Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşâne muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:

Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Âdeta polattan bir vücudu var gibi lâyemutâne, kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedîd bir hırs ve tama’ ile ve şiddetli alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemâl-i şefkatle terbiye eden Hâlık’ını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez, ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır–eğer gaflet kalbini bozmamış ise!

Altıncı Nükte

Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur’ân-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif Kur’ân-ı Hakîm’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:

Kur’ân-ı Hakîm madem şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş; o Kur’ân’ın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hâcât-ı süfliyesinden ve malâyaniyat hâlâttan tecerrüd ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlâhiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem’den (asm) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail’den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’ân’ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.

Evet, Ramazan-ı Şerifte, güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki milyonlarla hafızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur’ân’ı, o hitab-ı semavîyi arzlılara işittiriyorlar.

Her Ramazan “Ramazan ayı ki Kur’ân o ayda indirilmiştir. (Bakara Suresi: 185)” ayetini, nurânî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan “Kur’ân ayı” olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmanın sair efradları, bazıları huşû ile o hafızları dinlerler, diğerleri kendi kendine okurlar.

Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste nefs-i süflînin hevesatına tâbi olup yemek, içmekle o vaziyet-i nurânîden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatin manevî nefretine ne kadar hedef ise, öyle de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de o derece umum o âlem-i İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir.

Mektubat, s. 472

LÛ­GAT­ÇE:

ekl: yeme.

hâcât-ı süfliye: âdi, bayağı ihtiyaçlar; başka bir şeye göre değeri aşağıda olan, basit ihtiyaçlar.

hâlât: haller.

istihzar: hazırlanma; hatıra getirme.

malâyaniyat: manasız, lüzumsuz, faydasız şeyler.

Mütekellim-i Ezelî: ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve konuşması, hiçbir varlığın konuşmasına benzemeyen Allah.

nâzil olmak: nüzul etmek, inmek.

şürb: içme.

tecerrüd: soyutlanma, uzaklaşma.

tehzib-i ahlâk: ahlâkı güzelleştirme, kötü huyları giderme.

QOSHE - Kur’ân ayında Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak - Risale-i Nurdan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kur’ân ayında Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak

10 13
13.03.2024

Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşâne muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:

Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Âdeta polattan bir vücudu var gibi lâyemutâne, kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedîd bir hırs ve tama’ ile ve şiddetli alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemâl-i şefkatle terbiye eden Hâlık’ını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez, ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır.

İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle........

© Yeni Asya


Get it on Google Play