleşmesini engelleme konusundaki gayreti sebebiyle, bütün ‘İsrail devleti’ kurma peşinde koşanlar da düşmanlıkta yarış ettiler. Emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin bütün oyunlarını bozmuştu. Bütün mazlum Müslümanları toparlamayı başarmıştı. Sultan Abdülhamid’in mücadelesi öylesine güçlüydü ve öylesine etkiliydi ki, bugün bile dünyanın en ücra köşelerinde şükranla ve minnetle anılıyor. Sultan Abdülhamid bütün mazlumlara el uzattığı, Endonezya’dan Doğu Türkistan’a, Yemen’den Güney Afrika’ya kadar bütün mazlumların yardımına koşuşturduğu için. Sultan Abdülhamid Han, büyük bir dehâ, çağının çok çok ötesinde ileri görüşlü bir zekânın sahibiydi. Maddi/manevi hayatını dengeleyen devlet adamı! Leşkeri gaza ile leşkeri duayı ihmal etmeyen Sultan. Abdülhamid Han, en zor zamanlarda devleti ayakta tutan, ayağa kaldırma iradesi ortaya koyan, her alanda ilim ve fikir adamları, büyük düşünürler ve sanatçılar yetişmesine imkân tanıyan bir padişahtı. Hilafetin kaldırılmasıyla meydana gelebilecek boşluğu/başsızlığı o zaman görmüş, sonraki dönemde ise hilafet kaldırılmıştır. Hem de İngilizlerin dayatması ile zafer olarak yutturulan anlaşmaya girecek kadar…

QOSHE - Dost ve düşmanı ayıran mihenk taşı: II. Abdülhamid Han - Yaşar Değirmenci
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dost ve düşmanı ayıran mihenk taşı: II. Abdülhamid Han

7 1
14.02.2024

Vefat yıldönümleriyle değil bilinmesi, anlaşılması ve anlatılması gereken Abdülhamid Han’ı tanıyalım tanıtalım.

Vefatının 106. yıldönümünde Sultan Abdülhamid Han’ı hasret, rahmet ve minnetle anarken onun bıraktığı mirasa sahip çıkamadığımızın hüznünü taşıyoruz. Sadece Türkiye sathındaki eserlerinin listesini yazsak; başka bir şey yazmadan sütun dolar. Binlerce eseri, kitabesi, izi, hatırası hâlâ yaşamaktadır. Mesela Mustafa Kemal Paşa biyografilerinde 1919 yılının 27 Aralık’ında ömründe ilk defa Ankara’ya gittiği zaman hükümet konağına uğramış, orada biraz dinlendikten sonra Ziraat Mektebi’ne yerleşmiştir diye yazar. Bilelim ki, 100. yıldönümünü idrak ettiğimiz Cumhuriyetin temellerinin atıldığı her iki bina Abdülhamid’in eseridir. Yine tarihi karartmakla görevli inkılap tarihlerimizi okurken Ankara’da Direksiyon binasının başkomutanlık karargâhı olarak kullanıldığı yazılır ama binanın Sultan Abdülhamid zamanında yapıldığı ve Bağdat Demiryolu hattının ulaştığı nokta olan Ankara istasyon binası olduğu zinhar yazılmaz. Tarihçimiz Mustafa Armağan:

“Demiryolunun Ankara’nın önce Millî Mücadele’nin karargâhı, arkasından Lozan’dan sonra ama Cumhuriyetten günler önce başkent ilan edilmesinde Sultan Abdülhamid’in bu vilayeti 567 kilometrelik demiryolu ağıyla İstanbul’a ve Konya, Eskişehir gibi Anadolu şehirlerine bağlatmasının oynadığı role” dikkat çeker. Sultan Abdülhamid’in yaptırdığı demiryolları İstiklal Savaşımızın merkezini belirlemede temel ölçü olmuştur. Ankara’nın önce Millî Mücadele’nin, ardından da Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olması 1918 Şubatının 10’unda Hakk’ın rahmetine kavuşan Abdülhamid Hanın bir hediyesi olarak hatırlanacaktır. Ankara başkentliğini Sultan Abdülhamid’e borçludur. Kemalistler, laikperestler de bu gerçekleri öğrensinler. Son cihan şümul devleti olan Osmanlı Devleti, köklü medeniyet ve kültür temelleri inşa........

© Yeni Akit


Get it on Google Play