İnsan en çok kendinden mi kaçar, saklanır, siner? Evet, evet; yine de -bu kaç göç oyununda- kendine yakalanır.

Yalnız kaldığında, mapushanede, sevdiği ile göz göze geldiğinde, bir dağ başında, çocukluğuna uğradığı o eski evde, paraya pula boğulduğunda, paradan puldan olduğunda, otellerin isli ya da yaldızlı odalarında, yıllar sonra mahalle arkadaşıyla karşılaştığında, bayramlarda olsun mezar ziyaretlerinde, hastalanıp kaldığında, bazen de en neşeli ânınında kendine yakalanır insan.

Yaka paça hem de… Sağa sola bakınamazsınız da… Siz sizlesiniz… Bu sizsiniz işte, siz… İsimsiz, şöhretsiz bu izbe siz…

Hem bütün bu yaşadıkların yapışmış sana; nasıl soyacaksın kendini kendinden?

İnsanın öteki adı “Kaçak…” tır belki de!

İyi kaçar, hızlı kaçar, çok kaçar kendinden insan. Kaçtığını sandığını kendisi de bilir de… “tegafül” diye bir şey var sözlüklerde… Bile bile bir oyun bu! Bilir de bilmez gibi…

İnsan durup dururken kaçmaz ki… Her kaçışı bir çıkış sanır. Bile isteye çıkmaz yola girmeler var ya… Bir ümit diye… Her kendini terk ediş de bir ümit ona bakarsan. Hem kurbanlık koyun nereye kadar kaçabilir ki!

Gel de hatırla şimdi Ahmet Muhip Dıranas’ın “unutuş” anlamına gelen “Olvido” şiirini. Kaçtıklarına bir bir yakalanıp bir taşa çöküp peynir ekmek yediğini…

Olvido… unutuşun, kaçışın, geçmişte ve hatta gelecekte bile kayboluşun da bir adıydı.

Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

Gün saltanatıyla gitti mi bir defa…

Yalnızlığımızla doldurup her yeri…

Bir renk çığlığı içinde bahçemizden…

Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan…

Lavanta çiçeği kokan kederleri;

Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar…

Unutuşun o tunç kapısını zorlar.

Ve ruh, atılan oklarla delik deşik…

İşte, doğduğun eski evdesin birden!

Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven.

Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik…

Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar…

Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir;

Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir…

İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı;

Hatırlar bir gün bir camı açtığını…

Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu…

Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı…

Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.

Ey unutuş, kapat artık pencereni!

Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni.

Çıkmaz artık sular altından o dünya.

Bir duman yükselir gibidir kederden…

Macerası çoktan bitmiş o şeylerden…

Amansız gecenle yayıl dört yanıma;

Ey unutuş, kurtar bu gamlardan beni!

İnsan kaçarak, unutarak, unuttuğunu sanarak kendini kendine saklar ki bir gün yine kendini bulmak için…

Başka ne ki…

QOSHE - Kaçak aranıyor! - Ali Hakkoymaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kaçak aranıyor!

6 1
16.12.2023

İnsan en çok kendinden mi kaçar, saklanır, siner? Evet, evet; yine de -bu kaç göç oyununda- kendine yakalanır.

Yalnız kaldığında, mapushanede, sevdiği ile göz göze geldiğinde, bir dağ başında, çocukluğuna uğradığı o eski evde, paraya pula boğulduğunda, paradan puldan olduğunda, otellerin isli ya da yaldızlı odalarında, yıllar sonra mahalle arkadaşıyla karşılaştığında, bayramlarda olsun mezar ziyaretlerinde, hastalanıp kaldığında, bazen de en neşeli ânınında kendine yakalanır insan.

Yaka paça hem de… Sağa sola bakınamazsınız da… Siz sizlesiniz… Bu sizsiniz işte, siz… İsimsiz, şöhretsiz bu izbe siz…

Hem bütün bu yaşadıkların yapışmış sana; nasıl soyacaksın kendini kendinden?

İnsanın öteki adı “Kaçak…” tır belki de!

İyi kaçar, hızlı kaçar, çok kaçar kendinden insan. Kaçtığını sandığını kendisi de bilir de… “tegafül” diye bir şey var sözlüklerde… Bile bile bir oyun bu!........

© Yeni Asya


Get it on Google Play