16. Risâle-i Nur Kongresi Cumhuriyet ve Meşveret Masası

Dünden devam

Asr-ı Saadet bir güneştir, bu asır onun ayinesidir. Her hadisede rahmet cihetini görmek lâzımdır. Hürriyet imanın hassasıdır. Haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek, imandan istimdat iledir. İman ne kadar mükemmel olursa, hürriyet o derece parlar. İşte Asr-ı Saadet.” (Tarihçe s: , 92,130)

Böyle diyerek hadiselerin rahmet cihetini görmeye ve göstermeye çalıştı. Hürriyet mücadelesini verenlerin çareyi İslâm’da, Kur’ân’da, Asr-ı Saadette değil de felsefe menşeli, inkâr muhtevalı materyalist Batı medeniyetinde aradıklarını görünce her meselede olduğu gibi cumhuriyet hususunda da nazarını Asr-ı Saadete çevirdi.

Devlete musallat olan bazı zararlı zihniyetler tarafından fikirler, duygular, düşünceler gibi tabirler, telâkkiler, kanaatler de kast-ı mahsusla karıştırılmış ve cemiyette ‘kavram kargaşası’ çıkarılmıştı. Onların başında da şeriat, meşrutiyet, hürriyet, cumhuriyet, demokrasi gibi kelimeler geliyordu.

İnsanların zihninde şeriatın; meşrutiyete, hürriyete, adalete, cumhuriyete zıt olduğu zannı uyandırma ve istibdada, zulme, tahakküme müsaitmiş gibi gösterme çabasına müdahale etme ihtiyacı duydu. Şeriata ‘garra’, hürriyete ‘şer’iye’, adâlete ‘mahza’, meşrutiyete ‘meşrua’ sıfatlarını ekledi. Mefhumların istismarına fırsat vermemek için ‘Benim tarif ettiğim vecihle’ kaydını koydu ve her vesile ile şeriatı, İttihad-ı Muhammedîyi (asm), Asr-ı Saadeti, meşrutiyeti, hürriyeti, adâleti, fazileti, meşvereti, cumhuriyeti, demokrasiyi anlattı.

Bediüzzaman, cumhuriyeti ilân etmeye ve şeair-i İslâmiyeye mugayir inkılâplar yapmaya hazırlanan bazı komutanların ‘yırtılmaya yüz tutan Avrupa medeniyet-i sefihânesini’ esas aldıklarını ve müstebit hâller, aldatıcı hareketler içine girdiklerini görünce, Ankara’da neşrettiği beyannamede cumhur-u mü’mininin hassasiyetlerine dikkat çekti.

“Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâp-vari bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyat ile olabilir” (Tarihçe s: 224)

Bunun gibi muknî izahlarına ve müessir ikazlarına rağmen cumhuriyet, ilânından hemen sonra hakiki mânâsını kaybetti. ‘Hükümet lâik cumhuriyete döndü.’ Devlet idaresi, telaffuzu cumhuriyet, tatbikatı istibdad-ı mutlak olan ‘resimden, isimden ibaret’ bir hâle geldi. Said Nursî, keyfî kararlara, zecrî tedbirlere karşı çıktı. Asr-ı Saadet Cumhuriyetinin esas alınması için mecliste fikrî, fiilî mücadele etti ise de ekseriyeti muttaki âlimlerden, müteşekkil mebuslar destek vermedikleri için yalnız kaldı ve müessir olamadı.

“Zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka ‘medeniyet’ ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye ‘kanun’ ismi takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana, ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.” (Tarihçe s: 638)

Memleketin mukadderatını şekillendirmekle muvazzaf mercileri böyle müessir ifadelerle ikaz ederek Ankara’dan ayrıldı. ‘Manevî cihad-ı dinî, iman-ı tahkiki kılıcıyla olacak’ diyerek manevî cihadın esaslarını muhtevi Risâle-i Nur Külliyatını telif etti. Cumhuriyete, inkılâplara karşı olduğu iddiası ile sürgüne gönderildi. Talebeleri ile birlikte mahkemelere verildi, hapishanelere hapsedildi, hücrelere atıldı, idam edilmek istendi, defalarca zehirlenerek öldürülmeye çalışıldı.

