Hep Bedüzzaman’ın “demokrasinin zembereği” diye târif ettiği “efkâr-ı ammenin (kamuoyunun), tehditlerle, korkularla, hîlelerle başka bir mecrâya çevrilmesi”ne, “muvvakaten (sathi ve geçici) sathî ve geçici de olsa) “muhâkeme-i aklîyesi”nin kapatılıp yanlış mecrâlara sürüklenmesine karşı istikameti gösterdi.

Osmanlı’nın son devrinde dönemin bütün gazetelerinde yazıları kaleme alan Bediüzzaman’ın bütün mutbuat için temel esas olarak bildirdiği “hâtibü’l umumî (umum adına herkese hitap eden)” ve “mürebbiyül’l efkâr” (fikirleri terbiye edip olgunlaştıran)” oldu.

“Dellâlül mehâsinü ve’lmeâyib (kamu adına doğruları ve yanlışları, iyilikleri ve ayıpları ilân ve ikaz) eden, “İslâm ahlâkını sarsan, efkâr-ı umumîyeyi perişan eden ve içtimâiyatı teşviş edip (karıştırıp bulandırarak)” siyaseti saptıran tezvirâta karşı içtimâiyatta “bedraka-i efkâr” olup fikirlerin delili, kılavuzu, rehberi, yol göstericiliğini hakkıyla yerine getirdi.

Yeni Asya hiçbir hâricî tesire kapılmadı. İfsad şebekelerinin oyununa gelmedi. Yanılmadı, yanıltmadı. Her zaman milletin müşterek umumî kalbinden tarafsızca çıkan kanaatin tezâhürüne fedâkârane gayret etti…

İSNADLARA KARŞI İSTİKAMETİ ORTAYA KOYMAK…

Yeni Asya tepeden inmeci keyfîliklere karşı durdu. Demokrasiyi, hak ve hürriyetleri katleden darbe ve ara dönemlerde milletin hakkını ve hukukunu korudu. “Rey-i vahid”e, “tek adam rejimleri”ne her devirde karşı çıktı.

Asıl olan, yurt içindeki basının yanı sıra yurt dışındaki ve İslâm dünyasındaki gazetelerden İslâmî hizmetlere dair haberleri “lâhika mektupları”na alıp neşreden, aleyhteki neşriyata karşı tekzip ve cevap hakkını kullanan, müsbet yayınlardan duyduğu memnuniyeti dile getiren Bediüzzaman’ın, basın mârifetiyle kamuoyunun doğru bilgilendirilmesine, İslâma yapılan saldırı, isnad ve tezvirata yine basın aracılığıyla cevap vermenin gereğini günümüzün şartlarına göre ifâ etmektir.

Basın üzerinden İslâma, Müslümanlara yapılan saldırı ve isnadlara yine matbûat/basın yoluyla mukabele eder. Kamuoyunun doğru bilgilendirmenin yapılmasını sağlamaktır.

Yeni Asya’nın davası, demokrasiyi, hakkı, hukuku, adâleti, insanlığı savunmaktır…

“İSTİBDAT DEĞİL, ŞÛRA VE MEŞVERET CEVHERİ…”

Aslında Yeni Asya’nın dâvâsını, Mehmet Kutlular Ağabeyin nakliyle, kurucusu Zübeyir Gündüzalp’ın “Bu gazete bizim için, âdeta günlük bir lâhika mektubudur. Sadece Risale-i Nur’un imanî meselelerini okumak, birlik ve beraberliğimizi yeteri kadar temin etmez. Üstadın siyasî ve sosyal olaylar ve yaşayış noktasındaki görüşlerinde, ölçülerinde de birleşmedikçe; onların Üstadın anladığı şekilde anlamadıkça birlik ve beraberliğimiz tam olamaz. Bunu sağlayacak günlük bir gazetedir” sözleriyle tesbit edilmiş. (İşte Hayatım, Mehmet Kutlular, 103-104)

Yeni Asya’nın demokrasi, hürriyet, hak ve hukuk mücadelesini, Kutlular Ağabeyin “cesur, hareketli ve hakikaten idealist” dediği, Nur davalarının yılmaz savunucusu Avukat Bekir Berk’in “Alev fışkıran, lavlar püskürten, başı şimşekli, sıcaklık saçan, şevk taşan, gayret veren, güzelliklerle dolu, üstünlükler meşheri bir yanardağ; inanmış bir kişi, eşsiz bir İslâm mücahidi; bütün ömrü fikrî cihad ile geçen, bir sürüm, bir kazanç, bir şöhret gazetecisi değil, günün adamı, günlük meselelerin insanı değil, dâvâ sahibi bir gazeteci; bir iman, fikir ve hareket adamı” diye tavsif ettiği, “bir ettiği ilk Umumî Neşriyat Müdürü ve ilk başyazarı şehid Mustafa Nezihi Polat’ın “Neden Yeni Asya” başlıklı yazısındaki “Evet, Asya’nın bahtının miftahı meşveret şûrâdır. Onun bahtını, talihini açacak, onu geliştirip inkişaf ettirecek istibdat değil, diktatörlük değil, tahakküm değil; şûrâdır, meşverettir, cumhuriyettir. Yeni Asya, işte bu mâdeni işletmek, bu cevheri yeniden ortaya çıkarmak için gazetemize isim olmuştur” mânâları istikametlendirir. (Yeni Asya, 26.8.1972)

“ECNEBİ MARKALI SİYASET TUZAKLARINA İLTİFAT ETMEMEK…”

Yeni Asya’nın mefkûresinde ve muhtevasında Mustafa Nezihi Polat’ın “Yeni Asya’nın Türkiye’nin en büyük fikir gazetesi hüviyetini alması ve seviyeli neşriyat sistemiyle vatan ve milletin saadet ve selâmetine hizmet etmesidir. Hâdiseler karşısında objektif görüşle düşünce kanaatleri ortaya koymasıdır” ölçüsü esastır.

