“Hiçbir müfsid ‘Ben müfsidim’ demez, daima sûret-i haktan görünür, yahut batılı hak görür. Evet, kimse demez ‘Ayranım ekşidir.’ Fakat, siz mihenge vurmadan almayınız.”1 Bu paragraftaki hem çarpıcı, hem veciz, hem de icâzlı, yani, çok anlamlı kavramlara kısaca bakalım:

Mihenk (taşı): Altın veya gümüş üzerine sürüldüğünde bıraktığı çizgilerden bu madenlerin saflık dereceleri anlaşılırdı. Mihenge vurmak, bir şey ve kişinin saflık, hâlisliğini ölçen bir testtir.

Müfsid: Fesatlık eden, bozan, fenalaştıran, nifak sokan, ara açan ve bozgunculuk yapan. Üstelik “suret-i haktan”, yani, haklı, doğru, isabetli olduğunu iddia eder; dürüst gibi görünür.

“Yahut batılı hak görür.”: Müfsid değilse de doğru, hak olmayan, geçerliği bulunmayan, gerçeğe uymayan, temelsiz, çürük, boş ve yanlışı doğru zanneder. Meselâ, “Dinlerin özü iyiliktir. Çalışmak da ibadettir” gibi. Bir kere hak dinlerin özü; imân, ibâdet, ahlâk ve adâletle imtihandir. “İyilik” ise bu özün sadece bir parçasıdır. “Çalışmak da ibadettir” sözüne gelince; tarla, bağ, bahçe, fabrikadaki çalışmaktan yetkililerin haberi ve izni gerekir. Habersiz, tasdiksiz yapılan çalışmalar ücrete tabi değildir. Çalışmak ne zaman ibadet olur? “Dînî farzlarını yerine getirmek sûretiyle dünyevî çalışmaların da bir ibâdet hükmüne”2 geçer. “Zikr-i kalbî ile ve tefekkür-ü aklî ile kazandığı teveccüh ve huzur ve kuvvetli niyetler vasıtasıyla âdetlerini ibadet hükmüne çevirmek”3 mümkün. “Bu nevi sünnetlere ‘âdâb’ tabir edilir. Fakat o âdâba ittibâ eden, âdâtını ibadete çevirir.”4 Âdet, kişi veya toplumun kural gibi yaptığı iş, örf, gelenek.

Mihenge dönersek: “Öyle ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın; mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız, bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz...

“Evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir.”5 Yani körü körüne inanmayın.

Bediüzzaman “Beni de mihenge vurun!” diyorsa, talebeleri, siyasetçiler niçin vurulmasın!?

Dipnotlar:

1-Münazarat, Enst./intr, s. 48.; 2-Tarihçe-i Hayat, s. 405.; 3-Mektubat, s. 440.; 4-Lem’alar, s. 58.; 5-Münazarat, s. 49.

QOSHE - Dünya çapındaki “mihenk”i uyguluyor muyuz? - Ali Ferşadoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dünya çapındaki “mihenk”i uyguluyor muyuz?

15 26
05.03.2024

“Hiçbir müfsid ‘Ben müfsidim’ demez, daima sûret-i haktan görünür, yahut batılı hak görür. Evet, kimse demez ‘Ayranım ekşidir.’ Fakat, siz mihenge vurmadan almayınız.”1 Bu paragraftaki hem çarpıcı, hem veciz, hem de icâzlı, yani, çok anlamlı kavramlara kısaca bakalım:

Mihenk (taşı): Altın veya gümüş üzerine sürüldüğünde bıraktığı çizgilerden bu madenlerin saflık dereceleri anlaşılırdı. Mihenge vurmak, bir şey ve kişinin saflık, hâlisliğini ölçen bir testtir.

Müfsid: Fesatlık eden, bozan, fenalaştıran, nifak sokan, ara açan ve bozgunculuk yapan. Üstelik “suret-i haktan”, yani, haklı, doğru, isabetli olduğunu iddia eder; dürüst gibi görünür.

“Yahut batılı hak görür.”: Müfsid değilse de doğru, hak olmayan, geçerliği bulunmayan, gerçeğe........

© Yeni Asya


Get it on Google Play