Sonra bu kahramanlık Türklere, Talas Irmağı kenarındaki bir savaştan sonra İslâm’la şerefyâb olmalarıyla sirayet etmiş, Tevhid asaletiyle devralınan bu bayrak, kalelerin burçlarını şenlendirip süslemiştir. Üstad’ın ifadesiyle, “eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerleri” diye geçer.

Yavuz Selim; Macaristan’a bir ferman gönderip, “Ehl-i imana zulmetmeyin yoksa hesap sormasını bilirim” anlamında ifadeler kullanıp, Kanuni Sultan Süleyman da, Fransa’ya: “Memleketinizde dans namı altında çok çirkef ve çirkin bir oyun icad edilmiş. Derhal o ahlaksızlığı kaldırın” diye ferman gönderdiği ve dansı yasak ettiği ve dünyayı dizayn ettiği hâlde onun torunları tarafından bugün bir avuçluk İsrail’e “öte var” denemiyorsa, millet aynı millet olduğu hâlde bunun gerçek bir sebebi lazımdır. İşte o ne olabilir ki?

Eğer onun sebebi halifelikse, ki öyle. Bunun sebebi ne?

İşte bu gibi anormallikler ve geriye ket vuruşlar, kuvve-i kudsiye meselesinin yeniden ele alınmasını gerektiren zaruret ve mecburiyet hâline getirmektedir. İşte o takdirde bu millet, tarihte olduğu gibi dünya insanlığını, yeniden küfrün felaketinden kurtaracaktır.

Bu meseleyi yeniden doğru tesbit ve teşhis ederek ilan edene, can-ı gönülden tebriklerimi ve teşviklerimi arz ederim. Zira “Bir hastalığı doğru teşhis, yarı yarıya tedavidir”.

B) Bediüzzaman’da kuvve-i kudsiye:

Bu asrın bütün olumsuzluklarına rağmen o; yani, kuvve-i kudsiye ve tahkikî iman meşalesiyle meydana çıkan Bediüzzaman’da ve onun talebelerinde, “Âlimler Peygamberlerin varisleridir.” (Ebu Davud, İlim 1,3641; Tirmizi, İlim 19,2682) hadis-i şerifinin bir hakikatinin sirayet ettiğini görüyoruz. Üstad’da, bu haslet; hem ilim, hem irfan hem de kahramanlık olarak tezahür etmiştir. Tarihte de, bu derecede, hem allâme-i cihan hem de kahraman bir insan pek görülmez. Yani, Bediüzzaman Rus cephesine kalem kağıt ile gidip, “... bu gavurun gülleleri bizi öldürmeyecek.” deyip, bir tefsir harikası olan İşaratü’l-İ’caz’ı yazdırmış; değil sadece hapishaneyi, cepheyi dershaneye çevirmiş; din, iman, vatan, millet uğruna 500 talebesini şehit verip, amelini imanına şahit eden bir insan olarak gönüllerde taht kurmuştur.

Bu külli meziyet, aynı zamanda bir Mehdiyyet özelliği de olsa gerektir ve onun için o, bu asır insanına şöyle hitap eder: “Hem eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün birisi kesilse, hakikat-i Kur’aniye’ye feda olan bu başı zındıkaya ve küfrü mutlaka eğmem ve bu hizmeti imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.” (Şualar, On Dördüncü Şua, s.455)

Bütün bunlar bize yine Bediüzzaman’ın: “İman; hem nurdur hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” sözünün ne kadar gerçekçi olduğunu ispat etmektedir. Vesselam.

QOSHE - Kuvve-i Kudsiye ve mazimiz -2 - Şemseddin Çakır
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kuvve-i Kudsiye ve mazimiz -2

6 15
23.02.2024

Sonra bu kahramanlık Türklere, Talas Irmağı kenarındaki bir savaştan sonra İslâm’la şerefyâb olmalarıyla sirayet etmiş, Tevhid asaletiyle devralınan bu bayrak, kalelerin burçlarını şenlendirip süslemiştir. Üstad’ın ifadesiyle, “eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerleri” diye geçer.

Yavuz Selim; Macaristan’a bir ferman gönderip, “Ehl-i imana zulmetmeyin yoksa hesap sormasını bilirim” anlamında ifadeler kullanıp, Kanuni Sultan Süleyman da, Fransa’ya: “Memleketinizde dans namı altında çok çirkef ve çirkin bir oyun icad edilmiş. Derhal o ahlaksızlığı kaldırın” diye ferman gönderdiği ve dansı yasak ettiği ve dünyayı dizayn ettiği hâlde onun torunları tarafından bugün bir avuçluk İsrail’e “öte var” denemiyorsa, millet aynı millet olduğu hâlde bunun gerçek bir sebebi lazımdır. İşte o ne olabilir ki?

Eğer onun sebebi halifelikse, ki öyle. Bunun sebebi ne?

İşte bu gibi........

© Yeni Asya


Get it on Google Play