Yeni Asya’nın davası, Yeni Asya’nın neşriyatında Mahir İz Hoca’nın “gençti, cevherdi, serâpa timsâl-i faziletti. Akıllara hayret veren bir çalışma kudretine sahipti, inanmıştı. Hayır uğruna çalışan faaliyet dinamosu imanla müteharrikti. Gecesi gündüzü yoktu. Bilmem kaç saat uyurdu? Mişkat-ı felâhını aydınlatan Nur kandilini misbâh-ı Kudret daha sabâvetinde tenvir etmişti. O parlak bir iman ve mefkûre yıldızı idi…” ifadeleriyle tarifi ettiği (Yeni Asya, 24.8.1972) Mustafa Nezihi Polat’ın, “hüküm” başlıklı başyazısında, “İyi ve güzel olanı göstermek, doğruyu ortaya koymak, hakkı müdafaa etmek esastır; bundan asla vazgeçmeyeceğiz” ahdiyle asil dâvâ şuuruyla hareket etmektir.

Ve yine merhum Polat’ın duâsıyla “Rahmet-i İlâhiyeden ümidimizi kesmeyeceğiz. ‘Haklı şûra, ihlâs ve tesânüdü netice verdiğinden’ dâima istişâre yolunu seçecek, samimiyeti, birlik ve beraberliği telkin edeceğiz. ‘Biz muhabbet fedâileriyiz, husumete vaktimiz yoktur’ diyecek, kin ve nefretin cemiyetimizden kalkmasına çalışacağız. El ve gönül birliği, kalb ve kafa birliği içerisinde meselelerimizi halledeceğiz ki ‘Yeni Asya’, kötülüğe, heva ve hevese galebe edebilsin…” duâsına mazhar olmak, mânâsını yaşamaktır…

Daha nice yeni yıllara kavuşması duâsıyla…

QOSHE - Yeni Asya’nın dâvâsı ve duâsı - Cevher İlhan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yeni Asya’nın dâvâsı ve duâsı

5 30
21.02.2024

Hep Bedüzzaman’ın “demokrasinin zembereği” diye târif ettiği “efkâr-ı ammenin (kamuoyunun), tehditlerle, korkularla, hîlelerle başka bir mecrâya çevrilmesi”ne, “muvvakaten (sathi ve geçici) sathî ve geçici de olsa) “muhâkeme-i aklîyesi”nin kapatılıp yanlış mecrâlara sürüklenmesine karşı istikameti gösterdi.

Osmanlı’nın son devrinde dönemin bütün gazetelerinde yazıları kaleme alan Bediüzzaman’ın bütün mutbuat için temel esas olarak bildirdiği “hâtibü’l umumî (umum adına herkese hitap eden)” ve “mürebbiyül’l efkâr” (fikirleri terbiye edip olgunlaştıran)” oldu.

“Dellâlül mehâsinü ve’lmeâyib (kamu adına doğruları ve yanlışları, iyilikleri ve ayıpları ilân ve ikaz) eden, “İslâm ahlâkını sarsan, efkâr-ı umumîyeyi perişan eden ve içtimâiyatı teşviş edip (karıştırıp bulandırarak)” siyaseti saptıran tezvirâta karşı içtimâiyatta “bedraka-i efkâr” olup fikirlerin delili, kılavuzu, rehberi, yol göstericiliğini hakkıyla yerine getirdi.

Yeni Asya hiçbir hâricî tesire kapılmadı. İfsad şebekelerinin oyununa gelmedi. Yanılmadı, yanıltmadı. Her zaman milletin müşterek umumî kalbinden tarafsızca çıkan kanaatin tezâhürüne fedâkârane gayret etti…

İSNADLARA KARŞI İSTİKAMETİ ORTAYA KOYMAK…

Yeni Asya tepeden inmeci keyfîliklere karşı durdu. Demokrasiyi, hak ve hürriyetleri katleden darbe ve ara dönemlerde milletin hakkını ve hukukunu korudu. “Rey-i vahid”e, “tek adam rejimleri”ne her devirde karşı çıktı.

Asıl olan, yurt içindeki basının yanı sıra yurt dışındaki ve İslâm dünyasındaki gazetelerden İslâmî hizmetlere dair haberleri “lâhika mektupları”na alıp neşreden, aleyhteki neşriyata karşı tekzip ve cevap hakkını kullanan, müsbet yayınlardan duyduğu memnuniyeti dile getiren Bediüzzaman’ın, basın mârifetiyle kamuoyunun doğru bilgilendirilmesine, İslâma yapılan saldırı, isnad ve tezvirata........

© Yeni Asya


Get it on Google Play