“Ben dindar bir cumhuriyetçiyim.”

Mahkemede, cumhuriyet hakkındaki fikri sorulduğu zaman böyle diyerek din ile cumhuriyeti mezcetti. ‘Cumhuriyet’ namını verdikleri istibdad-ı mutlak adına, imana, Kur’ân’a, Peygamber-i Zîşana (asm) saldıranlara: hürriyet, adalet, meşveret, fazilet değerleri ile mücehhez olan cumhuriyet ve demokrasi prensiplerini de içine alan cihanşümul Nur Hareketi ile mukabele etti.

***

“Adalet ve meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir.”

Bediüzzaman Said Nursî, böyle tavsif ettiği Asr-ı Saadet cumhuriyetini imaen de olsa nazara vermekle ve hürriyeti, adaleti, meşvereti, demokrasiyi anlatmakla mükellefti. Mahkeme müdafaalarında, eserlerinde, lahikalarında, devlet ricaline, hükümet erkânına, siyaset adamlarına yazdığı mektuplarda cumhuriyeti ve demokrasiyi anlattı.

“Eski tahribatı tamirata başlayan hakiki vatan-perverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyet-perverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım. Onların muvaffakıyetine çok dua ediyorum. İnşallah o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.” (Emirdağ s: 520)

Said Nursî cumhuriyeti, demokrasiyi anlatırken muhatap seçmeden herkese hitap etmişti. Halkçılar ona kulak tıkarken Ahrarlar dediği Demokratlar kulak verdiler. Bediüzzaman da Demokratları destekledi. Başbakan Adnan Menderes’e, Asr-ı Saadet Cumhuriyetinin temel esaslarından sayılan adalet-i mahzayı uygulama, şeair-i İslâmiyeyi ihya etme tavsiyelerinde bulundu. Bazı tavsiyelerine riayet edilince milletin makûs talihinin değişmesine vesile oldu.

“Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği hâlde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (asm) efradından çoklarnı astılar.” (Emirdağ s: 527)

Ne yazık ki tarihin, bu şekilde ifade edilen talihsiz tekrarı değişmedi. Demokratik cumhuriyet, daha onuncu yılına varmadan cumhuriyet istismarcısı, demokrasi muarızı, istibdat heveslisi bir grup muhteris askerin kanlı darbesine maruz kaldı. Üç demokrasi kahramanı asıldı, yüzlercesi yıllarca hapishanelerde kaldı.

Bediüzzaman Said Nursî’den ve Risâle-i Nur’dan cumhuriyet ve demokrasi dersi alan Nurcuların da gayretleri ile yapılan ilk demokratik seçimde devletin idaresi tekrar demokrasi zeminine çekildi ise de her seferinde hükümet yeni bir darbe ile devrildi. Demokrasi, yarım asrı doldurmadan beş sefer silahlı ve fiili, yüzlerce sefer de gizli müdahaleye maruz kalıp ağır yaralar aldı.

Türkiye Cumhuriyetinin, demokratik cumhuriyet kimliğini kazanma mücadelesi, yüzüncü yılında da hâlâ devam ediyor. Bu mücadelede Nurcular tarihî bir vazife yapıyor. Bugün Türkiye hâlâ ‘cumhuriyet’ sıfatını taşıyorsa ve ülkede kısmen de olsa demokrasi varsa, Said Nursî’nin ve Nurcuların müsbet mücadeleleri sayesinde vardır.

Nurcular; hilkatin, fıtratın, hürriyetin, adaletin, meşveretin iktizası olan cumhuriyet ve demokrasi mücadelesine ihlâsla, sebatla devam ettikleri takdirde, bu ülkeye bir gün mutlaka demokratik cumhuriyet, bir diğer tabirle Asr-ı Saadet cumhuriyeti gelecektir.


