Cevap için, önce Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin varlık sebebini, eğiticilerinin samimiyetini ve bunun sonuca etkisini değerlendirelim.

Bu dersin ana konusu inkılaplar ve dolayısıyla tek parti dönemi CHP’sinin bu güne de intikal eden altı oku ve ilkeleri. Yani kendisi demokrasiye ve çoğulculuğa aykırı bir ders.

Bu dersin, Anayasanın 42/2. maddesindeki “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” hükmü ve Yükseköğretim Kanunundaki 4. ve 5. maddelerde sayılan ilkeler kapsamında bir ideolojik endoktrinasyon eğitimi olarak tasarlandığında şüphe yok. Milli Eğitim Bakanlığı da Yükseköğretim Kurulu da çaresiz.

“Son 22 senede çok konuda çok ileri gittik” sanan ya da sandırılan bazı dindarlarımızın bu hükümlerin halen de yürürlükte olduğunu duyunca şaşırdığını da ayrıca not edelim.

Anayasa’nın başlangıç kısmında, 2001’de, AB üyelik sürecinin de tesiriyle ve neredeyse konsensüsle yapılmış olan iyileştirici değişikliğin devamı AKP döneminde getirilebilseydi, toplum ve eğitim kurumlarımız bu ideoloji cenderesinden belki çıkabilmiş olacaktı.

İdeolojiler devrinin geçtiği ve dolayısıyla kanunlardaki varlığının çok da anlamlı olmadığı düşünülebilir. Ama bu bir yanılgı. İdeolojilerin dayatılma biçimi değişmiş durumda.

Mesela bu dersi veren öğretim elemanlarının büyük kısmının bu dersi “ders işte…” diyerek verdiğinde şüphemiz yok.

Veren böyle vermese de dersi alanların büyük kısmının usulen okuyup geçtiği de belli. Çoğunluğun bu dersten etkilenip de daha Kemalist ya da daha da CHP’li olduğu söylenemez.

M. Kemal sevgisinin (sempatisinin) son yıllarda en azından kamusal alanda gösterilen biçimiyle arttırıldığı açık ama bunun sebebinin bu dersler olduğunu söylemek de kolay değil.

1997 öncesinde 28 Şubat’ı planlayanlar o yıllarda yapamadıklarını bu dönemde böyle dolaylı usullerle yapıyorlar.

Ancak bu dersin yine de büyük zararı var.

Böyle bir zorunlu dersin varlığı demokraside ne ölçüde geri kaldığımızı göstermek için yeterli. Yani başka hiçbir zararı olmasa bile imajımızı olumsuz etkiliyor. Münafıklığı arttırıyor. Ve bu büyük bir kayıp.

Bu kaybı görenlerin, kaybı telafi etmek için demokratikleşmenin sürmesi gerektiğini düşünmek ve savunmak yerine “ama biz de bir kale kazandık” dercesine okullardaki din derslerine veya açılan Kur’an Kurslarına ve imam hatiplere, ilahiyatlara bakarak teselli bulmaları aslında bir züğürt tesellisi.

Zira herkes biliyor ki bu dindarlaştırma gayretleri netice vermedi, vermiyor, vermeyecek.

Zira herkes anladı ki din eğitimi başka konulardaki eğitimlere benzemiyor. Ancak samimi ortamda ve samimane (ihlâslı –yukarıda ihlâs’tan bahsedildiği ve daha geniş anlam içerdiği için önerilir. Veya Risale-i Nur’da “Samimî ihlâs” şeklinde de geçiyor, malum) biçimde ve bilhassa örnek olunarak yapılırsa bir faydası olabiliyor. Ve bu alandaki yarı zorakiliklerden kaynaklanan çokluklar bu samimiyeti de faydayı da azaltıyor.

Yani dindarların kazandık sandıkları bazı mevzileri de aslında kazanmış olmadıkları açık.

O halde kazandığımızı sandığımız mevzileri elde tutmaya çalışırken aslında daha kıymetli hangi mevzileri kaybettiğimizi iyi ölçüp biçmemiz lazım.

QOSHE - Kazanılan ve kaybedilen mevziler - Ahmet Battal
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kazanılan ve kaybedilen mevziler

5 2
28.03.2024

Cevap için, önce Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersinin varlık sebebini, eğiticilerinin samimiyetini ve bunun sonuca etkisini değerlendirelim.

Bu dersin ana konusu inkılaplar ve dolayısıyla tek parti dönemi CHP’sinin bu güne de intikal eden altı oku ve ilkeleri. Yani kendisi demokrasiye ve çoğulculuğa aykırı bir ders.

Bu dersin, Anayasanın 42/2. maddesindeki “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” hükmü ve Yükseköğretim Kanunundaki 4. ve 5. maddelerde sayılan ilkeler kapsamında bir ideolojik endoktrinasyon eğitimi olarak tasarlandığında şüphe yok. Milli Eğitim Bakanlığı da Yükseköğretim Kurulu da çaresiz.

“Son 22 senede çok konuda çok ileri gittik” sanan ya da sandırılan bazı dindarlarımızın bu hükümlerin halen de yürürlükte olduğunu duyunca şaşırdığını da ayrıca not edelim.

Anayasa’nın başlangıç kısmında, 2001’de, AB üyelik sürecinin de tesiriyle ve neredeyse konsensüsle yapılmış olan iyileştirici değişikliğin........

© Yeni Asya


Get it on Google Play