Hemen her yer hırsız girmiş bir evden beterdi. Kapı, kilit kırılmış, eşyalar alt üst edilmişti.

“Normal” bir zaman değildi (zaman.) Ekmeklerin hamur ya da kömür olması, diplomaların kâğıttan öte bir değer taşımaması, önce ekmeklerin bozulması, suların çekilmesi, yiyeceklerin kokusunun kaybolması son zaman fotoğraflarından birkaçı mıydı?!

Şüphe, vesvese, takıntı, itimatsızlık, tecessüs yani bir casus tavrı kanser gibi yayılıp gidiyordu.

İpekten ince, camdan kırılgan Kalp Ülkesi’nin ücra yerlerine kadar tahrip edildiği bir çağa şahit olmak da varmış. Kader…

Belki ruhlar hiçbir dönemde bu kadar tedirgin değildi.

Bestelerin ahengi “gürültüye” mi gitti?! Şiirin kılı kırk yaran inceliğine kapıyı kimler kapattı? Romanlar hayatı çözemediği gibi kördüğümledi, hayalleri de kör kuyulara yuvarladı. Tarih şaşar mıymış şaştı; yaşanmamışlıklar “yaşatıldı.” Yaşanmışlıklar “ölüydü!”

Eski çok eskilerin eline kör topal bastonlar verilirken daha dün kadar yakınlar bile bilinmezlik perdeleriyle kapatıldı. Kimler, kimlerden, neyi, niçin ve ne zamana kadar kaçırabilirdi ki?!

Er geç geceler yerini gündüze bıraktığında herkes her şeyi göreceğine göre bitmeyen tiyatrolar Selim Ali’nin ümidine dokunmasa da cevapsız sorularını çoğaltıyordu.

Paslanmış kapıların bu kaç yüz yıllık hantallığı kimlere yarıyordu?!

Kaçırılan bir şeyler mi vardı? Vardı demek… Vardı ki bazı şeyleri konuşurken ya sesimizi kısıyoruz ya sağa sola bakıyoruz. En yakın bildiklerimize bile bir mesafe koyuyorduk.

Kendi kendimizi sansür ediyorduk. Yoksa? Yoksanım farklı fotoğrafları düşebiliyordu hayatınızın kıyısına.

Bu dünya herkesin değil miydi?!

Herkese yetececek kadar ay, yıldızlar, güneş, yeryüzü, gökyüzü vardı.

Hayatın ölüme selam vereceği güne kadar tebessüm ve acılardan bir örgü örülüyordu.

Ebedî giyeceğim bu el emeği, göz nuru, akıl ve kalp dokunuşundan dökülen görünmez elbisenin terzisi bendim.

Bilgin Abi’me şöyle tonundan vurgusuna yerinde seyreden bir şiir okumanın sırasıydı.

*

BENZERLİK

Ne kadar benziyorsun mevsimlere!

Nisan yağmurları gibi ağlıyorsun;

İçin dışın bahar oluyor!

Bir acı nefes solduruyor seni;

Sonbahar doluyor gözlerin.

Yaz… meyvelerini topluyor;

Sesini çıkarmıyorsun.

Olgun başaklar gibi başın eğik;

Dağıtıyorsun; hafifliyor dalların!

Kış mı?

Onu da mı söyleyeyim?!...

Bir sırrı sarar gibi kar gibi…Kefenleniyorsun!

QOSHE - “Kaçırılan” hayatlar - Ân diyarı (19) - Ali Hakkoymaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Kaçırılan” hayatlar - Ân diyarı (19)

19 3
25.02.2024

Hemen her yer hırsız girmiş bir evden beterdi. Kapı, kilit kırılmış, eşyalar alt üst edilmişti.

“Normal” bir zaman değildi (zaman.) Ekmeklerin hamur ya da kömür olması, diplomaların kâğıttan öte bir değer taşımaması, önce ekmeklerin bozulması, suların çekilmesi, yiyeceklerin kokusunun kaybolması son zaman fotoğraflarından birkaçı mıydı?!

Şüphe, vesvese, takıntı, itimatsızlık, tecessüs yani bir casus tavrı kanser gibi yayılıp gidiyordu.

İpekten ince, camdan kırılgan Kalp Ülkesi’nin ücra yerlerine kadar tahrip edildiği bir çağa şahit olmak da varmış. Kader…

Belki ruhlar hiçbir dönemde bu kadar tedirgin değildi.

Bestelerin ahengi “gürültüye” mi gitti?! Şiirin kılı kırk yaran inceliğine kapıyı kimler kapattı? Romanlar hayatı çözemediği gibi kördüğümledi, hayalleri de kör kuyulara yuvarladı.........

© Yeni Asya


Get it on Google Play