Kalemin defterin sana küsmesi ne zormuş. Sana hiç bakmaması, seni görmemesi, sessizleşmesi ve hiçbir şey fısıldamaması kulağına. Her sıkıldığında, bunaldığında kapısını çaldığın, derdini anlattığın, teselli bularak çıktığın dostun kapısının, sana artık açılmaması gibi... Ne hazin bir bekleyiştir bu dostun kapısında. Ne uzun zamanlardır o. Hasretle beklenen adımlar, özlemle beklenen yollar, içinde binbir endişenin kol gezdiği, binlerce kederin, gözyaşının hücum ettiği zaman dilimleri... Zormuş kalemin küsmesi. Hiçbir şeye de benzemiyormuş.

Halbuki hep onlar anlardı beni. Hep onlar dururdu arkamda. Onlar teselli ederdi karanlık gecelerde. Kalemle defter... İki kadim dost...

Ne çok şey vardı oysa. Kalemin değmesiyle hayatlanacak olan ne çok güzellik vardı. Hani kamuflaj yeteneği ile donatılmış canlıların videoları düşer önünüze. Bakarsın dal gibi, yaprak gibi bir canlı. Ya da bulunduğu yerin şekline uygun renk ve desene bürünüvermiş canlılar... Ama birisi değer, dokunur ve onların yerlerini değiştirmelerine sebep olduğunda, sanat-ı İlahinin binbir türlü desenini, nakşını farkedersin.

Kalemin dokunuşu da böyle. Bakarsın düz bir olaydır. Basit, sıradan, alelade... Koşarken farketmediğimiz yol kenarı güzelliklerini, yürürken daha çok farkedişimiz gibi.. Hergün içtiğimiz çaydır, yediğimiz simittir. Ama Sait Faik’in kalemi dokunur, “Simitle Çay” olur; okunur, okutur kendini. Damakta bir çay tadı, ağzınızda simitten kalan susam taneleri kalmış gibi hissedersiniz. O tadı, okuyarak da alabileceğinizi kanıtlar size.

Ya da Abdülhak Şinasi Hisar’ın kalemi değer, “Çamlıca’daki Eniştemiz” olur. Eski İstanbul lezzetlerinin hikâyesini anlatır, onları itinayla önümüze dizer. Kah balıkların en tazesinin nerden alınacağını öğreniriz, kah en tatlı içmeklik suyun nerden çıktığını...

Kalem de yağmura, güneşe değer, taşa toprağa dokunur, yıldızları gezer, galaksilerle halleşir ve nice hikâyenin, masalın, romanın, denemenin yolu açılır önümüze. Öyle ki, şaşırırız.

Şair,

“Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak

Yapayalnız kalmak iskelelerde..”

demeseydi, bilir miydik vapuru kaçırdığımızda kazanacağımız şeyleri? Kaçan vapurun ağır ağır gidişi karşısında, bu mısralar gelir miydi dilimize? Kimbilir...

QOSHE - Kalem dokunsun - Havva Küçük Konur
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kalem dokunsun

5 1
15.12.2023

Kalemin defterin sana küsmesi ne zormuş. Sana hiç bakmaması, seni görmemesi, sessizleşmesi ve hiçbir şey fısıldamaması kulağına. Her sıkıldığında, bunaldığında kapısını çaldığın, derdini anlattığın, teselli bularak çıktığın dostun kapısının, sana artık açılmaması gibi... Ne hazin bir bekleyiştir bu dostun kapısında. Ne uzun zamanlardır o. Hasretle beklenen adımlar, özlemle beklenen yollar, içinde binbir endişenin kol gezdiği, binlerce kederin, gözyaşının hücum ettiği zaman dilimleri... Zormuş kalemin küsmesi. Hiçbir şeye de benzemiyormuş.

Halbuki hep onlar anlardı beni. Hep onlar dururdu arkamda. Onlar teselli ederdi karanlık gecelerde. Kalemle defter... İki kadim dost...

Ne çok şey vardı oysa. Kalemin değmesiyle hayatlanacak olan ne çok........

© Yeni Asya


Get it on Google Play