Görülüyor ki ikinci birinciye tercih ediliyor ve kendi imanlarını kurtarmada mesafe alamıyorlar, başkalarının imanın kurtulması için gayretfüruşluk ve hamiyetfüruşlukta bulunuyorlar.

Dev aynasının mercimek gözüne yerleşmiş olan bu mini minnacık insanlar enaniyet, gurur ve kendini beğenmişliğin atına binmiş dolu dizgin gidiyorlar.

Kendilerine kazandıramadıkları hasletleri, huyları, çalışma ve gayretleri başkalarından bekleme talihsizliğine düşüyorlar.

Bilen, anlayan ve yaşayan Müslümanın yerini; bilmeyen, anlamayan ve yaşamayan Müslümanlar almış.

Cehaletin tatlı koltuğunda oturanlar, ilim ve irfanın kilimindeki oturma lezzet ve keyfini anlayamazlar ve bilemezler. Ki, şu insanın başına ne geldiyse bilmemesi, anlamaması ve bunun farkına varmaması yüzünden gelmiştir.

Hani koca Üstad diyor ya, “parçalayıcı arslan ile, ünsiyetli ehli atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacı ile jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihate çıkıyor.”

Had diye bir çizgi var, hayali gibi ise de esasında söz söylenirken, kendi kendini herkes tartıyorum derken adeta bu hayali çizgi fiziki ve vûcudi bir çizgi, bariyer oluyor. Öyleyse kimseye demeden herkes haddini bilmeli. Hem haddini bilmeyip hem de herkese had bildirmekten de vazgeçmeli.

Hem de Kur’ani, imani, İslami hizmetler, öyle basit dünyevi hizmetler seviyesine cehalet, gurur ve benlik gibi mülahazalarla indirilemeyeceği gibi, daima yükseklerin yükseğine çıkartılmalı, çıkartılma gayret ve çalışması içerisinde olunmalıdır.

Had deyince akla hemen şu da ilk anda gelmelidir; daima yüksek tutulan fikir, düşünce ve görüşler için herkesin kendi kabiliyetinin ortaya konulduğu bir had çizgisi olabilir. Bizim bahis mevzu ettiğimiz imani, Kur’ani, İslami hizmetlerdeki neşir, ilan ve ikaz konularındadır.

Kudsi manadaki her türlü düşünce ve anlamların had konusunda kesiştiği yer ise okumaktan, anlamaktan, bilmekten ve bilerek yapmaktan geçer. Bu kudsi mana gösterişi, cehaleti, bilmemeyi, bilir görünmeyi, riyakarlığı ve hodfuruşluğu sevmez, kabul etmez ve yere vurarak reddeder.

Öyle ise okuyarak, anlayarak ve yaşayarak Risale-i Nur gibi bir hakikate vasıl olunur ve o yolun yolcusu olunur.

Hadsizlik ve cehalet bu yolda hiçbir zaman bulunmaz ve çarşısında satılmaz!..

QOSHE - Kanlı yara mı, hakikatin yüzü mü? - Rifat Okyay
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kanlı yara mı, hakikatin yüzü mü?

7 1
04.02.2024

Görülüyor ki ikinci birinciye tercih ediliyor ve kendi imanlarını kurtarmada mesafe alamıyorlar, başkalarının imanın kurtulması için gayretfüruşluk ve hamiyetfüruşlukta bulunuyorlar.

Dev aynasının mercimek gözüne yerleşmiş olan bu mini minnacık insanlar enaniyet, gurur ve kendini beğenmişliğin atına binmiş dolu dizgin gidiyorlar.

Kendilerine kazandıramadıkları hasletleri, huyları, çalışma ve gayretleri başkalarından bekleme talihsizliğine düşüyorlar.

Bilen, anlayan ve yaşayan Müslümanın yerini; bilmeyen, anlamayan ve yaşamayan Müslümanlar almış.

Cehaletin tatlı koltuğunda oturanlar, ilim ve irfanın kilimindeki oturma lezzet ve keyfini anlayamazlar ve bilemezler. Ki, şu insanın başına ne geldiyse bilmemesi, anlamaması ve bunun farkına varmaması yüzünden........

© Yeni Asya


Get it on Google Play