Demokratik cumhuriyet, daha onuncu yılına varmadan cumhuriyet istismarcısı, demokrasi muarızı, istibdat heveslisi bir grup muhteris askerin kanlı darbesine maruz kaldı. Üç demokrasi kahramanı asıldı, yüzlercesi yıllarca hapishanelerde kaldı.

Bu itibarla Türkiye Cumhuriyeti, Bediüzzaman Said Nursî’nin, Risâle-i Nur Külliyatının, Nur Talebelerinin varlığına her zamankinden daha çok muhtaçtır ve onlara minnet borçludur.

SON

QOSHE - Demokratik Cumhuriyet mücadelesine devam - İslam Yaşar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Demokratik Cumhuriyet mücadelesine devam

2 0
30.10.2023

16. Risâle-i Nur Kongresi Cumhuriyet ve Meşveret Masası

Dünden devam

Asr-ı Saadet bir güneştir, bu asır onun ayinesidir. Her hadisede rahmet cihetini görmek lâzımdır. Hürriyet imanın hassasıdır. Haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek, imandan istimdat iledir. İman ne kadar mükemmel olursa, hürriyet o derece parlar. İşte Asr-ı Saadet.” (Tarihçe s: , 92,130)

Böyle diyerek hadiselerin rahmet cihetini görmeye ve göstermeye çalıştı. Hürriyet mücadelesini verenlerin çareyi İslâm’da, Kur’ân’da, Asr-ı Saadette değil de felsefe menşeli, inkâr muhtevalı materyalist Batı medeniyetinde aradıklarını görünce her meselede olduğu gibi cumhuriyet hususunda da nazarını Asr-ı Saadete çevirdi.

Devlete musallat olan bazı zararlı zihniyetler tarafından fikirler, duygular, düşünceler gibi tabirler, telâkkiler, kanaatler de kast-ı mahsusla karıştırılmış ve cemiyette ‘kavram kargaşası’ çıkarılmıştı. Onların başında da şeriat, meşrutiyet, hürriyet, cumhuriyet, demokrasi gibi kelimeler geliyordu.

İnsanların zihninde şeriatın; meşrutiyete, hürriyete, adalete, cumhuriyete zıt olduğu zannı uyandırma ve istibdada, zulme, tahakküme müsaitmiş gibi gösterme çabasına müdahale etme ihtiyacı duydu. Şeriata ‘garra’, hürriyete ‘şer’iye’, adâlete ‘mahza’, meşrutiyete ‘meşrua’ sıfatlarını ekledi. Mefhumların istismarına fırsat vermemek için ‘Benim tarif ettiğim vecihle’ kaydını koydu ve her vesile ile şeriatı, İttihad-ı Muhammedîyi (asm), Asr-ı Saadeti, meşrutiyeti, hürriyeti, adâleti, fazileti, meşvereti, cumhuriyeti, demokrasiyi anlattı.

Bediüzzaman, cumhuriyeti ilân etmeye ve şeair-i İslâmiyeye mugayir inkılâplar yapmaya hazırlanan bazı komutanların ‘yırtılmaya yüz tutan Avrupa medeniyet-i sefihânesini’ esas aldıklarını ve müstebit hâller, aldatıcı hareketler içine girdiklerini görünce, Ankara’da neşrettiği beyannamede cumhur-u mü’mininin hassasiyetlerine dikkat çekti.

“Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâp-vari bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyat ile olabilir” (Tarihçe s: 224)

Bunun gibi muknî izahlarına ve müessir ikazlarına rağmen cumhuriyet, ilânından hemen sonra hakiki mânâsını kaybetti. ‘Hükümet lâik cumhuriyete döndü.’ Devlet idaresi, telaffuzu cumhuriyet, tatbikatı istibdad-ı mutlak........

© Yeni Asya


Get it on Google Play