Yıkılan hayaller, imdat çığlıkları atan gönüller, evlat sevdasıyla kahrolan anneler, hakkın hukukun ayaklar altına alındığı bir devri yaşadık. Fakat o zaman arkamızda bütün ehl-i imanın duaları vardı.

Apo gibi cesetleri öldürüp şehadet şerbetini içirenlere bedel, ruhları söndürüp küfrün karanlıklarına indiren 28 Şubatçılar gelmişti. Fakat fıtrat yalan söylemez diyordu, Üstad Bediüzzaman. O ruhlar irkildi. Yıllar süren toz toprağından silkindi. Nurdan gözü görmez olan yarasaların önüne İslâm’ın parlak güneşiyle nurlanarak çıktılar. Nurdan kaçan yarasalar kılık değiştirdi. Dinde hassas muhakeme-i akliyede zayıf Müslümanları aldatarak din namına 28 Şubatta hayal bile edilemeyen zulümler, haksızlık ve adaletsizlikler yaptılar. Bu sefer maalesef arkamızda ehl-i imanın duası da kalmadı. Çünkü kurt gövdenin içine girdi. İşte bizim yüreğimizi yakan da bu oldu.

Derler ya bir gün vahşi bir adam eline aldığı balta ile ormandaki genç fidanları kesiyormuş. Genç fidanlar yaşlı çama şikâyet edip yalvarmışlar. Yaşlı çam derinden bir ahhhh! Çekerek;

“Ne yapayım evlat! Sapı bizden” demiş. Başörtülü, 28 Şubat mağduru bir akademisyen, aç ve zalim canavarlar tarafından anasından doğduğuna pişman ediliyor. Çokları istifa edip kaçıyor, bir kısmı zaten maddi yönden de sefalete düştüğünden özelde çalışıyor. Baştaki rektör beş vakit namazında, fakat bilhassa Tıp Fakültesi’nde 28 Şubatçılar iş başında. Başörtülüye her türlü kanunsuz, hukuksuz haksızlıklar reva görülür. Hakkını mı arayacaksın? Dört senede hiçbir davadan davacı lehine bir karar çıkmamış.

Başörtülü akademisyen kızımız 28 Şubat’ın kahredici günlerinde defaatle sorgulanmış nihayetinde beklediği acı ayrılık günü gelmişti. O günkü duygularını titreyen dudaklarından dökülen mırıltılı sözlerle yüreğine yazmıştı.

“(...) İşte beklediğim o an gelmişti. Arkadaşlarımdan biri üzgün bir surat ifadesiyle bana yaklaşarak “seni irtibat bürosundan çağırıyorlar” dedi. O an ayaklarım titremeye başlamış, vücudumu bir soğukluk kaplamıştı. Huzur-u İlâhi’de meleklerin beni izlediğini hissediyor gibiydim. Görevli, elindeki sarı zarfla beni bekliyordu. Gözlerinde, “geleceğini mahvettin” ifadesi hâkimdi. Ama hangi gelecek? Zarfı açtım ve içindekini okumaya başladım: “....Bir ay süreyle uzaklaştırma cezası ile tecziye edilmiş bulunmaktasınız...”

Elimdeki zarfla kitaplarımı almak için sınıfa girdiğimde teneffüs olmasına rağmen dersteymiş sessizliği ile beni izleyen arkadaşlarımın surat ifadeleri adeta yapılan bu uygulamayı protesto ediyordu. İçlerinden biri gözlerindeki yaşların solgun yüzünde süzülmesine rağmen cesaretini toplayarak “uzaklaştırma mı?” diye sordu.

Evet uzaklaştırılmıştım, ama nelerden? (...) Doktorluk mesleğinin ilk basamaklarından, girebilmek için gecemi gündüzüme kattığım fakültemden, derslerimden...

Kitaplarımı kollarımın arasına aldım. Onları ilk defa bu kadar şefkatle ve özlemle kucaklıyordum. Matem havasına bürünen sınıfıma son bir kez daha baktım. Arkadaşlarımın gözleri yaşlı sanki bir ölüyü toprağa teslim ediyorlardı. (...)

O an adeta huzur-u İlâhideki meleklerin alkış seslerini işitiyordum. Nefsime yönelip “Gazan mübarek olsun Ayşenur” dedim ve arkadaşlarımla vedalaşıp sınıftan ayrıldım....” (Hakim değil mahkumuz 2, Yeni Asya, 27 Eylül 2020)

QOSHE - 28 Şubat’ın dünü ve bu günü - 2 - Durmuş Ali İnci
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

28 Şubat’ın dünü ve bu günü - 2

7 6
12.03.2024

Yıkılan hayaller, imdat çığlıkları atan gönüller, evlat sevdasıyla kahrolan anneler, hakkın hukukun ayaklar altına alındığı bir devri yaşadık. Fakat o zaman arkamızda bütün ehl-i imanın duaları vardı.

Apo gibi cesetleri öldürüp şehadet şerbetini içirenlere bedel, ruhları söndürüp küfrün karanlıklarına indiren 28 Şubatçılar gelmişti. Fakat fıtrat yalan söylemez diyordu, Üstad Bediüzzaman. O ruhlar irkildi. Yıllar süren toz toprağından silkindi. Nurdan gözü görmez olan yarasaların önüne İslâm’ın parlak güneşiyle nurlanarak çıktılar. Nurdan kaçan yarasalar kılık değiştirdi. Dinde hassas muhakeme-i akliyede zayıf Müslümanları aldatarak din namına 28 Şubatta hayal bile edilemeyen zulümler, haksızlık ve adaletsizlikler yaptılar. Bu sefer maalesef arkamızda ehl-i imanın duası da kalmadı. Çünkü kurt gövdenin içine girdi. İşte bizim yüreğimizi yakan da bu oldu.

Derler ya bir gün vahşi bir adam eline aldığı balta ile ormandaki genç fidanları kesiyormuş. Genç fidanlar yaşlı çama şikâyet edip yalvarmışlar. Yaşlı çam derinden bir ahhhh! Çekerek;

“Ne yapayım evlat! Sapı bizden”........

© Yeni Asya


Get it on Google Play