Deprem denizi değil de, vursaydı şu karayı..
Kara haber saracaktı bölgemiz Marmara’yı!
Şükür secdesi yaparak Rahman’a sığınalım..
Zulme karşı bir olalım; açmayalım arayı!..

MY

Dünya ömrünün son dilimindeyiz de, dilimiz varmıyor bunu dillendirmeye…

İnsan ve dünya hayatının geçicilik derecesini, geçen zamana bakarak anlamak çok da zor olmuyor.

Bir günün devreleri ile insan ve dünya ömrünün devreleri arasındaki benzerliğe ve geçiciliğindeki sür’ate ibretle bakan akıl, hayretini gizleyemiyor.

Beş vakit namazın neden bildiğimiz vakitlerde farz kılındığını Sözler Risalesinin Dokuzuncu Söz’ünden öğrenirken; gün, yıl, insan ve dünya üzerindeki değişimlerle olan alâkayı da idrak etmiş oluyoruz.

Ve sonra dönüp Sahibüzzaman’a kulak kabartıyoruz:

“İhtiyarlığa girdiğim zaman, bir gün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım. Birden, gayet rikkatli ve hazîn ve bir cihette karanlıklı bir hâlet bana geldi. Gördüm ki, ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış.”

Sonra dönüp halimize bakıyoruz:

Güya avcıdan korunmak için başını kuma sokan ve bütün vücudu görünürken, görmemeyi “kurtuluş” zanneden deve kuşuna benzeyen yönümüzü de görmezlikten ve bilmezlikten geldiğimizi ancak itiraf edebiliyoruz.

Sloganların ve sathî söylemlerin sıcak iklimindeki rehavetten uyandığımız an, çok geç kalmış ve her şeyin bittiğini görmüş olabiliriz maazallah.

Varsın şu, “Acele eden ecele gider” sloganı trafikte en üst seviyede geçerliliğini sürdürsün. Ama bunu her alana, maddî ve manevî her meseleye, dünyevî ve uhrevî her vazifeye tatbik edersek; en hazırlıksız bir anımızda, hiç umulmadık bir yerde ecele yakalandığımız zaman, dünyada güvendiğimiz ve bel bağladığımız hiçbir güç bizi kurtaramaz.

Neymiş, “Acele işe şeytan karışırmış”. Evet, bu söz yerine göre doğru olabilir ve doğrudur. Lâkin Ahirzaman’ın dehşetli gaflet ve dalâlet fırtınaları arasında hayrete düşenlerin imdadına yetişen hak ve hakikat Nurları’na kulak vermekten geri koyan ve o Nurlar’a kavuşup ders almakta acele ettirmeyen nedir, kimdir?

O Nurlar’ın müellifi ki, “Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler Cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz.” diyor.

O Üstad ki, “Ölümüm hayatımdan ziyade dine hizmet edecek” dedikten sonra şu misal ile de meseleyi tam perçinliyor:

“Nasıl ki bir tane tohum toprak altına girip ölmesiyle bir sümbül hayatını netice verir; bir taneye bedel yüz tane vazife başına geçer. Öyle de, mevtim, hayatımdan fazla o hizmete vasıta olur ümidini besliyorum.”

Nurlar kalpleri fethetmeye, ulaştığı yerlere huzur ve ferahlık taşımaya devam ediyor. Yapılan hücumlar da duyulmasına ve yayılmasına yarıyor. Karanlığın derecesine göre daha da parlıyor.

“Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan!”

QOSHE - “Ölüm sekeratı uyandırmadan uyan!” - Mikail Yaprak
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Ölüm sekeratı uyandırmadan uyan!”

4 3
08.12.2023

Deprem denizi değil de, vursaydı şu karayı..
Kara haber saracaktı bölgemiz Marmara’yı!
Şükür secdesi yaparak Rahman’a sığınalım..
Zulme karşı bir olalım; açmayalım arayı!..

MY

Dünya ömrünün son dilimindeyiz de, dilimiz varmıyor bunu dillendirmeye…

İnsan ve dünya hayatının geçicilik derecesini, geçen zamana bakarak anlamak çok da zor olmuyor.

Bir günün devreleri ile insan ve dünya ömrünün devreleri arasındaki benzerliğe ve geçiciliğindeki sür’ate ibretle bakan akıl, hayretini gizleyemiyor.

Beş vakit namazın neden bildiğimiz vakitlerde farz kılındığını Sözler Risalesinin Dokuzuncu Söz’ünden öğrenirken; gün, yıl, insan ve dünya üzerindeki değişimlerle olan alâkayı da idrak etmiş oluyoruz.

Ve sonra dönüp Sahibüzzaman’a kulak kabartıyoruz:

“İhtiyarlığa girdiğim zaman, bir gün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir dağda dünyaya baktım. Birden, gayet rikkatli ve hazîn ve bir cihette karanlıklı bir hâlet bana geldi. Gördüm ki, ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da........

© Yeni Asya


Get it on Google Play